![]() |
Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm - Printable Version +- Dini Bilgi Forum (https://dinibilgi.info) +-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=25) +--- Forum: DiNi KISSALAR (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=69) +---- Forum: Dört Halifenin Kıssaları (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=71) +---- Thread: Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm (/showthread.php?tid=1337) |
Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm - SeliM35 - 10-11-2020 Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 3. Bölüm Ellidördüncü Menâkıb: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için haber verilen hadîs-i serîfler hakkındadır: 1– Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ ve an ebîhâ” buyurdular ki; Bir gece benim nöbetim idi. Seyyid-i âlem hazretleri benim hücreme [odama] geldi. Ben dedim: Bana, babam Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında birsey söyle. Buyurdular ki: Yâ Âise. Bana Cebrâîl aleyhisselâm Allahü teâlâdan haber verdi ki; Allahü teâlâ rûhları yaratdı. Cümle rûhlar arasından Ebû Bekrin rûhunu, Peygamberler ve mürsellerden sonra seçdi. Topragı Cennetdendir. Suyu âb-ı hayâtdandır. Allahü teâlâ Cennetde, Ebû Bekr “radıyallahü anh” için, yâkutdan bir kösk halk eyledi. O kösk (kasr) içinde, inciden çok serâylar halk etdi. Allahü teâlâ onun hakkındaki düâlarımı kabûl etmisdir. Ondan ma’siyyet [kötülük] meydâna getirmez. Tâatlar kapısını üzerine baglamaz. Kabrde komsum ve benden sonra halîfem Ebû Bekrdir. Cebrâîl ve Mikâîl aleyhimesselâm Ebû Bekrin hilâfetine berâberce bî’at ederler. Gökler ehli ve yerler ehli, seytânlardan ba’zısı, bir mikdâr cinnîler onu bilirler. Bu kadar meshûr Ebû Bekri “radıyallahü teâlâ anh” bilmeyen ve hurmet etmiyen benden degildir. Ben de ondan degilim. 2– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu. Bir kimse vardır ki, Cennete girdigi zemân, kösklerde, serâylarda, odalarda bulunan herkes ona merhabâ, merhabâ derler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” dedi ki, biz o kimseyi, o kasrlarda görür müyüz! Resûlullah aleyhisselâm buyurdu ki, Evet, yâ Ebâ Bekr, o mert sensin. – 63 – 3– Esâd bin Zürâh “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hutbe okurken gördüm. Ebû Bekre iltifât edici seyler söyledi. Nerede Ebû Bekr, buyurdu. Cebrâîl aleyhisselâm bana simdi haber verdi ki, Ümmetin hayrlısı, Senden sonra Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”. 4– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda, Ebû Bekr-i Sıddîk zikr olundu. Hazret-i Server-i âlem buyurdular ki, Ebû Bekrin misli gibi kimse olamaz. Insanlar beni tekzîb ederken, ya’nî yalanlarken o beni tasdîk etdi ve bana îmân getirdi. Herkes benden kaçarken, o bana kızını tezvîc etdi. Malını bana fedâ etdi. Benimle zor kaldıgımız sâatde ve gecede berâber mücâhede etdi. Âgâh olun ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıyâmet gününde Cennet develerinden bir deveye binmis olarak gelir. Egeri yesil zebercedden, yuları inciden, kendisi de sündüs ve istebrakdan yesil iki elbise giymis oldugu hâlde, bana anlatır, ben de ona anlatırım. Kıyâmet ehli derler ki, bunlar kimlerdir. Allahü teâlânın Resûlü Muhammed aleyhisselâm ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”, diyeler. 5– Hazret-i Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin son hastalıgında agrısı artdı. Buyurdular ki: Ebû Bekre emr edin, nâsa imâm olup, nemâz kıldırsın. Ben dedim ki, yâ Resûlallah! Ebû Bekr sizin makâmınıza geçince, aglamasından sesini kimse isitmez. Ömer bin Hattâbı emr edin, kavme imâmet eylesin. Resûlullah hazretleri yine buyurdu ki, Ebû Bekre söyleyin, kavme imâmet eylesin. Yine ben dedim, yâ Resûlullah! Ebû Bekr, sizin makâmınızda durmaga tâkat getiremez. Yine buyurdu ki, Ebû Bekre söyleyin. Kavme imâmet eylesin. Âise hazretleri yine buyurdu ki, Hafsaya varıp, dedim ki, sen Resûlullah hazretlerine söyle ki, babam Ebû Bekr imâmet makâmında durursa, aglamakdan kimse sesini isitmez. Hafsa “radıyallahü teâlâ anhâ” da söyledi. Yine Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki; Ebû Bekre söyleyin, kavme imâmet eylesin. Siz kardesim Yûsüf aleyhisselâmı sıkıntıya düsüren kimseler degil misiniz. Ben Ebû Bekr diyorum. Siz Ömer diyorsunuz. Hafsa “radıyallahü teâlâ anhâ” üzülüp, Âiseye “radıyallahü teâ- – 64 – lâ anhâ”, beni mahzûn etdin diyerek gitdi. 6– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu: (Izâcâ’e) sûresi nâzil oldugu vaktde, hazret-i Abbâs, hazret-i Alînin yanına geldi. Dedi ki, yâ Alî! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin vefâtlarını haber veren âyet gelmisdir. Bizler bilmeyiz, kendilerinden sonra kim halîfe olur, hangi kimsede karâr verir? Varalım Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna süâl edelim. Eger bu isi bize tevdî buyurursa, Kureysin bizim ile düsmânlıgı olmaz. Eger bizden gayriye buyurur ise, ricâ ederiz ki, o kimseye, bizim hakkımıza riâyet etmesi için vasiyyet buyursun. Abbâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîflerine vardı. Süâl etdi; yâ Resûlallah! Sizden sonra kim halîfe olur. Cevâb buyurdular ki, yâ Abbâs! Yâ Resûlallahın amcası. Allahü teâlâ, benim halîfeligimi Ebû Bekre vermisdir. Din üzerine kendi vahy eyledi. Benden sonra halîfe Ebû Bekr olur. Ebû Bekrin her söyledigini kabûl edin, necât ve felâh bulursunuz. Ona mutî’ olun, dogru yolu bulursunuz. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, Onlar Ebû Bekr hazretlerine mutî’ oldular; dogru yolu buldular. Her kim ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” hilâfetini hak bilip, bütün sahâbe- i kirâmı dost tutar, dogru yolu bulur ve emîn olur. 7– Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîflerinde idik. Kays kabîlesinden bir gürûh geldi. Ileri-geri ba’zı sözler söyleyip, sorular sordular. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine müteveccih olup, buyurdular ki, söylediklerini, duydun mu? Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” duydum, yâ Resûlallah! dedi. Simdi, o hâlde onlara cevâb ver, buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr onlara gâyet güzel cevâblar verdi. Resûlullah hazretleri buyurdular ki, “Yâ Ebâ Bekr, Allahü tebâreke ve teâlâ sana Rıdvân-ı Ekber versin.” Sahâbe-i güzînden birisi dedi ki, Yâ Resûlallah! Rıdvân- ı Ekber nedir? Buyurdular ki; Allahü teâlâ âhıretde cümle kullarına umûmî tecellî eder. Ebû Bekre “radıyallahü anh” husûsî tecellî eder. 8– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki; Ceb- – 65 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:5 râîl aleyhisselâm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine geldi. Çok zemân yanında kaldı. Vahy söyledi. O esnâda Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” geldi, geçdi. Resûl-i ekrem hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâma buyurdu ki, yâ Cebrâîl, siz semâda Ebû Bekri bilir misiniz? Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, evet. Seni halka Peygamber gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Ebû Bekr gökde yerdekinden dahâ çok meshûrdur. Göklerdeki adı Halîmdir. 9– Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden rivâyet eder. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular: Beni mi’râca götürdükleri gece, Allahü teâlânın huzûrunda durdum. Bana buyurdu. Yâ Ahmed! Ehlini kime ısmarladın. Dedim, Ebû Bekr-i Sıddîka. Allahü teâlâ buyurdu: O benim kullarımın, senden sonra, en sevgilisidir. Benden ona selâm götür. 10– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Ben, mi’râca çıkdıgımda, Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonra halîfe, Alî ibni Ebî Tâlib olsun. Melekler muzdarib olup, dediler: Allahü teâlâ diledigini yapar. Halîfe senden sonra Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”. 11– Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: Her kim rü’yâda beni görmüsdür. Muhakkak beni görmüsdür. Zîrâ seytân benim sûretimde görünmez. Her kim, Ebû Bekri uykuda görür. Ebû Bekri görmüsdür. Zîrâ seytân Ebû Bekrin sûretinde de görünmez. 12– Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” dedi. Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim, buyurdu: Semâya yükseldigim gece [Mi’râc gecesi], Rabbim azze ve celle bana Ebû Bekrin sesi ile hitâb buyurdu. Benim gönlümden geçdi ki, bu ses Ebû Bekrindir. Hak sübhânehü ve teâlâ kalbimden geçen endîseyi bilip, buyurdu: “Yâ Ahmed! Mûsâ bin Imrân ile konusurken, onun gönlünü gördüm ki, kavminin hepsinden Hârûnu dahâ çok sever. Ona Hârûnun sesi ile hitâb etdim. Senin gönlünü gördüm ki, Ebû Bekri çok seversin. Sana Ebû Bekrin sesi ile hitâb etdim.” – 66 – 13– Rivâyet edilmisdir ki, bir gün ögle nemâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmisbin melek ile gelerek, En’âm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin evinde topladı. Çırag yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Çırag ısıksız oldu. Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr, çıragı ısıklandır. Bir sâat sonra yine karardı. Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu. Yâ Ebâ Bekr, çıragı rûsen et. Hazret-i Ebû Bekr, çıragı [kandili] rûsen etmek [ısıgını çogaltmak] için kalkdı. Bakdı ki kandilin yagı tükenmis. Dedi ki, yâ Resûlallah! Kandilde yag kalmamıs. Bu gece yag almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım. Hazret-i Resûlullah buyurdular ki, bir mikdâr kendi agzının tükrügünden kandile damlat. Âise-i Sıddika hazretleri buyurur ki, babam bir mikdâr agzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i serîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ısıgı çogaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr ve fermânı ile siddetli bir ısık oldu ki, Eshâb- ı kirâmın gözlerini kamasdırdı. Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: Bu kandili söndürmeyiniz! Kırk gün kırk gece o kandil, Âise-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı. Bir münâfık hazret-i Âisenin evine geldi. O kandili gördü. Ne acâib kandil, kırkgün kırk gecedir sönmez, dedi. O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi: Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur: Ben çesm-i bed [fenâ bakıslı] kullar da yaratdım. Eger o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” agzının suyunun bereketi ile sönmez idi. 14– Nakl eylemislerdir ki, bir gün Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi: Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana selâm söyler. Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ yetmis dünyâ büyüklügünde bir âlem halk etmisdir. Onun zemîni beyâz misk ile döselidir. Orası, arsdan bir igne atsan, zemîne düsmiyecek seklde melekler ile doludur. Allahü teâlâ o melekleri yaratdıgı günden beri, tesbîh ve tehlîl ederler. Sevâbını Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin muhiblerine (sevenlerine) bagıslarlar. 15– Dogru rivâyet ile rivâyet olunmusdur: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, buyurdu: Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri annesinden dogdugu gün, göklere bir senlik – 67 – geldi. Allahü tebâreke ve teâlâ, Adn Cennetine nidâ buyurdu ki, izzim ve celâlim hakkı için, sana yalnız Ebû Bekri sevenleri koyarım. Cehenneme nidâ buyurdu ki, izzim ve celâlim hakkı için, sende Ebû Bekrin düsmânlarından ziyâde kimseye azâb etmem. Kıyâmet kopup, nidâ gelir ki, Yâ Ebâ Bekr! Ben ki Cebbâr-ı âlemim. Senin dostlarını, senin istedigin yere koyacagım. Bu rivâyet onun üzerine delîl olur. Her kim ki, Ebû Bekr hazretlerini düsmân bilirse, onun îmânı onun ile pâyidâr olmaz [devâm etmez]. Her kim ki, hazret-i Ebû Bekri dost tutar. Onun küfrü onunla pâyidâr olmaz [devâm etmez]. 16– Enes bin Mâlik ve Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anhümâ”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden rivâyet ederler. Buyurdular ki: Allahü teâlâ hazretlerinden dünyâya veyâ âhırete âid bir istegi olan kimse, gece kalkıp, gusl edip veyâ abdest alıp, iki rek’at nemâz kılsa, her rek’atinde bir Fâtiha ve üç kerre sûre-i Ihlâs okusa, selâmdan sonra basını secdeye koyup, Yâ Rabbî, benim istegimi Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hurmetine yerine getir, diye düâ etse; Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîk hurmetine istegini verir. 17– Dogru rivâyet ile, Fahr-i âlem hazretlerinden gelmisdir. Buyurdular ki: Beni Mi’râca götürdükleri gece, Cennet-i a’lâda karsıma gelen bir hûrî gördüm. Cebrâîl aleyhisselâm da yanımda idi. Cebrâîl elini gözü üzerine koydu. Yâ Cebrâîl, niçin elini gözünün üzerine koydun ve yüzünü bu hûrîden döndün, dedim. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, yâ Resûlallah! Bana destûr [izn] yokdur, o hûrîye bakayım. Hûrî benim yanıma geldi ve bana selâm verdi. Cevâb verdim. Bana dedi ki, yâ Resûlallah! Benim hâcem [efendim] nasıldır. Ben dedim ki, senin efendin kimdir. Dedi ki: Benim efendim o kimsedir ki, sana evvel îmân getiren o oldu. Sonra malını ve cânını sana fedâ etdi. O Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Ben dedim ki, yâ hûrî, sen Ebû Bekr-i Sıddîk için misin. Evet yâ Resûlallah, dedi. Sen Ebû Bekr-i gördün mü? Evet gördüm, eger istersen simdi de onu sana göstereyim, dedi. Göster, dedim. O sâat elinin ayâsını açdı. Ayâsında hazret-i Ebû Bekrin sûretini gördüm “radıyallahü teâlâ anh”. 18– Ömer-ibnül-Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Bes kimseden baskası için ayaga kalkmayınız. Anne- – 68 – ye, babaya, size Kur’ân-ı azîmüssân ta’lîm eden hocaya, âlime, ki ilme hürmet için. Serefleri dolayısı ile seyyidlere ve adlinden dolayı âdil sultâna.) Ömer bin Hattâb “radıyallahü anh” der ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu hadîs-i serîfi buyurdugu zemân, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” meclis- i se’âdete geldi. Peygamber hazretleri onun için ayaga kalkdı. Hazret-i Ebû Bekr oturmayınca, kendileri de oturmadılar. Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri dediler ki, yâ Resûlallah! Bize buyurdunuz ki, bu bes kimseden baskası için ayaga kalkmayınız. Siz Ebû Bekr için ayaga kalkdınız. Buyurdular ki, Cebrâîl aleyhisselâm gelip, önümde oturmus idi. O sırada Ebû Bekr mescide girdi. Hazret-i Cebrâîl dedi ki, Yâ Muhammed! Ebû Bekr geldi. Ben dedim, yâ Cebrâîl! Ebû Bekri tanır mısın. Dedi ki, yâ Muhammed! Ebû Bekr, melekler yanında meshûrdur ki, senin yeryüzünde tanıdıgın gibi, onu tanırlar. Cebrâîl aleyhisselâm Ebû Bekr-i Sıddîk önünde ayaga kalkdı. Ben de kalkdım. Yâ Ömer, bir yerde ki, Cebrâîl aleyhisselâm ayaga kalkar, ben kalkmaz mıyım! Ebû Bekre hürmetinden ötürü, hazret-i Ebû Bekr oturmayınca, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm oturmadı. Ben de oturmadım. 19– Dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Allahü teâlâ hazretleri, beni kendi nûrundan halk etdi. Ebû Bekri benim nûrumdan halk etdi. Âiseyi Ebû Bekrin nûrundan halk etdi. Mü’mine hâtunları, Âisenin nûrundan yaratdı. Her kim ki, bu büyükleri sever. Allahü teâlâ o kimsede bir nûr halk eder ki, onun ısıgında, kabrin ve kıyâmetin karanlıgından o kimseye necât verir. O ısık ile, Cennât-i Adna gider. Her kim ki, onları sevmez. Allahü teâlâ hazretleri o kimsede asla nûr halk etmez. [Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermezse, o münevver olamaz.] 20– Hazret-i Enes “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir vakt hastalandı. Hastalıgı uzadı. Bir sabâh hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ziyâretine gitmis idi. Zîrâ, her isi herkesden evvel yapmagı severdi. Bu âdet-i serîfesi idi. Varıp gördü ki, Resûlullah hazretleri evinde yatmıs, mubârek basını Dıhye-i Kelbînin “radıyallahü teâlâ anh” dizine koymusdu. Hazret-i Ebû Bekr, Dıhye-i Kelbî- – 69 – ye selâm verip, Resûl-i ekremin hâli nasıldır, dedi. Dedi ki, hayrdır ey halîfe-i Resûlillah! Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki; Allahü teâlâ sana hayr versin. Iyi karsılıklar versin. Bu müjdeyi bana verdin. Dıhye “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Ebâ Bekr! O Allahü teâlâ hakkı için ki, Ondan gayri Allah yokdur, ben seni gayrilerden, herkesin sevdiginden çok severim. Senin benim yanımda hediyyelerin vardır, Sana ulasdırayım. Sen Allahü teâlânın Resûlünün halîfesisin. Enbiyâ ve Mürsellerden sonra, Âdemogullarının seyyidisin “aleyhissalâtü vesselâm”. Sana tâbi’ olan ve seni seven felâh bulur. Arâbî lugatında, bütün hayrlar, iyilikler, felâh kelimesinde toplanmısdır. Felâh; dünyâ ve âhırete âid isteklerin yerine gelmesine derler. Denilmisdir ki, felâh dört seydir: Bir bekâ ki, fenâsı olmıya. Bir gınâ [zenginlik] ki, fakîrligi olmıya. Bir izzet ki, zelîlligi olmıya. Bir ilm ki, cehli olmıya. Seni sevmiyen ve sana uymayan ziyân etdi. Her kim ki seni dost tutar, Resûlullah hazretlerinin dostlugu ile dost tutar. Her kim sana bugz eder. Resûlullah hazretlerine bugzu olmak sebebi ile sana bugz eder. Senin dostun hakîkatde Allahü teâlâ hazretlerinin ve Resûlünün dostudur. Senin düsmânın, hakîkatde Allahü teâlâ ve Resûlünün düsmânıdır. Her kim ki, seni düsmân tutar. Muhammed Mustafânın sefâ’ati o kimseye vâsıl olmaz. Her kim ki, Muhammed Mustafânın sefâ’atinden mahrûm olur. O kimse Allahü teâlânın rahmetinden de mahrûm kalır. Yâ Ebâ Bekr, sen bunun için iyi ve azîzsin; yakın gel. Yakın geldigi ânda, Dıhye gayboldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” de uykudan uyandı. Buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Bu süâl- cevâb seklindeki konusma nedir? Ebû Bekr hazretleri de Dıhye ile yapdıgı musâhabatı haber verdi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! O Dıhye degil idi. O Cebrâîl-i emîn idi. Sana haber verdi o ismlerden ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri onları sana tesmiye etdi [sana verdi]. Cebrâîl, senin muhabbetini mü’minlerin kalbine saldı. Bugzu da, kâfirlerin kalbine saldı. 21– Ebû Sa’îdil Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: Kıyâmet günü olunca, Allahü tebâreke ve teâlânın emri ile ars önünde kırmızı altından üç kürsî konulur. Mahser meydânı onların nûru ile nûrlanır, aydınlanır. Biri bir – 70 – kenârda, biri öbür kenârda, biri ortada kurulur. Ibrâhîm aleyhisselâm gelip, Allahü teâlânın emri ile bir kenârdaki minber üzerine oturur. Ben de (Muhammed aleyhisselâmım); öbür kenârdaki minber üzerine otururum. Orta yerde olan minber bos kalır. Bir münâdî, seslenir ki, Ebû Bekr-i Sıddîk nerededir. Ebû Bekr-i Sıddîkı durdugu yerden ta’zîm ile getirirler. Ortadaki minber üzerine oturturlar. Sonra bir münâdî seslenir ve der ki, Halîl ve Habîb arasında Sıddîkın bulunması ne hosdur, ne güzeldir. Sonra Allahü teâlâ hazretleri üçünden hicâbı kaldırıp, tecellî eder, dîdârını gösterir. Ben, bas gözü ile, Allahü teâlâyı müsâhede ederim. Ibrâhîm de müsâhede eder, Ebû Bekr de müsâhede eder. 22– Ebû Ubeyde bin Cerrâh “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Mi’râc gecesi, Arsa vardıgım zemân, bir nidâ edici, Ars-ı a’lâdan, yâ Muhammed, yâ Muhammed, diye nidâ etdi. Ben dedim ki, buyur, buyur yâ Rabbî. Ikinci kerre, yâ Muhammed, yâ Muhammed, Ebû Bekre muhabbet eyle ki, Ebû Bekr-i Sıddîkı ben severim, diye seslendi. Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek elini Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin omuzuna koyarak, buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr! Kullar, Allahü teâlâ hazretlerinin huzûruna daglar misilli günâh ile çıksalar, kalblerinde senin muhabbetin olsa, Allahü teâlâ onların günâhlarını afv eder. 23– Haberde gelmisdir ki, Bedr gazâsında, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” çadır gibi bir arsın altında gölgelenip, oturmuslardı. Müslimânlar kâfirler ile mukâtele [muhârebe] ederlerdi. Bir arab, muharebe meydânından arsın (çadırın) kapısına geldi. Dedi ki, yâ Ebâ Bekr! Kalk dısarı gel, muhârebe eyle ki, eshâbın bir bölügü sehîd oldular. Resûlullah hazretleri o araba mâni’ olup, buyurdu ki, (Allahü teâlâ, Ebû Bekri, Resûli için enîs, dost, vezîr, arkadas eylemisdir.) Arab, döndü ve (Hâlin ne hosdur, ey Ebû Bekr) dedi. 24– Diger bir haberde gelmisdir. Islâm askeri Tebük gazâsında idiler. Siddetli gazâ oluyordu. Iki tarafın da askerleri kuvvetli idi. Temmuzun sıcagında ögle vakti, toz cihânı kaplamıs idi. Islâm askeri ile, küffâr birbirine girmisdi. Siddetli muhâre- – 71 – be ile mesgûl idiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yedi yâri ile ki, Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Ebû Zer, Talha, Sa’d, Sa’îd “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleridir, berâber kumanda mevki’inde oturmuslar idi. Muhârebe siddetlendi. Islâm askeri bir mikdâr za’îf oldular. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Sa’d ve Sa’îde buyurdular ki, imdâda varınız. Ikisi de kalkıp, muhârebeye gitdiler. Sonra, Ebû Zer ile Talhaya buyurdular ki, siz de varınız. Onlar da vardılar. Sonra, Ömer ve Osmân hazretlerine buyurdular ki, siz de imdâda varınız. Onlar da vardılar. Bir sâat geçdi. Hazret-i Ebû Bekre de muhârebeye gitmek sevki gâlib oldu. Kılınç çekip, atının dizginini çekdigi gibi, Resûlullah ”sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hazret-i Sıddîkin bileginden tutdu. Buyurdu ki; (Sen savasa gitme yâ Ebâ Bekr), ya’nî, yâ Ebâ Bekr, senin isin muhârebe etmekde degil, buradadır. Sen burada, gönlümüzü ve gözümüzü cemâlin müsâhedesi ile sâdümân [ziyâde sevinçli] tut. Yâ Ebâ Bekr, dünyâda her eziyyet ve derd ki, bedenime ve kalbime erisiyor. O eziyyet ve derd, senin cemâlinin müsâhedesi ile, benim üzerimden kalkıyor. Bu habere benzeyen baska da bir haber gelmisdir. Bedr gazâsında, Ramezân-ı mubârekin onyedinci Cum’a günü idi. Bu haberin râvisi, Abdüllah bin Mes’ûddur “radıyallahü teâlâ anh”. Der ki, o gazâda ben de hâzır idim. Benden âciz kimse yokdu. Lâkin Ebû Cehlin basını ben kesdim, getirdim. Iki asker birbirine erisdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini, Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr- u serîfinde gördük. Hazret-i Sıddîk kendi oglunu kâfirler safında gördü. Gayret ve hamiyyet-i dîniyyesi galebe gelip, din gayreti ile ortaya çıkıp, yâ Resûlallah bana izn ver, tâ kâfirler ile muhârebe edeyim. Onların kalblerine vurayım. Oglumun basını kendi elim ile keseyim, dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, yâ Ebâ Bekr! Harbe katılma. Benim yanımda, gözüm ve kulagım gibi oldugunu bilmiyor musun, buyurup, hazret-i Ebû Bekri; Allahü teâlânın selâmını ve kelâmını isiten mubârek kulaklarına ve Allahü teâlâyı bilmedigimiz seklde gören mubârek gözlerine benzetdiler. Server-i âlem Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek baslarından kadem- i serîflerine kadar herbir a’zâsı güzel idi. Velâkin mubârek – 72 – gözleri ve kulakları cümle a’zâlarından dahâ güzel idi. Dogudanbatıya bütün müslimânlar, muvâfık ve muhâlif hepsi bilirler ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” çok kerre, kulagından ve gözünden dolayı düâ buyurmusdur. (Ey benim Allahım! Beni kulagım ve gözüm ile fâidelendir. Benim gözümü ve kulagımı benden sonra ümmetime mîrâs bırak.) Allahü teâlâ bu iki düâya icâbet etmisdir. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini hayâtda Ebû Bekr ile fâidelendirmisdir. Vefâtlarından sonra, Ebû Bekri mîrâs tutucu halîfe etmisdir. Bu iki düâ, o iki düâya benzer ki, Ebû Bekr hazretlerine buyurmuslar idi: (Allahü teâlâ, sana, hayâtımda ve vefâtımdan sonra, benim tarafımdan en iyi karsılıklar versin!) Bu düâların temâmını Allahü teâlâ kabûl buyurmusdur. Zîrâ, islâm dîni önce ve sonra, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ile karâr tutdu. Mâlik bin Enes, Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur: (Eger Ebû Bekr olmasa idi, Allahü teâlâ hazretlerine ibâdet olunmaz idi.) Önce kimse müslimânlıga gelmezdi. Sonra da kimse müslimânlık üzere kalmaz idi. Her kim ki, o islâm dînine geldi; ki Allahü teâlânın tevfîki ile geliyordu. Lâkin Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin islâma gelmesi bunlara sebeb idi. Iyi düsünürsen, istersen, bu sözlerin dogru oldugunu anlarsın, bilirsin. 25– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, son hastalıgında, vefâtları yaklasdı. Cümle halk [ya’nî Eshâb-ı kirâm] hüzünlü ve telâslı idiler ve muzdarib oldular. Lâkin Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, temâm ilmi, sekînesi ve hilmi ve fadlı, aklı ve tedbîri sebebi ile, o fitnelerde ve âfatlarda, hilâf ve ihtilâflarda, halka dermân olurdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdiler. Ihtilâf oldu. Hazret-i Server-i âlem, dâr-ı bekâya [âhırete] irtihâl etdikde [göçdükde], bir kısm dedi ki, vefât etdi, bir kısm dedi ki vefât etmedi. Her iki kısm toplanıp, kılınçlar çekildi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, hücre-i se’âdete girdi. Rıfk ve karârlılık ile, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, yasdıgı yanına geldi. Mubârek yüzünü kıble tarafına yöneltip, üzerine bir çarsaf örtmüsler idi. Mubârek yüzünden örtüyü açıp, bakdı ki, dünyâ âleminden, âhırete göçüp, yok olmıyan mukad- – 73 – des rûhlarının Allahü teâlâ katına ulasdıgını anladı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” böyle gördükde, durdugu yerden dizleri üzerine düsdü. Bir sâat mikdârı, yüzünü, gözünü Resûlullah hazretlerinin mubârek eline ve ayagına, yüzüne sürdü. Nûrlu yüzüne bakarak, gözyaslarını nisân yagmuru gibi dökdü. Buyurdu ki, anam-babam sana fedâ olsun. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin sana yazdıgı ölümden acı çekdin ve siddeti tatdın. Bundan sonra acı çekmezsin. Hiç mihnet dahî bulmazsın. Kalkıp evden dısarı geldi. Minbere çıkdı. Elhamdülillah, Vessalâtü... okudukdan sonra, Yâ kavm! Her kim, sizden hazret-i Muhammede “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” taparsa, hazret- i Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etmisdir. Her kim sizden Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine taparsa, Allahü sübhânehü ve teâlâ ölmez, dedi. Eshâb-ı kirâm arasındaki ihtilâf kalkdı. Sâkin ve râhat oldular. Sonra da, hangi mekâna defn edelim diye ihtilâf etdiler. Muhâcirler dediler ki, Mekke-i Mükerremeye götürelim. Ensâr dediler, Medîne-i münevverede defn edelim. Bir kısmı dedi, Sâma götürelim. Bir kavm dedi ki, Yemene götürelim. Söz uzadı. Husûmet zuhûra gelecek idi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden isitdim. Buyurdular ki: (Peygamberler, rûhları kabz olundukları mekâna defn olunurlar!) Bütün sahâbîler, bu kavle râzı olup, sâkin oldular. Bir kerre de, hilâfet ahvâli için ihtilâf etdiler. Muhâcirler dediler, halîfe bizden olsun. Ensâr dediler, halîfe bizden olsun. Bir kısm da dedi, halîfe iki olsun. Biri Ensârdan olsun, biri muhâcirden olsun. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, minbere çıkdı. Hamd, senâ ve salât ve selâm etdikden sonra, buyurdu ki, (imâmet ve hilâfet isi sirketle olmaz. Zîrâ iki kılınç bir kında olmaz. Bir evde iki sâhib olmaz. Bir mescidde iki muhtelif kıble dogru olmaz. Imâm Kureysden olur. Her kim Kureysden degildir, imâmlıgı [halîfeligi] olmaz. Bunları Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim.) Muhâcir ve Ensâr, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sözünü isitdiler ve hepsi kabûl etdiler. Ihtilâf kalkdı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Bir de Üsâme “radıyallahü teâlâ anh” hakkında ihtilâf etdi- – 74 – ler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri hayâtlarında, sekizbin yigit kimseyi, Sâm tarafına gönderip, Üsâmeyi “radıyallahü teâlâ anh” onların üzerine emîr ta’yîn buyurmusdu. Kendi mubârek eli ile Üsâmeye bir alem [bayrak] vermislerdi. Onlar ile mesgûl olmakdan kurtulmuslar idi. Lâkin, Üsâme hazretleri Medîneden çıkmadan, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhıret âlemine göçdüler. Muhâcir ve Ensâr ittifâk etdiler ki; o askeri Sâm tarafına göndermiyeler. Böyle bir zemânda yehûdîler ve hıristiyanlar bir yandan, mürtedler ve münâfıklar bir yandan rencîde ederlerdi. Eger bu zemânda, bu kadar askeri kendimizden uzak tutarsak, sonra bizim hâlimiz nice olur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular ki, o Allahü teâlâ hakkı için ki, ondan baska Allah yokdur, eger kırlardaki kurtlar gelseler, ortalık bos oldugu için, evlâd ve ıyâllerimizi evlerimizden dısarı çekseler de, o alemi [bayragı] ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mubârek eli ile baglamısdır, geri döndürmem. O sâatde Üsâmeyi askeri ile Sâm tarafına gönderdi. Yehûdîler ve digerleri bunu gördüler. Kalblerine korku düsdü. Düsündüler ki, eger islâm dîni dogru olmasa idi, böyle zemânda, bu kadar askeri kendilerinden uzaga göndermezlerdi. Bundan dolayı, Ebû Zer ve Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anhüm” ve imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Mâlik, imâm-ı Sâfi’î gibi imâmlar dediler ki: Eger Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri olmasa idi, kimse önce îmâna gelmezdi. Eger Ebû Bekr hazretleri olmasa idi, sonunda kimse islâm dîni üzere kalmazdı. Dogru rivâyet ile gelmisdir: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, ikisi Mekke-i Mükerremeden hicret buyurdular. Her ikisi birbirine refîk, sefîk, musâhib oldular. Medîne-i münevvereye yaklasdılar. Yolun sag tarafına dogru bir mikdâr döndüler. Tâ Benî Âmir ve Benî Avf hurmalıgı yanına geldiler. Develerden indiler. Develerin dizlerini bagladılar, oturdular. Haber Medîneye erisdi. Halk sürûr ve ferâhla ziyârete geldiler. Hizmet-i serîflerine erisdiler. Gördüler ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr-i Sıddîk, iki ay ve günes gibi, hilye-i serîfleri [görünüsleri] birbirine benziyen iki zât gibi gördüler. – 75 – Hangisinin Resûlullah oldugunu bilemediler. Ebû Bekre selâm verdiler. Medh ve senâ etdiler. Hizmetinde ayak üzere durdular. Süâl sormagı edebsizlik kabûl etdiler. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” nas [insanlar] ile söylesmekde, nasihât vermekde, hizmet etmekde iken, Resûlullah hazretleri, vekâr ile sessiz oturuyordu. Lâkin kimse ikisini birbirinden fark edemezlerdi. Tâ ki, günesin harâreti hazret-i Resûlullahın üzerine geldi. Hazret-i Ebû Bekr kalkıp, ridâsını çıkarıp, eli ile Resûlullah hazretleri üzerine gölgelik etdi. O zemân Medîne ehli, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini bildiler. Ellibesinci Menâkıb: Ey azîzler. Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” hidâyet ve riâyeti, evvelki menâkıblarda anlatıldı, isitdiniz. Sonra da kifâyet ve inâyeti, sonraki menkıbelerde anlatıldı, isitdiniz. Ebû Bekr-i Sıddîkın fadl ve kadrinden, seref ve fahrinden ve cemâl ve câhinden önce ve sonra söylenenleri isitmissinizdir. Tatlı ve sirin ibâre ile bir de benden isitiniz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâmı ilk gördügü esnâda, ondan birsey isitmedi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm kırmızı yâkutdan bir taht üzerinde Hirâ dagında göründü. Hazret-i Habîbullah onu görünce korkdu. Hemen oradan acele ile geri dönüp, hazret-i Hadîcenin “radıyallahü teâlâ anhâ” se’âdethânesine geldi. Buyurdu ki: Yâ Hadîce! Ben bilmem ki bana ne oldu. Çabuk Ebû Bekri bulup, yanıma getirin. Gördügüm nesneyi Ebû Bekre söyliyeyim. Biraz sükûnet ve râhatlık bulayım. Hazret-i Hadîce varıp, hazret-i Ebû Bekri çagırdı. Dedi ki, yâ Ebâ Bekr, Muhammed, seni ister. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” kalkıp, geldi. Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Sana ne oldu ki, sen kendi hâlinde degilsin, sende degisiklik olmus, dedi. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr! Ben Hirâ dagının basında idim. Havada yâkut kürsî üzerinde oturan bir sahs gördüm. Melek mi, cinnî mi, insanoglu mu bilmedim. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” bir müddet düsündü. Sonra dedi ki, yâ Muhammed “aleyhisselâm”, ben eve gidiyorum. Sen Hadîceyi yanına çagır. Yanında otursun. O görünen her kim ise, yine evvelki gibi gelip, görünür. Siz onu gördügünüzde, o vakt, Hadîceye buyur, basını açsın. Eger o kimse, Hadîcenin basının saçına bakarsa, bil ki, Iblîsdir. Eger bakmaz ise, bil ki, Cebrâîldir. – 76 – Ey müslimânlar isidin ve fikr edin. O vakt ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri de, kendi isinde sâkin olmamıs idi. Ebû Bekr-i Sıddîk, hazret-i Server-i kâinâta sükûnet verdi. La’net ve toprak o la’înlerin basına olsun ki, hazret- i Ebû Bekr-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anh” çirkin seyler söylerler. Bunun benzeri o haber, Emîr-ül mü’minin Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin rivâyeti ile oldu. Bedir günü idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri kendi eshâbının azlıgını gördü ki, üçyüzonüç kimse idiler. Küffârın çoklugunu gördüler, bin kisiye yakın idi. Mubârek yüzünü kıble tarafına dönüp ve iki ellerini yukarı kaldırıp, (Ilâhî! Bize va’d etdigin zaferi nasîb et. Yâ ilâhî! Eger, küffâr bugün müslimânlar üzerine gâlip olsalar ve bu kavmimi burada helâk etseler, bir dahâ kıyâmete dek, dünyâda kimse Seni bir bilip, birligini zikr etmez) buyurdu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” öteden gelip, Resûlullah hazretlerine mülâzemet edip, dedi ki, yâ Resûlallah! Bundan sonra, Allahü teâlâ hazretlerine, bu derece korkarak, kendinizi üzerek düâ etmeyiniz. Zîrâ, Allahü tebâreke ve teâlâ va’dinde durup, Size zafer nasîb eder, küffârın serrini Sizden uzaklasdırır. Hemen Cebrâîl aleyhisselâm nâzil olup, besbin melek, kendisi ile berâber kâfirler ile harb etmek üzere geldi. Dedi ki, yâ Muhammed! Ebû Bekrin bu sözleri söylemesi üzerine, biz silâhlarımız ile geldik ki, senden bu serri def’ edelim, buna kâfiyiz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hadîcenin “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin se’âdethânesinde üzüntülü iken, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” Cebrâîl aleyhisselâmın yol göstermesi ile müjde verdi. Resûlullah aleyhisselâtü vesselâm Bedr gazâsında aglardı. Ebû Bekr hazretleri ona, Hak Sübhânehü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin yardımı ile zafer bulacagı müjdesini verdi. Bu cümleyi onun için söylerim ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretlerine, kulak ve göz menzilesinde olmusdur. Zîrâ, bedenin bütün organlarından önce, bir sesi kulak isitir. Görülecek bir seyi, bedenin bütün organlarından evvel göz görür. Cebrâîl aleyhisselâm, Hadîce “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin se’âdethânesine bir dahâ gelince, hazret-i Hadîce mubârek basını açdı. Hazret-i Cebrâîl yüzünü döndürdü. Ebû Bekr “radıyallahü teâ- – 77 – lâ anh” dedi ki, Yâ Muhammed! Bu o nâmûsu ekberdir. Ya’nî Cebrâîl aleyhisselâmdır. Hazret-i Âdem aleyhissalâtü vesselâm vaktinde hazret-i Âdeme, hazret-i Mûsâ aleyhissalâtü vesselâm vaktinde, hazret-i Mûsâya geldi. (Isâret): O Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ki, Hadîcenin basının saçını, hazret-i Cebrâîlin mubârek gözünden korudu. Çirkin iftirâya tutulan Âiseyi, kullarından muhâfaza edemez mi idi ki, muhâfaza etdi. (Nükte): Insan vücûdunda basdan ayaga dek, hiçbir uzv, kulakdan ve gözden fazîletli degildir. Bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ümmeti arasında da Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden üstün ve fazîletli kimse yokdur. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri pazara vardı. Dükkânını açdı. Sasırmıs olarak, âsık ve bası dönük, saskın beklerdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Hirâ dagına gitdi. Cebrâîl aleyhisselâmı bekliyor idi. Cebrâîl aleyhisselâm IKRA’ sûresini getirdi. Dedi ki, hemen simdi, geri dön ve halkı dîne da’vet eyle! Yâ Muhammed! Eger bu sâatde bir kimse müslimân olursa, kıyâmete kadar dünyâ selâmetde kalır. Eger bu sâat, insanların ileri gelenlerinden bir kimse müslimân olmaz ise, geri gel, seni kanadım üzerine alıp, Kabe kavseyne götüreyim. Tekrâr gelip, yer ehlini helâk edip, intikâm alayım. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hirâ dagından geri, Mekke-i Mükerremeye geldi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” da Mekke-i Mükerremeden çıkıp, Hirâ dagına dogru gitmege basladı. Yolda birbiri ile karsılasdılar. Muhabbet ile sarıldılar. Server- i âlem buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr, nereye gidiyorsun. Ebû Bekr “radıyallahü anh”, Sizin huzûr-ı serîfinize geliyordum, yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”, Siz nereye gidiyorsunuz, dedi. Sultân-ı Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular: Senin yanına geliyordum. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki: Hangi maksad için geliyordunuz. Resûlullah, buyurdular ki: Ben Allahü tebâreke ve teâlânın Resûlüyüm. Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki: Delîlin nedir. Resûlullah buyurdu: O vâkı’a [rü’yâ] ile ki, sen onu Sâmda gördün. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki; Dogru söyledin, simdi ne buyurursun. Resûlullah buyurdu: Onu derim ki, müslimân olmalısın. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki, müslimân oldum. Ne buyurursun. Resûlullah oradan hemen Hirâ dagına var- – 78 – dı. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmı gördü. Dedi ki; Yâ Cebrâîl! Müjdeler olsun sana ki, Ebû Bekr müslimân oldu. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm da dedi: Yâ Muhammed! Sana da müjdeler olsun ki, dünyâ; kıyâmete kadar helâk olmakdan ve zevâlden emîn oldu [kurtuldu.]. Yâ Muhammed! Kıyâmete kadar her kim dirlik bulur, o Ebû Bekrin dirligi bereketi iledir. Kıyâmete kadar her kim müslimân olursa, o da Ebû Bekrin islâmı bereketi iledir. Yâ Resûlallah! Hak sübhânehü tebâreke ve teâlâ hazretleri kıyâmet gününde emr eder, mahlûkların evvelinden sonuna kadar hepsini Arasat meydânına toplarlar. Iyi olanları Arsın sag tarafında dururlar. Bedbaht olanları sol tarafında dururlar. Ondan sonra, Allahü teâlâ hazretleri, bana, buyurur, senin elini tutup, Arsın üstüne götürürüm. Sonra Ebû Bekr-i Sıddîkın da elini tutup, Arsın üstüne götürürüm. Sonra, onsekiz bin âlemin halkı ve yüzyirmidört binden ziyâde olan ümmet arasında, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi kimse yokdur diye, seslenirim. Ellialtıncı Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Allahü tebâreke ve teâlâ o günde, Isrâfîl aleyhisselâm hazretlerine, sûra üflemesi için emr eder. Isrâfîl aleyhisselâm, ayakları yerde, bası Ars-ı a’lâda bir melekdir. Allahü teâlânın onu yaratdıgı günden beri, sûru agzına almıs, bir ayagı ileri, bir ayagı geri, gözlerini Ars tarafına dikip, emre hâzır beklemekdedir. Ne zemân sûra üfürmek için emr olunur ise, o zemân sûra üfürür. Isrâfîl aleyhisselâm sûra üflemeye baslayıp, nefesi sûru dolduruncaya kadar kırk yıl geçer. O sûr bir borudur. Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin yaratdıgı canlıların adedince, o sûrda delik vardır. Her canlının rûhu, kendine mahsûs deliklerden dısarı gelip, kendi kalıbına [bedenine] girer. Hiç yanlıs yola gitmez. Eger bir bedenin bası doguda ve ayagı batıda olsa, Allahü tebâreke ve teâlânın emri ile, hâzır olup, toplanırlar. Rûhların temâmı yanılmadan sûrdan çıkıp, kendi bedenine girer. Fekat, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin mukaddes rûhu sûrdan dısarı gelmez. Isrâfîl aleyhisselâm içeride rûh var diye bir kerre dahâ üfürür. Yine Ebû Bekr-i Sıddîkın rûhu sûrdan çıkmaz. Allahü teâlâdan hitâb gelir: Yâ Isrâfîl, sen sâkin ol. Ben onun ile konusayım. Hüdâ-i azze ve celle nidâ buyurur ki, (Ey, mutma’inne olan nefs! Sen Rabbinden râzı oldugun hâlde, Rabbin de senden râzı oldugu hâlde, Rabbine dön. Benim – 79 – sâlih kullarımın yanına ve Cennete gir.) [Fecr sûresi 27, 28, 29, 30. âyet-i kerîmelerinin meâli.] Hemen Ebû Bekr hazretlerinin nefs-i mutma’innesi [rûhu] dısarı gelir. Görür ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” merkad-ı mubârekelerinden [asl yerlerinden] gelip, hâzır durur. Nükte: Eger, kıyâmet günü mevtâların kabrlerinden nasıl çıkdıklarını bilmek istersen, behâr mevsiminde kırlara git. Bitkiler Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr-i serîfi ile, nice yerleri yarıp, toprakdan dısarı çıkdıklarını gör. Bir mikdâr toprak da bası üzerinde kalmısdır. Böylece, kıyâmet günü mevtâlar da kabrden dısarı gelirler. Herkes, bası üzerindeki topragını silkerek kalkar. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kabrden dısarı geldigi gibi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini kabr üzerinde durmus görür. Der ki, yâ Resûlallah, bugün ne gündür. Resûlullah hazretleri buyurur: Yâ Ebâ Bekr! Bugün Arz günüdür. Ebû Bekrin elini tutup, Ars önüne kadar, berâber giderler. O vakt, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden nidâ eder. Nûrdan üç kürsî getirirler. Birisini arsın sagına koyarlar. Birisini arsın önüne koyarlar. Birisini arsın soluna koyarlar. Nidâ eder ki, Ibrâhîm Halîli, Muhammed Habîbi, Ebû Bekr-i Sıddîkı getirin. Melekler, Ibrâhîm aleyhisselâm hazretlerini, elbise giymis, basına tâc konmus olarak getirirler. Ars karsısında durdururlar. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de elbise giymis ve tâc basında olarak getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini getirirler. Basında örülü tâc vardır. Hitâb-ı izzet gelir: Ibrâhîm Halîli arsın sagında oturtun. Cenneti de arsın sagında tutun. Yine hitâb-ı izzet gelir: Mustafâ Habîbi arsın solunda oturtun. Cehennemi de arsın solunda tutun. Ebû Bekri arsın önünde oturtun. Melekler hayret ederler. Yâ ilâhel âlemin. Biz böyle bilirdik ki, hazret-i Muhammed Mustafâ senin katında Ibrâhîm Halîlden azîzdir, üstündür. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” seyyid-i Enbiyâdır. Ibrâhîm aleyhisselâmı, arsın sagına Cennet tarafında buyurdun, Muhammed Mustafâ hazretlerini arsın soluna Cehennem tarafına buyurdun. Nidâ gelir ki, Ibrâhîm benim Halîlimdir. Muhammed Mustafâ benim Habîbimdir, seyyidil evvelin vel âhırîndir. Bugün onun her dilegini ben de dilerim. Bugün o gündür ki, Ibrâhîmin sefâ’ati ol- – 80 – maz. Ibrâhîmi arsın sagında tutun. Ümmet-i Muhammedden afv etdiklerimi, Cennete gönderirim. Cennete giderken onu görsün. Muhammed arabîyi arsın sol tarafında tutun ki, onun ümmetinden, Cehenneme gönderdiklerime, o sefâ’at eder. Onun ümmetinin ba’zısını rahmetimle afv ederim. Ba’zısını Onun sefâ’ati ile afv ederim. Sonra: (Merhabâ Halîl, Habîb, Sıddîk) diye nidâ-i izzet gelir. Ibrâhîm aleyhisselâm, (Gökleri ve yeri; aydınlık ve karanlıgı yaratan Allahü teâlâya hamd olsun!) buyurur. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurur: (Bizden üzüntüyü gideren Allahü teâlâya hamd olsun. Rabbimiz elbette sükr edilen ve afv edicidir.) Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurur: (Bize, va’dinde sâdık olan Allahü teâlâya hamd olsun!) Halîl ve Habîb “aleyhimessalâtü vesselâm” ve Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hamd etmeleri ile halk birbirine girerler. Nitekim dünyâda koyun kuzudan ayrılıp, geri karısır. Feryâd ve figân halkdan kalkar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halkın ürkmesini ve feryâdını görüp, minber üzerine çıkar. Mahser tarafına bakar. Bir melek görür. Yediyüzbin bası vardır. Her basında yediyüzbin dili vardır. Her dil bir lügat ile Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini tesbîh eder. Hiç bir lügât birbirine benzemez. Allahü teâlâ hazretlerinin kudreti ile onun burnundan bir duman çıkar. Mahser halkının etrâfını çevirir. Mahser halkı ondan korkarlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu hâli görüp, mûbarek basını secdeye koyup, der ki (Yâ Rabbî, selâmet ver!). O melek, o heybetiyle, Resûlullahın huzûruna gelir. Selâm verir ve der ki, yâ Muhammed, beni tanır mısın. Sultân-ı Enbiyâ buyurur ki, bilmiyorum. Der ki, Cehennem melegiyim. (Mâlikim.) Allahü tebâreke ve teâlâ bana emr etdi ki, Cehennemi azâblar ile Arasat meydânına koy. Ben de koydum. Buyurdu ki, Cehennemin yedi kapısını bagla. Ben de bagladım. Buyurdu ki, Cehennemin anahtârlarını Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önüne götür. O da Ebû Bekr-i Sıddîka versin. Sen Cehennem kapısında otur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi gönderir ise, onu Cehenneme al. Ondan sonra Resûlullah buyurur: Yâ Ebâ Bekr-i Sıddîk! Cehennemin anahtârlarını al. O da alır. Mâlik, Cehenneme geri döner. Bir melek de sag tarafından gelir. O – 81 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:6 melekden [Mâlikden] bin kat büyük, aydan ve günesden nûrlu, misk ve kâfûrdan ziyâde kokulu, tesbîh ederek; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîflerine gelir. Der ki, Esselâmü aleyke yâ Muhammed! Beni tanır mısın. Habîbullah hazretleri buyurur: Hâyır tanımıyorum! O der ki, ben Cennet Rıdvânıyım. Allahü teâlâ bana emr etdi ki, Cenneti Arasata getir. Bütün ni’metleri ile berâber, ben de arasata getiririm. Emr eder ki, Cennetin anahtârlarını Muhammed Mustafânın huzûruna getir. Tâ ki, Ebû Bekr-i Sıddîka versin. Sen Cennetde yerine otur, buyurur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi diler ise, Cennete göndersin. Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bana buyurur. Al, Cennetin anahtârlarını Ebû Bekre ver. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri de, anahtârları alır. Cennet Rıdvânı geri döner. Bir melek dahâ zuhûra gelir. Resûlullah hazretlerine selâm verir. Otuz basamaklı kürsî üzerine çıkar. Yüzünü mahser halkına döndürür. Der ki; yâ mahser ehli. Ben sizin Rabbinizin elçisiyim. Hak sübhânehü ve teâlâ buyurur: Biliniz yâ dostlar ve düsmânlar ki, bu günde ev ikidir. Biri Cennet, ve biri Cehennem. Benim de hükmüm ikidir. Biri adl, biri fadl. Adl düsmânlara ve fadl dostlaradır. Fadl evi, ebedî Cennetdir. Adl evi, ebedî Cehennemdir. Biliniz yâ dostlar ve düsmânlar ki, Cennetin ve Cehennemin anahtârlarını Ebû Bekr-i Sıddîka verdim. Sizden bir kimse, yerden göge kadar günâh islemis olsa [îmânı ehl-i sünnet i’tikâdına uygun ise] ve o kimse Ebû Bekri severse, Allahü teâlâ onun cümle günâhlarını Ebû Bekr-i Sıddîk için afv eder. Onun huzûruna varın ve onun ile Cennete dâhil olun. Hudâ- i azze sânehü Cehennemi Ebû Bekr-i Sıddîkın dostlarına harâm etmisdir. Her kim ki sizden çok ibâdet etmis olsa, o kimse Ebû Bekr-i Sıddîka bugz ederse [îmânı ehl-i sünnet i’tikâdına uygun degilse], Allahü teâlâ o kimseden bîzârdır. Onun makâmı Cehennemdir ve nârdır. Allahü teâlâ hazretleri Cenneti ona harâm etmisdir. Bir nidâ gelir ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkı götürün. Yediyüzbin saf melek Ars önünde durmus olurlar. Her safın uzunlugu mesrıkdan magribe kadar, genisligi de o kadardır. Cümlesi Ebû Bekr-i Sıddîkın huzûruna gelirler. Minberden alıp, burak üzerine bindirirler, götürürler ve derler ki (Ebû Bekri karsılayın!) Ars altına kadar varır. Allahü teâlâ hazretle- – 82 – rinden nidâ gelir ki, (Yâ Ebâ Bekr! Bana yaklas.) Ya’nî bana yakın ol. Bir kerre dahâ nidâ gelir ve üçüncü kerre de (Ileri gel, ileri gel) diye, nidâ gelir. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, o kadar yaklasdırırlar ki, Arsa yakın olur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden nidâ gelir ki, yâ Ebâ Bekr-i Sıddîk! Elini arsın üzerine uzat. Kendi defterini al. Istersen oku. Istersen okuma. Bugün evvelîn ve âhırîn halkı [bütün insanlar] onu taleb ederler ki, bugün senin sevdiklerin için ne istersen yaparım. Sonra emr eder ki, Ebû Bekr-i Sıddîkı Cennet tarafına götürürler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” nidâyı isitir. Burakdan asagı iner. Basını secdeye koyar. Der ki: Yâ Rabbî! Izzetin ve celâlin hakkı için, bugün, tâ ki, mahser yerinde bulunan bütün beni sevenleri, bu kuluna bagıslayıncaya kadar ayagımı Cennete koymam. Nidâ gelir ki, Ebû Bekri, dostları ile ve muhibleri ile Cennete iletiniz. Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk ve emîr-ül mü’minîn Ömer-ül Fârûk ve emîr-ül-mü’minîn Osmân-i zinnûreyn ve emîr-ül-mü’minîn Alî-yül Mürtedâ “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Cennete girerler. Dostları ve muhibleri, onların ardınca Cennete girerler. Beyâz incîden bir kösk getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk, bu beyâz incîden köskde oturur. O köskün yetmis kapısı vardır. Istedigi her kapıdan Allahü teâlâyı bilinmeyen bir seklde müsâhede eder. Elliyedinci Menâkıb: Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretleri rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bir gece mubârek basını, benim yanıma koymusdu. Mubârek gözlerini yıldızlara dikmisdi. Ben aya bakdım ki, Resûlullah hazretlerinin mubârek yüzü aydan güzel idi. Bir damla su [gözyası] benim gözümden mubârek yüzü üzerine düsdü. Benden tarafa bakıp, buyurdu ki: Yâ Âise, ne oldu sana. Dedim: Ben senin yüzüne ve aya bakdım. Senin yüzün aydan dahâ nûrlu oldugunu gördüm. Vay o kimseye ki [ya’nî o kimseye acınır ki], kıyâmet günü senin yüzünü görmesin ve senin sefâ’atinden mahrûm kalsın. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, yâ Âise! Hüdâ-i azze ve celle günesin ve ayın nûrunu benim nûrumdan yaratdı. Niçin teaccüb edersin [hayret edersin], benim yüzümün nûruna ki, yıldızları ve levhi ve kalemi ve onsekizbin âlemi benim nûrumdan yaratdı. Ben – 83 – dedim; Yâ Resûlallah! Sen yıldızlara niçin bakardın. Buyurdu ki, yâ Âise! Benim Eshâbım arasında, bir recül [mevki’ sâhibi] vardır ki, hergün yıldızlar adedince, onun tâ’atini göge götürürler. Ben yıldızlara bakdım ki, adedini Allahü teâlâ hazretlerinden baska bir ferd bilmek ihtimâli yokdur. Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” zan etdi ki, benim babamı murâd ederler. Dedi ki, yâ Resûlallah! O recül [mevki’ sâhibi] kimdir. Buyurdular: O Ömer bin Hattâbdır “radıyallahü teâlâ anh”. Ömer bin Hattâbın “radıyallahü teâlâ anh” tâ’ati ise babanın tâ’ati yanında, deryâdan bir damla gibidir. Haberde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Cebrâîl aleyhisselâm hazretlerine buyurdular ki: Bana Ömer bin Hattâbın fazîletlerinden haber ver. Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: Yâ Muhammed! Nûh aleyhisselâmın Peygamberligi müddeti olan dokuzyüzelli sene seninle otursam, Ömer bin Hattâbın fazîletlerini beyân etsem, bir cüz’ünü beyâna kâdir olamam. Ömerin fazîleti [üstünlügü], Ebû Bekrin fazîleti yanında, yıldızlar arasında bir yıldız gibidir. Âlimlerden ba’zısı derler, her kim ki, hazret-i Bilâlin fazîletlerini anlatırım der ise, anlatamaz. Hâlbuki Bilâl-i Habesî, Ebû Bekr-i Sıddîkın azâdlısı idi. Bendenin [kölenin] fazîleti bu kadar olur ise, hâcenin [efendinin] fazîleti ne kadar olur, düsünmek gerek. Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, Mi’râca vardıgım gece, Cebrâîl aleyhisselâm ile ars altında, bir na’lın sesi isitdik. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, bu Bilâl-i Habesînin “radıyallahü teâlâ anh” na’lını sesidir ki, seher vaktinde onun ile mescide gider. Ellisekizinci Menâkıb: (Allahü tebâreke ve teâlâ sânühû hazretlerinin üstün kulları ol kimselerdir ki, yer yüzünde tevâzu’ ile yürürler. Tâ ki, canlı karıncayı incitmeyeler.) [Furkân sûresi 63. âyet-i kerîmesinin meâli.] Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” yolda yürür iken bir canlıyı ezmemek için, ayagı önüne bakardı. Bir vakt yolda yürürken, yol üzerinde karınca gördü. Ayagı ile üzerine basmamak istedi. Bir mert (genç) geldi. Hazret-i Sıddîkı söz ile mesgûl etdi. Unutup, ayagını o karınca üzerine basıp öldürdü. Sonra, hazret-i Sıddîk bakıp, onu gördü. Üzüldü. Ne yapacagını düsünmeye basladı. Tam o sâat, Allahü teâlâ o karıncaya hayât verdi ve konusmaga basladı: Esselâmü aleyke yâ ha- – 84 – lîfe-i Resûlillah! O sâat beni öldürüp, üzüldünüz. Sizin üzülme sebebinizden dolayı, Allahü teâlâ ben za’îf kulunu diriltdi. Konusdurdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr, sana halîfe diyen kimse karıncadır. Sana bugz eden ve düsmân olan kimseler karıncadan âdi olur. Ellidokuzuncu Menâkıb: Dogru haberlerde gelmisdir. Cebrâîl aleyhisselâm dedi: Yâ Rabbel âlemîn! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin dostlugu Ebû Bekrin gönlünde ne mikdâr ve ne kadar oldugunu bilmek isterim. Bayram günü idi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kıymetli ve gösterisli elbise giymis ve otuz altınlık bir sal omuzuna almıs idi. Cebrâîl aleyhisselâm a’mâ sûretinde gelip, yol üzerinde oturdu. Oraya Ebû Bekr-i Sıddîk geldi. Ona yaklasdı. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, Allahü tebâreke ve teâlâ afv etsin o kimseyi ki, Muhammed Mustafâ dostluguna [onun hâtırına] bana birsey versin. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” o sözü isitdi. Mubârek omuzundan ridâsını [salını] çıkarıp, ona verdi. Buyurdu ki, bir def’a dahâ söyle. Bir def’a dahâ söyledi. Ebû Bekr-i Sıddîk kaftanını çıkarıp, ona verdi. Dördüncüde, setr-i avretini örten elbiseden baska, bütün elbiselerini ona verdi. Besincide na’lınını çıkarıp ona verdi. Sonunda artık elbisesi kalmadı. Bilâli “radıyallahü anh” çagırdı ve Ona buyurdu: Yâ Bilâl. Âisenin evine var. Birsey getir. Bilâl “radıyallahü teâlâ anh” giderken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine rast gelip, buyurdular ki, nereye gidersin, yâ Bilâl! Sen mi söylersin, ben mi söyliyeyim. Bilâl “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Resûlallah, siz buyurun. Buyurdular ki: Yâ Bilâl! Bil ki, o a’mâ Cebrâîl-i emîndir. Allahü tebâreke ve teâlâ onu bu seklde gönderdi ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın bana muhabbeti ne kadardır anlasın. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” Bilâli bekler idi. Hazret-i Bilâl elbise getirdi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk o elbiseyi giydi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûr-ı serîflerine gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Ebû Bekr-i Sıddîkı tecrübe ederdim. Elbiseler benim isime yaramaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Cebrâîl aleyhisselâmın getirdigi elbiseleri Ebû Bekr-i Sıddîka getirdi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”: Bir nesneyi ki senin dostlugun ugruna vermis olayım, artık o bana gerekmez. Nereye uygun bulursanız, oraya tasarruf ediniz, dedi. – 85 – Altmısıncı Menâkıb: Hadîce-i Kübrâ “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerini, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine verecekleri zemân [evlenecekleri zemân], hazret-i Hadîce, bir sahsı gizlice Server-i kâinâtın huzûruna gönderdi. O kisi gelip, dedi: Müsrikler bize ta’n ederler ki, kendi söhretli hâlinle, bir fakîre varıp, zevceligi kabûl etdin. Simdi bir mikdâr çeyiz gönderin, az da olsa, ben onu çogaltıp, halka gösteririm. Ayblıyanların ayblaması, kötüliyenlerin kötülemesi def’ olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri mütefekkir ve mütereddid kalkıp, gitdi. Ben kimden borç isteyeyim ki, bana borç verir, diyordu. Yine kendi kendine, bâri vefâkâr Ebû Bekrin dükkânına varayım deyip, pazara geldi. Hulle-i serîfi omuzunda çekerek ve göklerin melekleri nazar ederek giderken, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” uzakdan gördü ki, Sultân-ı kâinât hazretleri, se’âdet ve izzetle tesrîf buyurur. Sevincinden sasırmıs olarak kendi kendine dedi ki, eger benim dükkânıma tesrîf ederse, her ne ister ise vereyim. Hazret-i risâletpenâh “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dogru Ebû Bekr-i Sıddîkın dükkânına geldi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” da karsılayıp, dedi ki, yâ Muhammedül-emîn! Babam ve anam sana fedâ olsun. Niçin üzüntülüsün. Fahr-i âlem buyurdular ki, yâ Atîk, yâ hakîm-i Kureys. Bana bir mikdâr sey gerek ki, Hadîceye ceyiz götüreyim. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Muhammedül-emîn! Yetmis devem, Sâma ticârete gitmisdi. Bugün müjde getirdiler ki, sâlim ve ganîmet ile geldiler. Kerem edip, karsılayın. Kervân bası olan sahsa durumu bildirin. O kervânın basındaki sahsa sag ve sâlim geldiginde, azâd edecegimi, yüz altın verecegimi, Ebû Bekrin bunu va’d etmis oldugunu söyleyin. Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, çok sevinip, kervânın önüne geldi. O kervân bası sahsa [kula] dedi ki: Efendin Ebû Bekr-i Sıddîk bu develeri yükleri ile, esyâları ile bana hibe etdi. Sana nisân vereyim dedikde, kervanbası kul, ben senden nisân istemem. Ben ve develer, sana fedâdır deyip, develeri Hadîce-i kübrâ hazretlerinin serâyı tarafına sürdüler. Pazar ortasına vardılar. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri bir kimse gönderdi ki, Muhammedül-emîn hazretlerine söyle, develeri getirip, bu aradan geçirsinler. Getirdiler. Dedi ki, yâ Muhammedül-emîn, bir mikdâr durun. Hizmetci gönderip, kendi se’âdethânesinden – 86 – renkli-ipekli kaftanlar getirtip, herbirini bir devenin yükü üzerine çekdiler. Renkli ipekli kumaslar ile çeyizleri iletirler. Tâ ki, Muhammedül-emîn hazretlerini kötüleyenler, zemmedenler, hased edenler; üzüntülü, gamlı olsunlar. Bütün Mekke-i mükerreme ehline ma’lûmdur ki, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin malı yokdur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” malını ve mülkünü hazret-i Muhammede “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” fedâ etmisdir. O develeri, üzerlerinde ipekli-renkli kumaslar ile örtülü olarak, sesli olarak Mekke-i mükerremeyi dolasdırarak, Hadîcenin “radıyallahü teâlâ anhâ” se’âdethânesine iletdiler. Cümleye ma’lûm oldu ki, bu hazret-i Hadîcenin çeyizidir. Muhammedül-emîn getirmisdir. Sıddîk-ı Ekberin bunun gibi, hizmet-i serîfleri ve i’âne-i haseneleri, sayısızdır “radıyallahü teâlâ anh”. Altmısbirinci Menâkıb: Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” rivâyet edip, buyurdular ki; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” o kadar üstünlügünü isitdim ki, hayretde kaldım. Server-i âlem hazretleri, bu dünyâdan, öbür âleme göç etdiler. Bir gece Sultân- ı Enbiyâyı rü’yâda gördüm. Önüne bir tabak hurma koymuslar. (Yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlânın sana verdigi o nesneden bana da ver!) dedim. Bana bir hurma verdi. Dedim, (Yâ Resûlallah! Ihsânınızı artdırınız). Böyle böyle dokuz hurma verdi. Yine yâ Resûlallah, tekrar ver dedim. Uykudan uyandım. Bakdım, dokuz hurmayı elimde buldum. Bilâlin “radıyallahü teâlâ anh” ezân sesini isitdim. Abdest alıp, mescide geldim. Sabâh nemâzını Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin arkasında kıldım. Nemâzdan sonra bir sâat basımı önüme salıp, tesbîh çekdim. Basımı kaldırdım. Hazret-i Sıddîkı gördüm. Mubârek arkasını mihrâba vermis. O rü’yâmda, Resûlullah hazretlerinin önünde gördügüm hurma tabagını simdi, hazret-i Sıddîkın önünde konulmus gördüm. Dedim ki: Yâ halîfe- i Resûlillah! Allahü teâlânın sana verdigi ni’metlerden bana da ver. Bana bir hurma verdi. Dedim, artdır. Bir hurma dahâ verdi. Dokuz hurmaya dek bana verdi. Ben dedim: Yâ halîfe- i Resûlillah, artdır. Buyurdu ki: Yâ Enes! Eger gece Resûlullah hazretleri ziyâde verse idi, ben de ziyâde verirdim. Altmısikinci Menâkıb: Ömer bin Hattâb “radıyallahü teâlâ – 87 – anh” buyurur ki; Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini gördüm. Dilini parmagı ile tutup ovar idi. Dedim: Yâ halîfe-i Resûlillah, ne yapıyorsun! Buyurdu ki; bu beni çok islere ugratmısdır. Hem bir büyük kimseden isitdim ki, Ebû Bekr hazretleri yedi dirhem agırlıgındaki bir tası, yedi sene agzında tutdu. Bir söz söyliyecegi zemân, eger o söz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin zikrinden gayri olsa idi, sol eli ile dilini tutup, sag eli ile o tası dili üzerine sürerdi. Der idi ki: Ey dil. Bir dahâ söylemiyesin o sözü ki, Allahü teâlâ hazretlerinin mardîsi olmıya [sevdigi sey olmıya]. Hüccet-ül-islâm Imâm-ı Gazâlî “rahimehullahü teâlâ” (Kimyâ-i se’âdet) adlı kitâbında bildirmisdir: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” yedi lokma ta’am yir idi. Fazla arzû eder ise, dokuz lokma yir idi. Simdi, yüzbin rahmet olsun, hazret- i Sıddîk üzerine ki, bütün isleri bu yol üzerine idi. O pâk din ve dogru i’tikâd senin üzerine olsun ki [ya’nî dogru i’tikâdlı olasın ki], Ebû Bekr hazretlerini, Ömer ve Osmân ve Alî hazretleri ile “radıyallahü teâlâ anhüm” berâber sevesin. La’net ve gadab o mübtedi’ ve râfizî üzerine olsun ki, bu din büyüklerine ve bu yer ve gök ehlinin güzîdelerine çirkin söz söylerler. Nükte: Hudâ-i azze ve celle kâfiri düsmân tutdu. [Kâfirler Allahü teâlânın düsmânıdır.] Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin dostlugunu da’vâ etdiler. [Ya’nî biz Allahü teâlânın dostuyuz dediler.] O kimse, Allahü teâlânın dostunu düsmân tutdu. Allahü teâlâ hazretlerinin dostlugu o kimsenin küfr içinde olmasına fâide vermedi. Belki, içinde bulundukları durumu haber verdi. Allahü teâlâ buyurdu, Ben Ebû Bekri severim. (O onları sever, onlar da onu severler). Râfizî, Allahü tebâreke ve teâlânın ve Resûlünün, dostlugunu da’vâ etdi ve Ebû Bekr-i Sıddîkı düsmân tutdu. Hak sübhânehü ve teâlânın dostunu düsmân tutdu. Allahü teâlâ hazretlerinin dostlugu fâide vermedi. Belki, râfizînin kötü hâlini haber verdi. Altmısüçüncü Menâkıb: Haberde gelmisdir ki, Kûfede bir râfizî var idi. Adı Abdülmecîd bin Abdülgaffâr idi. Ca’fer-i Sâdık “kuddise sirruh” hazretlerinin huzûruna vardı. Dedi ki, Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın torunu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra en üstün olan kimdir. Ca’fer-i Sâdık buyurdu ki: Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyalla- – 88 – hü teâlâ anh”. Râfizî: Böyle oldugunu nereden biliyorsun. Ca’fer-i Sâdık: Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri ona, Resûlullahdan sonra, ikinci buyurdu. Üçüncüleri Allahü teâlâ olan iki kisiden, ikincisi olmak kadar seref olamaz (Bundan üstün seref olmaz). Râfizî: Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin döseginde, kâfirlerden korkmadan yatmadı mı? Ca’fer-i Sâdık: Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah hazretleri ile magaraya girmedi mi? Râfizî: Eger korkmasa idi, girmezdi. Allahü teâlâ Resûlullaha haber verdi ki, Ebû Bekre korkma, dedi. Ca’fer-i Sâdık: Onun korkusu, ondan idi ki, kâfirler onların nerede oldugu hakkında bir haber duyup, gelirler. Resûl-i ekremi üzerler. Görmezmisiniz Ebû Bekr-i Sıddîk, kendi ayagını, magarada bir delige koydu. Hattâ yılan onu kaç def’a ısırdı. O acıya katlandı. Ayagını kaldırmadı. Resûlullahı uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi. Râfizî: Mâide sûresinde, (Rükû’da iken sadaka verirler) meâlindeki ellisekizinci âyet-i kerîme ile medh olunan Alîdir. Ca’fer-i Sâdık: Bu âyetden önce, bir âyet-i kerîme vardır ki tahsîs rakamı ondan ziyâdedir. O Sıddîk sânındadır. (Allahü teâlâ, mürtedler ile cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, öbür âleme göçmelerinden sonra, arablar, dedi ki, biz nemâz kılarız. Ammâ zekât vermeyiz. Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu ki, Resûlullah hazretlerine edâ etdikleri zekât malından bir deve dizinin bagını vermeseler ve ondan eksik verseler, ben onlar ile toprak ve kum sayısınca olsalar da muhârebe ederim. Râfizî: Yâ Ca’fer. Hazret-i Alînin sânı için, meâl-i serîfi, (Mallarını, gece-gündüz, gizli ve gözönünde verenler) olan Bekara sûresinin ikiyüzyetmisdördüncü âyeti gelmemis mi? – 89 – Ca’fer-i Sâdık: (Sûre-i Velleyl), Ebû Bekr-i Sıddîkın sânında nâzil olmusdur. Sânını çok yükseltmekdedir. Zîrâ Ebû Bekr-i Sıddîk kırkbin altın verdi. Kendisine bırakmadı. Bir kilime sarındı. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki, Allahü teâlâ buyurdu ki, ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır? Ebû Bekr-i Sıddîk, ben Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım, dedi. Râfizî: Meâli serîfi (Hâcılara su vermegi ve Mescid-i Harâmı binâ etmegi, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz. Hâyır, böyle degildir) olan Tevbe sûresinin yirminci âyet-i kerîmesi hazret-i Alînin sânını bildirmek için nâzil olmadı mı? Ca’fer-i Sâdık: Meâl-i serîfi (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd eden bir degildir. Önce olanın derecesi dahâ yüksekdir) olan Hadîd sûresinin onuncu âyet-i kerîmesi ile Ebû Bekr-i Sıddîk medh olunuyor. Ebû Bekrin muhârebe etmesi önce idi ki, Ebû Cehl, Resûlullah hazretlerine vurmak istedi. Ebû Bekr-i Sıddîk, Ebû Cehle mâni’ oldu. Râfizî: Alî, hiç kâfir olmadı. Ca’fer-i Sâdık: Öyledir, lâkin, Allahü tebâreke ve teâlâ hiç kimsenin, îmânını, Ebû Bekrin îmânı gibi medh etmedi. Meâl-i serîfi (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni’metler vardır) olan Tevbe sûresi yüzbirinci âyetinde ve meâl-i serîfi (Dogru haber ile gelen ve Ona inanan için Cennetde istedikleri hersey vardır) olan Zümer sûresi otuzüçüncü âyetinde, Allahü teâlâ, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” îmânını medh etmekdedir. Her ne vakt ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vahy ile bir haber verse idi, kureys, yalan söylüyorsun derdi. Ebû Bekr-i Sıddîk hemen yetisip, dogru söylüyorsun yâ Resûlallah, derdi. Râfizî: Meâl-i serîfi (Uhud gazâsında, seytâna uyup, dagılanlar) olan Âl-i Imrân sûresi yüzellibesinci âyetinde, Allahü teâlâ sikâyet etmiyor mu? Ca’fer-i Sâdık: Âyet-i kerîmenin sonunu oku. Meâlen (Onların bu kusûrlarını afv etdim) buyuruyor. – 90 – Râfizî: Hazret-i Alînin dostlugu farzdır. [Hazret-i Alîyi sevmek farzdır.] Kur’ân-ı azîmüssânda, Sûrâ sûresinde, yirmiüçüncü âyetinde meâlen (Size islâmiyyeti bildirdigim ve Cenneti müjdeledigim için, bir karsılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz) buyuruldu ki, bunlar, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyndir. Ca’fer-i Sâdık: Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” düâ etmek ve Onun dostlugu [Onu sevmek] farzdır. Allahü teâlâ, Hasr sûresinde onuncu âyetinde meâlen (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü’minler, yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeslerimizi [ya’nî Eshâb-ı kirâmı] afv et derler) buyuruyor. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü’minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur). Râfizî: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları dahâ üstündür) buyurmadı mı? Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü teâlâ anh”: Ebû Bekr-i Sıddîk hakkında bundan iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan isitdim. Ceddim Imâm-ı Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda idim. Baska kimse yok idi. Ebû Bekr ile Ömer “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” geldi. Server-i âlem ve Seyyid-i veledi âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”: (Yâ Alî! Bu ikisi, Peygamberlerden baska, Cennet erkeklerinin en üstünüdür.) Râfizî dedi: Yâ Ca’fer! Âise mi üstündür. Fâtıma mı üstündür? Ca’fer-i Sâdık: Âise “radıyallahü anhâ” Resûlullah hazretlerinin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” hazret-i Alînin zevcesi idi. Onunla berâber olur. Allahü teâlâ hazretlerinin gadabı ve la’neti o râfizî ve mübtedi’ üzerine olsun ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, mü’minlerin annesi olan ezvâc-ı tâhirâtına “rıdvânullahi teâlâ aleyhinnâ ecma’în” ta’n eyler. Râfizî: Âise Alî ile muhârebe etdi. Cennete girer mi? Ca’fer-i Sâdık: Allahü teâlâ Ahzâb sûresi, elliüçüncü âyetin- – 91 – de meâlen; (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır.) buyuruyor. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet-i kerîme gösteriyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır. Râfizî: Ebû Bekrin hilâfetini, Kur’ân-ı azîmüssânda bana göstermege kâdir misin? Ca’fer-i Sâdık: Gösteririm. Hem Kur’ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem de Incîlde gösterebilirim. Kur’ân-ı kerîmde olan sudur: En’âm sûresi yüzaltmısbesinci âyetinde meâlen; (Allahü teâlâ sizi yeryüzünde halîfe yapdı) buyuruldu. Nûr sûresi ellibesinci âyetinde meâlen; (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yeryüzüne hâkim kılacagımı söz veriyorum. Isrâîlogullarını halîfe yapdıgım gibi, sizi de birbiriniz ardı-sıra halîfe yapacagım) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı oldugunu ve dört halîfesinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” mesrû; haklı oldugunu göstermekdedir. Tevrâtda ve Incîlde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düsmân olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin serefine isâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve Incîlde bildirildi) buyuruyor. Babam, ceddim Alî bin Ebî Tâlibden “radıyallahü anh” ve onun da Resûlullah hazretlerinden bildirdigi hadîs- i serîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermedigi kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan önce kalkarım. Allahü teâlâ dört halîfeni çagır, buyurur. Onlar kimdir, yâ Rabbî, derim. Ebû Bekrdir, buyurur. Yer yarılıp, herkesden önce Ebû Bekr mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar) buyuruldu. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Ben yer sak olup, dısarı gelenlerin evveli olurum. Allahü teâlâ bana kerâmetlerden verir. O nesne ki benden önce Nebîlerin bir ferdine vermemisdir. Sonra Allahü teâlâ buyurur. Yâ Muhammed, yakın getir o halîfeleri ki, senden sonra geldiler. Ben dedim, onlar kimlerdir. Buyurur, Ebû Bekr-i Sıddîk. Benden sonra yer sak olup, Ebû Bekr kabrden dısarı gelen- – 92 – lerin evveli olur. Iki hulle giydirirler. Tâ gelip, Ars önünde durur. Ve hesâbın az görürler. Ve ars önünde ayak üzerine dururlar. Ondan bir münâdî seslenir; Ömer bin Hattâb ”radıyallahü teâlâ anh” nerededir. Onu getirirler. Cerâhetden kan revân oldugu hâlde gelir. Diye ki, yâ Ömer, bunu sana kim etmisdir. Mugîre bin Sûbenin kölesi yapmısdır, der. Ona da buyururlar. Ars önünde durur. Hesâbını görürler. Iki yesil hulle giydirirler. Sonra Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini getirirler. Damarlarından kan revân oldugu hâlde gelir. Derler ki, bunu sana kim yapdı. Der ki, filân yapdı. Ars önünde durmasını buyururlar. Hesâbı da kolay olur. Iki yesil hulle giydirirler. Râfizî bunları isitince, yâ Ca’fer, bunlar Kur’ân-ı azîmde var mıdır. Ca’fer-i Sâdık, buyurur, evet, okumadın mı, Allahü teâlâ onlardan haber verdi. (Peygamberler ve bunların sâhidleri, hesâb için getirilir!) buyuruldu. [Zümer sûresi 69.cu âyet-i kerîmesi meâli]. Yâhud sehîdleri getirilir, denildi. Ya’nî Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Alîyi “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” getirirler. Râfizî dedi ki, yâ Ca’fer! Bu zemâna kadar ben onları sevmiyor idim. Simdi pismân oldum. Eger tevbe edersem, Allahü teâlâ kabûl eder mi? Ca’fer-i Sâdık “kuddise sirrehül’azîz” buyurdu ki, çabuk tevbe et ki, se’âdetin alâmeti olsun. Eger, Allahü teâlâ korusun, o i’tikâd üzere dünyâdan gitmis olsaydın, senin dînin bosa giderdi. Altmısdördüncü Menâkıb: (Tenbîh-ül gâfilin) kitâbında Ebülleys “rahimehullahü teâlâ”, Zeyd bin Erkamdan “radıyallahü anh” haber vermisdir. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarında her aksam iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdet-i serîfleri öyle idi ki, nereden ve nasıl aldıgını, kimden satın aldıgını, onun san’atı ve meslegi ne oldugunu o köleden sormayınca o yemekden bir lokma agzına koymazdı. Bu köle bir gece yine yemek getirdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” süâl etmeden, mubârek elini uzatıp, bir lokma yemekden aldılar. Köle dedi ki: Ey Efendi. Ne oldu ki, bu aksam sormadan yemege el uzatdınız. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin mubârek gözleri yas ile dolup, buyurdu: Yâ Gulâm. Açlık bana – 93 – sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl basıma geldi. Simdi bana haber ver ki, bu aksam yemegi nereden getirdin. Köle dedi ki: Câhiliyye vaktinde, raks ve oyun oynardım. Bir gruba raks etdim. Onlara hos geldi. Bana dediler ki, simdi bir nesnemiz yokdur. Va’d etmislerdi ki, elimize birsey geçdikde sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Ben va’dlerini hâtırlatdım. Yiyecegi bana verdiler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” bunu isitdi. Çok üzüldü. Agladı. Yemegi önünden atdı. Parmagını bogazına o kadar sokdu ki, kay’ etdi. O lokma karnından dısarı geldi. Kendine eziyyet verdi. Mubârek yüzü gögerdi ve karardı. Mubârek yüzünün seklinin degisikligini görenler, bir mikdâr su içmesini ve bu üzüntüden halâs olacagını söylediler. Sıcak su getirdiler. Içdi, bir kerre dahâ kay’ etdi. Rahâtsız oldu. Inceledi ki, karnında bir sey kalmadı. Dediler ki, yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır. Buyurdu ki, evet. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden isitdim. Buyurdular ki, (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, yidigi harâm olan kimselere Cenneti harâm etmisdir.) Sonra basını yukarı kaldırıp, Yâ ilâhel âlemîn! Yidigim lokma için elimden geleni yapdım. O lokmaları kay’ etdim. O lokmadan damarlarımda birsey kaldı ise afv et. Bu za’îf kulun, Cehennem azâbına dayanamam diye, düâ buyurdu. Bu o Ebû Bekrdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (Ebû Bekr benim gözüm ve kulagım gibidir) buyurdu. Süâl: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri, niçin fîsebîlillah malının temâmını verdi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” niçin malının yarısını verdi. Cevâb: Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” adâleti temsîl ediyordu. Adâlet esitligi muhâfaza etmekdir. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” sıdkı temsîl ediyordu. Sıdk odur ki, elinde ne var ise hepsini vermelisin. Eger, hazret-i Ömer, malının temâmını verip, çoluk-çocuguna bırakmasa idi, âdil olamazdı. Hazret- i Ebû Bekr malının yarısını verip, yarısını bıraksa idi, sâdık olamazdı. Hazret-i Ebû Bekr için adl, hazret-i Ömer için de sıdk var idi. Lâkin birisinde sıdk cibillidir. Ve birisinde adl hâldir. Adl, hazret-i Ömerin hâlidir. Bir sıfat kisinin cibillisinde var ise, hâlinde de vardır. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki: Cümle malını ver. – 94 – Hiç bir seyi koyma. Eger halâl ise onun hesâbından kurtulursun. Eger harâm ise azâbından kurtulursun. Hazret-i Ömerin adli dedi ki, malının yarısını dagıt. Yarısını ehl-i ıyâline bırak. Hazret-i Ebû Bekr bütün malını verdigi için, hazret-i Ömer ne kadar mal verirse de, hazret-i Ebû Bekre uymus olur. Altmısbesinci Menâkıb: Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” anlatır: Bir bedevî a’râbî, bir kırmızı deve üzerinde, hazret-i Alînin “kerremallahü vecheh ve radıyallahü teâlâ anh” huzûruna gelip, deveden inip, dedi ki: Esselâmü aleyke, yâ emîrel mü’minîn! Çabuk bana haber ver, Ebû Bekrden ki, o Cennetde midir. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bundan dolayı üzülüp, buyurdu ki, yâ a’râbî, keski, anan seni dogurmamıs olsa idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hayâtında ve vefâtlarından sonra, bu sözü hiç kimse söylemedi. Sen söyledin. Muhâcirîn ve Ensâr “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında, sübhe yokdur ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûl-i ekrem ve nebiyyi muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hayâtında vezîri idi. Vefâtından sonra halîfesi idi. Ondan sonra her kimin i’tikâdı bunun üzerine olmaz ise, o dalâletdedir. Ey a’râbî! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Ebû Bekr-i Sıddîkı babası yerinde tutardı. Hazret-i Ebû Bekr Cennet ehlini, tıpkı, gökyüzündeki bir yıldızın, yeryüzünün ehlini aydınlatdıgı gibi aydınlatır. Ebû Bekr Cennetde, bir köskden bir köske, bir kasrdan bir kasra gider. Cennetde hiçbir kasr ve bir serây, bir oda, bir bagçe, bostân olmaz ki, illâ hazret-i Ebû Bekrin nûrundan aydınlanmasın. Cennet ehli kösklerden baslarını çıkarıp, derler ki, yâ Rıdvân! Bu nûr nedir? Rıdvân der ki; Bu Ebû Bekrin yüzünün nûrudur ki, kasrdan kasra ve odadan odaya gider. Alî “radıyallahü anh” sözüne devâmla dedi ki: Yâ a’râbî! Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, vefâtı ânında bana dedi ki, benim cânım, benim gözümün nûru ve benim dostum ve benim azîzim. Benim vefâtım yakınlasdı. Ömrüm sonuna yaklasdı. Beni o, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini yıkadıgın mubârek ellerin ile yıka. Kefene sar ve tabut üzerine koy. Cenâzemi Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Ravda-i mukaddeselerinin kapısına koy. Ve de ki, yâ Resûlallah! Ebû Bekr kapıdadır. Içeri girmek için izn ister. – 95 – Eger kilit anahtarsız açılırsa, beni Seyyid-i âlemin mubârek arkası yanına defn edin. Eger kilit açılmaz ise, beni Bakî’ kabristanına götürüp, garîbler kabristanına defn edin. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, yâ a’râbî, o halîfe-i Resûlullah olan Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan göçdü. Vasiyyetini yerine getirip, techîz eyledim. Ravda-i mukaddese kapısına götürdüm. Izn istedim. O sâat kilit kendiliginden açılıp, bir ses isitdim ki, (Habîbi habîbe kavusdurun. Habîbini çok özlemisdir) diyordu. Altmısaltıncı Menâkıb: Emîr-ül-mü’minîn Alî bin Ebî Tâlibin “radıyallahü teâlâ anh”, Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü teâlâ anh” vefâtı sırasında söyledigi sözler söyle rivâyet olunmusdur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” bu fânî âlemden, bâki âleme göç etdiler. Mubârek yüzünü ve bedenini bir çarsaf ile örtdüler. Medîne-i Münevvere; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, öbür âleme göç etdikleri gibi, inleme ve aglama sesleri ile dolmus idi. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” isitip, aglıyarak, (Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn) diyerek geldi. Söyledigi sözlerin ma’nâsı budur: Nübüvvet hilâfeti bugün bitdi. Geldi, o evin kapısında durdu. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri odada idi. Buyurdu: Yâ Ebâ Bekr. Sen Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dostu ve musâhibi ve mûnisi ve sırdası ve müsâviri idin. En evvel islâmı sen kabûl etdin. Senin îmânın cümle kavmin îmânından kuvvetli ve güzel oldu. Senin yakînin dahâ kuvvetli, Allahü azîmüssân hazretlerinden korkun büyük oldu. Herkesden zengin, herkesden dahâ cömerd, sen idin. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” üzerine en sefkatli, en yardımcı sen idin. Senin Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile sohbetin, hepimizin sohbetinden dahâ iyi idi. Hayr sâhiblerinin birincisi sensin. Senin iyiliklerin, hepimizinkinden çokdur. Her iyilikde ileridesin. Hazret-i Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr- ı serîflerinde, senin derecen en yüksek oldu. Ona en yakın sen oldun. Ikrâmda, ihsânda, güzel huylarda, boyda, yasda, basda, ona en çok benziyen sen oldun. Allahü teâlâ sana, çok mükâfât versin ki, Resûlullaha herkes yalancı derken, sen, dogru söylüyorsun, inandım, dedin. Sen onun kulagı ve gözü gibi – 96 – idin. Allahü teâlâ seni, Kur’ân-ı kerîmde (sıdk) ile sereflendirdi. Resûlullaha en sıkıntılı zemânlarında yardımcı oldun. Herkes Ondan kaçarken, sen Onun ile sohbet etdin. Seferlerde ve sıkıntılı yerlerde halîfesi idin. Onun ümmetinin halîfesi ve dîninin koruyucusu oldun. Câhiller dinden çıkarken, sen dîn-i islâma kuvvet verdin. Herkes sasırdıgı zemân sen kükremis arslan gibi ortaya çıkdın. Herkes dagılırken, sen Muhammed Mustafânın yolunu tutdun. Eshâbın az konusanı ve en belîgi, edîbi sen idin. Her sözün, her bulusun dogru, her isin temiz idi. Gönlün herkesden kuvvetli, yakînin hepimizden saglam idi. Her isin sonunu önceden görür, geri kalmısları islâma sokarak aydınlatırdın. Mü’minlere sefkatli, afv edici baba idin. Islâmın agır yükünü tasıdın. Islâmın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. Sen rüzgârların oynatamıyacagı bir dag gibi idin. Isin dogruluk idi, ilm idi. Sözün mertçe dogruyu bildirmek idi. Gerici düsüncelerin ve bozuk inançların kökünü kazıdın. Hak dînin agacını dikdin. Müskilleri, müslimânlara kolaylasdırdın. Küfr ve mürtedlik atesini söndürdün. Rahmânın dînini sen dogrultdun. Islâma, îmâna sen kuvvet oldun. Göklerde, melekler arasında senin derecen çok büyükdür. Senin ölüm musîbetin ve yeryüzünde, muhâcirîn ve ensâr arasında, senden ayrılık yarası çok derindir, dedi. “Innâ lillah...” okuyarak çok agladı. Mubârek gözlerinden kanlı yas akdı. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin her kazâsına râzı olduk. Verdigi elemleri kabûl etdik. Yâ Ebâ Bekr! Müslimânlara, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ayrılık acısından sonra, hiç senin ayrılık acın gibi bir acı vâki’ olmadı. Sen mü’minlere sıgınak ve dayanak ve gölge idin. Münâfıklar üzerine çok sert ve atesli idin. Allahü teâlâ hazretleri, seni Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna kavusdursun. Bizi senin ecrinden ve bereketinden mahrûm eylemesin. Senden sonra bizi azgın hâle koymasın. Sahâbe-i güzînin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hepsi sessizce dinlemisler idi. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” kelâmı bitdi. Cümle yer ehli ve gök ehli aglamaga basladılar. Dogru söyledin yâ Resûlallahın damâdı, dediler. Muhammed bin Cerîr-i Taberî, Tefsîrinin, Ankebût sûresini tefsîrinde buyurmusdur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâ- – 97 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:7 lâ anh” hazretlerine zehr verdiler. O zehr sebebi ile vefât etmisdir. Açıklaması budur ki, hazret-i Sıddîk-ı ekberin hilâfeti günlerinde, Hayber yehûdîlerinden bir yehûdî, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini, kendi evine da’vet etmisdi. Hâris bin Kelde adlı arab tabîb de hazret-i Sıddîk ile berâber idi. Bir tabak pismis pirinci sofra üzerine koydular. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Hârise buyurdu ki, ileri gel. Kendileri el uzatıp, bir lokma alıp, mubârek agızlarına koyup, yidiler. Sonra Hâris de el uzatıp, bir lokma alıp, agzına koydugu gibi lokmayı dısarı atdı ve dedi ki, bu yiyecek zehrlidir. Bu zehr bir yıldan sonra insanı öldürür. Te’sîrini bir yılda gösteren zehr katılmısdır. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” isitip, üzüldü. Kendi kendi ile, bundan böyle âhıret azıgını gördü. Hilâfetde ayık ve uyanık olup, nefsini ölmüs bilip, göz açıp kapayıncaya kadar Allahü teâlâ hazretlerinin tâ’atından ve zikrinden hâli olmadı [ihmâl etmedi]. Dâimâ aglar idi. Ve der idi: Allahümme ente veli fiddünyâ vel âhıreti teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. [Yâ Rabbî! Sen benim, dünyâda ve âhıretde velîmsin, sâhibimsin. Bana müslimân olarak ölmegi nasîb et ve sâlih kullarının arasında bulundur.] Bir sene temâm oldu. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” o bir lokma zehrli yemekden hasta olup, onbesgün yatdı. Dünyâdan âhırete göç etdi. Cemâziyilâhirin yedinci pazartesi günü idi. O gün Abbab bin Es’ed de Mekke-i Mükerremede vefât etdi. Mekke-i mükerremenin emîri idi. Hazret-i Resûl-i ekrem onu emîr dikmis idi. Ona da zehr vermislerdi. Ülemâdan ba’zıları derler ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” vasıyyet etdi ki, beni, benim ehlim Esmâ binti Amr yıkasın. Oglum su döksün. Bana eski bir pestemâl ve eski (köhne) bir kefen sarın. Zinhâr (sakın) bana yeni kefen sarmayın. Yeni elbise diriye lâyıkdır ki, onun ile ibâdet etsin. Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki: Eger ben bilseydim ki, hâtunlar erlerini yıkaması revâdır [câizdir], Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini bir gayri kimseye vermeyip, gasl ederdim. [65.ci menâkıbda; Alî “radıyallahü anh” hazretlerinin yıkadıgı yazılıdır. Burada hanımına vasıyyeti yazılıdır. Bu vasıyyetini degisdirmis veyâ ictihâdı degismis oldugu anlasılmakdadır.] |