Dini Bilgi Forum
Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm - Printable Version

+- Dini Bilgi Forum (https://dinibilgi.info)
+-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=25)
+--- Forum: DiNi KISSALAR (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=69)
+---- Forum: Dört Halifenin Kıssaları (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=71)
+---- Thread: Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm (/showthread.php?tid=1337)



Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm - SeliM35 - 10-11-2020

Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm

Ellidördüncü Menâkıb: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” için haber verilen hadîs-i serîfler hakkındadır:
1– Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ ve an ebîhâ” buyurdular
ki; Bir gece benim nöbetim idi. Seyyid-i âlem hazretleri
benim hücreme [odama] geldi. Ben dedim: Bana, babam
Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında birsey söyle. Buyurdular ki: Yâ Âise.
Bana Cebrâîl aleyhisselâm Allahü teâlâdan haber verdi ki;
Allahü teâlâ rûhları yaratdı. Cümle rûhlar arasından Ebû Bekrin
rûhunu, Peygamberler ve mürsellerden sonra seçdi. Topragı
Cennetdendir. Suyu âb-ı hayâtdandır. Allahü teâlâ Cennetde,
Ebû Bekr “radıyallahü anh” için, yâkutdan bir kösk halk eyledi.
O kösk (kasr) içinde, inciden çok serâylar halk etdi. Allahü
teâlâ onun hakkındaki düâlarımı kabûl etmisdir. Ondan
ma’siyyet [kötülük] meydâna getirmez. Tâatlar kapısını üzerine
baglamaz. Kabrde komsum ve benden sonra halîfem Ebû
Bekrdir. Cebrâîl ve Mikâîl aleyhimesselâm Ebû Bekrin hilâfetine
berâberce bî’at ederler. Gökler ehli ve yerler ehli, seytânlardan
ba’zısı, bir mikdâr cinnîler onu bilirler. Bu kadar meshûr
Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” bilmeyen ve hurmet etmiyen
benden degildir. Ben de ondan degilim.
2– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet
eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdigi zemân, kösklerde,
serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ
derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o
kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu
ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin.
– 63 –
3– Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken
gördüm. Ebû Bekre iltifât edici seyler söyledi. Nerede Ebû
Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana simdi haber verdi ki,
Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ
anh”.
4– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet
eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda,
Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular
ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. Insanlar beni tekzîb
ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi.
Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana
fedâ etdi. Benimle zor kaldıgımız sâatde ve gecede berâber
mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye
binmis olarak gelir. Egeri yesil zebercedden, yuları inciden, kendisi
de sündüs ve istebrakdan yesil iki elbise giymis oldugu hâlde,
bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar
kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve
Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler.
5– Hazret-i Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
son hastalıgında agrısı artdı. Buyurdular ki: Ebû Bekre emr
edin, nâsa imâm olup, nemâz kıldırsın. Ben dedim ki, yâ Resûlallah!
Ebû Bekr sizin makâmınıza geçince, aglamasından sesini
kimse isitmez. Ömer bin Hattâbı emr edin, kavme imâmet eylesin.
Resûlullah hazretleri yine buyurdu ki, Ebû Bekre söyleyin,
kavme imâmet eylesin. Yine ben dedim, yâ Resûlullah! Ebû
Bekr, sizin makâmınızda durmaga tâkat getiremez. Yine buyurdu
ki, Ebû Bekre söyleyin. Kavme imâmet eylesin. Âise hazretleri
yine buyurdu ki, Hafsaya varıp, dedim ki, sen Resûlullah
hazretlerine söyle ki, babam Ebû Bekr imâmet makâmında durursa,
aglamakdan kimse sesini isitmez. Hafsa “radıyallahü teâlâ
anhâ” da söyledi. Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurdular ki; Ebû Bekre söyleyin, kavme imâmet eylesin.
Siz kardesim Yûsüf aleyhisselâmı sıkıntıya düsüren kimseler
degil misiniz. Ben Ebû Bekr diyorum. Siz Ömer diyorsunuz.
Hafsa “radıyallahü teâlâ anhâ” üzülüp, Âiseye “radıyallahü teâ-
– 64 –
lâ anhâ”, beni mahzûn etdin diyerek gitdi.
6– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu:
(Izâcâ’e) sûresi nâzil oldugu vaktde, hazret-i Abbâs, hazret-i Alînin
yanına geldi. Dedi ki, yâ Alî! Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin vefâtlarını haber veren âyet gelmisdir.
Bizler bilmeyiz, kendilerinden sonra kim halîfe olur, hangi
kimsede karâr verir? Varalım Resûlullahın “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” huzûruna süâl edelim. Eger bu isi bize tevdî buyurursa,
Kureysin bizim ile düsmânlıgı olmaz. Eger bizden gayriye
buyurur ise, ricâ ederiz ki, o kimseye, bizim hakkımıza riâyet
etmesi için vasiyyet buyursun. Abbâs “radıyallahü teâlâ anh”
hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
huzûr-ı serîflerine vardı. Süâl etdi; yâ Resûlallah! Sizden
sonra kim halîfe olur. Cevâb buyurdular ki, yâ Abbâs! Yâ Resûlallahın
amcası. Allahü teâlâ, benim halîfeligimi Ebû Bekre vermisdir.
Din üzerine kendi vahy eyledi. Benden sonra halîfe Ebû
Bekr olur. Ebû Bekrin her söyledigini kabûl edin, necât ve felâh
bulursunuz. Ona mutî’ olun, dogru yolu bulursunuz. Abdüllah
ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, Onlar Ebû Bekr
hazretlerine mutî’ oldular; dogru yolu buldular. Her kim ki, Ebû
Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” hilâfetini hak bilip, bütün sahâbe-
i kirâmı dost tutar, dogru yolu bulur ve emîn olur.
7– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
huzûr-ı serîflerinde idik. Kays kabîlesinden bir gürûh
geldi. Ileri-geri ba’zı sözler söyleyip, sorular sordular. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Ebû Bekr-i
Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine müteveccih olup,
buyurdular ki, söylediklerini, duydun mu? Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” duydum, yâ Resûlallah! dedi. Simdi, o
hâlde onlara cevâb ver, buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr onlara gâyet
güzel cevâblar verdi. Resûlullah hazretleri buyurdular ki,
“Yâ Ebâ Bekr, Allahü tebâreke ve teâlâ sana Rıdvân-ı Ekber
versin.” Sahâbe-i güzînden birisi dedi ki, Yâ Resûlallah! Rıdvân-
ı Ekber nedir? Buyurdular ki; Allahü teâlâ âhıretde cümle
kullarına umûmî tecellî eder. Ebû Bekre “radıyallahü anh” husûsî
tecellî eder.
8– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki; Ceb-
– 65 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:5
râîl aleyhisselâm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerine geldi. Çok zemân yanında kaldı. Vahy söyledi. O
esnâda Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” geldi, geçdi.
Resûl-i ekrem hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâma buyurdu ki, yâ
Cebrâîl, siz semâda Ebû Bekri bilir misiniz? Cebrâîl aleyhisselâm
dedi ki, evet. Seni halka Peygamber gönderen Allahü teâlâya
yemîn ederim ki, Ebû Bekr gökde yerdekinden dahâ çok
meshûrdur. Göklerdeki adı Halîmdir.
9– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ”, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden rivâyet eder.
Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular: Beni mi’râca götürdükleri
gece, Allahü teâlânın huzûrunda durdum. Bana buyurdu. Yâ
Ahmed! Ehlini kime ısmarladın. Dedim, Ebû Bekr-i Sıddîka.
Allahü teâlâ buyurdu: O benim kullarımın, senden sonra, en
sevgilisidir. Benden ona selâm götür.
10– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Ben, mi’râca
çıkdıgımda, Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonra halîfe,
Alî ibni Ebî Tâlib olsun. Melekler muzdarib olup, dediler: Allahü
teâlâ diledigini yapar. Halîfe senden sonra Ebû Bekr-i Sıddîkdır
“radıyallahü teâlâ anh”.
11– Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: Her
kim rü’yâda beni görmüsdür. Muhakkak beni görmüsdür. Zîrâ
seytân benim sûretimde görünmez. Her kim, Ebû Bekri uykuda
görür. Ebû Bekri görmüsdür. Zîrâ seytân Ebû Bekrin sûretinde
de görünmez.
12– Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” dedi. Resûlullahdan
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim, buyurdu: Semâya
yükseldigim gece [Mi’râc gecesi], Rabbim azze ve celle
bana Ebû Bekrin sesi ile hitâb buyurdu. Benim gönlümden geçdi
ki, bu ses Ebû Bekrindir. Hak sübhânehü ve teâlâ kalbimden
geçen endîseyi bilip, buyurdu: “Yâ Ahmed! Mûsâ bin Imrân ile
konusurken, onun gönlünü gördüm ki, kavminin hepsinden
Hârûnu dahâ çok sever. Ona Hârûnun sesi ile hitâb etdim. Senin
gönlünü gördüm ki, Ebû Bekri çok seversin. Sana Ebû Bekrin
sesi ile hitâb etdim.”
– 66 –
13– Rivâyet edilmisdir ki, bir gün ögle nemâzından sonra,
Cebrâîl aleyhisselâm yetmisbin melek ile gelerek, En’âm sûresini
getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âise
“radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin evinde topladı. Çırag
yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Çırag ısıksız oldu. Resûlullah
hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr, çıragı
ısıklandır. Bir sâat sonra yine karardı. Hazret-i Resûl-i ekrem
yine buyurdu. Yâ Ebâ Bekr, çıragı rûsen et. Hazret-i Ebû
Bekr, çıragı [kandili] rûsen etmek [ısıgını çogaltmak] için kalkdı.
Bakdı ki kandilin yagı tükenmis. Dedi ki, yâ Resûlallah! Kandilde
yag kalmamıs. Bu gece yag almak imkânımız da yokdur. Kandil
bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım. Hazret-i Resûlullah
buyurdular ki, bir mikdâr kendi agzının tükrügünden
kandile damlat. Âise-i Sıddika hazretleri buyurur ki, babam bir
mikdâr agzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i serîfi ile
kandile damlatdı. Kandilin ısıgı çogaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerinin emr ve fermânı ile siddetli bir ısık oldu ki, Eshâb-
ı kirâmın gözlerini kamasdırdı. Server-i âlem “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: Bu kandili söndürmeyiniz!
Kırk gün kırk gece o kandil, Âise-i Sıddîka hazretlerinin
evinde yandı. Bir münâfık hazret-i Âisenin evine geldi. O
kandili gördü. Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi.
O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi:
Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur:
Ben çesm-i bed [fenâ bakıslı] kullar da yaratdım. Eger o münâfıkın
gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin “radıyallahü
teâlâ anh” agzının suyunun bereketi ile sönmez idi.
14– Nakl eylemislerdir ki, bir gün Cebrâîl aleyhisselâm geldi
ve dedi: Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana selâm söyler. Yâ
Resûlallah! Allahü teâlâ yetmis dünyâ büyüklügünde bir âlem
halk etmisdir. Onun zemîni beyâz misk ile döselidir. Orası, arsdan
bir igne atsan, zemîne düsmiyecek seklde melekler ile doludur.
Allahü teâlâ o melekleri yaratdıgı günden beri, tesbîh ve
tehlîl ederler. Sevâbını Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerinin muhiblerine (sevenlerine) bagıslarlar.
15– Dogru rivâyet ile rivâyet olunmusdur: Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdu: Ebû Bekr-i
Sıddîk hazretleri annesinden dogdugu gün, göklere bir senlik
– 67 –
geldi. Allahü tebâreke ve teâlâ, Adn Cennetine nidâ buyurdu
ki, izzim ve celâlim hakkı için, sana yalnız Ebû Bekri sevenleri
koyarım. Cehenneme nidâ buyurdu ki, izzim ve celâlim hakkı
için, sende Ebû Bekrin düsmânlarından ziyâde kimseye azâb
etmem. Kıyâmet kopup, nidâ gelir ki, Yâ Ebâ Bekr! Ben ki
Cebbâr-ı âlemim. Senin dostlarını, senin istedigin yere koyacagım.
Bu rivâyet onun üzerine delîl olur. Her kim ki, Ebû Bekr
hazretlerini düsmân bilirse, onun îmânı onun ile pâyidâr olmaz
[devâm etmez]. Her kim ki, hazret-i Ebû Bekri dost tutar.
Onun küfrü onunla pâyidâr olmaz [devâm etmez].
16– Enes bin Mâlik ve Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anhümâ”,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden
rivâyet ederler. Buyurdular ki: Allahü teâlâ hazretlerinden
dünyâya veyâ âhırete âid bir istegi olan kimse, gece kalkıp,
gusl edip veyâ abdest alıp, iki rek’at nemâz kılsa, her rek’atinde
bir Fâtiha ve üç kerre sûre-i Ihlâs okusa, selâmdan sonra basını
secdeye koyup, Yâ Rabbî, benim istegimi Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
anh” hurmetine yerine getir, diye düâ etse; Allahü teâlâ,
Ebû Bekr-i Sıddîk hurmetine istegini verir.
17– Dogru rivâyet ile, Fahr-i âlem hazretlerinden gelmisdir.
Buyurdular ki: Beni Mi’râca götürdükleri gece, Cennet-i a’lâda
karsıma gelen bir hûrî gördüm. Cebrâîl aleyhisselâm da yanımda
idi. Cebrâîl elini gözü üzerine koydu. Yâ Cebrâîl, niçin elini
gözünün üzerine koydun ve yüzünü bu hûrîden döndün, dedim.
Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, yâ Resûlallah! Bana destûr [izn]
yokdur, o hûrîye bakayım. Hûrî benim yanıma geldi ve bana selâm
verdi. Cevâb verdim. Bana dedi ki, yâ Resûlallah! Benim
hâcem [efendim] nasıldır. Ben dedim ki, senin efendin kimdir.
Dedi ki: Benim efendim o kimsedir ki, sana evvel îmân getiren
o oldu. Sonra malını ve cânını sana fedâ etdi. O Ebû Bekr-i Sıddîkdır.
Ben dedim ki, yâ hûrî, sen Ebû Bekr-i Sıddîk için misin.
Evet yâ Resûlallah, dedi. Sen Ebû Bekr-i gördün mü? Evet gördüm,
eger istersen simdi de onu sana göstereyim, dedi. Göster,
dedim. O sâat elinin ayâsını açdı. Ayâsında hazret-i Ebû Bekrin
sûretini gördüm “radıyallahü teâlâ anh”.
18– Ömer-ibnül-Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdu: (Bes kimseden baskası için ayaga kalkmayınız. Anne-
– 68 –
ye, babaya, size Kur’ân-ı azîmüssân ta’lîm eden hocaya, âlime,
ki ilme hürmet için. Serefleri dolayısı ile seyyidlere ve adlinden
dolayı âdil sultâna.) Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” der ki,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu hadîs-i serîfi
buyurdugu zemân, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” meclis-
i se’âdete geldi. Peygamber hazretleri onun için ayaga kalkdı.
Hazret-i Ebû Bekr oturmayınca, kendileri de oturmadılar.
Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri dediler ki,
yâ Resûlallah! Bize buyurdunuz ki, bu bes kimseden baskası
için ayaga kalkmayınız. Siz Ebû Bekr için ayaga kalkdınız. Buyurdular
ki, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, önümde oturmus idi. O
sırada Ebû Bekr mescide girdi. Hazret-i Cebrâîl dedi ki, Yâ
Muhammed! Ebû Bekr geldi. Ben dedim, yâ Cebrâîl! Ebû Bekri
tanır mısın. Dedi ki, yâ Muhammed! Ebû Bekr, melekler yanında
meshûrdur ki, senin yeryüzünde tanıdıgın gibi, onu tanırlar.
Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîk önünde ayaga kalkdı.
Ben de kalkdım. Yâ Ömer, bir yerde ki, Cebrâîl aleyhisselâm
ayaga kalkar, ben kalkmaz mıyım! Ebû Bekre hürmetinden
ötürü, hazret-i Ebû Bekr oturmayınca, hazret-i Cebrâîl
aleyhisselâm oturmadı. Ben de oturmadım.
19– Dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdu: Allahü teâlâ hazretleri, beni kendi
nûrundan halk etdi. Ebû Bekri benim nûrumdan halk etdi.
Âiseyi Ebû Bekrin nûrundan halk etdi. Mü’mine hâtunları, Âisenin
nûrundan yaratdı. Her kim ki, bu büyükleri sever. Allahü
teâlâ o kimsede bir nûr halk eder ki, onun ısıgında, kabrin
ve kıyâmetin karanlıgından o kimseye necât verir. O ısık ile,
Cennât-i Adna gider. Her kim ki, onları sevmez. Allahü teâlâ
hazretleri o kimsede asla nûr halk etmez. [Allahü teâlâ bir kimseye
nûr vermezse, o münevver olamaz.]
20– Hazret-i Enes “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir vakt
hastalandı. Hastalıgı uzadı. Bir sabâh hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
ziyâretine gitmis idi. Zîrâ, her isi herkesden evvel yapmagı severdi.
Bu âdet-i serîfesi idi. Varıp gördü ki, Resûlullah hazretleri
evinde yatmıs, mubârek basını Dıhye-i Kelbînin “radıyallahü
teâlâ anh” dizine koymusdu. Hazret-i Ebû Bekr, Dıhye-i Kelbî-
– 69 –
ye selâm verip, Resûl-i ekremin hâli nasıldır, dedi. Dedi ki,
hayrdır ey halîfe-i Resûlillah! Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki; Allahü
teâlâ sana hayr versin. Iyi karsılıklar versin. Bu müjdeyi bana
verdin. Dıhye “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Ebâ Bekr! O
Allahü teâlâ hakkı için ki, Ondan gayri Allah yokdur, ben seni
gayrilerden, herkesin sevdiginden çok severim. Senin benim yanımda
hediyyelerin vardır, Sana ulasdırayım. Sen Allahü teâlânın
Resûlünün halîfesisin. Enbiyâ ve Mürsellerden sonra, Âdemogullarının
seyyidisin “aleyhissalâtü vesselâm”. Sana tâbi’
olan ve seni seven felâh bulur. Arâbî lugatında, bütün hayrlar,
iyilikler, felâh kelimesinde toplanmısdır. Felâh; dünyâ ve âhırete
âid isteklerin yerine gelmesine derler. Denilmisdir ki, felâh
dört seydir: Bir bekâ ki, fenâsı olmıya. Bir gınâ [zenginlik] ki, fakîrligi
olmıya. Bir izzet ki, zelîlligi olmıya. Bir ilm ki, cehli olmıya.
Seni sevmiyen ve sana uymayan ziyân etdi. Her kim ki seni
dost tutar, Resûlullah hazretlerinin dostlugu ile dost tutar. Her
kim sana bugz eder. Resûlullah hazretlerine bugzu olmak sebebi
ile sana bugz eder. Senin dostun hakîkatde Allahü teâlâ hazretlerinin
ve Resûlünün dostudur. Senin düsmânın, hakîkatde
Allahü teâlâ ve Resûlünün düsmânıdır. Her kim ki, seni düsmân
tutar. Muhammed Mustafânın sefâ’ati o kimseye vâsıl olmaz.
Her kim ki, Muhammed Mustafânın sefâ’atinden mahrûm
olur. O kimse Allahü teâlânın rahmetinden de mahrûm kalır.
Yâ Ebâ Bekr, sen bunun için iyi ve azîzsin; yakın gel. Yakın geldigi
ânda, Dıhye gayboldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” de uykudan uyandı. Buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Bu süâl-
cevâb seklindeki konusma nedir? Ebû Bekr hazretleri de
Dıhye ile yapdıgı musâhabatı haber verdi. Resûlullah aleyhissalâtü
vesselâm, buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! O Dıhye degil idi. O
Cebrâîl-i emîn idi. Sana haber verdi o ismlerden ki, Allahü teâlâ
ve tekaddes hazretleri onları sana tesmiye etdi [sana verdi].
Cebrâîl, senin muhabbetini mü’minlerin kalbine saldı. Bugzu
da, kâfirlerin kalbine saldı.
21– Ebû Sa’îdil Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet
eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular: Kıyâmet günü olunca, Allahü tebâreke ve
teâlânın emri ile ars önünde kırmızı altından üç kürsî konulur.
Mahser meydânı onların nûru ile nûrlanır, aydınlanır. Biri bir
– 70 –
kenârda, biri öbür kenârda, biri ortada kurulur. Ibrâhîm aleyhisselâm
gelip, Allahü teâlânın emri ile bir kenârdaki minber
üzerine oturur. Ben de (Muhammed aleyhisselâmım); öbür kenârdaki
minber üzerine otururum. Orta yerde olan minber bos
kalır. Bir münâdî, seslenir ki, Ebû Bekr-i Sıddîk nerededir. Ebû
Bekr-i Sıddîkı durdugu yerden ta’zîm ile getirirler. Ortadaki
minber üzerine oturturlar. Sonra bir münâdî seslenir ve der ki,
Halîl ve Habîb arasında Sıddîkın bulunması ne hosdur, ne güzeldir.
Sonra Allahü teâlâ hazretleri üçünden hicâbı kaldırıp,
tecellî eder, dîdârını gösterir. Ben, bas gözü ile, Allahü teâlâyı
müsâhede ederim. Ibrâhîm de müsâhede eder, Ebû Bekr de
müsâhede eder.
22– Ebû Ubeyde bin Cerrâh “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: Mi’râc gecesi, Arsa vardıgım zemân, bir nidâ edici,
Ars-ı a’lâdan, yâ Muhammed, yâ Muhammed, diye nidâ etdi.
Ben dedim ki, buyur, buyur yâ Rabbî. Ikinci kerre, yâ Muhammed,
yâ Muhammed, Ebû Bekre muhabbet eyle ki, Ebû Bekr-i
Sıddîkı ben severim, diye seslendi. Sonra Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek elini Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinin omuzuna koyarak, buyurdu ki:
Yâ Ebâ Bekr! Kullar, Allahü teâlâ hazretlerinin huzûruna daglar
misilli günâh ile çıksalar, kalblerinde senin muhabbetin olsa,
Allahü teâlâ onların günâhlarını afv eder.
23– Haberde gelmisdir ki, Bedr gazâsında, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ve hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” çadır gibi bir arsın altında gölgelenip, oturmuslardı.
Müslimânlar kâfirler ile mukâtele [muhârebe] ederlerdi. Bir
arab, muharebe meydânından arsın (çadırın) kapısına geldi.
Dedi ki, yâ Ebâ Bekr! Kalk dısarı gel, muhârebe eyle ki, eshâbın
bir bölügü sehîd oldular. Resûlullah hazretleri o araba mâni’
olup, buyurdu ki, (Allahü teâlâ, Ebû Bekri, Resûli için enîs,
dost, vezîr, arkadas eylemisdir.) Arab, döndü ve (Hâlin ne hosdur,
ey Ebû Bekr) dedi.
24– Diger bir haberde gelmisdir. Islâm askeri Tebük gazâsında
idiler. Siddetli gazâ oluyordu. Iki tarafın da askerleri kuvvetli
idi. Temmuzun sıcagında ögle vakti, toz cihânı kaplamıs
idi. Islâm askeri ile, küffâr birbirine girmisdi. Siddetli muhâre-
– 71 –
be ile mesgûl idiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
yedi yâri ile ki, Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ebû Zer, Talha,
Sa’d, Sa’îd “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleridir,
berâber kumanda mevki’inde oturmuslar idi. Muhârebe siddetlendi.
Islâm askeri bir mikdâr za’îf oldular. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” Sa’d ve Sa’îde buyurdular ki, imdâda
varınız. Ikisi de kalkıp, muhârebeye gitdiler. Sonra, Ebû Zer ile
Talhaya buyurdular ki, siz de varınız. Onlar da vardılar. Sonra,
Ömer ve Osmân hazretlerine buyurdular ki, siz de imdâda varınız.
Onlar da vardılar. Bir sâat geçdi. Hazret-i Ebû Bekre de
muhârebeye gitmek sevki gâlib oldu. Kılınç çekip, atının dizginini
çekdigi gibi, Resûlullah ”sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri, hazret-i Sıddîkin bileginden tutdu. Buyurdu ki; (Sen
savasa gitme yâ Ebâ Bekr), ya’nî, yâ Ebâ Bekr, senin isin muhârebe
etmekde degil, buradadır. Sen burada, gönlümüzü ve
gözümüzü cemâlin müsâhedesi ile sâdümân [ziyâde sevinçli]
tut. Yâ Ebâ Bekr, dünyâda her eziyyet ve derd ki, bedenime ve
kalbime erisiyor. O eziyyet ve derd, senin cemâlinin müsâhedesi
ile, benim üzerimden kalkıyor.
Bu habere benzeyen baska da bir haber gelmisdir. Bedr gazâsında,
Ramezân-ı mubârekin onyedinci Cum’a günü idi. Bu haberin
râvisi, Abdüllah bin Mes’ûddur “radıyallahü teâlâ anh”.
Der ki, o gazâda ben de hâzır idim. Benden âciz kimse yokdu.
Lâkin Ebû Cehlin basını ben kesdim, getirdim. Iki asker birbirine
erisdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini,
Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-
u serîfinde gördük. Hazret-i Sıddîk kendi oglunu kâfirler safında
gördü. Gayret ve hamiyyet-i dîniyyesi galebe gelip, din gayreti
ile ortaya çıkıp, yâ Resûlallah bana izn ver, tâ kâfirler ile muhârebe
edeyim. Onların kalblerine vurayım. Oglumun basını
kendi elim ile keseyim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
yâ Ebâ Bekr! Harbe katılma. Benim yanımda, gözüm ve
kulagım gibi oldugunu bilmiyor musun, buyurup, hazret-i Ebû
Bekri; Allahü teâlânın selâmını ve kelâmını isiten mubârek kulaklarına
ve Allahü teâlâyı bilmedigimiz seklde gören mubârek
gözlerine benzetdiler. Server-i âlem Resûl-i ekrem “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek baslarından kadem-
i serîflerine kadar herbir a’zâsı güzel idi. Velâkin mubârek
– 72 –
gözleri ve kulakları cümle a’zâlarından dahâ güzel idi. Dogudanbatıya
bütün müslimânlar, muvâfık ve muhâlif hepsi bilirler ki,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” çok kerre, kulagından
ve gözünden dolayı düâ buyurmusdur. (Ey benim Allahım!
Beni kulagım ve gözüm ile fâidelendir. Benim gözümü ve kulagımı
benden sonra ümmetime mîrâs bırak.) Allahü teâlâ bu iki
düâya icâbet etmisdir. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretlerini hayâtda Ebû Bekr ile fâidelendirmisdir. Vefâtlarından
sonra, Ebû Bekri mîrâs tutucu halîfe etmisdir. Bu iki
düâ, o iki düâya benzer ki, Ebû Bekr hazretlerine buyurmuslar
idi: (Allahü teâlâ, sana, hayâtımda ve vefâtımdan sonra, benim
tarafımdan en iyi karsılıklar versin!) Bu düâların temâmını Allahü
teâlâ kabûl buyurmusdur. Zîrâ, islâm dîni önce ve sonra, Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ile karâr tutdu.
Mâlik bin Enes, Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
etmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur:
(Eger Ebû Bekr olmasa idi, Allahü teâlâ hazretlerine
ibâdet olunmaz idi.) Önce kimse müslimânlıga gelmezdi. Sonra
da kimse müslimânlık üzere kalmaz idi. Her kim ki, o islâm dînine
geldi; ki Allahü teâlânın tevfîki ile geliyordu. Lâkin Ebû Bekr
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin islâma gelmesi bunlara sebeb
idi. Iyi düsünürsen, istersen, bu sözlerin dogru oldugunu anlarsın,
bilirsin.
25– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri,
son hastalıgında, vefâtları yaklasdı. Cümle halk [ya’nî Eshâb-ı
kirâm] hüzünlü ve telâslı idiler ve muzdarib oldular. Lâkin Ebû
Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, temâm ilmi, sekînesi ve
hilmi ve fadlı, aklı ve tedbîri sebebi ile, o fitnelerde ve âfatlarda,
hilâf ve ihtilâflarda, halka dermân olurdu. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdiler. Ihtilâf oldu. Hazret-i
Server-i âlem, dâr-ı bekâya [âhırete] irtihâl etdikde [göçdükde],
bir kısm dedi ki, vefât etdi, bir kısm dedi ki vefât etmedi. Her
iki kısm toplanıp, kılınçlar çekildi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ
anh” hazretleri, hücre-i se’âdete girdi. Rıfk ve karârlılık ile, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, yasdıgı
yanına geldi. Mubârek yüzünü kıble tarafına yöneltip, üzerine
bir çarsaf örtmüsler idi. Mubârek yüzünden örtüyü açıp,
bakdı ki, dünyâ âleminden, âhırete göçüp, yok olmıyan mukad-
– 73 –
des rûhlarının Allahü teâlâ katına ulasdıgını anladı. Ebû Bekr
“radıyallahü teâlâ anh” böyle gördükde, durdugu yerden dizleri
üzerine düsdü. Bir sâat mikdârı, yüzünü, gözünü Resûlullah
hazretlerinin mubârek eline ve ayagına, yüzüne sürdü. Nûrlu
yüzüne bakarak, gözyaslarını nisân yagmuru gibi dökdü. Buyurdu
ki, anam-babam sana fedâ olsun. Allahü teâlâ ve tekaddes
hazretlerinin sana yazdıgı ölümden acı çekdin ve siddeti tatdın.
Bundan sonra acı çekmezsin. Hiç mihnet dahî bulmazsın.
Kalkıp evden dısarı geldi. Minbere çıkdı. Elhamdülillah, Vessalâtü...
okudukdan sonra, Yâ kavm! Her kim, sizden hazret-i
Muhammede “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” taparsa, hazret-
i Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etmisdir.
Her kim sizden Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine taparsa,
Allahü sübhânehü ve teâlâ ölmez, dedi. Eshâb-ı kirâm arasındaki
ihtilâf kalkdı. Sâkin ve râhat oldular. Sonra da, hangi
mekâna defn edelim diye ihtilâf etdiler. Muhâcirler dediler ki,
Mekke-i Mükerremeye götürelim. Ensâr dediler, Medîne-i münevverede
defn edelim. Bir kısmı dedi, Sâma götürelim. Bir
kavm dedi ki, Yemene götürelim. Söz uzadı. Husûmet zuhûra
gelecek idi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden
isitdim. Buyurdular ki: (Peygamberler, rûhları kabz
olundukları mekâna defn olunurlar!) Bütün sahâbîler, bu kavle
râzı olup, sâkin oldular.
Bir kerre de, hilâfet ahvâli için ihtilâf etdiler. Muhâcirler dediler,
halîfe bizden olsun. Ensâr dediler, halîfe bizden olsun. Bir
kısm da dedi, halîfe iki olsun. Biri Ensârdan olsun, biri muhâcirden
olsun. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp,
minbere çıkdı. Hamd, senâ ve salât ve selâm etdikden sonra,
buyurdu ki, (imâmet ve hilâfet isi sirketle olmaz. Zîrâ iki kılınç
bir kında olmaz. Bir evde iki sâhib olmaz. Bir mescidde iki
muhtelif kıble dogru olmaz. Imâm Kureysden olur. Her kim
Kureysden degildir, imâmlıgı [halîfeligi] olmaz. Bunları Resûlullahdan
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim.) Muhâcir
ve Ensâr, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
sözünü isitdiler ve hepsi kabûl etdiler. Ihtilâf kalkdı “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în”.
Bir de Üsâme “radıyallahü teâlâ anh” hakkında ihtilâf etdi-
– 74 –
ler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri hayâtlarında,
sekizbin yigit kimseyi, Sâm tarafına gönderip, Üsâmeyi
“radıyallahü teâlâ anh” onların üzerine emîr ta’yîn buyurmusdu.
Kendi mubârek eli ile Üsâmeye bir alem [bayrak] vermislerdi.
Onlar ile mesgûl olmakdan kurtulmuslar idi. Lâkin,
Üsâme hazretleri Medîneden çıkmadan, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” âhıret âlemine göçdüler. Muhâcir
ve Ensâr ittifâk etdiler ki; o askeri Sâm tarafına göndermiyeler.
Böyle bir zemânda yehûdîler ve hıristiyanlar bir yandan,
mürtedler ve münâfıklar bir yandan rencîde ederlerdi. Eger
bu zemânda, bu kadar askeri kendimizden uzak tutarsak, sonra
bizim hâlimiz nice olur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” hazretleri buyurdular ki, o Allahü teâlâ hakkı için ki,
ondan baska Allah yokdur, eger kırlardaki kurtlar gelseler,
ortalık bos oldugu için, evlâd ve ıyâllerimizi evlerimizden dısarı
çekseler de, o alemi [bayragı] ki, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mubârek eli ile baglamısdır,
geri döndürmem. O sâatde Üsâmeyi askeri ile Sâm tarafına
gönderdi. Yehûdîler ve digerleri bunu gördüler. Kalblerine
korku düsdü. Düsündüler ki, eger islâm dîni dogru olmasa idi,
böyle zemânda, bu kadar askeri kendilerinden uzaga göndermezlerdi.
Bundan dolayı, Ebû Zer ve Ebû Hüreyre “radıyallahü
teâlâ anhüm” ve imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Mâlik,
imâm-ı Sâfi’î gibi imâmlar dediler ki: Eger Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” hazretleri olmasa idi, kimse önce
îmâna gelmezdi. Eger Ebû Bekr hazretleri olmasa idi, sonunda
kimse islâm dîni üzere kalmazdı.
Dogru rivâyet ile gelmisdir: Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, ikisi
Mekke-i Mükerremeden hicret buyurdular. Her ikisi birbirine
refîk, sefîk, musâhib oldular. Medîne-i münevvereye yaklasdılar.
Yolun sag tarafına dogru bir mikdâr döndüler. Tâ Benî
Âmir ve Benî Avf hurmalıgı yanına geldiler. Develerden indiler.
Develerin dizlerini bagladılar, oturdular. Haber Medîneye
erisdi. Halk sürûr ve ferâhla ziyârete geldiler. Hizmet-i serîflerine
erisdiler. Gördüler ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” ve Ebû Bekr-i Sıddîk, iki ay ve günes gibi, hilye-i serîfleri
[görünüsleri] birbirine benziyen iki zât gibi gördüler.
– 75 –
Hangisinin Resûlullah oldugunu bilemediler. Ebû Bekre selâm
verdiler. Medh ve senâ etdiler. Hizmetinde ayak üzere durdular.
Süâl sormagı edebsizlik kabûl etdiler. Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” nas [insanlar] ile söylesmekde, nasihât vermekde,
hizmet etmekde iken, Resûlullah hazretleri, vekâr ile sessiz
oturuyordu. Lâkin kimse ikisini birbirinden fark edemezlerdi.
Tâ ki, günesin harâreti hazret-i Resûlullahın üzerine geldi.
Hazret-i Ebû Bekr kalkıp, ridâsını çıkarıp, eli ile Resûlullah
hazretleri üzerine gölgelik etdi. O zemân Medîne ehli, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini bildiler.
Ellibesinci Menâkıb: Ey azîzler. Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü
teâlâ anh” hidâyet ve riâyeti, evvelki menâkıblarda anlatıldı,
isitdiniz. Sonra da kifâyet ve inâyeti, sonraki menkıbelerde
anlatıldı, isitdiniz. Ebû Bekr-i Sıddîkın fadl ve kadrinden, seref
ve fahrinden ve cemâl ve câhinden önce ve sonra söylenenleri
isitmissinizdir. Tatlı ve sirin ibâre ile bir de benden isitiniz.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri,
Cebrâîl aleyhisselâmı ilk gördügü esnâda, ondan birsey isitmedi.
Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm kırmızı yâkutdan bir taht üzerinde
Hirâ dagında göründü. Hazret-i Habîbullah onu görünce
korkdu. Hemen oradan acele ile geri dönüp, hazret-i Hadîcenin
“radıyallahü teâlâ anhâ” se’âdethânesine geldi. Buyurdu ki: Yâ
Hadîce! Ben bilmem ki bana ne oldu. Çabuk Ebû Bekri bulup,
yanıma getirin. Gördügüm nesneyi Ebû Bekre söyliyeyim. Biraz
sükûnet ve râhatlık bulayım. Hazret-i Hadîce varıp, hazret-i
Ebû Bekri çagırdı. Dedi ki, yâ Ebâ Bekr, Muhammed, seni ister.
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, geldi. Yâ
Muhammed “aleyhisselâm”! Sana ne oldu ki, sen kendi hâlinde
degilsin, sende degisiklik olmus, dedi. Hazret-i Resûl-i ekrem
buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr! Ben Hirâ dagının basında idim. Havada
yâkut kürsî üzerinde oturan bir sahs gördüm. Melek mi,
cinnî mi, insanoglu mu bilmedim. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” bir müddet düsündü. Sonra dedi ki, yâ Muhammed
“aleyhisselâm”, ben eve gidiyorum. Sen Hadîceyi yanına
çagır. Yanında otursun. O görünen her kim ise, yine evvelki gibi
gelip, görünür. Siz onu gördügünüzde, o vakt, Hadîceye buyur,
basını açsın. Eger o kimse, Hadîcenin basının saçına bakarsa,
bil ki, Iblîsdir. Eger bakmaz ise, bil ki, Cebrâîldir.
– 76 –
Ey müslimânlar isidin ve fikr edin. O vakt ki, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri de, kendi isinde sâkin
olmamıs idi. Ebû Bekr-i Sıddîk, hazret-i Server-i kâinâta sükûnet
verdi. La’net ve toprak o la’înlerin basına olsun ki, hazret-
i Ebû Bekr-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anh” çirkin seyler
söylerler. Bunun benzeri o haber, Emîr-ül mü’minin Ömer bin
Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyeti ile oldu.
Bedir günü idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri kendi eshâbının azlıgını gördü ki, üçyüzonüç kimse
idiler. Küffârın çoklugunu gördüler, bin kisiye yakın idi. Mubârek
yüzünü kıble tarafına dönüp ve iki ellerini yukarı kaldırıp,
(Ilâhî! Bize va’d etdigin zaferi nasîb et. Yâ ilâhî! Eger, küffâr
bugün müslimânlar üzerine gâlip olsalar ve bu kavmimi burada
helâk etseler, bir dahâ kıyâmete dek, dünyâda kimse Seni bir
bilip, birligini zikr etmez) buyurdu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” öteden gelip, Resûlullah hazretlerine mülâzemet
edip, dedi ki, yâ Resûlallah! Bundan sonra, Allahü teâlâ
hazretlerine, bu derece korkarak, kendinizi üzerek düâ etmeyiniz.
Zîrâ, Allahü tebâreke ve teâlâ va’dinde durup, Size zafer
nasîb eder, küffârın serrini Sizden uzaklasdırır. Hemen Cebrâîl
aleyhisselâm nâzil olup, besbin melek, kendisi ile berâber kâfirler
ile harb etmek üzere geldi. Dedi ki, yâ Muhammed! Ebû
Bekrin bu sözleri söylemesi üzerine, biz silâhlarımız ile geldik
ki, senden bu serri def’ edelim, buna kâfiyiz.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hadîcenin
“radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin se’âdethânesinde
üzüntülü iken, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”
Cebrâîl aleyhisselâmın yol göstermesi ile müjde verdi. Resûlullah
aleyhisselâtü vesselâm Bedr gazâsında aglardı. Ebû Bekr
hazretleri ona, Hak Sübhânehü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
yardımı ile zafer bulacagı müjdesini verdi. Bu cümleyi onun için
söylerim ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretlerine,
kulak ve göz menzilesinde olmusdur. Zîrâ, bedenin bütün
organlarından önce, bir sesi kulak isitir. Görülecek bir seyi, bedenin
bütün organlarından evvel göz görür. Cebrâîl aleyhisselâm,
Hadîce “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin se’âdethânesine
bir dahâ gelince, hazret-i Hadîce mubârek basını açdı.
Hazret-i Cebrâîl yüzünü döndürdü. Ebû Bekr “radıyallahü teâ-
– 77 –
lâ anh” dedi ki, Yâ Muhammed! Bu o nâmûsu ekberdir. Ya’nî
Cebrâîl aleyhisselâmdır. Hazret-i Âdem aleyhissalâtü vesselâm
vaktinde hazret-i Âdeme, hazret-i Mûsâ aleyhissalâtü vesselâm
vaktinde, hazret-i Mûsâya geldi.
(Isâret): O Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ki, Hadîcenin
basının saçını, hazret-i Cebrâîlin mubârek gözünden korudu.
Çirkin iftirâya tutulan Âiseyi, kullarından muhâfaza edemez mi
idi ki, muhâfaza etdi.
(Nükte): Insan vücûdunda basdan ayaga dek, hiçbir uzv, kulakdan
ve gözden fazîletli degildir. Bütün Peygamberlerin
“aleyhimüsselâm” ümmeti arasında da Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinden üstün ve fazîletli kimse yokdur.
Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri pazara vardı. Dükkânını açdı.
Sasırmıs olarak, âsık ve bası dönük, saskın beklerdi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” Hirâ dagına gitdi. Cebrâîl aleyhisselâmı
bekliyor idi. Cebrâîl aleyhisselâm IKRA’ sûresini getirdi.
Dedi ki, hemen simdi, geri dön ve halkı dîne da’vet eyle! Yâ Muhammed!
Eger bu sâatde bir kimse müslimân olursa, kıyâmete
kadar dünyâ selâmetde kalır. Eger bu sâat, insanların ileri gelenlerinden
bir kimse müslimân olmaz ise, geri gel, seni kanadım
üzerine alıp, Kabe kavseyne götüreyim. Tekrâr gelip, yer ehlini
helâk edip, intikâm alayım. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri, Hirâ dagından geri, Mekke-i Mükerremeye
geldi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” da
Mekke-i Mükerremeden çıkıp, Hirâ dagına dogru gitmege basladı.
Yolda birbiri ile karsılasdılar. Muhabbet ile sarıldılar. Server-
i âlem buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr, nereye gidiyorsun. Ebû
Bekr “radıyallahü anh”, Sizin huzûr-ı serîfinize geliyordum, yâ
Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”, Siz nereye gidiyorsunuz,
dedi. Sultân-ı Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular:
Senin yanına geliyordum. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki:
Hangi maksad için geliyordunuz. Resûlullah, buyurdular ki: Ben
Allahü tebâreke ve teâlânın Resûlüyüm. Ebû Bekr “radıyallahü
anh” dedi ki: Delîlin nedir. Resûlullah buyurdu: O vâkı’a [rü’yâ]
ile ki, sen onu Sâmda gördün. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki; Dogru
söyledin, simdi ne buyurursun. Resûlullah buyurdu: Onu derim
ki, müslimân olmalısın. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki, müslimân oldum.
Ne buyurursun. Resûlullah oradan hemen Hirâ dagına var-
– 78 –
dı. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmı gördü. Dedi ki; Yâ Cebrâîl!
Müjdeler olsun sana ki, Ebû Bekr müslimân oldu. Hazret-i Cebrâîl
aleyhisselâm da dedi: Yâ Muhammed! Sana da müjdeler olsun
ki, dünyâ; kıyâmete kadar helâk olmakdan ve zevâlden emîn
oldu [kurtuldu.]. Yâ Muhammed! Kıyâmete kadar her kim dirlik
bulur, o Ebû Bekrin dirligi bereketi iledir. Kıyâmete kadar her
kim müslimân olursa, o da Ebû Bekrin islâmı bereketi iledir. Yâ
Resûlallah! Hak sübhânehü tebâreke ve teâlâ hazretleri kıyâmet
gününde emr eder, mahlûkların evvelinden sonuna kadar hepsini
Arasat meydânına toplarlar. Iyi olanları Arsın sag tarafında
dururlar. Bedbaht olanları sol tarafında dururlar. Ondan sonra,
Allahü teâlâ hazretleri, bana, buyurur, senin elini tutup, Arsın
üstüne götürürüm. Sonra Ebû Bekr-i Sıddîkın da elini tutup, Arsın
üstüne götürürüm. Sonra, onsekiz bin âlemin halkı ve yüzyirmidört
binden ziyâde olan ümmet arasında, Ebû Bekr-i Sıddîk
gibi kimse yokdur diye, seslenirim.
Ellialtıncı Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdu: Allahü tebâreke ve teâlâ o günde, Isrâfîl aleyhisselâm
hazretlerine, sûra üflemesi için emr eder. Isrâfîl aleyhisselâm,
ayakları yerde, bası Ars-ı a’lâda bir melekdir. Allahü teâlânın
onu yaratdıgı günden beri, sûru agzına almıs, bir ayagı ileri,
bir ayagı geri, gözlerini Ars tarafına dikip, emre hâzır beklemekdedir.
Ne zemân sûra üfürmek için emr olunur ise, o zemân sûra
üfürür. Isrâfîl aleyhisselâm sûra üflemeye baslayıp, nefesi sûru
dolduruncaya kadar kırk yıl geçer. O sûr bir borudur. Hak
sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin yaratdıgı canlıların adedince, o
sûrda delik vardır. Her canlının rûhu, kendine mahsûs deliklerden
dısarı gelip, kendi kalıbına [bedenine] girer. Hiç yanlıs yola
gitmez. Eger bir bedenin bası doguda ve ayagı batıda olsa, Allahü
tebâreke ve teâlânın emri ile, hâzır olup, toplanırlar. Rûhların
temâmı yanılmadan sûrdan çıkıp, kendi bedenine girer. Fekat,
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin mukaddes
rûhu sûrdan dısarı gelmez. Isrâfîl aleyhisselâm içeride
rûh var diye bir kerre dahâ üfürür. Yine Ebû Bekr-i Sıddîkın rûhu
sûrdan çıkmaz. Allahü teâlâdan hitâb gelir: Yâ Isrâfîl, sen sâkin
ol. Ben onun ile konusayım. Hüdâ-i azze ve celle nidâ buyurur
ki, (Ey, mutma’inne olan nefs! Sen Rabbinden râzı oldugun
hâlde, Rabbin de senden râzı oldugu hâlde, Rabbine dön. Benim
– 79 –
sâlih kullarımın yanına ve Cennete gir.) [Fecr sûresi 27, 28, 29,
30. âyet-i kerîmelerinin meâli.] Hemen Ebû Bekr hazretlerinin
nefs-i mutma’innesi [rûhu] dısarı gelir. Görür ki, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” merkad-ı mubârekelerinden
[asl yerlerinden] gelip, hâzır durur.
Nükte: Eger, kıyâmet günü mevtâların kabrlerinden nasıl
çıkdıklarını bilmek istersen, behâr mevsiminde kırlara git. Bitkiler
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr-i serîfi ile, nice
yerleri yarıp, toprakdan dısarı çıkdıklarını gör. Bir mikdâr toprak
da bası üzerinde kalmısdır. Böylece, kıyâmet günü mevtâlar
da kabrden dısarı gelirler. Herkes, bası üzerindeki topragını silkerek
kalkar. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kabrden
dısarı geldigi gibi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerini kabr üzerinde durmus görür. Der ki, yâ Resûlallah,
bugün ne gündür. Resûlullah hazretleri buyurur: Yâ Ebâ
Bekr! Bugün Arz günüdür. Ebû Bekrin elini tutup, Ars önüne
kadar, berâber giderler. O vakt, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden
nidâ eder. Nûrdan üç kürsî getirirler. Birisini arsın
sagına koyarlar. Birisini arsın önüne koyarlar. Birisini arsın soluna
koyarlar. Nidâ eder ki, Ibrâhîm Halîli, Muhammed Habîbi,
Ebû Bekr-i Sıddîkı getirin. Melekler, Ibrâhîm aleyhisselâm hazretlerini,
elbise giymis, basına tâc konmus olarak getirirler. Ars
karsısında durdururlar. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerini de elbise giymis ve tâc basında
olarak getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini
getirirler. Basında örülü tâc vardır. Hitâb-ı izzet gelir:
Ibrâhîm Halîli arsın sagında oturtun. Cenneti de arsın sagında
tutun. Yine hitâb-ı izzet gelir: Mustafâ Habîbi arsın solunda
oturtun. Cehennemi de arsın solunda tutun. Ebû Bekri arsın
önünde oturtun. Melekler hayret ederler. Yâ ilâhel âlemin. Biz
böyle bilirdik ki, hazret-i Muhammed Mustafâ senin katında Ibrâhîm
Halîlden azîzdir, üstündür. Muhammed Mustafâ “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” seyyid-i Enbiyâdır. Ibrâhîm aleyhisselâmı,
arsın sagına Cennet tarafında buyurdun, Muhammed Mustafâ
hazretlerini arsın soluna Cehennem tarafına buyurdun. Nidâ
gelir ki, Ibrâhîm benim Halîlimdir. Muhammed Mustafâ benim
Habîbimdir, seyyidil evvelin vel âhırîndir. Bugün onun her
dilegini ben de dilerim. Bugün o gündür ki, Ibrâhîmin sefâ’ati ol-
– 80 –
maz. Ibrâhîmi arsın sagında tutun. Ümmet-i Muhammedden afv
etdiklerimi, Cennete gönderirim. Cennete giderken onu görsün.
Muhammed arabîyi arsın sol tarafında tutun ki, onun ümmetinden,
Cehenneme gönderdiklerime, o sefâ’at eder. Onun ümmetinin
ba’zısını rahmetimle afv ederim. Ba’zısını Onun sefâ’ati ile
afv ederim. Sonra: (Merhabâ Halîl, Habîb, Sıddîk) diye nidâ-i
izzet gelir. Ibrâhîm aleyhisselâm, (Gökleri ve yeri; aydınlık ve
karanlıgı yaratan Allahü teâlâya hamd olsun!) buyurur. Muhammed
Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurur: (Bizden üzüntüyü gideren Allahü teâlâya hamd olsun.
Rabbimiz elbette sükr edilen ve afv edicidir.) Hazret-i Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurur: (Bize, va’dinde
sâdık olan Allahü teâlâya hamd olsun!)
Halîl ve Habîb “aleyhimessalâtü vesselâm” ve Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” hamd etmeleri ile halk birbirine girerler. Nitekim
dünyâda koyun kuzudan ayrılıp, geri karısır. Feryâd ve figân
halkdan kalkar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
halkın ürkmesini ve feryâdını görüp, minber üzerine çıkar.
Mahser tarafına bakar. Bir melek görür. Yediyüzbin bası
vardır. Her basında yediyüzbin dili vardır. Her dil bir lügat ile
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini tesbîh eder. Hiç bir lügât
birbirine benzemez. Allahü teâlâ hazretlerinin kudreti ile onun
burnundan bir duman çıkar. Mahser halkının etrâfını çevirir.
Mahser halkı ondan korkarlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri bu hâli görüp, mûbarek basını secdeye
koyup, der ki (Yâ Rabbî, selâmet ver!). O melek, o heybetiyle,
Resûlullahın huzûruna gelir. Selâm verir ve der ki, yâ
Muhammed, beni tanır mısın. Sultân-ı Enbiyâ buyurur ki, bilmiyorum.
Der ki, Cehennem melegiyim. (Mâlikim.) Allahü tebâreke
ve teâlâ bana emr etdi ki, Cehennemi azâblar ile Arasat
meydânına koy. Ben de koydum. Buyurdu ki, Cehennemin yedi
kapısını bagla. Ben de bagladım. Buyurdu ki, Cehennemin
anahtârlarını Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” önüne götür. O da Ebû Bekr-i Sıddîka versin. Sen
Cehennem kapısında otur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi gönderir ise,
onu Cehenneme al. Ondan sonra Resûlullah buyurur: Yâ Ebâ
Bekr-i Sıddîk! Cehennemin anahtârlarını al. O da alır. Mâlik,
Cehenneme geri döner. Bir melek de sag tarafından gelir. O
– 81 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:6
melekden [Mâlikden] bin kat büyük, aydan ve günesden nûrlu,
misk ve kâfûrdan ziyâde kokulu, tesbîh ederek; Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîflerine
gelir. Der ki, Esselâmü aleyke yâ Muhammed! Beni tanır
mısın. Habîbullah hazretleri buyurur: Hâyır tanımıyorum! O
der ki, ben Cennet Rıdvânıyım. Allahü teâlâ bana emr etdi ki,
Cenneti Arasata getir. Bütün ni’metleri ile berâber, ben de arasata
getiririm. Emr eder ki, Cennetin anahtârlarını Muhammed
Mustafânın huzûruna getir. Tâ ki, Ebû Bekr-i Sıddîka versin.
Sen Cennetde yerine otur, buyurur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi diler
ise, Cennete göndersin. Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri bana buyurur. Al, Cennetin anahtârlarını
Ebû Bekre ver. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri
de, anahtârları alır. Cennet Rıdvânı geri döner.
Bir melek dahâ zuhûra gelir. Resûlullah hazretlerine selâm
verir. Otuz basamaklı kürsî üzerine çıkar. Yüzünü mahser halkına
döndürür. Der ki; yâ mahser ehli. Ben sizin Rabbinizin elçisiyim.
Hak sübhânehü ve teâlâ buyurur: Biliniz yâ dostlar ve
düsmânlar ki, bu günde ev ikidir. Biri Cennet, ve biri Cehennem.
Benim de hükmüm ikidir. Biri adl, biri fadl. Adl düsmânlara
ve fadl dostlaradır. Fadl evi, ebedî Cennetdir. Adl evi, ebedî
Cehennemdir. Biliniz yâ dostlar ve düsmânlar ki, Cennetin ve
Cehennemin anahtârlarını Ebû Bekr-i Sıddîka verdim. Sizden
bir kimse, yerden göge kadar günâh islemis olsa [îmânı ehl-i
sünnet i’tikâdına uygun ise] ve o kimse Ebû Bekri severse, Allahü
teâlâ onun cümle günâhlarını Ebû Bekr-i Sıddîk için afv
eder. Onun huzûruna varın ve onun ile Cennete dâhil olun. Hudâ-
i azze sânehü Cehennemi Ebû Bekr-i Sıddîkın dostlarına harâm
etmisdir. Her kim ki sizden çok ibâdet etmis olsa, o kimse
Ebû Bekr-i Sıddîka bugz ederse [îmânı ehl-i sünnet i’tikâdına
uygun degilse], Allahü teâlâ o kimseden bîzârdır. Onun makâmı
Cehennemdir ve nârdır. Allahü teâlâ hazretleri Cenneti ona
harâm etmisdir. Bir nidâ gelir ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkı
götürün. Yediyüzbin saf melek Ars önünde durmus olurlar.
Her safın uzunlugu mesrıkdan magribe kadar, genisligi de o kadardır.
Cümlesi Ebû Bekr-i Sıddîkın huzûruna gelirler. Minberden
alıp, burak üzerine bindirirler, götürürler ve derler ki (Ebû
Bekri karsılayın!) Ars altına kadar varır. Allahü teâlâ hazretle-
– 82 –
rinden nidâ gelir ki, (Yâ Ebâ Bekr! Bana yaklas.) Ya’nî bana
yakın ol. Bir kerre dahâ nidâ gelir ve üçüncü kerre de (Ileri gel,
ileri gel) diye, nidâ gelir.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu
ki, o kadar yaklasdırırlar ki, Arsa yakın olur. Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretlerinden nidâ gelir ki, yâ Ebâ Bekr-i Sıddîk! Elini
arsın üzerine uzat. Kendi defterini al. Istersen oku. Istersen
okuma. Bugün evvelîn ve âhırîn halkı [bütün insanlar] onu taleb
ederler ki, bugün senin sevdiklerin için ne istersen yaparım.
Sonra emr eder ki, Ebû Bekr-i Sıddîkı Cennet tarafına götürürler.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” nidâyı isitir. Burakdan
asagı iner. Basını secdeye koyar. Der ki: Yâ Rabbî! Izzetin
ve celâlin hakkı için, bugün, tâ ki, mahser yerinde bulunan
bütün beni sevenleri, bu kuluna bagıslayıncaya kadar ayagımı
Cennete koymam. Nidâ gelir ki, Ebû Bekri, dostları ile ve muhibleri
ile Cennete iletiniz. Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk
ve emîr-ül mü’minîn Ömer-ül Fârûk ve emîr-ül-mü’minîn
Osmân-i zinnûreyn ve emîr-ül-mü’minîn Alî-yül Mürtedâ “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” Cennete girerler. Dostları ve
muhibleri, onların ardınca Cennete girerler. Beyâz incîden bir
kösk getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk, bu beyâz incîden köskde
oturur. O köskün yetmis kapısı vardır. Istedigi her kapıdan Allahü
teâlâyı bilinmeyen bir seklde müsâhede eder.
Elliyedinci Menâkıb: Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ”
hazretleri rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri, bir gece mubârek basını, benim yanıma
koymusdu. Mubârek gözlerini yıldızlara dikmisdi. Ben aya bakdım
ki, Resûlullah hazretlerinin mubârek yüzü aydan güzel idi.
Bir damla su [gözyası] benim gözümden mubârek yüzü üzerine
düsdü. Benden tarafa bakıp, buyurdu ki: Yâ Âise, ne oldu sana.
Dedim: Ben senin yüzüne ve aya bakdım. Senin yüzün aydan
dahâ nûrlu oldugunu gördüm. Vay o kimseye ki [ya’nî o kimseye
acınır ki], kıyâmet günü senin yüzünü görmesin ve senin sefâ’atinden
mahrûm kalsın. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, yâ Âise! Hüdâ-i azze ve celle günesin ve
ayın nûrunu benim nûrumdan yaratdı. Niçin teaccüb edersin
[hayret edersin], benim yüzümün nûruna ki, yıldızları ve levhi
ve kalemi ve onsekizbin âlemi benim nûrumdan yaratdı. Ben
– 83 –
dedim; Yâ Resûlallah! Sen yıldızlara niçin bakardın. Buyurdu
ki, yâ Âise! Benim Eshâbım arasında, bir recül [mevki’ sâhibi]
vardır ki, hergün yıldızlar adedince, onun tâ’atini göge götürürler.
Ben yıldızlara bakdım ki, adedini Allahü teâlâ hazretlerinden
baska bir ferd bilmek ihtimâli yokdur. Âise “radıyallahü
teâlâ anhâ” zan etdi ki, benim babamı murâd ederler. Dedi ki,
yâ Resûlallah! O recül [mevki’ sâhibi] kimdir. Buyurdular: O
Ömer bin Hattâbdır “radıyallahü teâlâ anh”. Ömer bin Hattâbın
“radıyallahü teâlâ anh” tâ’ati ise babanın tâ’ati yanında,
deryâdan bir damla gibidir.
Haberde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâm hazretlerine buyurdular
ki: Bana Ömer bin Hattâbın fazîletlerinden haber ver. Cebrâîl
aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Muhammed! Nûh aleyhisselâmın
Peygamberligi müddeti olan dokuzyüzelli sene seninle
otursam, Ömer bin Hattâbın fazîletlerini beyân etsem, bir
cüz’ünü beyâna kâdir olamam. Ömerin fazîleti [üstünlügü],
Ebû Bekrin fazîleti yanında, yıldızlar arasında bir yıldız gibidir.
Âlimlerden ba’zısı derler, her kim ki, hazret-i Bilâlin fazîletlerini
anlatırım der ise, anlatamaz. Hâlbuki Bilâl-i Habesî, Ebû
Bekr-i Sıddîkın azâdlısı idi. Bendenin [kölenin] fazîleti bu kadar
olur ise, hâcenin [efendinin] fazîleti ne kadar olur, düsünmek gerek.
Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdular ki, Mi’râca vardıgım gece, Cebrâîl
aleyhisselâm ile ars altında, bir na’lın sesi isitdik. Cebrâîl aleyhisselâm
dedi ki, bu Bilâl-i Habesînin “radıyallahü teâlâ anh” na’lını
sesidir ki, seher vaktinde onun ile mescide gider.
Ellisekizinci Menâkıb: (Allahü tebâreke ve teâlâ sânühû hazretlerinin
üstün kulları ol kimselerdir ki, yer yüzünde tevâzu’ ile
yürürler. Tâ ki, canlı karıncayı incitmeyeler.) [Furkân sûresi 63.
âyet-i kerîmesinin meâli.] Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” yolda yürür iken bir canlıyı ezmemek için, ayagı önüne bakardı.
Bir vakt yolda yürürken, yol üzerinde karınca gördü. Ayagı
ile üzerine basmamak istedi. Bir mert (genç) geldi. Hazret-i
Sıddîkı söz ile mesgûl etdi. Unutup, ayagını o karınca üzerine basıp
öldürdü. Sonra, hazret-i Sıddîk bakıp, onu gördü. Üzüldü. Ne
yapacagını düsünmeye basladı. Tam o sâat, Allahü teâlâ o karıncaya
hayât verdi ve konusmaga basladı: Esselâmü aleyke yâ ha-
– 84 –
lîfe-i Resûlillah! O sâat beni öldürüp, üzüldünüz. Sizin üzülme
sebebinizden dolayı, Allahü teâlâ ben za’îf kulunu diriltdi. Konusdurdu.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular
ki, yâ Ebâ Bekr, sana halîfe diyen kimse karıncadır. Sana
bugz eden ve düsmân olan kimseler karıncadan âdi olur.
Ellidokuzuncu Menâkıb: Dogru haberlerde gelmisdir. Cebrâîl
aleyhisselâm dedi: Yâ Rabbel âlemîn! Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin dostlugu Ebû Bekrin gönlünde
ne mikdâr ve ne kadar oldugunu bilmek isterim. Bayram günü idi.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıymetli ve gösterisli
elbise giymis ve otuz altınlık bir sal omuzuna almıs idi. Cebrâîl
aleyhisselâm a’mâ sûretinde gelip, yol üzerinde oturdu. Oraya
Ebû Bekr-i Sıddîk geldi. Ona yaklasdı. Cebrâîl aleyhisselâm dedi
ki, Allahü tebâreke ve teâlâ afv etsin o kimseyi ki, Muhammed
Mustafâ dostluguna [onun hâtırına] bana birsey versin. Ebû Bekr
“radıyallahü teâlâ anh” o sözü isitdi. Mubârek omuzundan ridâsını
[salını] çıkarıp, ona verdi. Buyurdu ki, bir def’a dahâ söyle. Bir
def’a dahâ söyledi. Ebû Bekr-i Sıddîk kaftanını çıkarıp, ona verdi.
Dördüncüde, setr-i avretini örten elbiseden baska, bütün elbiselerini
ona verdi. Besincide na’lınını çıkarıp ona verdi. Sonunda artık
elbisesi kalmadı. Bilâli “radıyallahü anh” çagırdı ve Ona buyurdu:
Yâ Bilâl. Âisenin evine var. Birsey getir. Bilâl “radıyallahü
teâlâ anh” giderken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerine rast gelip, buyurdular ki, nereye gidersin, yâ Bilâl!
Sen mi söylersin, ben mi söyliyeyim. Bilâl “radıyallahü teâlâ
anh” dedi ki, yâ Resûlallah, siz buyurun. Buyurdular ki: Yâ Bilâl!
Bil ki, o a’mâ Cebrâîl-i emîndir. Allahü tebâreke ve teâlâ onu bu
seklde gönderdi ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın bana muhabbeti ne kadardır
anlasın. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” Bilâli
bekler idi. Hazret-i Bilâl elbise getirdi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk
o elbiseyi giydi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” huzûr-ı serîflerine gelip, dedi ki, yâ
Muhammed! Ebû Bekr-i Sıddîkı tecrübe ederdim. Elbiseler benim
isime yaramaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîl
aleyhisselâmın getirdigi elbiseleri Ebû Bekr-i Sıddîka getirdi.
Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”: Bir nesneyi ki senin dostlugun
ugruna vermis olayım, artık o bana gerekmez. Nereye uygun bulursanız,
oraya tasarruf ediniz, dedi.
– 85 –
Altmısıncı Menâkıb: Hadîce-i Kübrâ “radıyallahü teâlâ anhâ”
hazretlerini, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerine verecekleri zemân [evlenecekleri zemân], hazret-i
Hadîce, bir sahsı gizlice Server-i kâinâtın huzûruna gönderdi. O
kisi gelip, dedi: Müsrikler bize ta’n ederler ki, kendi söhretli hâlinle,
bir fakîre varıp, zevceligi kabûl etdin. Simdi bir mikdâr çeyiz
gönderin, az da olsa, ben onu çogaltıp, halka gösteririm.
Ayblıyanların ayblaması, kötüliyenlerin kötülemesi def’ olur.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mütefekkir
ve mütereddid kalkıp, gitdi. Ben kimden borç isteyeyim
ki, bana borç verir, diyordu. Yine kendi kendine, bâri vefâkâr
Ebû Bekrin dükkânına varayım deyip, pazara geldi. Hulle-i serîfi
omuzunda çekerek ve göklerin melekleri nazar ederek giderken,
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” uzakdan gördü
ki, Sultân-ı kâinât hazretleri, se’âdet ve izzetle tesrîf buyurur. Sevincinden
sasırmıs olarak kendi kendine dedi ki, eger benim
dükkânıma tesrîf ederse, her ne ister ise vereyim. Hazret-i risâletpenâh
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dogru Ebû Bekr-i
Sıddîkın dükkânına geldi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
anh” da karsılayıp, dedi ki, yâ Muhammedül-emîn! Babam
ve anam sana fedâ olsun. Niçin üzüntülüsün. Fahr-i âlem buyurdular
ki, yâ Atîk, yâ hakîm-i Kureys. Bana bir mikdâr sey gerek
ki, Hadîceye ceyiz götüreyim. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” dedi ki, yâ Muhammedül-emîn! Yetmis devem, Sâma
ticârete gitmisdi. Bugün müjde getirdiler ki, sâlim ve ganîmet ile
geldiler. Kerem edip, karsılayın. Kervân bası olan sahsa durumu
bildirin. O kervânın basındaki sahsa sag ve sâlim geldiginde,
azâd edecegimi, yüz altın verecegimi, Ebû Bekrin bunu va’d etmis
oldugunu söyleyin. Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem”, çok sevinip, kervânın önüne geldi. O
kervân bası sahsa [kula] dedi ki: Efendin Ebû Bekr-i Sıddîk bu
develeri yükleri ile, esyâları ile bana hibe etdi. Sana nisân vereyim
dedikde, kervanbası kul, ben senden nisân istemem. Ben ve
develer, sana fedâdır deyip, develeri Hadîce-i kübrâ hazretlerinin
serâyı tarafına sürdüler. Pazar ortasına vardılar. Ebû Bekr-i
Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri bir kimse gönderdi ki,
Muhammedül-emîn hazretlerine söyle, develeri getirip, bu aradan
geçirsinler. Getirdiler. Dedi ki, yâ Muhammedül-emîn, bir
mikdâr durun. Hizmetci gönderip, kendi se’âdethânesinden
– 86 –
renkli-ipekli kaftanlar getirtip, herbirini bir devenin yükü üzerine
çekdiler. Renkli ipekli kumaslar ile çeyizleri iletirler. Tâ ki,
Muhammedül-emîn hazretlerini kötüleyenler, zemmedenler,
hased edenler; üzüntülü, gamlı olsunlar. Bütün Mekke-i mükerreme
ehline ma’lûmdur ki, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretlerinin malı yokdur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” malını ve mülkünü hazret-i Muhammede
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” fedâ etmisdir. O develeri,
üzerlerinde ipekli-renkli kumaslar ile örtülü olarak, sesli olarak
Mekke-i mükerremeyi dolasdırarak, Hadîcenin “radıyallahü
teâlâ anhâ” se’âdethânesine iletdiler. Cümleye ma’lûm oldu ki,
bu hazret-i Hadîcenin çeyizidir. Muhammedül-emîn getirmisdir.
Sıddîk-ı Ekberin bunun gibi, hizmet-i serîfleri ve i’âne-i haseneleri,
sayısızdır “radıyallahü teâlâ anh”.
Altmısbirinci Menâkıb: Enes bin Mâlik “radıyallahü anh”
rivâyet edip, buyurdular ki; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretlerinden, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh”
o kadar üstünlügünü isitdim ki, hayretde kaldım. Server-i âlem
hazretleri, bu dünyâdan, öbür âleme göç etdiler. Bir gece Sultân-
ı Enbiyâyı rü’yâda gördüm. Önüne bir tabak hurma koymuslar.
(Yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlânın sana verdigi
o nesneden bana da ver!) dedim. Bana bir hurma verdi. Dedim,
(Yâ Resûlallah! Ihsânınızı artdırınız). Böyle böyle dokuz
hurma verdi. Yine yâ Resûlallah, tekrar ver dedim. Uykudan
uyandım. Bakdım, dokuz hurmayı elimde buldum. Bilâlin “radıyallahü
teâlâ anh” ezân sesini isitdim. Abdest alıp, mescide
geldim. Sabâh nemâzını Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
arkasında kıldım. Nemâzdan sonra bir sâat basımı
önüme salıp, tesbîh çekdim. Basımı kaldırdım. Hazret-i Sıddîkı
gördüm. Mubârek arkasını mihrâba vermis. O rü’yâmda, Resûlullah
hazretlerinin önünde gördügüm hurma tabagını simdi,
hazret-i Sıddîkın önünde konulmus gördüm. Dedim ki: Yâ halîfe-
i Resûlillah! Allahü teâlânın sana verdigi ni’metlerden bana
da ver. Bana bir hurma verdi. Dedim, artdır. Bir hurma dahâ
verdi. Dokuz hurmaya dek bana verdi. Ben dedim: Yâ halîfe-
i Resûlillah, artdır. Buyurdu ki: Yâ Enes! Eger gece Resûlullah
hazretleri ziyâde verse idi, ben de ziyâde verirdim.
Altmısikinci Menâkıb: Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ
– 87 –
anh” buyurur ki; Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”
hazretlerini gördüm. Dilini parmagı ile tutup ovar idi. Dedim:
Yâ halîfe-i Resûlillah, ne yapıyorsun! Buyurdu ki; bu beni çok
islere ugratmısdır. Hem bir büyük kimseden isitdim ki, Ebû
Bekr hazretleri yedi dirhem agırlıgındaki bir tası, yedi sene agzında
tutdu. Bir söz söyliyecegi zemân, eger o söz, Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretlerinin zikrinden gayri olsa idi, sol eli ile dilini
tutup, sag eli ile o tası dili üzerine sürerdi. Der idi ki: Ey dil.
Bir dahâ söylemiyesin o sözü ki, Allahü teâlâ hazretlerinin mardîsi
olmıya [sevdigi sey olmıya].
Hüccet-ül-islâm Imâm-ı Gazâlî “rahimehullahü teâlâ”
(Kimyâ-i se’âdet) adlı kitâbında bildirmisdir: Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” yedi lokma ta’am yir idi. Fazla arzû
eder ise, dokuz lokma yir idi. Simdi, yüzbin rahmet olsun, hazret-
i Sıddîk üzerine ki, bütün isleri bu yol üzerine idi. O pâk din
ve dogru i’tikâd senin üzerine olsun ki [ya’nî dogru i’tikâdlı olasın
ki], Ebû Bekr hazretlerini, Ömer ve Osmân ve Alî hazretleri
ile “radıyallahü teâlâ anhüm” berâber sevesin. La’net ve gadab
o mübtedi’ ve râfizî üzerine olsun ki, bu din büyüklerine ve
bu yer ve gök ehlinin güzîdelerine çirkin söz söylerler.
Nükte: Hudâ-i azze ve celle kâfiri düsmân tutdu. [Kâfirler
Allahü teâlânın düsmânıdır.] Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
dostlugunu da’vâ etdiler. [Ya’nî biz Allahü teâlânın dostuyuz
dediler.] O kimse, Allahü teâlânın dostunu düsmân tutdu.
Allahü teâlâ hazretlerinin dostlugu o kimsenin küfr içinde olmasına
fâide vermedi. Belki, içinde bulundukları durumu haber
verdi. Allahü teâlâ buyurdu, Ben Ebû Bekri severim. (O onları
sever, onlar da onu severler). Râfizî, Allahü tebâreke ve teâlânın
ve Resûlünün, dostlugunu da’vâ etdi ve Ebû Bekr-i Sıddîkı
düsmân tutdu. Hak sübhânehü ve teâlânın dostunu düsmân tutdu.
Allahü teâlâ hazretlerinin dostlugu fâide vermedi. Belki, râfizînin
kötü hâlini haber verdi.
Altmısüçüncü Menâkıb: Haberde gelmisdir ki, Kûfede bir
râfizî var idi. Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi. Ca’fer-i Sâdık
“kuddise sirruh” hazretlerinin huzûruna vardı. Dedi ki, Esselâmü
aleyke yâ Resûlullahın torunu. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir.
Ca’fer-i Sâdık buyurdu ki: Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyalla-
– 88 –
hü teâlâ anh”.
Râfizî: Böyle oldugunu nereden biliyorsun.
Ca’fer-i Sâdık: Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan
sonra, ikinci buyurdu. Üçüncüleri Allahü teâlâ olan
iki kisiden, ikincisi olmak kadar seref olamaz (Bundan üstün
seref olmaz).
Râfizî: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin döseginde, kâfirlerden
korkmadan yatmadı mı?
Ca’fer-i Sâdık: Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile
magaraya girmedi mi?
Râfizî: Eger korkmasa idi, girmezdi. Allahü teâlâ Resûlullaha
haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi.
Ca’fer-i Sâdık: Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların
nerede oldugu hakkında bir haber duyup, gelirler. Resûl-i ekremi
üzerler. Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayagını,
magarada bir delige koydu. Hattâ yılan onu kaç def’a ısırdı. O
acıya katlandı. Ayagını kaldırmadı. Resûlullahı uyandırmamak
için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek,
cânını Resûle fedâ etmezdi.
Râfizî: Mâide sûresinde, (Rükû’da iken sadaka verirler)
meâlindeki ellisekizinci âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir.
Ca’fer-i Sâdık: Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki
tahsîs rakamı ondan ziyâdedir. O Sıddîk sânındadır. (Allahü
teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ
bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr-i Sıddîk
içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden
sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız. Ammâ zekât vermeyiz.
Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine
edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bagını
vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve
kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim.
Râfizî: Yâ Ca’fer. Hazret-i Alînin sânı için, meâl-i serîfi,
(Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara
sûresinin ikiyüzyetmisdördüncü âyeti gelmemis mi?
– 89 –
Ca’fer-i Sâdık: (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın sânında
nâzil olmusdur. Sânını çok yükseltmekdedir. Zîrâ Ebû Bekr-i
Sıddîk kırkbin altın verdi. Kendisine bırakmadı. Bir kilime sarındı.
Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu
ki, ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır? Ebû
Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım,
dedi.
Râfizî: Meâli serîfi (Hâcılara su vermegi ve Mescid-i Harâmı
binâ etmegi, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle
bir mi tutuyorsunuz. Hâyır, böyle degildir) olan Tevbe sûresinin
yirminci âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin sânını bildirmek için
nâzil olmadı mı?
Ca’fer-i Sâdık: Meâl-i serîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka
verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden
bir degildir. Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd
sûresinin onuncu âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh
olunuyor. Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl,
Resûlullah hazretlerine vurmak istedi. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû
Cehle mâni’ oldu.
Râfizî: Alî, hiç kâfir olmadı.
Ca’fer-i Sâdık: Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç
kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi. Meâl-i
serîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır.
Onlara Cennetde sonsuz ni’metler vardır) olan Tevbe
sûresi yüzbirinci âyetinde ve meâl-i serîfi (Dogru haber ile gelen
ve Ona inanan için Cennetde istedikleri hersey vardır)
olan Zümer sûresi otuzüçüncü âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû
Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” îmânını medh etmekdedir.
Her ne vakt ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” vahy ile bir haber verse idi, kureys, yalan söylüyorsun
derdi. Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetisip, dogru söylüyorsun yâ
Resûlallah, derdi.
Râfizî: Meâl-i serîfi (Uhud gazâsında, seytâna uyup, dagılanlar)
olan Âl-i Imrân sûresi yüzellibesinci âyetinde, Allahü teâlâ
sikâyet etmiyor mu?
Ca’fer-i Sâdık: Âyet-i kerîmenin sonunu oku. Meâlen (Onların
bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor.
– 90 –
Râfizî: Hazret-i Alînin dostlugu farzdır. [Hazret-i Alîyi sevmek
farzdır.] Kur’ân-ı azîmüssânda, Sûrâ sûresinde, yirmiüçüncü
âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdigim ve Cenneti
müjdeledigim için, bir karsılık beklemiyorum. Yalnız yakınım
olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve
Hüseyndir.
Ca’fer-i Sâdık: Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” düâ etmek
ve Onun dostlugu [Onu sevmek] farzdır. Allahü teâlâ,
Hasr sûresinde onuncu âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan
sonra, kıyâmete kadar gelen mü’minler, yâ Rabbî! Bizi
afv et ve bizden önce gelen din kardeslerimizi [ya’nî Eshâb-ı kirâmı]
afv et derler) buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyor ki;
(Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm
ecma’în” birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen
mü’minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur).
Râfizî: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Hasen
ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları dahâ üstündür)
buyurmadı mı?
Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü teâlâ anh”: Ebû Bekr-i Sıddîk
hakkında bundan iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan
isitdim. Ceddim Imâm-ı Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu
ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda
idim. Baska kimse yok idi. Ebû Bekr ile Ömer “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” geldi. Server-i âlem ve Seyyid-i veledi
âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”: (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden
baska, Cennet erkeklerinin en üstünüdür.)
Râfizî dedi: Yâ Ca’fer! Âise mi üstündür. Fâtıma mı üstündür?
Ca’fer-i Sâdık: Âise “radıyallahü anhâ” Resûlullah hazretlerinin
zevcesi idi. Onunla berâber olur. Fâtıma “radıyallahü teâlâ
anhâ” hazret-i Alînin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Allahü
teâlâ hazretlerinin gadabı ve la’neti o râfizî ve mübtedi’ üzerine
olsun ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin,
mü’minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına “rıdvânullahi
teâlâ aleyhinnâ ecma’în” ta’n eyler.
Râfizî: Âise Alî ile muhârebe etdi. Cennete girer mi?
Ca’fer-i Sâdık: Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, elliüçüncü âyetin-
– 91 –
de meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini
nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır.) buyuruyor.
Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i
kerîme gösteriyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine
saygı lâzımdır.
Râfizî: Ebû Bekrin hilâfetini, Kur’ân-ı azîmüssânda bana
göstermege kâdir misin?
Ca’fer-i Sâdık: Gösteririm. Hem Kur’ân-ı kerîmde, hem
Tevrâtda ve hem de Incîlde gösterebilirim. Kur’ân-ı kerîmde
olan sudur: En’âm sûresi yüzaltmısbesinci âyetinde meâlen;
(Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu. Nûr sûresi
ellibesinci âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı,
yeryüzüne hâkim kılacagımı söz veriyorum. Isrâîlogullarını
halîfe yapdıgım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe
yapacagım) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i
kerîme gaybdan haber verip, Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın
kelâmı oldugunu ve dört halîfesinin “radıyallahü teâlâ anhüm
ecma’în” mesrû; haklı oldugunu göstermekdedir. Tevrâtda ve
Incîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve
onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler
ve her zemân kâfirlere düsmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde
ve Ebû Bekrin serefine isâret edilmekdedir. Bu âyetin
sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve Incîlde bildirildi)
buyuruyor. Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden “radıyallahü
anh” ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdigi hadîs-
i serîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermedigi kerâmetleri
bana verir. Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım. Allahü
teâlâ dört halîfeni çagır, buyurur. Onlar kimdir, yâ Rabbî,
derim. Ebû Bekrdir, buyurur. Yer yarılıp, herkesden önce Ebû
Bekr mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar)
buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdu: Ben yer sak olup, dısarı gelenlerin evveli olurum.
Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir. O nesne ki benden önce
Nebîlerin bir ferdine vermemisdir. Sonra Allahü teâlâ buyurur.
Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra
geldiler. Ben dedim, onlar kimlerdir. Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk.
Benden sonra yer sak olup, Ebû Bekr kabrden dısarı gelen-
– 92 –
lerin evveli olur. Iki hulle giydirirler. Tâ gelip, Ars önünde durur.
Ve hesâbın az görürler. Ve ars önünde ayak üzerine dururlar.
Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb ”radıyallahü
teâlâ anh” nerededir. Onu getirirler. Cerâhetden kan revân oldugu
hâlde gelir. Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmisdir. Mugîre
bin Sûbenin kölesi yapmısdır, der. Ona da buyururlar. Ars
önünde durur. Hesâbını görürler. Iki yesil hulle giydirirler. Sonra
Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini getirirler. Damarlarından
kan revân oldugu hâlde gelir. Derler ki, bunu sana kim
yapdı. Der ki, filân yapdı. Ars önünde durmasını buyururlar.
Hesâbı da kolay olur. Iki yesil hulle giydirirler.
Râfizî bunları isitince, yâ Ca’fer, bunlar Kur’ân-ı azîmde var
mıdır. Ca’fer-i Sâdık, buyurur, evet, okumadın mı, Allahü teâlâ
onlardan haber verdi. (Peygamberler ve bunların sâhidleri, hesâb
için getirilir!) buyuruldu. [Zümer sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi
meâli]. Yâhud sehîdleri getirilir, denildi. Ya’nî Ebû Bekr ve
Ömer ve Osmân ve Alîyi “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
getirirler.
Râfizî dedi ki, yâ Ca’fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor
idim. Simdi pismân oldum. Eger tevbe edersem, Allahü
teâlâ kabûl eder mi?
Ca’fer-i Sâdık “kuddise sirrehül’azîz” buyurdu ki, çabuk tevbe
et ki, se’âdetin alâmeti olsun. Eger, Allahü teâlâ korusun, o
i’tikâd üzere dünyâdan gitmis olsaydın, senin dînin bosa giderdi.
Altmısdördüncü Menâkıb: (Tenbîh-ül gâfilin) kitâbında
Ebülleys “rahimehullahü teâlâ”, Zeyd bin Erkamdan “radıyallahü
anh” haber vermisdir. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
anh” hazretlerinin bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarında
her aksam iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdet-i serîfleri öyle
idi ki, nereden ve nasıl aldıgını, kimden satın aldıgını, onun
san’atı ve meslegi ne oldugunu o köleden sormayınca o yemekden
bir lokma agzına koymazdı. Bu köle bir gece yine yemek
getirdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” süâl etmeden,
mubârek elini uzatıp, bir lokma yemekden aldılar. Köle
dedi ki: Ey Efendi. Ne oldu ki, bu aksam sormadan yemege el
uzatdınız. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin
mubârek gözleri yas ile dolup, buyurdu: Yâ Gulâm. Açlık bana
– 93 –
sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl basıma geldi. Simdi
bana haber ver ki, bu aksam yemegi nereden getirdin. Köle
dedi ki: Câhiliyye vaktinde, raks ve oyun oynardım. Bir gruba
raks etdim. Onlara hos geldi. Bana dediler ki, simdi bir nesnemiz
yokdur. Va’d etmislerdi ki, elimize birsey geçdikde sana iyilik
ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Ben
va’dlerini hâtırlatdım. Yiyecegi bana verdiler. Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” bunu isitdi. Çok üzüldü. Agladı.
Yemegi önünden atdı. Parmagını bogazına o kadar sokdu ki,
kay’ etdi. O lokma karnından dısarı geldi. Kendine eziyyet verdi.
Mubârek yüzü gögerdi ve karardı. Mubârek yüzünün seklinin
degisikligini görenler, bir mikdâr su içmesini ve bu üzüntüden
halâs olacagını söylediler. Sıcak su getirdiler. Içdi, bir kerre
dahâ kay’ etdi. Rahâtsız oldu. Inceledi ki, karnında bir sey
kalmadı. Dediler ki, yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve
zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır. Buyurdu ki, evet. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden isitdim.
Buyurdular ki, (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, yidigi harâm
olan kimselere Cenneti harâm etmisdir.) Sonra basını yukarı
kaldırıp, Yâ ilâhel âlemîn! Yidigim lokma için elimden geleni
yapdım. O lokmaları kay’ etdim. O lokmadan damarlarımda
birsey kaldı ise afv et. Bu za’îf kulun, Cehennem azâbına dayanamam
diye, düâ buyurdu. Bu o Ebû Bekrdir ki, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Ebû Bekr benim
gözüm ve kulagım gibidir) buyurdu.
Süâl: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri, niçin
fîsebîlillah malının temâmını verdi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü
teâlâ anh” niçin malının yarısını verdi.
Cevâb: Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” adâleti temsîl
ediyordu. Adâlet esitligi muhâfaza etmekdir. Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” sıdkı temsîl ediyordu. Sıdk odur ki, elinde
ne var ise hepsini vermelisin. Eger, hazret-i Ömer, malının temâmını
verip, çoluk-çocuguna bırakmasa idi, âdil olamazdı. Hazret-
i Ebû Bekr malının yarısını verip, yarısını bıraksa idi, sâdık
olamazdı. Hazret-i Ebû Bekr için adl, hazret-i Ömer için de sıdk
var idi. Lâkin birisinde sıdk cibillidir. Ve birisinde adl hâldir.
Adl, hazret-i Ömerin hâlidir. Bir sıfat kisinin cibillisinde var ise,
hâlinde de vardır. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki: Cümle malını ver.
– 94 –
Hiç bir seyi koyma. Eger halâl ise onun hesâbından kurtulursun.
Eger harâm ise azâbından kurtulursun. Hazret-i Ömerin adli dedi
ki, malının yarısını dagıt. Yarısını ehl-i ıyâline bırak. Hazret-i
Ebû Bekr bütün malını verdigi için, hazret-i Ömer ne kadar mal
verirse de, hazret-i Ebû Bekre uymus olur.
Altmısbesinci Menâkıb: Câbir bin Abdüllah “radıyallahü
teâlâ anh” anlatır: Bir bedevî a’râbî, bir kırmızı deve üzerinde,
hazret-i Alînin “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh”
huzûruna gelip, deveden inip, dedi ki: Esselâmü aleyke, yâ emîrel
mü’minîn! Çabuk bana haber ver, Ebû Bekrden ki, o Cennetde
midir. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bundan dolayı
üzülüp, buyurdu ki, yâ a’râbî, keski, anan seni dogurmamıs olsa
idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
hayâtında ve vefâtlarından sonra, bu sözü hiç kimse söylemedi.
Sen söyledin. Muhâcirîn ve Ensâr “rıdvânullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” arasında, sübhe yokdur ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk,
Resûl-i ekrem ve nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretlerinin hayâtında vezîri idi. Vefâtından sonra halîfesi
idi. Ondan sonra her kimin i’tikâdı bunun üzerine olmaz
ise, o dalâletdedir. Ey a’râbî! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri Ebû Bekr-i Sıddîkı babası yerinde tutardı.
Hazret-i Ebû Bekr Cennet ehlini, tıpkı, gökyüzündeki bir yıldızın,
yeryüzünün ehlini aydınlatdıgı gibi aydınlatır. Ebû Bekr
Cennetde, bir köskden bir köske, bir kasrdan bir kasra gider.
Cennetde hiçbir kasr ve bir serây, bir oda, bir bagçe, bostân olmaz
ki, illâ hazret-i Ebû Bekrin nûrundan aydınlanmasın. Cennet
ehli kösklerden baslarını çıkarıp, derler ki, yâ Rıdvân! Bu
nûr nedir? Rıdvân der ki; Bu Ebû Bekrin yüzünün nûrudur ki,
kasrdan kasra ve odadan odaya gider.
Alî “radıyallahü anh” sözüne devâmla dedi ki: Yâ a’râbî!
Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, vefâtı ânında bana dedi ki, benim
cânım, benim gözümün nûru ve benim dostum ve benim azîzim.
Benim vefâtım yakınlasdı. Ömrüm sonuna yaklasdı. Beni o,
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini yıkadıgın
mubârek ellerin ile yıka. Kefene sar ve tabut üzerine koy.
Cenâzemi Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
Ravda-i mukaddeselerinin kapısına koy. Ve de ki, yâ
Resûlallah! Ebû Bekr kapıdadır. Içeri girmek için izn ister.
– 95 –
Eger kilit anahtarsız açılırsa, beni Seyyid-i âlemin mubârek arkası
yanına defn edin. Eger kilit açılmaz ise, beni Bakî’ kabristanına
götürüp, garîbler kabristanına defn edin. Hazret-i Alî
“radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, yâ a’râbî, o halîfe-i Resûlullah
olan Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan göçdü. Vasiyyetini yerine
getirip, techîz eyledim. Ravda-i mukaddese kapısına götürdüm.
Izn istedim. O sâat kilit kendiliginden açılıp, bir ses
isitdim ki, (Habîbi habîbe kavusdurun. Habîbini çok özlemisdir)
diyordu.
Altmısaltıncı Menâkıb: Emîr-ül-mü’minîn Alî bin Ebî Tâlibin
“radıyallahü teâlâ anh”, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü
teâlâ anh” vefâtı sırasında söyledigi sözler söyle rivâyet olunmusdur.
Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” bu fânî âlemden,
bâki âleme göç etdiler. Mubârek yüzünü ve bedenini bir çarsaf
ile örtdüler. Medîne-i Münevvere; Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin, öbür âleme göç etdikleri gibi,
inleme ve aglama sesleri ile dolmus idi. Hazret-i Alî “radıyallahü
teâlâ anh” isitip, aglıyarak, (Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn)
diyerek geldi. Söyledigi sözlerin ma’nâsı budur: Nübüvvet hilâfeti
bugün bitdi. Geldi, o evin kapısında durdu. Ebû Bekr-i Sıddîk
hazretleri odada idi. Buyurdu: Yâ Ebâ Bekr. Sen Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” dostu ve musâhibi ve mûnisi
ve sırdası ve müsâviri idin. En evvel islâmı sen kabûl etdin.
Senin îmânın cümle kavmin îmânından kuvvetli ve güzel oldu.
Senin yakînin dahâ kuvvetli, Allahü azîmüssân hazretlerinden
korkun büyük oldu. Herkesden zengin, herkesden dahâ cömerd,
sen idin. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
üzerine en sefkatli, en yardımcı sen idin. Senin Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ile sohbetin, hepimizin sohbetinden
dahâ iyi idi. Hayr sâhiblerinin birincisi sensin. Senin iyiliklerin,
hepimizinkinden çokdur. Her iyilikde ileridesin. Hazret-i
Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-
ı serîflerinde, senin derecen en yüksek oldu. Ona en yakın
sen oldun. Ikrâmda, ihsânda, güzel huylarda, boyda, yasda,
basda, ona en çok benziyen sen oldun. Allahü teâlâ sana, çok
mükâfât versin ki, Resûlullaha herkes yalancı derken, sen, dogru
söylüyorsun, inandım, dedin. Sen onun kulagı ve gözü gibi
– 96 –
idin. Allahü teâlâ seni, Kur’ân-ı kerîmde (sıdk) ile sereflendirdi.
Resûlullaha en sıkıntılı zemânlarında yardımcı oldun. Herkes
Ondan kaçarken, sen Onun ile sohbet etdin. Seferlerde ve
sıkıntılı yerlerde halîfesi idin. Onun ümmetinin halîfesi ve dîninin
koruyucusu oldun. Câhiller dinden çıkarken, sen dîn-i islâma
kuvvet verdin. Herkes sasırdıgı zemân sen kükremis arslan
gibi ortaya çıkdın. Herkes dagılırken, sen Muhammed Mustafânın
yolunu tutdun. Eshâbın az konusanı ve en belîgi, edîbi
sen idin. Her sözün, her bulusun dogru, her isin temiz idi. Gönlün
herkesden kuvvetli, yakînin hepimizden saglam idi. Her
isin sonunu önceden görür, geri kalmısları islâma sokarak aydınlatırdın.
Mü’minlere sefkatli, afv edici baba idin. Islâmın
agır yükünü tasıdın. Islâmın hakkını herkes elden kaçırırken,
sen yerine getirdin. Sen rüzgârların oynatamıyacagı bir dag gibi
idin. Isin dogruluk idi, ilm idi. Sözün mertçe dogruyu bildirmek
idi. Gerici düsüncelerin ve bozuk inançların kökünü kazıdın.
Hak dînin agacını dikdin. Müskilleri, müslimânlara kolaylasdırdın.
Küfr ve mürtedlik atesini söndürdün. Rahmânın dînini
sen dogrultdun. Islâma, îmâna sen kuvvet oldun. Göklerde,
melekler arasında senin derecen çok büyükdür. Senin ölüm
musîbetin ve yeryüzünde, muhâcirîn ve ensâr arasında, senden
ayrılık yarası çok derindir, dedi. “Innâ lillah...” okuyarak çok
agladı. Mubârek gözlerinden kanlı yas akdı. Hak Sübhânehü ve
teâlâ hazretlerinin her kazâsına râzı olduk. Verdigi elemleri kabûl
etdik. Yâ Ebâ Bekr! Müslimânlara, Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” ayrılık acısından sonra, hiç senin ayrılık
acın gibi bir acı vâki’ olmadı. Sen mü’minlere sıgınak ve
dayanak ve gölge idin. Münâfıklar üzerine çok sert ve atesli
idin. Allahü teâlâ hazretleri, seni Muhammed Mustafânın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna kavusdursun. Bizi senin
ecrinden ve bereketinden mahrûm eylemesin. Senden sonra
bizi azgın hâle koymasın. Sahâbe-i güzînin “rıdvânullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” hepsi sessizce dinlemisler idi. Hazret-i Alînin
“radıyallahü teâlâ anh” kelâmı bitdi. Cümle yer ehli ve gök
ehli aglamaga basladılar. Dogru söyledin yâ Resûlallahın damâdı,
dediler.
Muhammed bin Cerîr-i Taberî, Tefsîrinin, Ankebût sûresini
tefsîrinde buyurmusdur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâ-
– 97 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:7
lâ anh” hazretlerine zehr verdiler. O zehr sebebi ile vefât etmisdir.
Açıklaması budur ki, hazret-i Sıddîk-ı ekberin hilâfeti günlerinde,
Hayber yehûdîlerinden bir yehûdî, Ebû Bekr “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerini, kendi evine da’vet etmisdi. Hâris
bin Kelde adlı arab tabîb de hazret-i Sıddîk ile berâber idi. Bir
tabak pismis pirinci sofra üzerine koydular. Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” Hârise buyurdu ki, ileri gel. Kendileri el
uzatıp, bir lokma alıp, mubârek agızlarına koyup, yidiler. Sonra
Hâris de el uzatıp, bir lokma alıp, agzına koydugu gibi lokmayı
dısarı atdı ve dedi ki, bu yiyecek zehrlidir. Bu zehr bir yıldan
sonra insanı öldürür. Te’sîrini bir yılda gösteren zehr katılmısdır.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” isitip,
üzüldü. Kendi kendi ile, bundan böyle âhıret azıgını gördü.
Hilâfetde ayık ve uyanık olup, nefsini ölmüs bilip, göz açıp kapayıncaya
kadar Allahü teâlâ hazretlerinin tâ’atından ve zikrinden
hâli olmadı [ihmâl etmedi]. Dâimâ aglar idi. Ve der idi: Allahümme
ente veli fiddünyâ vel âhıreti teveffenî müslimen ve
elhıknî bissâlihîn. [Yâ Rabbî! Sen benim, dünyâda ve âhıretde
velîmsin, sâhibimsin. Bana müslimân olarak ölmegi nasîb et ve
sâlih kullarının arasında bulundur.] Bir sene temâm oldu. Ebû
Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” o bir lokma zehrli yemekden
hasta olup, onbesgün yatdı. Dünyâdan âhırete göç etdi. Cemâziyilâhirin
yedinci pazartesi günü idi. O gün Abbab bin
Es’ed de Mekke-i Mükerremede vefât etdi. Mekke-i mükerremenin
emîri idi. Hazret-i Resûl-i ekrem onu emîr dikmis idi.
Ona da zehr vermislerdi.
Ülemâdan ba’zıları derler ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü
teâlâ anh” vasıyyet etdi ki, beni, benim ehlim Esmâ binti
Amr yıkasın. Oglum su döksün. Bana eski bir pestemâl ve eski
(köhne) bir kefen sarın. Zinhâr (sakın) bana yeni kefen sarmayın.
Yeni elbise diriye lâyıkdır ki, onun ile ibâdet etsin. Âise-i
Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki: Eger ben bilseydim
ki, hâtunlar erlerini yıkaması revâdır [câizdir], Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini bir gayri kimseye
vermeyip, gasl ederdim. [65.ci menâkıbda; Alî “radıyallahü
anh” hazretlerinin yıkadıgı yazılıdır. Burada hanımına vasıyyeti
yazılıdır. Bu vasıyyetini degisdirmis veyâ ictihâdı degismis
oldugu anlasılmakdadır.]