![]() |
Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm - Printable Version +- Dini Bilgi Forum (https://dinibilgi.info) +-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=25) +--- Forum: DiNi KISSALAR (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=69) +---- Forum: Dört Halifenin Kıssaları (https://dinibilgi.info/forumdisplay.php?fid=71) +---- Thread: Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm (/showthread.php?tid=1338) |
Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm - SeliM35 - 10-11-2020 Birinci Halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm Otuzikinci Menâkıb: Birgün hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ” mescidde oturuyorlardı. Bir kimse mescide girip, Server-i kâinât hazretleri ile, hazret-i Ebû Bekre selâm verdi. Sonra hazret-i Alîyi görünce, gâyet mahzûn olup, yüzü sarardı. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” o kimsenin bu hâline bakıp, te’accüb eyledi [hayret etdi]. Nemâz kıldıkdan sonra, hazret-i Alîye süâl eyledi ki, yâ Alî, bu kimse mescide girip, seni gördükde, gâyet elem çekip, mahzûn oldu. Benzi sarardı gitdi, hikmeti nedir? Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, bu kimse bana yirmibin akçe borçludur. Onun için elem çekdi. Hazret-i Ebû Bekr o kimseyi çagırıp, dedi ki, hazret-i Alîye borcun olan yirmi bin akçeyi niçin vermezsin. Dedi ki; yâ Sıddîk! Allah hakkı için kudretim yokdur, ki vereyim. Yoksa bir gün te’hîr etmezdim. Hazret-i Ebû Bekr, Kur’ân-ı azîme riâyetinden ve kemâli sehâvetinden [ya’nî kemâl derecede cömertliginden] o kimseye dedi ki, eger sûre-i Fâtihayı yarısına kadar okuyup, sevâbını bana bagıslar isen, borcunu ben öderim. O kimse de kabûl edip, güzel ses ile Fâtihayı yarısına kadar okudu. Yine hazret-i Ebû Bekr buyurdu ki, eger temâmını okursan, yirmibin akça dahâ vereyim. O kimse Fâtiha sûresinin temâmını okuyup, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” da kırkbin akçeyi temâm verdi. Hem de az verdim diye özrler diledi. Iste Kur’ân-ı azîme ve Furkân-ı kerîme o server ve bütün Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle ta’zîm ve tekrîm ederlerdi. Simdiki zemâne adamları ise, Kur’ân-ı kerîmin bir cüz’ine bir akçe veyâ iki akçe ta’yîn ederler. Bu is ile güzel derdlenirler. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden ve Habîbullah hazretlerinden utanmadan, bu vakfı edersin ve eger hayr ederim diye kasd edersen, belki hayrından zararı fazla olur. Akllı olan kimse, buna râzı olmaz. Sultân Süleymân zemânında, Pervîz efendi derler bir kâdîasker vardı. Sâlih ve mütedeyyin ve müstekîm kimse idi. Birgün Bur- – 36 – sa kâdîsı bir arz gönderir. Mevzû’u bu ki, bir müslimân bir güne dört akçe ayırmıs. Günde bir kerre Innâ a’tayna sûresini okuyup, sevâbını rûhuna bagıslıyalar. Pervîz efendi merhûm, bu arzı eline alıp, yanında bulunan müslimânlara gösterip, dedi ki, iste sahîh vakf. Bu vakf sâhibi, Kur’ân-ı azîmüssânın bir mikdâr kadrini bilmis. Allahü teâlâ rahmet eylesin! Kur’ân-ı kerîmin tam kadrini bilmek, nerede müyesser olur. Ammâ hele hâline göre riâyet etmesine gayret eylemis. Otuzüçüncü Menâkıb: (Mesâbîh-i serîf)de, sadaka bâbı faslında, hazret-i Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” nakl olunmusdur. Server-i kâinât aleyhi efdalissalevât hazretleri buyurmuslardır ki, bir kimse esyâdan bir çift seyi sadaka etse, fîsebîlillah Cennet kapılarından da’vet olunur. Cennet için kapılar vardır. Her kim ki nemâz ehlindendir, nemâz kapısından da’vet olunur. Her kim ki cihâd ehlindendir, cihâd kapısından da’vet olunur. Her kimse ki sadaka ehlindendir, sadaka kapısından da’vet olunur. Her kimse ki oruc ehlindendir, reyyân kapısından da’vet olunur. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, yâ Resûlallah! Bu kapıların herbirinden çagrılanlara bir müskilât yokdur. Lâkin, bu kapıların hepsinden çagrılan kimse var mıdır. Hazret-i Resûl-i Ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Evet ümîd ederim ki, sen o kimselerden olursun.) Bu hadîs-i serîf, sahîh hadîs-i serîflerdendir. (Buhârî) ve (Müslim)de vardır. Müslim serhinde beyân olunmusdur ki, hadîs-i serîfde bir çift sadaka etse, buyurdular. Bir çiftden murâd nedir. Ba’zıları iki at, iki köle, iki devedir dedi. Ba’zıları dedi ki, altın ile gümüs, yâ dirhem ile elbise, herhangi iki sey olarak açıklanmısdır. Müslim serhinde beyân olunmus ki, hadîs-i serîfde Cennet kapılarının, dörtden fazlasını beyân buyurmadılar. Hem nasıl oldugunu da açıklamadılar. Lâkin ma’lûmdur ki, Cennetin sekiz kapısı vardır. Dört kapısının biri Tevbe kapısıdır. Biri gadabına hâkim olanlar ve insanları afv edenler kapısıdır. Biri rızâ gösterenler kapısıdır. Biri Eymen kapısıdır. Buhârî sârihi beyân etmis ki, bir kimse bu hasletlerden bir haslet sâhibi olsa, o haslet kapısından çagrılsa, o kimseye bir müskilât olmaz. Zîrâ, murâd Cennete girmekdir. Lâkin cümle kapılardan çagrılmak, ikrâmdır. Istediginden girmege serbestdir. Hangisinden istersen oradan gir, demekdir. – 37 – Zîrâ cümlesinden girmek muhâldir. Lâkin, adı geçen serhde demisdir ki, ben derim, ihtimâl var ki, Cennet bir kal’a gibidir ki, onu sekiz sur ihâta eder [çevirir]. Ba’zısı ba’zısından içeri, her bir surun kapısı vardır. O kapıdan çagrılan o iki sûrun arasında kalır. Ikinci kapıdan çagrılan, ikinci ile üçüncü arasında kalır. Tâ sekizinci kapıdan çagrılan Cennetin ortasına dâhil olmus olur. Otuzdördüncü Menâkıb: Yine adı geçen kitâbda [Mesâbîhde] o bâbda, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, o hadîs-i serîfin akabinde rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bugün sizin içinizde oruclu olan var mıdır?) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben orucluyum. Server-i âlem yine buyurdular ki, (Sizden bugün kim cenâze hizmetinde bulundu.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verdiler ki, Ben bulundum. Mefhar-ı mevcûdât yine süâl buyurdular ki, (Sizden bugün, bir fakîre kim yiyecek verdi.) Hazret-i Ebû Bekr, cevâb verdiler ki, Ben verdim. Yine Seyyid-i veled-i âdem süâl etdiler ki, (Sizden bugün, kim hasta ziyâretine gitdi.) Hazret-i Ebû Bekr cevâb verip, Ben gitdim, dedi. Bunun üzerine Resûl-i rabbil âlemin, buyurdular ki, (Bu hasletler bir kimsede bir arada olunca, o kimse Cennete girer.) Müslim serhinde açıklanmısdır ki, Cennete girmekden murâd, hesâbsız ve kötü ameller üzerine olan cezâları görmeden Cennete dâhil olmakdır. Aslında sâdece îmân, Allahü teâlânın merhameti ile Cennete girmege sebebdir. Otuzbesinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i serîf)de, kerâmetin sahîh olması bâbında beyân olunmusdur. Abdürrahmân bin Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anhümâ” haber vermisler. Eshâb- ı Soffa, fukarâ kimseler idi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular ki, her kimin yanında iki kimseye yetecek kadar yiyecegi var ise, Eshâb-ı Soffadan aç olan bir kimse götürsün. Hazret-i Ebû Bekr üç kimseyi da’vet etdi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” on kimse aldı. Hazret-i Ebû Bekrin âdet-i serîfleri o idi ki, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrunda beklerdi. Berâber yatsıyı kılarlar idi. Sonra se’âdethânelerine [evlerine] giderlerdi. O âdetlerine binâen o üç kimseyi se’âdethânelerine gönderip, kendileri beklediler. Geceden bir mikdâr geçdikden sonra, se’âdethâ- – 38 – nelerine tesrîf buyurdular. Temîz hanımları, hazret-i Ebû Bekre söyledi ki, müsâfirlerinizin yanına gelmekden ne sey size mâni’ oldu. Hazret-i Ebû Bekr buyurdular ki, dahâ yemek vermediniz mi. Muhterem haremleri, cevâb verdiler ki, yemek verdik. Lâkin, kendileri Ebû Bekr gelmeyince yimeyiz, sabr ederiz, deyip, yimediler. Ebû Bekr, gadaba gelip, yemîn etdi ki, o yiyecekden ebedî yimem. Hâtunları da yimemege yemîn etdiler. Müsâfirler de yemîn etdiler ki, yimeyeler. Hemen Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, bu birbirine uymamak bize seytândandır. Sonra yiyecegi götürüp, ortaya koyup, kendileri yimege basladılar. Misâfirler de yimege basladılar. Bir lokma alırlardı. Onun yerine bir lokma meydâna gelirdi. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” yiyecegin bu fazlalasmasını görüp muhterem zevceleri Ümm-i Reyhâneye süâl buyurdular ki, bu yiyecegin hâli nedir. Onlar da buyurdular ki, gözümün nûru hakkı için, (Murâd-ı serîfleri hazret-i Resûl-i ekrem hakkı için demek idi) bu yiyecek, evvelki hâlinin üç katı olmusdur. Aslını bilemem dedi. Müsâfirler de doyuncaya kadar yiyip, hazret-i Resûl-i ekremin huzûrlarına da gönderdiler. Böyle rivâyet olunmus ki, Resûl- i ekrem hazretleri de, o yiyecekden yidiler. Otuzaltıncı Menâkıb: Yine Muhyissünne imâm-ı Begavî “rahimehullahü teâlâ” (Mesâbîh-i serîf)inde nakl etmisdir. Hazret-i Ebû Hüreyrenin “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bize her ni’meti veren ve iyilik eden kimseye karsılıgını verdik. Ebû Bekrin iyilik ve ikrâmının karsılıgını veremedik. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kıyâmetde ona karsılıgını verir. Ebû Bekrin malının fâide verdigi gibi, bir kimsenin malı bana fâide vermedi. Eger ben halîl [dost] ittihâz edici olsa idim [edinse idim], Ebû Bekri dost edinirdim. Lâkin bilmis olun, sizin sâhibiniz, Allahü teâlâ hazretlerinin dostudur.) Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Ebû Bekr bizim seyyidimiz, hayrlımızdır ki, Habîb- i Ekrem hazretlerine cümlemizden sevgilidir. Otuzyedinci Menâkıb: Rivâyet olundu ki, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” bütün mal ve mülkünü fîsebilillah sadaka verip, bir hırka ile evinde otururken, bir kimse gelip, kapıyı çaldı. Hazret-i Ebû Bekr dısarı çıkıp, kapıda duran kimdir diye – 39 – bakdı. Ne istersin, dedi. O kimse, yâ Ebâ Bekr! Onikibin akça borcum var. Bugün vermemin son günü. Muhakkak vermem lâzım. Simdi, lutf ve kerem edip, benim bu borcumu ödeyip, beni kurtar, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ miskin, görmez misin beni, bütün malımı, giyeceklerimi Allahü teâlâ yoluna verdim. Hattâ arkamdaki elbisemi de bir fakîre verdim. Simdi bir hırka giyip, oturuyorum. Mal ve giyecek kalmadı. Senin borcunu nereden ödeyeyim, dedi. O kisi dedi ki, biliyorum ve isitdim ki, sende mal kaldı. Senin fadlından ümîd ederim ki, benim bu borcumu ödeyesin. Hazret-i Ebû Bekrin yapacak bir seyi kalmadı. Bir yehûdîye vardı. Onikibin akçe istedi. Dedi ki, insâallahü teâlâ yarın ögleden sonra malını vereyim. O yehûdî dedi: Yâ Ebâ Bekr, yarınki gün malımı bulup vermez isen, ne olur. Ebû Bekr hazretleri, eger yarın ögleden sonra senin malını bulup, vermezsem, kendimi sana köle eyledim. Dilersen satıp, parasını al, istersen beni köle gibi kullanırsın, dedi. Bu sözlesme üzerine o yehûdî çıkarıp, hazret-i Ebû Bekre onikibin akçe verdi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” da o akçeyi o borçlu fakîre verip, borcunu ver, dedi. Kendisi, oturup, Allahü teâlâ hazretlerine tevekkül eyledi. Yarın vaktinde ödemegi va’d etdigim, bu borcu ben nereden alıp, ödeyecegim, diye düsündü. Hiçbir çâre bulamadı. Varıp, o yehûdîye köle olayım diye kalbinden geçdi. Bu seklde düsünürken, hazret-i Âisenin evine vardı. Selâm verip, dedi ki, yâ kızım Âise. Bilmis ol ki, dün bir yehûdîden onikibin akçe alıp, bir fakîrin borcunu ödedim. Bugün ögleden sonra, akçeleri ödemem lâzım. Akçeleri bulup, ödemezsem, kendi nefsimi o yehûdîye verdim [kendimi ona köle eyledim]. Simdi vâcib oldu ki, kendimi o yehûdîye köle eyliyeyim. Yâ kızım, âhıret hakkını halâl eyle. Sag ve âsân ol. Ben gidiyorum. Hazret-i Âisenin “radıyallahü teâlâ anhâ” kalbi mahzûn olup, agladı. Ikisi berâber agladılar. Hazret-i Ebû Bekr kızının yanından aglıya aglıya çıkdı, gitdi. Hazret-i Âise annemiz aglarken, mubârek gözünden bir damla yas indi. Yere düsdü. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin kudretinden bir nûrânî cevher halk oldu. Hazret-i Âise bu cevheri görüp, sevindi. Babasını çagırdı. Hazret-i Ebû Bekr dönüp geldi. Dedi ki, ne dersin yâ kızım! Hazret-i Âise dedi ki, Allahü teâlâ bana merhamet eyledi. Gözümün yasından bir cevher – 40 – yaratdı. Simdi var, bu cevheri alıp, pazara götür, satıp, borcunu edâ eyle. Ebû Bekr-i Sıddîk da o cevheri alıp, pazara gitdi. Hak Sübhânehü ve teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma emr eyledi ki, yâ Cebrâîl, Habîbim ve Resûlüm Muhammed Mustafânın zevcesi Âisenin göz yasından kudretim ile bir cevher halk eyledim. Kulum Ebû Bekr o cevheri, pazara satmaga gidiyor. Simdi çabuk var. Cennetde, kudret hazînemden yirmibin altın al. Bir nûrdan tabak içine koyup, Ebû Bekrin önüne var. O cevheri satın al. Bana getir ki, o cevher bana gerekdir. Arsıma o cevheri koyayım ki, onun nûru arsımda ısık saçsın. Ve de mü’min kullarımın kabri o cevher ile münevver olsun [aydınlansın]. Cebrâîl aleyhisselâm da yetisip, Cennetin hazînesinden yirmibin altını, bir nûrdan tabak içine koydu. Insan sûretinde, hazret-i Ebû Bekrin pazar içinde önüne geldi. Dedi ki, yâ Ebâ Bekr! Elindeki nedir, satar mısın. Ebû Bekr dedi ki, satarım. Cebrâîl dedi, kaça verirsin. Ebû Bekr hazretleri dedi ki, onikibin akçaya veririm. Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, bunun degeri onikibin akça degildir. Yirmibin altın vereyim, dedi. Ebû Bekr hazretleri dedi, eger o fiyâta alır isen sen bilirsin. Hazret-i Cebrâîl dedi ki, simdi aç etegini. Ebû Bekr hazretleri etegini açdı. Cebrâîl aleyhisselâm etegine altınları dökdü. Hazret-i Ebû Bekr alıp, se’âdethânelerine [evlerine] geldi. Gördü ki, akça aldıgı yehûdî kapı önüne gelmis. Çagırıp der ki, yâ Ebâ Bekr, gel akçamı ver; yâhud kölemsin; seni hizmetde kullanırım. Ebû Bekr hazretleri, ardından varınca; o yehûdî ayak sesini duyup, arkasına bakdı. Gördü ki, gelen Ebû Bekrdir. Yehûdîye dedi ki, aç etegini. Açdı. O yirmibin altını yehûdînin etegine dökdü. Yehûdî dedi ki, bu altın nedir. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk buyurdu ki, yirmibin altındır. Borcuna tut. Yehûdî dedi ki, senin bana borcun onikibin akçadır. Hazret-i Ebû Bekr dedi ki, bu altın senin akçenin berekâtıdır. Sonra o yehûdî altının birini eline aldı. Gördü ki, bir yanında, (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah) yazılmıs. Diger tarafında (Kulhüvallahü ehad sûresi.) yazılmıs. Kudret kalemi ile yazı yazılmıs. Yehûdînin kalbine bir hâl gelip, hidâyet-i rabbânî yetisdi. Dedi ki, yâ Ebâ Bekr! Bildim ki, senin dînin hakdır, gerçek evliyâsın. Muhammed aleyhisselâm da hak Peygamberdir. Sehâdet kelimesi söyleyip, sadakatle müslimân oldu. O altını din askına cümle fakîrlere dagıtdı. Kendisi ehl-i havâsdan oldu “radıyallahü anh”. Ma’lûmdur ki, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” haz- – 41 – retlerinin menâkıbı ve kesfi ve kerâmetleri nihâyetsizdir. Had ve hudûdu mümkin degildir. Otuzsekizinci Menâkıb: Ebû Bekr Havrânîden rivâyet olunur. Bir gece Server-i âlem Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâmda gördüm. Dedim ki, yâ Resûlallah! Evliyânın yoluna yapısmak istiyorum. Elhamdülillah! Size yetisdim. Size bî’at edeyim. Bana tevbe etdirin. [Yol gösterin, mürsidim olun!] dedim. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, Ben senin Peygamberinim! Ebû Bekr-i Sıddîk senin gerçek mürsidindir. Var, Ebû Bekri mürsid edin, ona bî’at eyle. Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri de orada hâzırlar imis. Fahr-i âlem hazretleri, Ebû Bekr hazretlerine isâret etdiler ki, yâ Ebâ Bekr, buna büyüklerin yolunu göster. Dogru yola irsâd eyle. Ben de Habîb-i ekremin isâretiyle, hazret-i Ebû Bekrin önüne vardım. Mesâyih âdeti üzerine, bana tevbe verip, düâ eyledi. Basıma külah ve arkama bir hırka giydirdi. Belime bir kusak bagladı. Gövdemde çıbanlar ve sivilceler vardı. Mubârek eli ile arkamı sıgadı. Düâ eyledi. Gövdemden sivilceler ve çıbanlar temâmen gitdi. Hazret-i Ebû Bekrin düâsı ve kerâmeti bereketi ile uykudan uyandım. Gördüm, bedenim sıhhat bulmus. O hırka ve kusagı ve külahı önümde buldum. Bildim ve i’tikâd eyledim ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleri gerçek evliyâdır ve dogru mürsiddir. Otuzdokuzuncu Menâkıb: Fahr-i enâm “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Arafat dagında, Kusvâ adlı devesine binmis hâlde dururken, meâl-i serîfi (Bugün dîninizi ikmâl etdim. Size verdigim ni’metleri temâmladım. Din olarak size islâm dînini begendim) olan, Mâide sûresi, 3. âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Sahâbe- i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sevindiler. Fekat, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk agladı. Dediler ki, yâ Ebâ Bekr! Bugün sevinmek günüdür. Bu sevinmek îcâb eden hâle niçin aglarsın ki, islâm dîni kemâl buldu. Allahü teâlâ mü’minler üzerine ni’metini temâmladı; sevinmek yeridir, aglamak yeri degildir. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ârif ve gâyet akllı bir sultân idi. Fahr-i âlem hazretlerine çok fazla muhabbeti oldugundan, dâimâ ahvâl-i serîflerine dikkatli idi. Ne zemân ki, bu âyet-i kerîme okundu. Bildi ki, her kemâlin zevâli var oldugu, dünyâda muhakkakdır. Onun için agladı. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki, ar- – 42 – kadaslar! Her kemâlin zevâli vardır. Her temâmın noksanı vardır. Zîrâ, bir is temâm oldugu zemân noksanı vardır. Temâm oldu denildiginde zevâli vardır buyuruldu ki, bu âyet-i kerîmede size dînin kemâli göründü. Ve lâkin bana Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevâli [sonu] göründü. Bir yapıcı, bir pâdisâh için, serây yapıp, dört duvârını temâm eylese ve üstünü örtse, kapılarını assa, o yapıcıya destûr verirler. Ya’nî artık isin bitdi, derler. Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yapıcı idi. Din serâyını yapmaga gelmis idi. O serây din serâyıdır ki, besdir. Birinci dıvârı nemâzdır. Ikinci dıvârı zekâtdır. Üçüncü dıvârı orucdur. Dördüncü dıvârı hacdır. Kapısı gusldür. Aslı îmândır. Tavanı ihlâsdır. Asagı esigi tevâzu’dur. Üst esigi yavaslıkdır. Sag kanadı tevekküldür. Sol kanadı temellukdur. Kilidi küfrdür. Anahtârı sehâdetdir. Derecesi rif’atdır. Içi se’âdetdir. Dısarısı sekâvetdir. Her kim ki sehâdet miftâhı [anahtârı] ile islâm serâyı kapısından küfr kilidini kırarak, içeri girdi ise, se’âdet onundur. Her kim, Allahü teâlâ korusun, küfr kilidini bu serây kapısına vurup, dısarıda kaldı ise, sekâvet onundur. Hazret-i Resûl-i ekrem ne zemân ki bu islâm serâyını yapıp, kemâline yetisdirdi. Bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmenin agırlıgından, Server-i âlemin devesi çöküp, dizine kadar kuma batdı. O Server-i kâinât hazretleri vedâ haccı yapıp, Medîne-i Münevvereye se’âdetle geldikden sonra, seksenüçgün dünyâda kaldı. Rivâyet ederler ki, evvel nâzil olan âyet-i kerîme Ikra’ sûresidir. Ve son olarak yukarıda bildirilen âyet-i kerîme nâzil oldu. Kırkıncı Menâkıb: (Tefsîr-i Beydâvî)de, Beydâvî hazretleri “rahimehullah” buyurmusdur ki, bu âyet-i kerîme ki, meâlen (Biz insana, babasına ve anasına ihsân etmegi emr etdik ki, onun annesi, onu karnında zorluklara katlanarak tasımıs, güçlükle dogurmusdur. Tasınması ve sütden kesilmesi otuz ay sürer. Sonunda erginlik çagına erince ve kırk yasına varınca; Rabbim! Bana ve anne ve babama verdigin ni’mete sükr etmemi ve benim hosnud olacagım fâideli bir amel yapmamı nasîb eyle. Bana verdigin gibi soyuma da salâh ver. Sana döndüm, ben kendimi Senin yoluna adayanlardanım; demesi îcâb eder. Iste, islediklerini en güzel seklde kabûl etdigimiz ve kötülüklerini magfiret etdigimiz bu kimseler, Cennetlik olanlar ile berâber- – 43 – dir. Bu, verilen dogru bir sözdür) buyuruldu. Rivâyet olunmusdur ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nâzil olmusdur. Zîrâ Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” baska, muhâcirden ve ensârdan kendisi ve babası ve anası ve zevcesi ve evlâdı islâm nûru ile nûrlanan yokdur. Kırkbirinci Menâkıb: (Mesâbîh-i serîf)de, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı bâbında, sahîh hadîs-i serîflerde, hazret-i Âiseden “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet olunmusdur. Hazret-i Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem”, son hastalıgında bana hitâben buyurdular ki, yâ Âise, benim yanıma, baban Ebû Bekri ve kardesin Abdürrahmânı da’vet eyle. Tâ ki, ben bir vasıyyet yazdırayım. Zîrâ, benden sonra, bir kimse çıkıp, söylemeye ki, ben halîfe olayım. Hâlbuki, Hak Sübhânehü ve teâlâ ve mü’minler, Ebû Bekrden gayrisinin hilâfetini istemezler. Kırkikinci Menâkıb: Ebûl’muîn el-Nesefî “rahimehullahü teâlâ”, (Temhîd-i akâid) adlı risâlesinde imâmet bahsinde beyân etmisdir ki, imâmet, nass ile sâbit olunmamısdır. [Ya’nî âyet-i kerîme ve hadîs-i serîf ile bildirilmemisdir.] Hazret-i Alîye “kerremallahü vecheh” ve evlâdı kirâmlarına, râfizîlerin söylediklerinin aksine, nas olmadıgına delîl sudur ki, eger açıkca delîl olsa, sahâbe-i güzîn hazretleri, ona ittifâk ederlerdi. Onların ittifâkları tâbi’îne, tâbi’înden de, tebe-i tâbi’îne, onlardan da sâlihine “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, dahâ sonrakilere hattâ bize ulasırdı. Alîyül mürtedâ hazretlerine ve evlâd-ı kirâmına imâmetin geçisi ile alâkalı bir haber yokdur ki, Onlar o haberin naklini gizli tutmus olsunlar ve eksik bildirmis olsunlar. Görülmezmi ki, Eshâb-ı kirâm bize, naslardan ahkâm istinbâtı ve ahkâm-ı islâmiyyeden bir cüz’ü naklde eksik bildirmeyip, aynen nakl etmislerdir. Bu imâmlıgı gizledikleri düsünülemez. Bunun üzerine o eserde bildirilir ki, hazret-i Server-i Enbiyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” fânî dünyâdan ayrıldıkları zemân, sahâbe-i kirâm hazretleri Benî Sâidenin sofasında toplanıp, buyurdular ki, (biz isitdik ki, Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki, (Bir kimse ölse, hâlbuki zemânının imâmını bilmese, onun ölümü câhiliyye devrindeki ölüm gibidir.) O hâlde, bizim üzerimizden bir gün imâmsız geçmesi câiz olmaz. Imâmdan murâd halîfedir. Onun için, kendi zemânında mevcûd olan imâmı bilmemek büyük günâhdır. Zîrâ, dînin ahkâmından ba’zı sey- – 44 – lerin câiz olması imâm ile [halîfe ile] olur. Cum’a ve bayram nemâzları ve yetîmlerin nikâhı gibi. Imâmın lâzım oldugunu ve mevcûd olan Halîfeyi inkâr eden bir farzı inkâr etmis gibidir. Farzı inkâr etmek küfrdür.) Ensârdan bir kimse kalkıp, muhâcirine dedi ki, bizden bir emîr olsun ve sizden bir emîr olsun. Hazret- i Ebû Bekr “radıyallahü anh” ayak üzerine kalkıp, dedi ki, Muhakkak ben öyle zân ederim ki, hazret-i Alî “radıyallahü anh” buna lâyıkdır. Ben isterim ki ona bî’at edeyim. Hazret-i Alî ayaga kalkıp, buyurdu ki, kalk yâ Ebâ Bekr! Allahü teâlânın ve Resûlünün halîfesisin. Seni hazret-i Resûl-i ekrem takdîm etmisdir. Kim seni geride bırakabilir. Ben Resûlullah hazretlerinin huzûrunda idim. Bana emr edip, buyurdular ki, var Ebû Bekre söyle, nâsa imâm olup, nemâz kıldırsın! Resûl-i ekrem hazretlerinin râzı oldugu bir kimseden, biz elbette râzı olduk. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” dînimizdeki bir isde râzı oldugu kimseden dünyâlık bir is için râzı olmaz mıyız, dedi. Resûlullahın halîfesi diye tesmiye etdiklerine sebeb odur ki, hazret-i Resûl- i mükerrem, Ebû Bekr hazretlerini kendi makâm-ı serîflerine ki, imâmet makâmı idi, halîfe nasb etdiler. Ömrlerinin sonunda nâsa [müslimânlara] imâmet edip [imâmlık yapıp], nemâz kıldırdı. Bir rivâyetde yedi gün ve bir rivâyetde üç gün imâmlık yapdı. Sahâbe-i kirâm hazretlerinin cümlesi Alîye “radıyallahü anh” muvafakat edip, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka bî’at etdiler. Bî’at oldukdan sonra, Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin defnine mesgûl oldular. Sonra va’z edip, buyurdu ki, ben sizin üzerinize vâlî kılındım. Hâlbuki, hayrlınız degil idim. Beni kabûl edin. Hemen yine hazret-i Alî kalkıp, buyurdular ki, biz seni ne kabûl ediciyiz ve ne kabûllük taleb ediciyiz. Hazret-i Resûl-i Muhterem seni takdîm etmisdir. Kim ola ki, te’hîr etsin [Ya’nî Resûlullahın geçirdigi makâmdan kim seni geride bırakabilir.]. Bir gün gördüler ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk çarsıda bir kadına gömlegini satıp, ücreti ile yiyecek alır. Dediler ki, sana beytülmâldan nafaka ta’yîn edelim. Sen müslimânların islerini gör. Hergünde veyâ ikigünde iki dirhem ta’yîn etdiler. Yine kendi buyurdular ki, ben za’îf bir kulum. Yevmiye iki dirhemlik amele kudretim yokdur. Öyle olunca, iki dirhem bana harâm olur. Ondan sonra bir dirhem ve iki dank, ta’yîn etdiler. Hazret-i Ebû – 45 – Bekr “radıyallahü anh” o bir dirhem ile iki dankı alıp, bir testiye koyardı. Yine gizliden mal satar kendisine harcardı. Vefâtları yaklasdıgı zemân, o testiyi istedi ve onda olan akçeyi dökdü. Kerîmeleri Âise-i Sıddîka hazretlerine buyurdular ki, bu akçeyi Ömer bin Hattâb hazretlerine götür. De ki, bu mal müslimânlarındır. Bunu müslimânlardan ihtiyâcı olanlarına versin. Âise-i Sıddîka da o meblâgı hazret-i Ömer hilâfet makâmına geçdikde, huzûruna götürüp ve babasının vasiyyetlerini beyân etdiklerinde, hazret-i Ömer, aglayıp, (Ey Sıddîk! Bizi büyük zahmete bırakdın. Ne garîb Ebû Bekr ki, öldükden sonra yine adâlet etdin. Kim senin yolundan yürüyebilir,) deyip, mubârek gözlerinden yas revân oldu. Rivâyet olunmusdur ki, Resûl-i ekrem hazretlerinin intikâlinden sonra [âhıreti sereflendirdikden sonra], Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, hilâfet müddetlerinde, günden güne za’îflediler. Za’îflikleri gün geçdikce artdı. Bir gün Âise-i Sıddîka ona sordular ki, ey benim babam, sana ne oldu ki gün be gün za’îflersin. Cevâbında buyurdular ki, ey kızım, bilmis ol ki, Muhammed Mustafâ hazretlerinin ayrılıgı beni za’îf eyledi. Ey azîzler, bunu fikr edip, kıyâs edin ki, ne seklde muhabbeti olmak gerek ki, bu seklde za’îf olmaga sebeb olsun. Kalbinde böyle bir Hakkın serverine, (Allahü teâlâ muhâfaza etsin) sûi’zannı olan kimseye yazıklar olsun! Allahü teâlâ hazretlerinden nasıl rahmet umarlar. Habîbullah hazretlerinden ne yüz ile sefâ’at ümîd ederler. Kırküçüncü Menâkıb: Hazret-i Âise-i Sıddîka “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan âhırete göç etdiler. Eshâb-ı kirâm hazretlerinin hepsi bu serveri nereye defn edelim, diye tereddüd etdiler. Hazret-i Âise buyurdu ki, bu tereddüdün asırı ızdırâbından uyumusum. Kulagıma bir ses geldi. (Dostu dosta kavusdurun!) diyordu. Uykudan uyanıp, bu hâdiseyi Eshâb-ı kirâma anlatdım. Onlar da biz de bu sesi isitdik; dediler. Mescid içinde nemâz kılanlar bile isitdik dediler. Bundan sonra, müsâvereye ihtiyâc kalmayıp, sübheleri gitdi. Sonra götürüp, Habîb-i Ekrem hazretlerinin yanına defn etdiler. (Sevâhid-ün-nübüvve)den terceme olunmusdur. Kırkdördüncü Menâkıb: Sahîh hadîs-i serîf isnâdıyle, Câbir bin Abdüllah “radıyallahü anh” hazretlerinden rivâyet eylediler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” vefâtına yakın – 46 – vasıyyet etdi. (Ben vefât etdikden sonra, beni su Beyt-i serîfin kapısına götürün. Resûl-i ekrem hazretlerinin kabr-i serîfleri oradadır. O kapıyı çalınız. Eger o kapı size açılırsa, beni oraya defn ediniz.) Câbir “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, biz onu alıp, gitdik. O kapıyı çaldık, dedik ki, iste Ebû Bekr. Ister ki, sizin yanınıza defn olunsun. O kapı açıldı. Biz o kapıyı kimin açdıgını duymadık. Içeri giriniz, onu defn ediniz, sesini duyduk. Hâlbuki ne bir sahs, ne bir sey gördük. Kırkbesinci Menâkıb: Fahr-il kevneyn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, âhırete sefer etdikden sonra, münâfıklar bas kaldırıp, arabların ekserîsi mürted oldular. Iki vilâyetin ehâlisi islâmiyyetden ayrılmadılar. Mekke ve Medîne ehl-i islâmı sakladılar. Mürtedler ittifâk edip, zekât toplıyanları öldürdüler. Itâ’atden çıkdılar. Kadınlarının ellerine kına yakdılar. Resûl- i ekrem hazretleri âhırete sefer etdigi için, defler çaldılar. Nagme ile si’rler okudular. Bu haber Eshâb-ı Güzîne geldi. Çok üzüldüler ve mahzûn oldular. Mescîde toplanıp, mesveret etdiler. Ondan sonra kalkıp, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın evinin kapısına geldiler. Dediler ki, yâ Ebâ Bekr! Hazret-i Resûl, sizi yerine halîfe ta’yîn etdi ki, cümle müslimânların hâline mukayyed olasınız [hâllerini gözetesiniz]. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhırete sefer edeliden beri, dısarı çıkmadınız ve kimseye karısmadınız. Gece gündüz agladınız. Lütf edip, simdiden sonra dısarı çıkıp, müslimânların islerini görüp, mürtedlerin üzerine varmak için lâzım olan tedârîki bir gün evvel görmek lâzımdır. Hazret-i Ebû Bekr, Habîbullah hazretlerinin ayrılıgından o dereceye varmıs idi ki, yürüyen meyyit olmus idi. Lâkin ne çâre ki, din gayreti Onu yerinde koymadı. Bir münâdi ile seslendirdi ki, nemâza hâzır olun! Muhâcirin ve Ensârın temâmı bir araya geldiler. Emîr-ül-mü’minîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, minber üzerine çıkıp, hutbe okudu. Buyurdu ki, Ey mü’minler! Biliniz ki, her kim Muhammed aleyhisselâma taparsa, Muhammed aleyhisselâm âhıret âlemine göç etdi. Her kim Muhammed aleyhisselâmın Allahına taparsa, o Allah diridir, serîki yokdur. Yine dedi ki, Ey müslimânlar! Biliniz ki, münâfıklar, açıkdan fitne çıkardılar. Allahü teâlâ ve Resûlünün zekât toplayıcılarını öldürdüler. Eger biz bu isi basit tutarsak, onlar kuvvet bulur. Islâmiyyet za’îf olur. Yemîn etdim ki, vallâhi, bugünden sonra onlar ile harb ederim. Onlar ile benim aramda kılınç vardır. Sonra – 47 – Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, ayak üzerine kalkıp, dedi ki, Ey Allahü teâlânın Resûlünün halîfesi. Cümlemiz emrine mutîyiz. Lâkin Üsâmeye de haber gönderin. Cümle asker ile gelsin. Bu az is degildir. Hazret-i Ebû Bekr buyurdu ki, Üsâmeye ihtiyâcımız yokdur. Burada hâzır olan asker kâfî gelir. Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ile ve Habîbullah hazretlerinin mu’cizeleri ile mürtedlerin hakkından gelirler. Büyükler demislerdir ki, sultân gönüllü olsa, hiç düsmân onun üzerine zafer bulamaz. Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, nice büyük sahâbîler ile minber dibinde oturmusduk. Ceng niyyetine durduk. Herbirimiz Ebû Bekrin “radıyallahü anh” emri ile, yüreklenip ve kuvvetlenip, arslan gibi sâhlandık. O sâat, gazâ davulları çalındı. Onbin asker silâhlanıp, hâzır oldular. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” Hâlid ibni Velîdi, hâzır edip, onbin askere kumandan ta’yîn edip, cümlesini Allahü teâlâ hazretlerine ısmarladı. Mürtedler üzerine gönderdi. Hâlid bin Velîd askeri ile varıp, Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zekât toplıyan me’mûrlarını sehîd eden tâifeyi, katl eyledi. Ondan sonra Hâlid bin Velîd “radıyallahü teâlâ anh”, hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin vefâtında ellerine kına yakan, defler çalan kadınları getirtdi. Ellerini kestirdi. Baslarını atese bırakdılar. Bunları siyâset için yapdılar. Ondan sonra bütün mürtedler gelip, pismân olup, emân dilediler. Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” huzûruna nâme yazdılar. Yanıldık, hatâ isledik. Nemâz kılalım, zekât verelim. Her ne buyurur isen yerine getirelim. Hemen Hâlid bin Velîdi üstümüzden kaldır. Zîrâ, damarımızı kurutdu, kökümüzü kesdi, dediler. Ebû Bekr hazretleri “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, ben Peygamberimizin huzûrunda isitdim ki, (Hâlid, Allahü teâlâ hazretlerinin kılıcıdır. Aslâ bos yere kan dökmez.) Mâdem ki emân dilediler ve itâ’at gösterdiler, geri döndüler, îmâna geldiler, Hâlid bin Velîd onlara zarar vermez. Sonra onu geri çagırdı. Çok ikrâmlarda ve ihsânlarda bulundu. Bu haber, tevârihden (târîh kitâblarından) alınmısdır. Kırkaltıncı Menâkıb: Hazret-i Ömer “radıyallahı teâlâ anh” buyurdu ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” bir gecelik ameline veyâhud bir sâatlik ameline, bütün ömrümce isledigim amelleri mümkün olsa degisirim. Sordular ki, yâ Emîr-el – 48 – mü’minîn! Ebû Bekrin o günde bir gecelik ameli ne idi. Buyurdular ki, o gece ki, Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hicret etmek emr oldu. Birçok Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında Ebû Bekr, Fahr-i âlem hazretlerine yol arkadası ta’yîn olundu. Hak sübhânehü ve teâlâ huzûrunda ve Habîbullah katında mukarreb olup, mertebesi yüksek olmasa, bu se’âdete ve bu izzete vâsıl olmaz idi. Resûl- i ekrem hazretleri ile Mekke-i Mükerremeden, Medîne-i münevvereye tesrîf buyurdular. Bundan büyük devlet-i ebedî ve se’âdet-i sermedî bir kimseye müyesser olmamısdır. Bundan sonra da müyesser olmaz. Yine o günde bir sâatlik amel odur ki, Fahr-i âlem hazretleri âhırete sefer etdikde, arabların çogu, mürted oldular. Ben vardım. Hazret-i Ebû Bekre dedim: Yâ Resûlallahın halîfesi. Mel’ûnlara bir kaçgün müddet verseniz câiz degil midir. Buyurdular ki, yâ Ömer! Muhakkak ki bu islâm dîni kemâl mertebe temâmlanıp, kuvvetlenmisdir. Simdi geri dönüs yokdur. Nitekim Allahü teâlâ azze sânehü kelâm-ı kadîminde, Mâide sûresi, 3.cü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Bugün dîninizi sizin için ikmâl eyledim. Üzerinize olan ni’metimi temâmladım ve size din olarak islâmiyyeti vermekle râzı oldum) buyurmusdur. Simdi, o Allahü teâlâ hakkı için ki, ondan gayri ilâh yokdur. Bir an emân vermeyip, ben onlara kılıç çekip, mürtedler ile kılıçdan gayri nesne ile söylesmem, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü anh”, halîm, selîm tabî’atli, sefkat ve merhamet üzere iken, bunların hakkında böyle buyurdukları, îmânının kuvvetindendir ve yakîninin ziyâdeligindendir. Bundan sonra dîn-i islâma zevâl gelmiyecegini, kuvvetinin azalmıyacagını bildigi için, böyle kat’î cevâb verdi. Kalb-i serîfleri, Resûlullah hazretlerinin kalb-i serîflerine uygun olup, îmânının kuvveti ve sıdkı, bu mertebe kemâl bulmus idi ki, bir kimse bunun derecesine yetismemisdir. Simdi, hazret-i Ömer gibi bir sultân-ı zîsân, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında böyle sehâdet edince, kıyâs eyle ki, hazret-i Ebû Bekrin derecesi, ne yüksek ve âlî, se’âdetli derecedir. Bunlara muhabbet edip, hâlis sevenler dünyâda ve âhıretde insâallah mahrûm kalmazlar. Kırkyedinci Menâkıb: Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” son hastalıgında buyurdu ki; hilâfeti kime bırakacagım konusunda, tekrâr istihâre eyledim. Allahü teâlâdan dile- – 49 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:4 dim ki, bana rızâsına uygun olanı versin. Bilirsiniz yalan söylemem. Hiçbir akllı kimse Allahü teâlâya kavusma vaktinde [ya’nî ölüm ânında] kendine iftirâ yapılmasını arzû etmez ve müslimânları aldatmagı uygun bulmaz. Dediler ki, ey Resûlullahın halîfesi. Hiç kimsenin dogrulugunuza sübhesi yokdur. Ne söyliyecek isen, söyle. Buyurdu ki, gecenin sonunda, uykum bana gâlib geldi, uyudum. Resûl-i ekrem hazretlerini gördüm. Iki beyâz kaftan giymis. O kaftanların etrâfını [eteklerini] ben tutuyordum. Ne zemân ki o iki kaftan yesil olmaga ve parlamaga basladı. Söyle ki, bakanların gözlerini alırdı. Resûlullah hazretlerinin iki tarafında, iki uzun boylu kimse vardı. Gâyet güzel yüzlü idiler. Elbiseleri nûr gibi ve bakanlara sürûr verirdi. Hazret-i Resûl-i ekrem bana selâm verip, benimle müsâfehâ ederek, sereflendirdi. Mubârek elini benim gögsüme koydu. Bende olan ızdırâb geçdi. Dedi ki, ey Ebû Bekr! Sana kavusma arzûmuz artmısdır. Vakti geldi ki, bizden yana gelesin. Ben uyku içinde o kadar aglamısım ki, ehlim haberdâr olmuslar. Bana sonra haber verdiler. Ben de dedim, (Ben de sizi özledim, yâ Resûlallah!). Buyurdular ki, yerine, bu ümmet için ümmetin âdil ve sâdıkı, yerde ve gökde herkesin rızâsını kazanmıs, zemânının temizi olan Ömer bin Hattâbı geçir. Bu iki kisi senin vezîrlerindir, dünyâda yardımcılarındır, vefâtın zemânında yardımcılarındır. Cennetde komsularındır. Ondan sonra bana haber verdiler ve dediler ki, fikr ve vehmden kurtuldun ve sen Sıddîksın. Gökde melekler içinde Sıddîksın. Yerde halk içinde Sıddîksın. Dedim ki, yâ Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Bu iki kisi kimlerdir ki, bunların benzerini görmedim. Buyurdu ki, bu iki kisi Cebrâîl ve Mikâîldir. Sonra gitdiler. Ben uyandım. Yüzüm göz yasından ıslanmıs. Âile efrâdım basımın ucunda aglasırlardı. Kırksekizinci Menâkıb: Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” son hastalıgında, kendisinin evlâdını, hazret-i Âise-i Sıddîkaya ısmarladı. Iki oglan iki kız vasıyyet eyledi. Hazret-i Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” der ki, hâlbuki, bir kız kardesim var idi. Diger kız kardesim hangisidir, dedim. Hanımım hâmiledir. Öyle zân ederim ki, dogurdugu kız olsa gerekdir. Sonra, dogum oldu. Kız evlâdı oldu. Kırkdokuzuncu Menâkıb: Zemânının kutbu ve bir dânesi, seyyid Mahmûd naksibendi el-umverî elmulakkab bi el’azîz – 50 – “kuddise sirruh” ilmi tecridde, kendi te’lîf etdigi (Güzîde) adlı nefîs risâlesinin yirmidokuzuncu bâbında, beyân buyurmusdur. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri halîfe oldular. Yemâme vilâyetinde Müseyleme adında bir kezzab [yalancı] peygamberlik da’vâsında bulundu. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” sahâbe-i kirâmı Yemâme vilâyetine gazâya gönderdi. Büyük savas olup, Müseyleme-i kezzâbı öldürdüler. Târîhde söyle beyân olunmusdur: Müseyleme cenginde; Eshâb-ı kirâmın mubârek hâtırlarına korku geldi. Kur’ân-ı kerîm hâfızları katl olundugu için, Kur’ân-ı kerîm yeryüzünden kalkacak diye korkdular. Allahü teâlâ hazretleri, hazret-i Ömerin mubârek kalbine ilhâm eyledi ki, Kur’ân-ı azîmi bir araya toplayıp, bir mıshaf yazılsın. Hemen kalkıp, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” huzûruna vardı. Durumu arz etdi. Hazret-i Sıddîk buyurdular ki, Ben bu iste fikr ve teemmüle [ya’nî etrâflıca düsünmege] muhtâcım. Zîrâ Habîb-i ekrem hazretleri, cem’ etmediler. Cem’ edin diye emr de buyurmadılar. O zemân Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin de mubârek kalbine Allahü teâlâ ilhâm buyurdu ki, hayr, Kur’ân-ı azîmi toplayıp, bir mushaf yazmakdadır. Zeyd bin Sâbit hazretleri buyurdular ki, bir gün hazret-i Ebû Bekr beni istemis. Ben de huzûruna vardım. Gördüm ki, hazret-i Ömer de, hazret-i Ebû Bekr de, durumu açıklayıp, Kur’ân-ı azîmi cem’ etmegi bana teklîf etdiler. Bu is daglardan agır geldi. Bir nice gün sonra, Allahü teâlâ hazretleri benim kalbime de ilhâm eyledi ki, hayr, Kur’ân-ı kerîmi cem’ etmekde, bir araya toplamakdadır. Ben ise hazret-i Peygamberin zemân-ı serîflerinde vahy kâtibi idim. Cebrâîl-i emîn hazret-i Peygambere kırâet etdiklerinde, son kırâetlerinde bile hâzır idim. Sonra Kur’ân-ı azîmi o tertîb üzere toplamaga teveccüh edip, tahtalarda ve kâgıdlarda, taslarda ve agaçlarda yazılanları ve Eshâb-ı kirâmın hâtırlarında mahfûz olanları toplayıp, Resûl-i ekrem hazretlerinden son zemânında dinledigim tertîb üzere yazdım. Sûre-i Berâenin sonuna varınca; 127.ci âyet-i kerîmesinden sonra, sûre sonuna kadar hâtırımdan gitdi. [Son iki âyet.] Ba’zı kimselere sordum. Sonra Huzeymetebni Sâbit el ensârî hazretlerinin yanında buldum. Yerine yazdım. Sonra Sûre-i Ahzâba kadar yazdım. Ahzâb sûresinin 23.cü âyetini hazret-i Resûl-i Ekremden isitmis idim. Kaybetdim. Onu taleb eyledim. Yine Huzeyme-i Ensârî hazretlerinin – 51 – yanında buldum. Yerine yazdım. Nihâyet Mushafı temâmladım. Halîfeye götürdüm. Ona (ilk Mushaf) diye ad koydular. Hazret-i Alî, hazret-i Ebû Bekr hakkında buyurdular ki, Hazret- i Ebû Bekr, insanlar arasında en büyük sevâba kavusmusdur. Kur’ân-ı kerîmi, levhalardan toplu hâle ilk getiren odur. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın hilâfeti zemânında bu Mushaf, onun yanında kaldı. Hazret-i Sıddîk-ı ekber, âhırete göçdükden sonra, hazret-i Ömerin yanında durdu. Hazret-i Ömer âhırete göçdükden sonra, Resûlullah hazretlerinin muhterem zevceleri, hazret-i Ömerin kızı Hafsanın “radıyallahü teâlâ anhâ” yanında durdu. Hazret-i Ebû Bekrin hilâfet müddeti iki sene oldu. Eksik ve fazla rivâyet de vardır. Ömrleri altmısüç senedir. Hicretin onüçünde, mubârek cemâzil evvelin yirmiikisinde aksam ile yatsı arasında vefât etdiler. Ellinci Menâkıb: Imâm-ı Begavî, (Meâlimüttenzîl) adlı tefsîrinde, Lokmân sûresinde, meâl-i serîfi (Tevhîd ve tâ’atim yoluna gidenlere tâbi’ ol ki, onlar Peygamber aleyhisselâm ve Eshâbıdır) olan, onbesinci âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Atâdan nakl buyurmuslardır ve o ibni Abbâs hazretlerinden nakl etmisdir. Buyurdular ki, âyet-i kerîmedeki kimseden murâd Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. Bunun açıklaması odur ki, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldigi vakt, hazret-i Osmân, Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” yanına geldiler. Dediler ki, Sen bu seklde tasdîk edip, îmân getirdin mi. Evet. O dogru sözlüdür. Siz de îmân getirin, dedi. Sonra hepsini alıp, hazret-i Habîb-i ekremin huzûr-u serîflerine götürdü. Müslimân oldular. Bunların müslimân olmaları hazret-i Ebû Bekrin irsâdı ile oldu. Allahü teâlâ onun medhinde buyurdu: (Bana dönen kimsenin yoluna tâbi’ ol.) Ya’nî Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” yoluna tâbi’ ol, demekdir. Ellibirinci Menâkıb: (Ravda-tüs-sekâyık) kitâbında, Ömer bin Hattâbdan “radıyallahü anh” rivâyet olunmusdur. Buyurdular ki, hazret-i Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhıreti sereflendirdikleri zemân, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh”, bir acâib rü’yâ gördü. Uykusunda öyle siddet ile agladı ki, kapısı önünden geçerken aglamasını isitdim. Merâk edip, kapısını çaldım. Hazret-i Sıddîk uyandı. Kapıyı çalmam se- – 52 – bebi ile kalkıp, benim için kapıyı açdı. Gözlerinin yası, sakaklarının üzerinden akardı. Sordum. Yâ Ebâ Bekr, niçin bu kadar agladınız. Benim için Eshâb-ı Güzîni topla. Gördügüm rü’yâyı onlara haber vereyim, dedi. Ben de Sahâbe-i kirâmı topladım. Cümlesi huzûrlarında hâzır oldular. Hazret-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Gördüm ki, kıyâmet kopmus. Insanlar hesâb yerine sevk olunur. Bir bölük mevki’ sâhibleri gördüm. Minber üzerinde, yüzleri parlak, yaldız gibi parlar. Bir melege sordum. Bunlar kimlerdir. Dedi ki, bunlar Peygamberlerdir. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hazretlerine muntazırlardır [onu beklerler]. Zîrâ sefâ’at dizgini Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yedindedir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâm nerededir, diye sordum. Dedi ki, Arsın kenârındadır. Dedim ki, beni hazret-i Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı serîflerine götür. Ben Onun hizmetcisi ve arkadasıyım. Ben Ebû Bekr-i Sıddîkım. Melek beni Resûlullahın huzûruna götürdü. Gördüm ki, mubârek bası açık. Imâmesini [sarıgını] arsın önüne koymus. Rıdâsı ile belini baglamıs. Sag eli arsın kenârında. Sol eli Cehennemin kapısının halkasında. Istigâse edip, derdi ki, yâ Rabbî! Ümmetime merhamet buyur. Ümmetim içinde ülemâ var, Evliyâ var. Sülehâ var. Mücâhidler var. Hâcılar var. Allahü teâlâdan nidâ geldi ki, yâ Muhammed! Itâ’at edenleri söylersin. Âsileri zikr etmezsin. Fâsıkları, serâb içenleri ve zâlimleri, fâiz yiyenleri, zîna yapanları, kan dökücüleri zikr etmezsin. Muhammed aleyhisselâm, yâ Rabbî! Onlar Senin buyurdugun gibidir. Lâkin onlarda müsrik ve sana ogul isnad edici ve saneme ibâdet edici [puta tapan] ve tevhîdden dönücü yokdur. Ümmetim üzerine sefâ’atimi kabûl et. Gözlerimden akan yaslara acı, deyip, yalvarmaga basladı. Ben Habîbullah hazretlerine asırı muhabbetimden ve acıdıgımdan, dedim ki, yâ Resûlallah! Niçin bu kadar aglıyor ve yalvarıyorsunuz, kendinizi çok yoruyorsunuz. Mubârek basını kaldırdı. Sol eli, Cehennemin kapısının halkasında idi. Cehennem kapısını baglayıp, buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Rabbimden ümmetimi sordum. Yalvarmam asırı oldugu için, Rabbim teâlâ sânına uygun olarak, ümmetimi bana bagısladı. Benim ümmetim üzerine üzüntümü kaldırdı. Ben irâde etdim ki, yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlâ sana ba’zısını mı, bagısladı, yoksa hepsini mi diye söyliyecekdim. Sormadan önce sen kapıyı çal- – 53 – dın yâ Ömer. Uyandım. Hazret-i Ebû Bekr bu sözü söyledigi ânda, evin içinden, bir ses isitdik: (Hepsini, hepsini bagısladı yâ Ebâ Bekr. Yalnız bir mü’mini kasd ile öldürenleri bagıslamadı. Onlar Cehennemde sonsuz kalacaklardır,) buyurdu. Hepimiz kalkıp, Allahü teâlâ hazretlerine hamd etdik ki, böyle bir Peygamberin ümmetinden eyledi. Raûfdur, rahîmdir, sefâ’ati bizim hakkımızda kabûl olundu. Böylece maksadına vâsıl oldu, kavusdu. Elliikinci Menâkıb: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hilâfetleri zemânında, Medîne-i Münevverede gezerken, bir evin kapısı önüne geldi. O evin içerisinden aglama sesi isitdi. Bir kadın si’r okuyup, gözünden yas akıtır. O si’rin ma’nâsı budur: Ey ay yüzlüm, Sen aydan dahâ fazla güzelsin. Parlak ay yüzün ile, günesi alt edersin. Dâyem (Dadım) henüz agzıma südü koymadan önce. Senin yâkut dudaklarını, hâtırlayıp, kan içdim. Bu si’rin okunusu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın mubârek kulaklarına te’sîr etdi. Kapıyı çaldı. Ev sâhibi dısarı çıkdı. Ondan süâl buyurdular ki, hür müsün, rakîkmisin [köle misin]. Bu beyti kimin için okursun. Kimin için aglıyorsun. Kadın dedi ki, yâ Resûlullahın halîfesi. O ravda-i münevvere hakkı için, bunu benden sorma. Buyurdular ki, gönlün sırrını duymayınca bu makâmdan adımımı atmam. Câriye, içden bir âh çekerek, Benî Hâsim gençlerinden birisini söyledi. Sıddîk hazretleri mescide vardı. O câriyenin sâhibini bulup, parasını ödeyip aldı ve âzâd etdi. Sevdigi gence nikâh etdi veyâ bagısladı. Hazret-i Molla Câmî (Bahâristân) kitâbında, bu hikâyeyi rivâyet buyurmuslar ve bu si’ri söylemislerdir: (Ey gönül! Cihânın bütün maksadlarını bir tarafa bırakmıs olan kimseden baskası, seni sevdigin ile birlesdiremez. Is, maksad [arzû] derdi ile hâsıl olur. Eger derdin yoksa, inle ki, bir gönül ehli sana acısın da murâdına kavusdursun!) Elliüçüncü Menâkıb: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için bildirilen âyet-i kerîmeler hakkındadır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra, hak üzere halîfe Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri oldugu icmâ’ ile sâbit olmusdur. 1– Yukarıda zikr olundugu minvâl üzere, Hak sübhânehü ve – 54 – teâlâ hazretleri Kur’ân-ı azîmde haber vermisdir ve buyurmusdur: (Sizden îmân edip de, sâlih amel isleyenlere, Allahü teâlâ söyle va’d buyurdu: Yemîn olsun ki, kendilerinden evvel gelen Isrâil ogullarını nasıl kâfirlerin yerine getirdi ise, onları da kâfirlerin arâzîsine getirecek (hâkim kılacak), onlara kendileri için seçdigi islâmı kuvvetlendirip, icrâ imkânı verecek, onları korkularının arkasından muhakkak emniyyete kavusduracakdır. Allah, müslimânların düsmanlarını helâk edecekdir. Böylece bana hiçbir seyi ortak kosmıyarak, hep bana ibâdet edeceklerdir. Kim bundan sonra nankörlük ederse, iste onlar asıl fâsıklardır.) [Nûr sûresi ellibesinci âyet-i kerîme meâli.] Âlimler buyurdular ki: Allahü teâlâ, îmân getirip, iyi ameller isleyen kimselere va’d etmisdir ki, onlardan elbette yeryüzünde halîfeler yapar. Nitekim o kimseler ki, onlardan evvel de halîfe oldular. Ya’nî benî Isrâilin dinleri ki, begenilmisdir. Onlara elbette bedel verir. Onlara korkudan sonra emînligi verir. Tâ ki ibâdet ederler, Allahü teâlâya hiç birseyi serîk eylemezler. Her kim ki bir ni’mete ondan sonra küfrân getirirse, onlar fâsıklardır. Peygamber “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve Eshâb-ı kirâm Mekke-i mükerremede müsriklerden korkuda idiler. Medîne-i münevvereye gitdikden sonra, yine korku fazla idi. O vakt emîn oldular ki, Allahü teâlâ dînini her yere yaydı ve onları düsmân üzerine gâlib getirdi. Bu âyet-i kerîmede; Ebû Bekr “radıyallahü anh” hazretlerinin ve diger halîfelerin hilâfetlerinin dogruluguna delîl vardır. “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Ondan dolayı ki, Allahü teâlâ hazretlerinin, va’dinden dönmek ihtimâli yokdur. 2– (Dîni kuvvetli, malı çok olanlar, fakîr akrabâsına, Allah yolunda hicret edenlere mal vermemege yemîn etmesin. Onların kusûrlarını afv edip, bagıslasınlar. Böylece, Allahü teâlânın sizi afv etmesini istemez misiniz. Allahü teâlâ gafûrürrahîmdir.) [Nûr sûresi yirmiikinci âyet-i kerîmesinin meâli.] Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi su idi. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh”, Mıstaha nafaka vermemege yemîn etdi. Çünki o, hazret-i Âise hakkında yakısıksız sözler söylemis idi. Bu Mıstah fakîr bir kimse idi. Muhâcir idi. Ehl-i Bedr cümlesinden idi. Ebû Bekr-i Sıddîkin teyzesi oglu idi. Bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Hazret-i Habîb- i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bu âyet-i kerîme- – 55 – yi okuyunca, hazret-i Sıddîk “radıyallahü anh” (Allahü teâlâ bu âyet-i kerîme ile nafaka vermedigim için beni bildiriyor. Bundan sonra kimsenin nafakasını kesmiyecegim,) buyurdu. 3– (Ey îmân edenler! Sizden kim dîninden dönerse, Allahü teâlâ, baska bir kavm getirir. Allahü teâlâ onları sever. Onlar da Allahü teâlâyı severler. Mü’minlere tevâzû’ ederler. Kâfirlere karsı siddetlidirler. Allah yolunda cihâd ederler. Ayblanmakdan çekinmezler. Bu Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Diledigi kullarına verir. Allahü teâlânın fadlı çok genisdir, bu fadla lâyık olanları bilir.) [Mâide sûresi ellidördüncü âyet-i kerîmesinin meâli.] Bu âyet-i kerîme de Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” sânı hakkındadır. 4– (Emr ve yasaklarda Allahü teâlâya ve Resûline itâ’at edenler, Allahü teâlânın kendilerine ni’met verdigi Peygamberler, Sıddîkler, sehîdler ve sâlihlerle berâberdir. Onlar ne güzel arkadasdır. Bu üstünlük Allahü teâlâ tarafından verilir. Allahü teâlâ üstün kullarına mükafât verilmesini bilir.) [Nisâ sûresi 69 ve 70.ci âyet-i kerîmelerin meâli.] Bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, hazret-i Habîbullah ile hazret-i Ebû Bekrin arasında vâsıta yokdur. Bütün müslimânlar Ebû Bekr hazretlerine Sıddîk derler. Bir sehâdetde, yarısı ile âdil, yarısı ile zâlim olmak lâyık olmaz. Vâcib odur ki, Resûlullah hazretlerinin derecesi ile hazret- i Ebû Bekrin derecesi arasında baska bir derece yokdur. Râfizîlerin söyledikleri yanlısdır. Hem bu âyet-i kerîmelerde delîl vardır ki, Allahü teâlâ hazretlerinin ni’meti bu tâife üzerine kendi fadlındandır. Yoksa onlar bu ni’mete, ibâdetleri ile kavusmus degillerdir. Kaderiyye fırkasının kavlinin aksine, Allahü teâlâ (Bu Allahü teâlânın fadlındandır) buyurdugunu görmez misiniz. Bu âyet-i kerîmelerde açıklandı ki, Râfizîlerin bâtıllıgı imâmet bâbında, Kaderiyyenin bâtıllıgı inâyet bâbındadır. 5– (Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Sizden olan emîrlere itâ’at ediniz!) [Nisâ sûresi ellidokuzuncu âyet-i kerîmesinin meâli.] Ikrime “radıyallahü anh” hazretleri der ki, Ülül-emrden murâd, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer-ül-Fârûk hazretleridir. Ondan dolayıdır ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu; (Benden sonra, Ebû Bekr ve Ömere tâbi’ olunuz. Onlar benim yanımda, vücûdda bas gibidir.) – 56 – 6– (Eger siz harbe gitmiyerek Resûlüme yardım etmezseniz, Allahü teâlâ ona yardım eder. Allahın Resûlünü kâfirler Mekkeden çıkardıkları zemân, onun yanında Ebû Bekrden baska kimse yokdu. Ikisi magarada berâberdiler. Resûl-i ekrem, arkadası Ebû Bekre, mahzûn olma, Allahü teâlânın yardımı bizim ile berâberdir, derdi. Allahü teâlâ ona [hazret-i Ebû Bekre] kalblere rahâtlık veren sekînesini indirdi. Sizin görmediginiz ordu ile onu kuvvetlendirdi. [Ya’nî melekler ile onu korudu.] Kâfirlerin küfre da’vetini veyâ sirki alçak kıldı. Tevhîdi veyâ dînine da’veti yüksek oldu. Allahü teâlâ Azîz ve Hakîmdir.) [Tevbe sûresi kırkıncı âyet-i kerîme meâli.] Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin o magarada endîsesi, kendi üzerine korkusundan degildi. Lâkin ümmet üzerine sefkatinden idi. Zîrâ, hazret-i Peygamber- i zîsâna dedi ki, eger beni öldürürlerse, ne olur. Bir adam öldürmüs olurlar. Ammâ, eger mubârek cism-i latîfinize bir elem erisir ise, ümmet helâk olur. Hazret-i Resûlullah buyurdular ki, (Niçin düsünürsün o iki kimsenin hâlini ki, onların üçüncüleri, Allahü teâlâ hazretleridir.) Üç gün magarada durdular. Hazret-i Ebû Bekrin birkaç koyunu vardı. Âmir bin Füheyre güderdi. Hergün o koyunları, o magara yanına götürürdü. Onlardan süt içerlerdi. Resûlullah hazretleri magaradan çıkmak niyyet etdi. Abdürrahmân bin Ebû Bekr-i Sıddîk, iki deve getirdi. Binip gitdiler. Dört kisi oldular. Hazret-i Resûl-i ekrem, Ebû Bekr-i Sıddîk, Âmir bin Füheyre, Abdüllah bin Âmir bin Abdülleys. Sonraki ahvâlleri dahâ önce anlatılmısdır. 7– (... Allahü teâlâdan ancak âlim kulları korkar. Sübhesiz ki, Allahü teâlâ azîzdir ve gafûrdur.) [Fâtır sûresi yirmisekizinci âyet-i kerîmesinin meâli.] Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh”, Allah lafzının (h)sini ötüre ile, ulemâ kelimesinin hemzesini üstün ile okudu. Allahü teâlâ hazretlerinin hasyeti, burada ilm ma’nâsına olur. Ma’nâsı böyle olur ki, ilm ehlinin hâtırını ancak Allahü teâlâ bilir. Bu âyet-i kerîmenin nüzûlü o oldu ki, Ebû Bekr hazretlerinde bir korku hâsıl olmus idi. Mubârek yüzünde belirtisi anlasılırdı. Hazret-i Server-i kâinât, hazret-i Ebû Bekr ile bu konuda konusurdu. Allahü teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu. 8– (Muhâcirin ve ensârdan, en önce îmân edenlerden ve onlara iyilikde tâbi’ olanlardan Allahü teâlâ râzıdır. Onlar da Al- – 57 – lahü teâlâdan râzıdır. Onlar için Allahü teâlâ Cennetler hâzırlamısdır. Altından ırmaklar akar. Orada ebedî kalırlar. Bu çok büyük bir kurtulusdur.) [Tevbe sûresi 100.cü âyet-i kerîmesinin meâli.] Resûlullah hazretlerine önce îmân getiren kimse hakkında müfessîrin ihtilâf etmisdir. Bir kısmı dediler ki, en önce îmân getiren Hadîce-i kübrâdır “radıyallahü teâlâ anhâ”. Bir kısmı dediler ki, hazret-i Ebû Bekrdir “radıyallahü teâlâ anh”. Bu kavl dahâ kuvvetlidir. Zîrâ hazret-i Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Eger Ebû Bekrin îmânı, bütün mü’minlerin îmânları toplamı ile tartılsa, Ebû Bekrin îmânı agır gelir.) Ondan dolayıdır ki, bir kimse, iyi bir is islese, bir baska kimse de, o isledikden sonra o isi islese, bu ikincinin ecri evvelki kisinin terâzîsine konur. Ikinci kisinin ecrinden bir nesne eksilmez. Yine Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Ebû Bekrin sizin üzerinize üstünlügü, nemâz ve orucunun çoklugu ile degildir. Onun sizin üzerinize üstünlügü, onun gönlünde olan sey iledir.) Devâmlı üstünlük, Allahü teâlâ hazretlerinin ma’rifetinden dolayıdır. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ma’rifetullah ciheti ile hepsinden üstündür. Bir baskası, ma’rifetullahda Ebû Bekr-i Sıddîkdan üstün olsa idi, üstünlük onun hakkı olurdu. 9– (Ey îmân edenler! Allahü teâlânın râzı olmadıgı islerden sakınınız ve sâdıklar ile berâber bulununuz!) [Tevbe sûresi 119.cu âyet-i kerîmesinin meâli.] Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurur ki, bu âyet-i kerîmedeki sâdıklardan murâd Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretleridir. Hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü anh” Ensâr üzerine fazîletini bu âyet-i kerîme ile istidlâl etdiler. Ensâr muhâcirine dediler ki, bizden bir imâm olsun, sizden bir imâm olsun. Hazret- i Ebû Bekr “radıyallahü anh” minbere çıkdı. Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine senâ etdi. Buyurdu ki, ey Ensâr! Mü’minlersiniz. Allahü teâlâ hazretleri bize sıdk vermisdir o yerde ki, diyerek, meâl-i serîfi (... onlar [muhâcirler], Allahü teâlâdan fadl ve rızâ talebi ile ve Allahü teâlânın dînine ve Resûline nusret ile mülklerinden ve memleketlerinden ihrâc olundular. O muhâcirler kavl ve fi’l ile dîni islâmda sâdıkdırlar) olan, Hasr sûresi 8.ci âyet-i kerîmesini okudu. Ensârın temâmı kabûl edip, kendilerinden bir halîfe olması da’vâsından vazgeçdiler. – 58 – 10– (Dogruyu (Kur’ânı) getiren (Peygamber aleyhisselâm) ve onu tasdîk eden (mü’minler) ise, iste bunlar takvâ sâhibi kimselerdir.) [Zümer sûresi, 33. âyet-i kerîmesi meâli.] Alî bin Ebî Tâlib hazretleri buyurdu ki, Sıdk ile gelen kimse hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm ve onu tasdîk eden, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”. 11– (Mekke-i mükerremenin fethinden önce malını veren ve cihâd eden kimseye, fethden sonra malını dagıtan ve cihâd edenden dahâ büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’d etdi.) [Hadîd sûresi 10.cu âyet-i kerîmesi meâli.] Kelebî, bu âyet-i kerîmenin Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” hakkında indigini ve onun üstün oldugunu açıkca bildirdigini söylemisdir. Hazret-i Sıddîkın fazîleti gayrilerden üstündür. En önce o müslimân oldu. Haberde gelmisdir ki, Ebû Emâme, Amr bin Enis hazretlerine dedi ki, niçin kuvvetli müslimân oldugunu iddia edersin. Amr dedi ki, bunun sebebi sudur: Ben halkı dalâletde gördüm. Bunlarda hak üzere hiç kimse görmedim. Isitdim ki, Mekke-i mükerremede bir zât Peygamberlik da’vâsı eder. Vardım, gördüm ki, kavmi Onun üzerine gâlib, kendi maglûb, O mert kimseye dedim ki, sen nesin. Dedi ki, Nebîyim. Dedim, Nebî nedir. Dedi ki, Allahü teâlâ hazretlerinin Resûlüdür. Seni niye göndermis, dedim. Dedi ki, Onun birligini bilmek, serîk getirmemek, putlara tapınmamak, sıla-ı rahm etmek için gönderdi. Dedim ki, senin ile kim var. Bunun üzerine dedi ki, bir hür, bir köle. Bakdım, Ebû Bekr ile Bilâl idi. Ben de müslimân oldum. Onun için ki, üçüncü müslimân oldum. Abdüllah bin Mes’ûd hazretleri buyurur ki, kılıcı ile müslimânlıgı ilk açıga çıkaran, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”. Hazret- i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurur, Islâmda herkesden evvel olan Resûlullahdır “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, ikinci Ebû Bekrdir “radıyallahü anh”, üçüncü Ömerdir “radıyallahü anh”. Yine buyurdu; bir kimse ki, beni Ebû Bekr ve Ömerden “radıyallahü anhüm” üstün gösterir ise, ona had cezâsı vururum. Ve sâhidligini kabûl etmem. 12– (Onlar için nedir ki, Rablerine da’vet olundukda, icâbet edip, emr ve nehyinde itâ’at ederler. Nemâzı sartları ve erkânı ile devâmlı kılarlar. Emrlerinde mesveret ederler. Verdigimiz rızk- – 59 – dan fakîrlere ve hayra verirler.) [Sûrâ sûresi 38.ci âyet-i kerîme meâli.] Bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin sânını bildirmek için nâzil olmusdur. Zîrâ bütün malını fakîrlere dagıtdı. Ne kadar, kötülediler. Kötüliyenlere iltifât etmedi. Bu hükm bütün mü’minler hakkında müsterekdir. 13– (Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Hudeybiyeden geri dönenlere de ki, siz, siddetli cengci bir kavm ile harbe da’vet olunursunuz ki, tâ, onlar islâma gelinceye kadar veyâ onlardan cizye kabûl olununcaya kadar muharebe olunur. Onlar müsrikler veyâ Peygamber aleyhisselâmdan sonra mürted olanlardır. Eger siz o cengde hulûs ile harb ederseniz, Allahü teâlâ size dünyâda ganîmet ve âhıretde Cennet verir. Eger bundan önce Hudeybiyede i’râz etdiginiz gibi, o muhârabede de i’râz ederseniz, Allahü teâlâ sizi siddetli azâb ile azâblandırır. Is bu i’râz hakkında olan va’d ve azâbı müslimânların za’îf ve âcizleri isitdikde, bizim hâlimiz nice olur derler.) [Feth sûresi 16. cı âyet-i kerîme meâli.] Râfi’ bin Hadic “radıyallahü teâlâ anh” der ki: Biz bu âyet-i kerîmeyi dâimâ okurduk. Fekat bu vak’anın ne zemân olacagını bilmezdik. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri müslimânları; Yemâmede Müseylemetülkezzâbın eshâbı, benî hanîfe üzerine harbe gönderdi. Anladık ki, kasd edilen onlardır. Bu âyet-i kerîmede mülhidler ve mübtedi’ler üzerine iki hüccet meydâna çıkmısdır. Birincisi, mülhidler üzerinedir. Bu âyet-i kerîmede gaybdan haber vardır. Bir zemân sonra bu haber meydâna gelmisdir. Mülhidlerin kavlinin hilâfına, bu mu’cize meydâna çıkmısdır. Bu âyet-i kerîmede mübtedi’ler için de tenbîh vardır. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin halîfeliginin dogruluguna delîl vardır. Bundan dolayıdır ki, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyurdu ki, (Da’vet olunursunuz!) ya’nî yakın zemânda, siz da’vet olunursunuz bir gürûha ki, be’s-i sedîd sâhibidir. Eger o da’vet ediciye itâ’at ederseniz, size ecr verilir. O da’vet ediciye itâ’ati vâcib kıldı. Onları, siddetli zarar sâhibi olan kavm üzerine da’vet eden Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”. Onları acem ve rûm harbine o koydu. Bütün müfessirlerin kavlleri üzerine, bu kavm, bu iki gürûhdan hâli degildir. Eger Benî hanîfe olursa, O da’vet eden Ebû Bekr hazretleri olur. Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” imâmeti [halîfeligi] dogrulukda, – 60 – hazret-i Ömerin de “radıyallahü teâlâ anh” imâmetinin [halîfeliginin] dogrulugu olur. Eger maksad pers [Irân] ve rûm [Bizans] olur ise, hazret-i Ömer olur. Imâmlıgın hak olduguna delîl olur. Onun imâmeti dogrulukda hazret-i Ebû Bekrin de imâmeti sâbit olur. Bu iki seklden baska dürlü söyliyen azdır. Gaybdan haber veren açık bir delîlin dogrulugu bu âyet-i kerîme ile açıga çıkdı. Orada buyurdu ki, (Da’vet olunursunuz!). Her iki halîfe için buyrulan öyle vâki’ oldu. Zîrâ Kur’ân-ı azîmüssânın îcâzı vechlerindendir ki, gaybdan haber verir. Tafsîli ile habere mutâbık ve muvâfık vâkı’ olur. Allahü teâlâ hazretleri o kimseye basîret verir ise, bunu bilmege muktedîr olur. 14– (O kimse ki, malından Allah için harcar, sirk ve isyândan sakınıp ve ihsân olan kelîme-i sehâdeti, yâhud infâk etdigi malın mukâbili va’d-i ilâhiyi tasdîk ede. Biz ona âsân ve râhata sebeb olucu ve Cennete girmege sebeb olan yolunu kolaylasdırırız.) [Leyl sûresi 5, 6, 7.ci âyet-i kerîme meâli.] Demislerdir ki, bu âyet-i kerîme Ebû Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh” sânı hakkında nâzil olmusdur. Her ne eline geçse halka dagıtırdı. Bunda da Allahü teâlânın buyurdugu üzere is yapmasından dolayı onu medh buyurdular. Demislerdir ki, Hüsnâ, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin sevâb vermegi va’d etmesidir. 15– (O atesden [Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” gibi] ziyâde müttekî olan ictinâb edip, kurtulur ki, Allahü teâlâ yanında temîz ve va’dine nâil olmak için, malını Allah yolunda hayrâta sarf eder.) [Leyl sûresi 17., 18.ci âyet-i kerîme meâli.] Hisâm; babası Urveden rivâyet eder: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” yedi köle satın alıp, azâd etdi. Müsrikler onlara müslimân oldukları için azâb ederler idi. Birisi Bilâl “radıyallahü anh” hazretleridir. Dahâ önce anlatılmısdır. Biri Âmir bin Füheyre ve onun kızı Hindiyye idi. Müslimân oldu ve a’mâ oldu. Müsrikler dedi ki, lât ve uzza, görmesini ondan geri aldı. O dedi ki, ben lât ve uzzaya inanmam. Allahü teâlâ tekrâr görmesini nasîb etdi. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” oradan geçerken, o degirmen çekerdi. O evin hanımı olan kisi, ona dedi ki, “ben seni, senin bu sâhiblerin azâd etmeyince azâd etmem.” Hazret-i Ebû Bekr bunu isitip, buyurdular ki, bu câriyeyi kaça satarsın. O dedi, bu kadar gümüs. Hazret-i Sıddîk, dedigin akçaya aldım, buyurdu. Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü – 61 – teâlâ anh” minber üzerinde dedi ki, Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, za’îf kulları [köleleri] satın alıp, azâd ederdi. Babası ona dedi ki, niçin kuvvetli köle satın almazsın. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, za’îf köleleri satın alıp, azâd ederim ki, Allahü teâlâ bu za’îf kulunu Cehennemden azâd etsin. Hak sübhânehü ve teâlâ; meâl-i serîfi, (Sirk ve günâhlardan sakınan kimseler, Cehennemden uzaklasmıs olurlar) olan [Leyl sûresi 17.ci] âyet-i kerîmeyi gönderdi. Sûrenin sonuna kadar hep, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerine isâretdir. Mü’minler, Ebû Bekre “radıyallahü anh” halîfe dedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halîfe dedi ve buyurdu ki, (Ebû Bekr, Allahın dîni üzerine benim halîfemdir). Allahü teâlâ ona halîfe dedi. (... onları yer yüzüne halef kılacagına....) buyurdu. Râfizîler la’net etdiler. Kendileri la’nete müstehâk oldular. Allahü teâlâ ve Resûlü ve mü’minler ona halîfe diyorlar. Râfizîler muhâlefet etmis oluyorlar. Allahü teâlâ hazretleri; Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinde meâlen, (Kendisine tevhîd ve dogru yol bildirildikden sonra, Resûlullahın dogru yolundan sapan ve i’tikâd ve amelde mü’minlerden ayrılan kimseyi, âhıretde kâfirler ile birlikde Cehenneme sokarız.) buyurdu. Allahü teâlâ hazretlerine ve Resûlüne, râfizîler gibi muhâlefet eden yokdur. Allahü teâlâ buyurur; Ebû Bekr dînin büyügüdür. Râfizîler, hâsâ münkir idi, diyor. Allahü teâlâ; fâdıl idi, buyuruyor. Râfizîler bâtıl idi diyor. Allahü teâlâ münfık [malını dagıtan] idi buyuruyor. Râfizîler, Allahü teâlâ muhâfaza etsin, münâfık idi, diyor. Haberde gelmisdir ki, bir gün hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin yanında oturmus idi. Ebû Bekr-i Sıddîk için Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, bizim yanımızda Ebû Bekr, yerdekiler yanından dahâ meshûrdur. O senin hayâtda vezîrin, vefâtından sonra halîfendir. Nükte: Eshâb-ı Kehfin köpegi, o civânmert olan Eshâb-ı Kehf ile dünyâda birkaç adım yürüdügü için, magarada onlar ile berâber oldu. Yatmakda onlar ile oldu. Kıyâmetde ve Cennetde onlar ile olur. Acâib olan odur ki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh”hazretleri, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, sohbetinde bulundu. Mihnetde Onun ile oldu. Da’vetde Onun ile oldu. Seferde Onun ile – 62 – oldu. Hazarda Onun ile oldu. Magarada Onun ile oldu. Yolda ve hicretde, cân ve mal vermekde Onunla oldu. Kabrde, sefâ’atde, Onunla olur. Makâm-ı Mahmûdda, Cennetde, Allahü teâlâyı görmekde, Onunla olur. Zikr olunan âyet-i kerîme ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın sânı ile alâkalı oldugunu tefsîrde gördük, isitdik ve yazdık. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında nasıl kötü düsünülebilir? [Eshâb-ı Kehfin köpegi, o mertler ile birkaç adım gitmekle kıymetleniyor da; Ömrü Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanında geçenler kıymetlenmez mi?] |