![]() |
|
Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüphelile - Printable Version +- Dini Bilgi Forum (https://dinibilgi.info) +-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=25) +--- Forum: iSLAMi BiLGiLER (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=39) +---- Forum: Sevablar Günahlar (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=48) +---- Thread: Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüphelile (/showthread.php?tid=1323) |
Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüphelile - SeliM35 - 10-11-2020 Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüpheliler nelerdir? İSLAMDA HELAL VE HARAMLAR NELERDİR ? İslam tevhid dinidir..! Zatında ve sıfatlarında Allahu Teala’nın bir ve tek olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığının ibadete layık bulunmadığını ilan etmiş, bu birliği dinin temeli kılmıştır. Bu temel inanca aykırı inançlar küfür, davranışlar ise en azından haram’dır. Haram ve Helal Mefhumu dinin özü ve şekli, dindarların Allah’a kulluk nizamnamesi ile yakından ilgilidir. Nizam fikri ile mutlak serbestlik fikri bir arada düşünülemez. Bir yerde nizam varsa mutlak hürriyeti kayıt altına alan, sınırlayan kaideler, emir ve yasaklarda var demektir. İslam, kulun kendini ve Rabbini bilmesi, O’ na kulluk edebilmesi, böylece ebedi saadete erebilmesi için Allah’ ın lütfettiği son din, irşad ve nizam olduğuna göre onda helal ve haramı birbirinden ayıran sınırların bulunması tabiidir. Bir hadis-i şerifte ifade buyrulan teşbihe göre, haram sınırının ötesi Allah’ ın korusudur; o sınırı aşmak bir yana, oraya yaklaşmak bile tehlikelidir. Hemen bütün din, hukuk ve ahlak sistemlerinde yasaklar, çirkin ve yakışıksız telakki edilen davranışlar vardır. Semavi dinlerin sonuncusu ve en mütekamili olan İslam da, fert ve cemiyet halinde insanlığın hayrına olmak üzere getirdiği mükellefiyetler manzumesi içinde yasaklara yer vermiştir. Yasaklar menfi ( yapılmaması istenen) mükellefiyetlerdir. Mükellefiyetler ise gökler, düzlükler ve dağların yüklenemediği, insan denilen “kemale namzet” müstesna varlığın boyuna göre biçilmiş “emanet” lerdir. Bu “emanet” mükellefiyetler, dıştaki kirleri, pasları silerek cevheri ortaya çıkaran, kimin neye layık olduğunu meydana koyan imtihan ve deneme vasıtalarıdır. İnsan ne taş ne hayvandır, ne de melek; o, büyük kabiliyetler ihtiva eden, eşsiz meyvelerin planını saklayan bir çekirdektir. Dünya zemininde, ömür denilen mevsimler içinde, en son ilahi dinin rahmet ve terbiyesine kendisini teslim ederse ( mükellefiyetlerini yerine getirirse) melekleri kendine hayran bırakır. Aynı zeminde nefis ve şeytanın arzularına boyun eğer, onların pembe bardakta sundukları zehiri gıda zannederse özünü zayi eder, taş – toprak ve gübre arasında çürüyüp gider. İşte, insanoğlunun ferdi hayatında, haramlara riayetin de dahi bulunduğu mükellefiyetlerin böylesine önemli bir rolü vardır. ÖZENLE DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN HELAL VE HARAM ESASLARI Helal, yasak olmayan, serbest sahayı ifade eder; bunun tabanında “yapana sevap, yapmayana günah olmayan” mubah vardır, sonra sırasıyla müstehap, vacip, farz gelir. Helal, mübahın sınırında son bulur. Bundan sonra mekruh ve haram vardır. Bunların ikisinin de yapılmaması Şafii tarafından istenmiştir. Ancak mekruhta kesinlik yoktur, Haramda ise kesinlik vardır; Haram ve mekruh işleyen dünyada kınanır, bazı cezalara müstehak olur, ahrette ise azaba uğrar. Mekruhu haramdan ayıran ölçü hanifilere göre delilin haramda kat’i ( kesin), mekruhta zanni olmasıdır. ( İmam Muhammed’e göre) Diğer müctehidlere göre yasaklama iradesinin mekruhta sert ve kesin olmaması, haram da ise sert ve kesin olmasıdır. Haram kılınan şey veya fiil, kendisinde bulunan, hiç ayrılmayan bir zarar, kötülük ve pislik sebebi ile haram kılınmış ise buna “Li –aynihi haram” denir. Kendi tabiat ve vasfından değil de kazanma şekli ve yolu gibi dıştan bir sebep ile haram ise “Li-gayrihi haram” denir. Domuz ve şarap birincisine, çalınmış ekmek, gasp edilmiş para ikincisine örnektir. Haram, haramın dereceleri, haram olan her şey ve her davranış kötü, çirkin ve yasak olmakla beraber kötüden daha kötüye doğru bir sıralanış da bahis mevzudur. 1. Dürüst ( Adil) Mü’minlerin Sakındığı Haramlar: Bunlar fıkıh ve fetva kitaplarında haram olduğu kaydedilen şeyler ve davranışlardır. Bunlardan sakınanlara “Adl” ( cem’i “udul”), sakınmayanlara “fasık, günahkar, asi” denir. Ve bunlar için kısmen dünyada, kül halinde ahrette verilecek çeşitli cezalar vardır. 2. Salih kulların sakındığı Şeyler: Müftüler kaideye ve zahire bakarak ruhsat verdikleri, caiz ve helaldir dedikleri halde haram ihtimali ve şüphesi bulunduğu için iyi ( Salih) kulların sakındığı şeyler vardır: a) Şüphe kuvvetli, haram ihtimali galip ise onu haram kabul etmek gerekir. b) Helal ihtimali galip ise onu helal saymak gerekir; zayıf bir ihtimal ve şüphe yüzünden çekinmek insanı ve vesveseye götürür; vurduğu bir avı “belki bunu birisi yakalamış, sahip olmuştur da sonra onun elinden kaçmıştır” diye yemeyen kimsenin hali vesvesedir. c) Kaçınmak, uzak durmak gerekli olmamakla beraber müstehab ve iyi olan şüpheli durumlar vardır ki Resul-i Ekrem ( s.a.v.)’in “Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli gelmeyeni al…!” ( Buhari, Tirmizi) buyruğu bana işarettir. Ancak burada kaçınmak müstehab olduğuna göre işlemek ve kaçınmamak haram değil, tenzihen mekruh olur. 3. Muttakilerin Kaçırdığı Şeyler ve Davranışlar Bu derecedekilerin uzak durdukları şeyler içinde şüpheli olan ve hakkında haramdır fetvası bulunanlar vardır; ayrıca takva sahibi kul, ihtiyata riayet olsun ve nefis haram konusunda gevşekliğe alışmasın diye bazı şeyleri yiyip içmeyi, bazı davranışlarda bulunmayı terk etmektedir. Nitekim Hatemü’l-Enbiya ( s.a.v.) şöyle buyurmuştur. “Mahzurlu olana düşmek korkusu ile mahsursuz olanı da terk etmedikçe kul, muttakiler derecesine ulaşamaz” ( Tirmizi. K.El Kıyamet,19) Hz. Ömer’inde “Harama düşmemek için helalin onda dokuzunu bıraktığımız olurdu” dediği rivayet edilmiştir. 4. Sıddıkların Haramı: Nihayet ortada hiçbir şüphe, harama düşme korku ve ihtimali bulunmadığı halde ya elde ediliş yolunda kerahat bulunduğu için, yahut da Allah’a ibadet ve O’nun rızasını elde etme manası taşımadığı için ter edilen şey ve davranışlar vardır ki bu derecelerin terk ancak sıddıyklerın karıdır. Bu derecede bulunan Allah kulları yalnızca haram ve mekruhlardan değil, nefislerine ait mübah, zevk ve isteklerden de sıyrılmışlardır; onların her hareket ve duruşları Allah içindir; yaşamalarının tek mana ve sebebi de O’na kulluk edebilmektir. Yalnız Allah’a kulluk etmek, şirkin açık ve gizli bütün nevilerinden kurtulmuş olmak, tasarruflarında nefsin nasibini ortadan kaldırmak has kulluktur. Ve bu kulluk, rütbe, devlet ve saadetlerin en büyüğüdür. A) Haram Kılınan Naslar ve Hikmeti: Kur’ an – ı Kerim’ de haram olan yiyecekler bazı ayetlerde özetlenerek, bazısında ise teferruata girilerek ifade edilmiştir. Birinci nevi ayetlerde “Boğazlanmadan ölmüş hayvan, vücuttan akmış kan, domuz ve Allah’ tan başkası adına kesilmiş hayvanlar” olmak üzere haram yiyecekler dört adettir. ( El Bakara 2/172-173, El- En, am 6/145) “Leş, kan, domuz eti, Allah’ tan başkası adına kesilenler – canları çıkmadan önce kesememişseniz – boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yaralanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır.” ( El-Maide 5/3) mealindeki ayette etleri haram olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan 5. ile 9. hayvanlar “boğazlanmadan ölmüş hayvan” mefhumuna dahildir. Dördüncü ve onuncu ise “Allah’ tan başkası adına kesilen” nevi içinde yer almaktadır. Bunların haram kılınmalarının sır ve hikmetine gelince, önce bütün haramlara şamil bir parantez açmak, sonra mevzuumuza dönmek uygun olacaktır. Allah ve Rasulü ve dolayısı ile hak dinler bazı yiyecek, içecek şeyleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek anladığımız yüzlerce haram ve yasağın, fert ve cemiyet halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedi saadetlerini hedef aldığını görünce insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zaruri oluyor: “Aklımızın ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet faydalı olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasaklarında – şimdilik bilgimiz dışında kalan – hikmetleri olacaktır” İnsanlar yasaklama ve engellemeleri – en azından başlangıçta – zararı çekmeden önce değil, zararı denedikten ve ayıcı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Mesela bin yıllık amiyane tecrübe ve otuz yıllık da ilmi araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkanı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgari ye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı – ilmi ölçülere göre zararını bilemediğimiz fakat – ciddi bir kaynağın ( Din kaynağı) zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeylerden çekinmemizi gerektirir. Böyle bir ihtimali hiçe saymak ve zararını ilmen bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhulü kalmamış olması gerekir. Halbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler. B) Haram Kılınan Yiyecekler 1. Kendiliğinden Ölmüş Hayvan ( Meyte) “Meyte” den maksat, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilmiş ve öldürülmüş olmayıp müdahalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış hikmeti için şunlar kaydedilebilir: a) Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semavi din salikleri böyle hayvanları yememişlerdir. b) Müdahalesiz ölen hayvanlar genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebi ile ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli neticeler doğurabilir. c) İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkanına kavuşurlar. d) Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi onun bakım ve tedavisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz. 2. Akmış Kan Hayvan şer’ i usulüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar, az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarın içinde, dalak, ciğer gibi uzular da kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile birlikte yenir. 3. Domuz Domuz tabiatı icabı pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik içinde yüzen bir havyadır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya olmak üzere bir çok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma tabi tutmak ve etini tıbbi kontrolden geçirmek sureti ile muhtemel zararın önlenebileceği iddiasına karşı iki şey söylenebilir. a) Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır. b) Umumi mütalaada da işaret ettiğimiz üzere domuzun haram kılınmasının hikmeti bizim bu güne kadar bildiklerimizden ibaret değildir. Dün bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlarda bugünün meçhullerini – kısmen de olsa – aydınlığa kavuşturacaktır. 4. Allah’ tan Başkası Adına Kesilenler İnsan hayatına ancak Allahu Teala son verir. Hayvanların hayatına son vermek, yine Allah’ın kudreti ve iradesi ile olmakla beraber insanlar, faydalanmak için öldürme fi’ilini işlerler. Bu fi’ilie izin veren de Allahu Teala’dır. Hayvanı öldürürken O’nun ismini anmak bu izni tazelemek, ölümün O’nun kudret ve iradesi ile olduğunu hatırlamaktır. Putlara, uydurma mabutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah’tır, halbuki kesim O’nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak aynı zamanda putperesliğin önünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır. 5. Meyte Sayılanlar İlgili ayet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti meytenin ki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek insanın yüce vasıflarına ters düşmektedir. 6. Diğer Kara Hayvanlarında Helal Ve Haram Olanlar Yukarıda mealini verdiğimiz ayet sarih ve kesin olduğu için fukaha meskür dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince: Kur’an-ı Kerim’de Resul-ü Ekrem ( s.a.v.)’i kasdederek “Onlara temiz şeyleri helal kılar, pis şeyleri de haram kılar.” ( El-A’raf 7/157) buyuruyor. Burada pis şeyler diye tercüme ettiğimiz “el habais” ın tefsirinde müctehidler ihtilaf etmişlerdir. Bazı müctehidlere göre, Allah ve Resülü’nün haram kıldıklarıdır, yani haram oldukları hakkında ayet veya hadis bulunan şeylerdir: Bu sebeple haşerat, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir. Ebu Hanife, Şafii gibi müctehidlere göre ise “habis” umumiyetle insanların ( veya Kur’an-i Kerim nazil olduğu sırada arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısı ile yukarıda sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlarda “habisler” içinde mütalaa edilmiştir. Hz.Peygamber ( s.a.v.) hayber günü ehli eşek etini yasaklamıştır. ( Buhari, Müslim) Bu nas sebebiyle cumhura göre ehli eşek ve katır haramdır. At, Ebu Hanife’ye göre helal değildir. İmameyne ve Şafii’ye göre helaldır. Resulullah ( s.a.v.)’in bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeği yasakladığı rivayet edilmiştir. ( Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) Hanifiler bu hadiste geçen “siba” kelimesini “et yiyenler” şeklinde anlamışlar ve bu nevi hayvanları haram saymışlardır. İmam Şafii “insanlara saldıran ve parçalayan”, şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisna etmiştir. İmam Malik yırtıcılar için haram yerine “mekruh” tabirini kullanmıştır. 7. Deniz Hayvanları Ulemanın ekseriyeti deniz hayvanlarının helal olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilaf etmişlerdir; bazıları bunların helal olmadığını ifade etmişlerdir. İmam Malike göre yalnızca deniz domuzu mekruhtur. Deniz hayvanları için helal sınırını çok geniş tutan bu görüşün delili ayetlerdir: “Taze ete yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah’ın bol nimetlerinden faydalanmanız için denize-ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün-boyun eğdiren de O’dur…” ( el-Maide 5/96) Hanifilere göre deniz hayvanlarından yalnızca-bütün ne-vileri de-balık helaldır. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez, kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz hayvanları da iğrençtir, yahut da-boğazlanmadığı için-meyte hükmündedir. ( el-ihtiyar, cüz:V, s.13 vd) C ) İstisnalar 1. Balık ve çekirge: Balık ve benzeri deniz hayvanları ile kara hayvanlarında çekirge boğazlanmaz; bunların boğazlanmadan ölenlerini yemek helaldir. Peygamberimiz ( s.a.v.)’den deniz suyu sorulunca: “Onun suyu temiz, meytesi de helaldir” buyurmuşlardır. ( Ebu Davud, Nesai, Tirmizi) “Deniz avı ve onu yemek size helal kılındı” ayetinde geçen “taan” kelimesini HZ.Ömer ve İbn Abbas “boğazlanmadan ölen deniz hayvanı” diye tefsir etmişlerdir. Boğazlanmasında güçlük bulunduğu için çekirge de boğazlanmada yenir. İbn Ebi Evfa’n“Resulullah ile beraber çekirge yiyerek yedi gazve yaptık” sözü bu hükmün nakli delilidir. ( Tirmizi, Buhari, Nesai) 2. Meytenin derisi kemiği ve kılı: Murdar ölen hayvanın etini yemek haram olmaklşa beraber deri, boynuz, kemik, kıl gibi kısımlarında faydalanmak mübahtır. İbn Abbas’ın rivayetine göre Hz.Meymune validemizin bir azatlısına bir koyun verilmiş, oda ölmüştü. Hadisenin üzerine gelen Resulullah ( s.a.v.) “Derisini alıp tabaklayarak ondan faydalansaydınız ya!” buyurunca: “O murdar ölmüştir” dediler. Peygamberimiz ( s.a.v.)’de “yalnızca yenmesi haram kılındı” yalnızca yenmesi haram kılındı” buyurdular. ( Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi) “Hangi deri tabaklansa temiz olur hadisi de ( Müslim, K.el-Hayz,25) tabaklanan bütün derilerin temiz olduğunu ifade etmektedir. Zahiriler bu hadise dayanarak domuz ve köpek derisini de tabaklamanın temiz kılınacağını kabul etmişlerdir. Ebu Yusuf’tan aynı görüş nakledilmiş, Şevkani de bunu tercih etmiştir. Cumhura göre domuz derisini tabaklamak da temiz kılmaz. 3. Zaruret hali : Zaruret halinden maksat açlık ve susuzluğu giderecek, hastalığı tedavi edebilecek helal bir nesnenin bulunmaması halidir. a) Açlık ve susuzluk : Daha önce mealini verdiğimiz ayet ( el Maide-3) açlığa doğrudan temas ettiği için fukuha gıda zaruretini ittifakla kabul etmiştir. Bazıları darda kalma müddetini 24 saatle sınırlandırmışlardır; buna göre 24 saat helal yiyecek ve içecek bulamayan kimse haram yiyebilir. İmam Malik’e göre doyuncaya kadar yer ve yanına da bir miktar alır. Diğerlerine göre ancak hayatını devam ettirecek kadar yiyebilir. b) Tedavi zarureti : Kullanılması haram olan ilaçları, başkası bulunmadığı zaman kullanmanın caiz olup olmadığı konusunda iki görüş vardır: “Allah şifanızı, size haram kıldığı şeylerde kılmadı.” ( Buhari, K.el-Eşribe:15) Hadisine dayananlara göre haram ile tedavi caiz değildir. İlacın da gıda gibi hayatın zaruri ihtiyacı olduğunu ileri sürenlere göre darda kalan haram ile tedavi görür. Resul-i Ekrem ( s.a.v.) erkeklere ipek giymeyi haram kıldığı halde, cilt hastalığı dolayısı ile bazı sahabilere izin vermişlerdir. ( Buhari el-Libas,29;K. El-cihat,91.) yukarıdaki hadis helal ilacın bulunması haline aittir. Helal bulunmayınca, tedavi için kullanılan ilaç mübah olduğu için hadisin şumülüne girmez. Bu nevi ilaçları kullanma ruhsatının şartları vardır: aa) Kullanılmadığı taktirde sıhhati tehdit eden gerçek bir hastalık bulunacak. ab) Yerine geçen helal bir ilaç bulunmayacak. ac) Dindarlığına ve ihtisasına güvenilir, bir doktor tavsiye etmiş olacak. Organ nakli, karı-koca arasında olmak şartı ile sun-i aşılama ( tüp bebeği), otopsi vb. de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır. c) Başkasında varsa Helal yiyecek ve içeceği olmayan Müslüman bunu çevresinde, mensup bulunduğu toplum parçasında bulabiliyorsa darda kalmış sayılmaz. İslam hususi mülkiyeti tanımış ve korumuştur; ancak bu hak sınırsız değildir. Sınırlardan biriside zaruret halinde kendini gösterir. Yanında kendi ihtiyacından fazla yiyecek ve içeceği olan Müslüman bunu darda kalana vermek mecburiyetindedir. Vermez ise karşı taraf zorla alabilir, doğacak mes’uliyet vermeyene aittir. ( İbn Hazım, el-Muhalaa, C.VI, s.159) d) Boğazlama ( Zebh ve Nahr): Eti yenen kara hayvanları, insanların kolayca tutup kesebilecekleri ehli hayvanlar ve kolay yakalanamayan vahşi hayvanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Birinci gruptakilerin yenebilmeleri için usulüne uygun boğazlamanın bazı şartları vardır: 1) Kesim, kanı akıtacak ve kesilmesi gereken yerleri kesecek şekilde keskin bir aletle yapılacak; bunun demir, ağaç, taş…. olması mümkündür; önemli olan keskinliktir. Resul’i Ekrem ( s.a.v.)’nin Adiy Bin Hateme hitaben “Kanı istediğin şekilde akıt ve üzerine besmele çek!” buyurması bu hükmün delilidir. ( Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed, Müsned 4/256) 2) Eksiksiz bir boğazlamada ( Zebh) nefes borusu, bunun iki yanındaki iki atardamar ve yemek borusunun kesilmesi gerekmektedir. Hanifilere göre üçünün kesilmesi yeterlidir. Peygamberimiz ( s.a.v.), bulunduğu bir yerden kaçan ve yakalanmayan bir deve oklanmış, Resulullah bunu tasvip ettiği gibi, böyle durumlarda aynı şeyin yapılmasını emir buyurmuştur. ( Buhari, K.ez-Zebaih, 15-18-23) 3) Kesim sırasında Allah’tan başkasının ismini anmamak ve O’ndan başkası için ( kurban olarak) kesmemek. 4) Keserken Allah’ın adını anmak. “Eğer O’nun ayetlerine iman etmiş iseniz, üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yiyiniz.”( el-En’am 6/118 ) “Üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeyden yemeyin…….” ( el-En’am 6/121) ayetleri ile “Kanı akıtılan ve üzerine besmele çekileni yiyiniz” ( Buhari ez-Zebaih,15) mealindeki hadisler bunu gerekli kılmaktadır. Fukaha besmelenin şart olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. a) Zahirilere göre hakkındaki nasslar sebebiyle Allah’ı anmak kayıtsız şartsız gereklidir. b) Ebu Hanife, Malik, Sevri gibi müctehidlere göre unutulmadığı taktirde besmele şarttır; unutularak terk edilmiş ise kesilen yenir; Çünkü “Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mes’ulüyetleri kaldırılmıştır.” hadisi vardır. ( İbn Mace, Buhari, Ebu Davud, Tirmizi) c) İmam Şafii’ye göre keserken besmele farz ve şart olmayıp mendubtur; Çünkü Resul-i Ekrem ( s.a.v.)’e : “Bize et getiriyorlar; keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz; bunu yiyelim mi? Yemiyelim mi? Diye sorulmuş; “Allah’ın adını anın ve yiyin” buyurmuşlardır. ( Buhari, ez-Zebaih) d) Boğazlama da aranan şartların hikmeti hayvana fazla acı çektirmeden ölmesini sağlamak olsa gerektir. Peygamberimiz ( s.a.v.)’in tabii halinde boynuz ve diş ile kesmeyi men etmesi, kesim aletini hayvanın görmediği bir yerde bilemeyi ve ona şevkatle davranmayı tavsiye eden ifadeleri de bunu göstermektedir. ( El-Kardavi el-Helal ve’l Haram) 5. Keseni Müslüman veya ehl-i kitap olması: Ehl-i kitap, Yahudi ve hristiyanlar gibi aslında bir hak dine bağlı ve peygamberlerine tabi iken, zaman içinde hak dinden uzaklaşan ve son peygamber ( s.a.v.) bağlanmayan kimselerdir. Bunlar, temelinde hak dine inanmamış olan müşrik ve putperestlerden farklı tutulmuş, yiyecekleri Müslümanlara da helal kılınmıştır. “Bugün size temiz ve faydalı şeyler helal kılındı, kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir” ( el-Maide 5/5) Bu ayet umumi manadadır; Domuz, şaraf, meyte gibi aslı haram kılınmış yiyecekler dışında kalanların hepsine şamildir. Ancak burada birkaç noktayı aydınlatmak gerekir. a) Yahudi ve hristiyanların dışında kalanlardan Mecusiler fukahanın çoğuna göre müşrik sayılır ve kestikleri yenmez. b) Kesicinin hayvanı keserken ne söylediği anlaşılmaz ve duyulmazsa kestiği hayvanın eti yenilebilir kabul edildiği gibi, keserken Allah’tan başka birinin ( mesala Mesih’in) adı anılarak kesilirse bunu duyan kesilen hayvanın etini yiyemez. c) İslam alimlerinin çoğuna göre ehl-i kitabın boğazlama şekli, Müslümanların ki gibi olacak, yani keskin bir aletle boğaz kesilecek. ------------------- Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki İslamiyet’te haramların ve helallerin ne olduğunu sadece Allah belirler. Peygamberlerin bile herhangi bir şeyi haram kılma ya da helal sayma gibi bir yetkisi yoktur. Onlar sadece Allah’ın emir ve yasaklarını, koyduğu haramları ve helalleri yer yüzünde yaşayan insanlara bildirmek için birer aracıdır. İslamiyet’te Allah’tan başka hiç kimsenin de helalin ya da haramın ne olacağını belirleme yetkisi yoktur ve olamaz. Hatta Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi “haram” ilan etmek ya da Allah’ın helal kabul etmediği bir şeyi “helal” kabul etmek son derece çirkin bir davranış olarak görülmüş, haddi aşmak olarak kabul edilmiştir. Bunların ötesinde günah olarak kabul edilmiştir. Helal ve haram son derece önemli konular ve hassas dengelerdir. Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helal kabul edenlerin yolundan gitmek “şirk” olarak görülmüştür. ( Hangi Davranışlar Şirke Girer?) Yani Allah’tan başkasını ilah edinmek. Ve bu da Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan birisidir. Diğeri kul hakkına girmektir. Elbette ki tövbe edip hal ve davranışlarını düzeltenlerin affolunacağını Allah insanlara Kuran – ı Kerim’de bildirmiştir. Haram demek yapılması bizzat Allah tarafından yasaklanmış eylemler demektir. Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarına yasak ettiği, izin vermediği davranışların bile bile yapılması demektir. Yapıldığı takdirde günah vardır. Örneğin; içki içmek, kumar oynamak, zina yapmak. Helal ise, Allah tarafından serbest bırakılmış, yapılmasına izin verilen eylemlerdir. Haram kılınmış bir şey herkes tarafından zamanla helal bir davranış gibi algılanıp yapılsa da, bu konuda getirilmiş ayetler hiçbir zaman değişmez. Allah yasak kıldığı şeyleri yapan kulları sevmez. Ancak zamanla haramdan uzaklaşıp tövbe eden kulların affedileceği bizlere Kuran’da müjdelenmiştir. Aynı şey, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kabul edenlerin yolundan gidenler için de geçerlidir. Kuran-ı Kerim’deki Maide Suresi’nin 87. Ayetinde konuyla ilgili şu sözler bulunmaktadır: “Ey İman edenler! Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri ( kendi kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.” Bazı insanlar süs eşyalarının haram olduğu konusunda gayet emindir. Üstelik Allah’tan gelen böyle bir ayet olmadığı halde. Bakın Mümin Suresi’nin 56. Ayeti’nde ne yazılıdır: “Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.” Ve Yunus Suresi’nin 59. Ayetinden de bir alıntı yaparak konumuzu zenginleştirelim: “Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” Allah’ın bizlere Kuran’da belirttiği haram ve helallerin sayısı bu makalemize sığamayacak kadar çoktur. İşte bu yüzden, Hz. Muhammed ( SAV)’in ölmeden kısa bir süre önce yaptığı “Veda Hutbesi”’nde en çok vurguladığı haramlara değinmek istiyoruz. Putperestlik ve Cinayet Hutbesi; Peygamber Efendimiz ( SAV)’in Veda Hutbesi’nde ilk olarak dile getirdiği haram; putperestlik ve insanların birbirini haksız yere öldürmesidir. Bakın Peygamber Efendimiz ( SAV)’in bu konuyla ilgili sözleri nasıldır: “Sakın benden sonra eski sapıklıklarınıza dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!” Faiz; İkinci olarak vurguladığı haram, faizdir. Her kim ki bir diğer kişiden faiz amacıyla bir şey aldıysa onu hemen sahibine vermesini emrediyor. Faizin her türlüsünün kaldırıldığını belirtiyor ve kaldırmış olduğu ilk faizin de amcası Abbas’ın faizi olduğunu belirtiyor. Elbette ki faiz amacıyla verilmiş ana paraların helal kabul edilip geri alınabileceğini de ekliyor. Sadece faiz kısmını haram ilan ediyor. Cahillik Adetleri ve Kan Davaları; Peygamberimizin üçüncü olarak vurguladığı haram ise cahillik adetleri ve kan davalarıdır. Cahillik dönemindeki adetlerin hepsini ayağının altına aldığını belirtiyor ve bütün kan davalarını kaldırıyor. Ve ilk başta da kendi akrabalarının kan davasını kaldırıyor. Ve şeytana her ne olursa olsun uyulmamasını orada bulunan Müslümanlara buyuruyor. Kadın Haklarına Uymamak; Daha sonrasında Peygamber Efendimiz ( SAV)’in üzerinde durduğu en büyük haram, kadın haklarının gözetilmemesidir. Onların hakkının yenmesidir. Erkeklerin, eşlerini Allah’ın bir emaneti olarak aldığını belirtiyor ve de bu emanete çok iyi bakılması gerektiğini emrediyor. Hem erkeklerin kadınlar üzerinde hakkı olduğunu açıklıyor hem de kadınların erkekler üzerinde hak sahibi olduğu konulara değiniyor. Eşlerin Birbirine Karşı Görevi; Kadınların erkeklere karşı görevinin yataklarına bir yabancıyı almamaları ve kocalarının hoşnut olmadığı, sevmediği kişileri onların izni olmadan eve almamalarıdır. Erkeklerin kadınlara karşı görevi ise, yukarıda sayılan kadın görevlerini yapmadıkları sürece onlarla yatağa girmemeleri ve onları bu yoldan sakındırmaya çalışmalarıdır. Ve onlara yiyeceklerini, giyeceklerini temin etmektir. Müslümanlara Kuran – ı Kerim’i ve Peygamber sünnetlerini emanet olarak bıraktığını, Müslümanların bunlara uydukça asla yoldan şaşırmayacaklarını açıklıyor. Cinayet ve Hırsızlık; Müslümanlara Müslüman’ın kanının ve malının haram olduğunu belirtiyor. Elbette ki gönül rızasıyla alıp verdiğiniz mallar bu haram kategorisine girmemektedir. Miras; Her miras sahibine, mirastan kalan hakkın tas tamam verilmesini de emretmiştir. Elbette burada belirtilen bütün haram ve helaller Peygamber Efendimiz ( SAV)’e Hz. Cebrail aracılığıyla bildirmiştir. Hz. Muhammed ( SAV) bu haram ve helalleri insanlara duyuran bir aracıdır. Soyunu İnkar Etmek veya Kendi Soyunu Üstün Kabul Etmek; Ayrıca, insanın kendi babasını, soyunu inkar etmesini de yasaklamış; bunu yapanları lanetlenmekle korkutmuştur. Ve bu kimselerin şahitliğinin kabul edilmeyeceğini bildirmiştir. Ayrıca bu kimselerin tövbesinin de kabul olunmayacağını söylemiştir. Bunun dışında üzerinde en çok durduğu haramlardan biri de kendi soyunu, ırkını, sülale veya aileni diğerlerinden üstün tutmaktır. Bu konuda insanları çok dikkatli bir şekilde uyarmış ve hiç kimsenin bir diğerinden zenginlik, köken, ırk vb. sebeplerle üstün olamayacağını ilan etmiştir. Asıl üstünlüğün, din ve takva yönünden olduğunu belirtmiştir. Arap’ın Türk’e ya da Türk’ün Kürt’e karşı bir üstünlüğü yoktur. Elbette ki kimin dini inancı daha kuvvetli ise ve kim Allah’ın emir ve yasaklarına daha iyi uyuyorsa asıl üstün olan odur dinimize göre. Hiç Kimse İşlemediği Bir Günahtan Yargılanamaz; Peygamber Efendimiz ( SAV)’in üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de, hiç kimsenin kendi işlemediği bir suçtan ceza alamayacağıdır. Bir babanın işlediği suçun cezasını evladı dahi çekemez. Çünkü o cehalet döneminde insanlar başkalarının suçlarından ceza alabiliyorlardı ve Hz. Muhammed ( SAV), Veda Hutbesi’nde bu konunun yasak olduğunu bildirmiştir. Haram Sayılan En Büyük Günahlar Nelerdir? Kuran –ı Kerim’deki bütün haram ve helalleri burada tek tek sayamayacağımız için, Peygamber Efendimiz ( SAV)’in ölmeden önce bir “veda” manasında verdiği hutbeden helal ve haramları özenle seçerek, helaller ve haramlar konusunda sizlere yardımcı olmaya çalıştık. Haram sayılan bu günahların içerisinde bazıları vardır ki Hz. Muhammed ( SAV) onlara özellikle değinmiş ve kullarının bu günahlardan uzak durmasını emretmiştir. Büyük günah sayılan bu davranışların başında ise şirk, cinayet, adam öldürmek ve hırsızlık gelmektedir. Haram sayılan diğer bazı büyük günahlar ise şu şekilde sıralanmıştır; Allah’a şirk koşmak İnsan canına kıymak Başkasının malına, mülküne göz dikmek, hırsızlık yapmak Faiz yemek Zina yapmak Livata yapmak Duaların kabul olmayacağını zannedip, Allah’tan ümidi kesmek Kul hakkı yemek Emanete hıyanet etmek Yalan yere yemin etmek İnsanları Allah yolundan ayırmak --------------------------- Helaller ile haramlar arasındaki şüpheliler nelerdir? Neler bizi tehlikeye sürükler? “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” ( Tirmizî, Kıyâmet, 60) Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- harâma düşmemek ve ondan tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu: “Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı, sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir.” ( Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107) Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Peygamber Efendimiz ( asm), insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir. İslâm âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa kavuşturmuşlardır. Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak gerekmektedir. Çünkü kaçınılan şey, harâm ise ona bulaşmaktan korunmuş olur. Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki bunun bir zararı olmaz. Şüpheli şeyler, bir konuda ya delillerin teâruzuyla veya âlimlerin ihtilafıyla ortaya çıkar. Bunlar “mekrûh” veya “mübâh” olan şeylerdir. Mekrûh, kul ile harâm arasında bulunan bir eşiktir. Hayâtında mekrûha çokça yer veren kimse, harâma düşme tehlikesi ile yüz yüzedir. Mübâh da, kul ile mekrûh arasında yer alan bir eşiktir ki buna çokça yer veren de mekrûha düşer. Dolayısıyla helal bile olsa, kişiyi mekrûha veya harâma düşüreceğinden korkulan işleri yapmaktan kaçınmak gerekir. Mekruhu işleme alışkanlığı kişiyi, aynı cinsteki harâm olan veya bir şüphe bulunan yasağı işlemeye sev keder. Bu ise, verâ nurunu eksilterek kalbin kararmasına sebep olur. Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulmuştur: "...Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terk eder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü'retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır.” ( Buhârî, Buyû, 2) Şüpheli konular etrâfında dolaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu Peygamber Efendimiz ( asm), çoban ve koruluk misâliyle en güzel şekilde beyân etmiştir. Efendimizin ( asm) şüpheli şeylerden sakınmasıyla alâkalı pek güzel misâller vardır. Bir defâsında yolda bir hurma bulmuş ve: “Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu yerdim.” buyurmuştur. ( Buhârî, Büyû, 4; Müslim, Zekât, 164) Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi'nin şahsına münhasır husûsiyetlerinden biri de, zekât ve sadaka kabul etmemesidir. Çünkü zekât, Peygamberimiz ( asm) ve onun temiz Ehl-i beyti için haram kılınmıştı. Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem -'in , yolda bulduğu bir hurmayı, belki birinin sadaka vermek üzere ayırdığı hurmalardan düşmüştür, düşüncesiyle yemediğini görüyoruz. Bu durum, onun bizzat toplumda yerleştirmek istediği kâidelere dikkatle uyduğunu ve şüpheli şeylerden büyük bir titizlikle sakındığını göstermektedir. Burada dikkat çeken nüktelerden birisi de, Efendimiz'in ( asm) yere düşen bir hurmanın bile zâyi olmasına rızâ göstermeyerek isrâfı engelleme gayreti içinde bulunmasıdır. Allâh Teâlâ'nın bize helâl kıldığı nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlarla yetinmeyip harâm olma ihtimâli bulunan şeylere yönelmek, kulluğa yakışmayan bir davranıştır. Öte yandan kullanılması şüpheli olan şeylerden sakınacağım diye helâl olan nimetlerden uzak durmak veya helâl olan nimetler hakkında vesveseye düşüp gereksiz tereddütlere kapılmak ve böylece Müslümanları sıkıntıya sokmak da doğru değildir. Müslümanın bozulmamış selim vicdânı iyilikle kötülüğü, şüpheli olan şeyle şüpheli olmayanı ayırabilecek bir özelliğe sâhiptir. Mü'min, içinde çınlayan bu ilâhî sese kulak vermelidir. Bu gerçeğe işaret eden şu hâdise ne kadar mühimdir: Vâbisa bin Ma'bed -radıyallâhü anh- diyor ki, birgün Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-' in huzûruna varmıştım. Bana: “İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. "Evet!" dedim. O zaman şunları söyledi: “Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” ( İbn-i Hanbel, IV, 227-228; Dârimî, Büyû, 2) Yapılan bir iş gönülde huzûrsuzluk doğuruyor ve o işin başkaları tarafından duyulması istenmiyorsa, o hareket mutlaka şüphelidir, çirkindir ve yapılmaması gerekir. Çünkü insanların çoğu, yaptıkları iyiliğin duyulmasını, bu sebeple kendilerine gıpta ve hayranlıkla bakılmasını isterler. Bu, herkesin rahatlıkla kullanabileceği şaşmaz bir ölçüdür. Dolayısıyla, yapılan bir hareketin günâh olup olmadığı husûsunda şüpheye düşmek bile, o hareketi terk etmek için yeterli bir sebeptir. Bu ölçüden hareketle mü'min, herhangi bir işi yapmaktan dolayı gönlünde bir rahatsızlık hissediyor, içini bir şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa, derhal o işten vazgeçmelidir. Peygamber Efendimiz ( asm), bu sahâbîye iyiliğin ne olduğunu kalbine danışarak öğrenmesini tavsiye ederek, günâh ve ihtiraslarla zedelenmemiş bir kalbin iyiyi kötüden ayırt edebileceğini söylemiştir. Göğsünde İslâm sevgisi bulunan kimsenin, Allâh'ın lûtfettiği ilâhî bir nûra sâhip olduğunu ifâde eden âyet-i kerîme de ( Zümer 39/22) bu gerçeği tasdik etmektedir. Peygamber Efendimizin ( asm) mübârek parmaklarıyla Vâbisa'nın göğsüne vurarak ısrarla; “Gönlüne sor, kalbine danış!” buyurması, herkesin kendi problemini daha iyi bileceğini göstermekte, içinde bir şüphe ve tereddüt uyanınca da, o işten süratle uzaklaşması gerektiğini belirtmektedir. Ashâb-ı kirâmdan Ukbe bin Hâris -raddıyallâhü anh-'ın başından geçen şu olay, şüpheli işlerden uzak durma mevzuunda Allâh Resûlü'nün ( asm) kesin tavrını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır: Ukbe bin Hâris, Ebû İhâb bin Azîz'in kızı ile evlenmişti. Bu olay üzerine bir kadın geldi ve: "Ben Ukbe'yi de, evlendiği kadını da emzirmiştim." dedi. Ukbe o kadına: "Beni emzirdiğini bilmiyorum. Üstelik bunu bana daha önce de hiç söylemedin." dedi. Sonra da bineğine atlayıp Resûlullâh Efendimize ( asm) danışmak üzere Medine'ye geldi. Meseleyi hemen Efendimize ( asm) açtı. Allâh Resûlü: “Mâdem ki böyle deniyor, o kadınla nasıl evli kalabilirsin?” buyurunca, Ukbe ile karısı ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi. ( Buhârî, İlim, 26) İslâm, süt kardeşle evlenmeyi, aynen kan kardeşle evlenmek gibi haram kılmıştır. Evlenecek kimselerin bunu iyice tetkik etmeleri ve şüpheye düşürecek ihtimallerden uzak durmaları gerekmektedir. Hadîs-i şerîf, şüphe kıskacının insanı devamlı surette huzûrsuz edeceğini, böyle yaşamaktansa bu evliliğe son verip gönlü huzûra kavuşturmanın daha isâbetli olacağını söylemektedir. Bu bakımdan, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini harâmlardan uzak tutabilmek için, onlara şüpheli şeylerden de sakınmalarını tavsiye eder ve: “Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” buyururdu. ( Tirmizî, Kıyâmet, 60) Şüpheli şeylerden sakınmanın insan mâneviyâtına tesîrini ortaya koyan şu hadîs-i şerîf ne kadar mühimdir: “Bir kul günâha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bâzı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.” ( Tirmizî, Kıyâmet, 19) Bir Müslümanın hedefi, muttakî olabilmektir. Yani, Allâh'a derin bir saygı duyan ve O'nun rızasını kaybetmekten sakınan kimseler seviyesine ulaşmak ve dünyâya vedâ edip giderken de Allâh Teâlâ'nın rızâsını kazanmış olabilmektir. Bu hedefe varabilmek için, "acaba bilerek veya bilmeyerek bir günâh işler de, Allâh katındaki değerimi kaybeder miyim" diye dikkatli ve titiz davranması gerekir. Efendimizin ( asm) buyurduğu gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bâzı davranışlardan bile, günâha girme endişesiyle uzak durmalıdır. Bu konularda en büyük hassâsiyeti gösterenlerden biri Hz. Ebûbekir ( ra) idi. Hz. Âişe ( ra) şöyle anlatıyor: “Ebûbekir es-Sıddîk'ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebûbekir'e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün, köle kazandığı bir şeyi getirdi, Ebûbekir de onu yemeğe başladı. Köle Ebûbekir'e: "Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ebûbekir: "Söyle bakalım, neymiş?" diye açıklamasını istedi. Köle şunları söyledi: "Falcılıktan anlamadığım halde, câhiliye devrinde falcılık yaparak birini aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık, işte bu yediğin şeyi verdi." Bunun üzerine Ebûbekir, parmağını ağzına götürerek yediklerinin hepsini dışarı çıkardı. ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 26) Bir mü'min harâmlardan şiddetle sakınır. Kendisinin ve ailesinin midesine harâm lokma koymanın büyük bir günâh olduğunu bilir. Hatta bununla da yetinmeyip Hz. Ebûbekir ( ra)'in yaptığı gibi, harâm olması ihtimâli bulunan şeylerden uzak durur. Zîrâ o iyi bilir ki, harâm bir gıdanın sağladığı kuvvetle yapılan ibâdetler ve duâlar kabul edilmez. Hulefâ-i Râşidîn'in adaletiyle mâruf sîması Hz. Ömer -radıyallâhü anh-'ın şu tavrı da bu konuya güzel bir örnektir. O, ilk hicret eden sahâbîlere dörder bin, oğlu Abdullâh'a da üç bin beş yüz dirhem maaş bağlamıştı. Hz. Ömer'e: "Oğlun da ilk hicret edenlerden biridir. Onun hakkını niçin kıstın?" diye sordular. Hz. Ömer şunları söyledi: "Oğlum babasıyla birlikte hicret etti. Bu sebeple yalnız başına hicret edenlerle bir tutulamaz." ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 45) Burada İslâm'ın âdil halifesi Hz. Ömer ( ra)'in, devlet malını dağıtırken ne kadar titiz davrandığı görülmektedir. İlk muhâcirlerden olmasına rağmen, on bir yaşında anne ve babasıyla birlikte hicret ettiği için, kendi oğluna beş yüz dirhem daha az para veriyordu. Normalde diğerleri ile oğlunu eşit tutması gerekirdi. Çünkü onlar içinde de anne babasıyla birlikte hicret edenler vardı. Fakat o böyle yapmadı, şüpheli şeylerden uzak durma veya helâl olanların bir kısmından vaz geçme kâidesine uyarak, oğluna az verdi. Şüpheli şeyler husûsundaki bu hassâsiyet, çağlar boyu Allâh dostları vasıtasıyla süregelmiştir. Bu mümtaz şahsiyetler, geriden gelenlere çok güzel hakkaniyet hâtıraları bırakmışlardır. Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sâhibi ve ehl-i istikâmet olduğunu anlamak için, onun yaptığı ibâdetlerinden ziyade kalbî seviyesine, muâmelâttaki harâm helâl titizliğine ve şüpheli şeylerden uzak durma gayretine bakılmalıdır. --------------------------- Kaynaklar : Prof.Dr.İlahiyatçı Hayreddin KARAMAN bilgihanem com Sorularla İslamiyet |