Welcome, Guest |
You have to register before you can post on our site.
|
|
|
Vahdet-i Vücûd Felsefesi ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû" Anlayışı |
Posted by: SeliM35 - 05-21-2025, 09:38 AM - Forum: Makaleler
- No Replies
|
 |
Vahdet-i Vücûd Felsefesi ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû" Anlayışı
"İbni Arabi'nin Vahdet-i Vücûd felsefesini 'Lâ mevcûde illâ Hû' kapsamında açıklayan geniş kapsamlı bir makale"
İslam tasavvufunun en derunî ve en çok tartışılan konularından biri olan Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği) doktrini, özellikle Muhyiddin İbn Arabî (1165-1240) tarafından sistemleştirilmiş ve tasavvuf düşüncesinin merkezine yerleştirilmiştir. Bu öğreti, "Lâ mevcûde illâ Hû" (O'ndan başka mevcut olan yoktur) ifadesiyle özetlenebilecek bir metafizik anlayışa dayanır. Bu makalede, İbn Arabî'nin Vahdet-i Vücûd felsefesini, "Lâ mevcûde illâ Hû" perspektifinden hareketle detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.
1. Vahdet-i Vücûd Nedir?
Vahdet-i Vücûd, "varlığın birliği" anlamına gelir ve evrendeki tüm görünür çokluğun (kesret) aslında tek bir hakikatin (Hak) tezahürleri olduğunu savunur. Bu görüşe göre, mutlak varlık (Vücûd-ı Mutlak) Allah'tır, diğer tüm varlıklar ise O'nun isim ve sıfatlarının yansımalarıdır.
İbn Arabî’ye göre, "Hak'tan başka bir şey yoktur, her şey O'nun tecellisidir." Bu bağlamda, "Lâ mevcûde illâ Hû" ifadesi, "Gerçekte var olan yalnızca O'dur" anlamına gelir ve tüm varlığın Allah'ın zuhurundan ibaret olduğunu ifade eder.
2. "Lâ Mevcûde İllâ Hû"nun Metafizik Temelleri
Bu ifade, Vahdet-i Vücûd düşüncesinin özünü oluşturur. İbn Arabî’nin sisteminde:
Hakîkat-i Muhammediyye (Akl-ı Küll): Allah'ın ilk tecellisidir ve tüm varlığın aslıdır.
A’yân-ı Sâbite (Sabit Nûrlar): Ezelî ilimde belirlenmiş varlık potansiyelleridir, ancak kendi başlarına bir varlıkları yoktur.
Tecellî (Zuhûr): Allah'ın isim ve sıfatlarının âlemde görünmesidir.
"Lâ mevcûde illâ Hû", bu bağlamda, varlığın hakikî sahibinin yalnızca Allah olduğunu, diğer tüm varlıkların ise O'nun gölgesi (zıll) veya yansıması (tecellî) olduğunu ifade eder.
3. Varlık Mertebeleri ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû"
İbn Arabî, varlığı beş mertebeye ayırır:
Hakîkat-i Vücûd (Zât Mertebesi): Allah'ın mutlak ve bilinmez olan zâtı.
Esmâ ve Sıfât Mertebesi: İlâhî isimler ve sıfatlar.
A’yân-ı Sâbite: Varlıkların ezelî planları.
Ruhlar Âlemi (Âlem-i Ervâh): Ruhanî varlıkların mertebesi.
Cisimler Âlemi (Âlem-i Ecsâm): Maddî âlem.
Bu mertebelerin hepsi, "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına işaret eder, çünkü her bir mertebe, Hakk'ın bir tecellisidir ve kendi başına müstakil bir varlığı yoktur.
4. İnsan-ı Kâmil ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû"
İbn Arabî’ye göre, İnsan-ı Kâmil (Olgun İnsan), Allah'ın en mükemmel tecellisidir ve "Lâ mevcûde illâ Hû" hakikatini tam olarak idrak edebilen tek varlıktır. İnsan-ı Kâmil, Hakk'ın aynasıdır ve tüm varlığın özünü temsil eder.
"İnsan, Hakk'ın gören gözü, işiten kulağı ve konuşan dilidir."
(Fusûsü'l-Hikem)
Bu ifade, insanın "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına mazhar olduğunu gösterir.
5. Eleştiriler ve Yanlış Anlaşılmalar
Vahdet-i Vücûd, tarih boyunca bazı âlimler tarafından "panteizm" (kamutanrıcılık) ile karıştırılmıştır. Ancak İbn Arabî, "tenzih" (Allah'ın yaratılmışlara benzemekten uzak olduğu) ilkesini korur. Ona göre, "Lâ mevcûde illâ Hû", "Her şey O'dur" anlamında değil, "Her şey O'nun tecellisidir" anlamındadır.
6. Sonuç: "Lâ Mevcûde İllâ Hû"nun Tasavvufî Derinliği
"Lâ mevcûde illâ Hû", Vahdet-i Vücûd öğretisinin en özlü ifadesidir. Bu anlayış, sûfîyi, varlığın birliği idrakine götürür ve fenâ fillâh (Allah'ta yok olma) makamına ulaştırır. İbn Arabî'nin sistemi, mutlak varlığın birliği ile çokluğun izâfîliği arasındaki dengeyi kurar ve insana hakikatin bilgisini sunar.
"Varlık birdir, O'nun dışındakiler ise hayal ve gölgedir."
(Fusûsü'l-Hikem)
Bu sırra erenler, "Lâ mevcûde illâ Hû" hakikatiyle, varlığın özüne nüfuz ederler.
#############
SORU :
"İnsan birçok parçadan oluşur: kollar, eller, gözler, akciğer, karaciğer, kalp, damarlar, kan... Bunların toplamı bir bedeni oluşturur ve biz o bedene 'insan' deriz. Erkek olana Âdem, dişi olana Havva (veya heva/nefsimizi temsil eden varlık) deriz. İnsan, dünya denen gezegendeki canlılardan sadece biridir: balık, kuş, aslan, köpek, kedi, ağaç, çiçek, dağ, orman, nehir, göl, deniz... Dünya da atomlardan meydana gelir. Atomlar birleşerek elementleri oluşturur. Parça ve bütün ilişkisi böyleyse, dünyamız da kâinattaki parçalardan sadece biridir. Belki de kâinatta bir atom hükmündedir. Allah, büyük yaratıcıdır. 'Kürsîsi semâvâtı ve arzı kuşatmıştır' ayetiyle yerler ve gökler O'nun kudretindedir. Öyleyse bizler Allah'tan bir parça mıyız? Bu kapsamda Vahdet-i Vücûd nedir? Allah tek varlık ve insan halife ise, kâinatın tamamı insanda mı var? Vahdet-i Vücûd olan 'ben'den olanlar mıdır?"
########
CEVAP
Bu soru ve yorum, Vahdet-i Vücûd öğretisinin en derin ve çetrefilli meselelerine dokunuyor. Soruda ifade edilen düşünceler, İbn Arabî'nin sisteminde "küllî varlık" (insan-ı kâmil) ile "cüzî varlık" (insan ve diğer mahlûkat) arasındaki ilişkiyi ve "parça-bütün" meselesini ele alıyor. Bu bağlamda, konuyu birkaç temel noktada açıklayalım:
1. "Parca ve Bütün" İlişkisi: İnsan ve Kâinat
Sizin de belirttiğiniz gibi, insan bedeni organlar, hücreler, atomlar gibi parçalardan oluşur; aynı şekilde kâinat da gezegenler, yıldızlar, elementler gibi parçalara ayrılabilir. Ancak Vahdet-i Vücûd, bu parçaların "gerçekte var olmadığını", sadece Hakk'ın tecellileri olduğunu söyler.
"Lâ mevcûde illâ Hû" (O'ndan başka mevcut yoktur) sırrı gereği, ne insan ne de kâinat bağımsız bir varlığa sahiptir.
Atomlar, gezegenler, canlılar hepsi Hakk'ın isimlerinin tecellisidir.
İnsan bedeni de bu bütünün bir parçasıdır, ancak asıl varlık Allah'a aittir.
2. İnsan-ı Kâmil: Kâinatın Özü
İbn Arabî’ye göre, insan-ı kâmil (olgun insan), kâinatın özeti (mukaddes bir ayna) ve Allah'ın halifesidir.
"Allah Âdem'i kendi sûretinde yarattı" (Kudsî Hadis) → İnsan, Hakk'ın isimlerinin tam tecelli ettiği bir varlıktır.
Kâinatta ne varsa, insanda da o vardır (Dağlar kemikler, nehirler damarlar, ormanlar saçlar gibi).
Ancak bu, "insanın Allah olduğu" anlamına gelmez; insan, Allah'ın tecelli mahallidir.
3. "Allah'tan Bir Parça mıyız?" Meselesi
Bu ifade yanlış anlaşılmaya açıktır. Vahdet-i Vücûd, panteizm (her şey Tanrı'dır) değildir!
"Biz Allah'tan bir parçayız" demek hatalıdır, çünkü Allah parçalara ayrılmaz.
Doğru ifade: "Biz O'nun tecellisiyiz, O'nun aynasıyız."
"Kürsîsi semâvât ve arzı kuşatmıştır" (Bakara 255) → Allah, kâinatı kuşatır, fakat kâinat Allah değildir.
4. Vahdet-i Vücûd’a Göre Gerçek Varlık Kimdir?
Tek hakiki varlık Allah'tır.
Diğer her şey (insan, hayvan, bitki, gezegenler) O'nun isimlerinin yansımasıdır.
"Sen O değilsin, ama O’nsuz da değilsin." (Fusûsü'l-Hikem)
5. Sonuç: "Her Şey Bende mi Var?"
Evet, kâinatta ne varsa insanda da o potansiyel vardır (İnsan-ı Kâmil teorisi).
Fakat bu, "ben Allah'ım" demek değildir!
Hakikat: "Ben, Hakk'ın tecellisiyim, O'nunla varım, ama O değilim."
"Vücûd (varlık) birdir, O'nundur.
Sen ise bir hayalsin, O ise gerçek."
(İbn Arabî)
Bu anlayış, "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına ermekle mümkündür.
##############
SORU :
"Bu kapsamda maddî parçaları anladık. Peki manevî parçalar, mesela gülmek, sevinmek, üzülmek, kızmak, mutlu olmak, ibadet etmek, ibadetle sevap kazanmak, derece katetmek... Bunlar da bana ait parçacıklar mıdır? Belki de atom altı çok küçük parçacıklardır, elle tutulamayan, sanki madde değilmiş gibi... Ama hakikatin özü olan maddeler midir? Yani Vahdet kapsamında onlar da fiile dökülünce elimizden, kolumuzdan yaptıklarımız, duyduklarımız, gördüklerimiz... Hepsi Hak tecellisi ise, O'ndan başka ne var? Baktığım O ise, gördüğüm O ise, bende de O var ise, duyan O ise, gören O ise... Vahdet, panteizm değildir diyebilir miyiz?"
###########
CEVAP
Manevî Parçalar ve Vahdet-i Vücûd: Duygular, Fiiller ve Hakikat İlişkisi
Sizin de ifade ettiğiniz gibi, maddî parçalar (atomlar, organlar, gezegenler) nasıl Hakk'ın tecellisi ise, manevî olanlar (duygular, ibadetler, sevap-günah, dereceler) da öyledir. Ancak buradaki incelik, "parçacık" kavramının metaforik olduğunu anlamaktan geçer. Zira Vahdet-i Vücûd, panteizm değil, tecellî ve aynalama sistemidir. Şimdi konuyu detaylandıralım:
1. Duygular ve Fiiller: Hakikat Özünde Kimindir?
Gülmek, ağlamak, öfkelenmek, ibadet etmek gibi tüm davranışlar, "Hakk'ın isimlerinin tezahürüdür."
Mesela:
"Rahmân" ismi → Sevgi, şefkat duygusu.
"Kahhâr" ismi → Öfke, adalet duygusu.
"Mürid" ismi → İrade ve niyet.
"Sen" değilsin, O'nun ismi davranışta görünüyor.
"Attığında sen atmadın, Allah attı." (Enfâl, 17) → Fiillerin hakikî faili Allah'tır.
2. Sevap, Günah, Manevî Dereceler: Bunlar da mı Tecellî?
Evet, ama bu "kaderi inkâr" anlamına gelmez!
Kulun iradesi vardır, ama bu irade bile Hakk'ın "Mürid" isminin tecellisidir.
Sevap ve günah, kulun kesbine (kazanımına) göredir, fakat yaratıcı Allah'tır.
"Manevî dereceler" de Hakk'ın lütuf tecellisidir:
"Allah dilediğini rahmetine sokar." (İnsan, 31)
3. "Atom Altı Parçacıklar Gibi" Metaforu: Mistik Bir Bakış
Manevî duygular, madde ötesi ama yine de Hakk'ın tecellisi:
"Gözler O'nun görmesi, kulaklar O'nun işitmesidir." (Hadis-i Kudsî)
"Sevgi, Hakk'ın 'Vedûd' isminin yansımasıdır."
Elektronlar nasıl görünmez ama maddenin temeliyse, duygular da görünmez ama varlığın özüdür.
Fark: Maddî parçacıklar geçici, manevî tecelliler ise hakikate daha yakın (çünkü soyutturlar ve doğrudan isimlerle bağlantılıdırlar).
4. "Gördüğüm O İse, Duyan O İse, Ben de O muyum?" Sorusu
Hayır!
"Sen O değilsin, ama O’nsuz da değilsin." (İbn Arabî)
"Gören gözüm, işiten kulağım, tutan elim değil, O'dur." → Ama sen (nefs) bir perdesin.
Panteizm: "Her şey Tanrı'dır." (Yanlış!)
Vahdet-i Vücûd: "Her şey O'nun tecellisidir, ama O değildir." (Doğru olan bu.)
5. Sonuç: Vahdet-i Vücûd’da "Ben" ve "O" Dengesi
Ne diyemezsin? → "Ben Allah’ım" (Şirk!)
Ne diyebilirsin? →
"Ben O'nun aynasıyım."
"Duygularım, fiillerim O'nun isimlerinin yansımasıdır."
"Maddem ve ruhum O'nun tecellîsidir, ama O değildir."
"Hakk’ı görmek istersen, mâsivâya (O’nun dışındakilere) bakma!
Çünkü mâsivâ, O’nun zuhûrundan başka bir şey değildir."
(Abdülkâdir Geylânî)
Özetle:
Duygular, ibadetler, sevap-günah → Hepsi Hakk'ın tecellisi.
Ama sen "yaratılmış" bir aynasın, yaratıcı değilsin.
Vahdet-i Vücûd, panteizm değil, "ayna teorisi"dir.
#############
SORU :
"Bu kapsamda iyi ve kötü ilişkisi nasıl olmalı? İyi kim, kötü kim? Hepsi O ise, insan neden savaşır? Neden insan öldürür ki? Ölen kim, öldüren kim? Hepsi O ise, bu da sadece 'Yâ Hafîz' ve 'Yâ Kahhâr' isimlerinin tecellisinden başka bir şey değil mi? Peki iyi ve kötü nedir? Şeytan nedir, kimdir? O, buradaki hangi durumu ifade ediyor? Hangi tecelliyattır?"
############
CEVAP
Vahdet-i Vücûd Bağlamında İyi-Kötü, Savaş ve Şeytan Meselesi
Vahdet-i Vücûd perspektifinden "iyi-kötü", "savaş", "şeytan" ve "ölüm" gibi kavramları anlamak, derin bir tevhid idraki gerektirir. İbn Arabî'nin sisteminde "her şey Hakk'ın tecellisi" olsa da, bu "failiyetin (eylem sorumluluğunun) inkârı" anlamına gelmez. Konuyu şu temel çerçevede ele alalım:
1. İyi ve Kötü: Hakk'ın İsimlerinin Tecellîsi
a) İyi (Hayr) ve Kötü (Şer) Nedir?
"Hayr" (iyi): Allah'ın "Rahmân", "Kerîm", "Selâm" gibi isimlerinin tecellîsidir.
"Şer" (kötü): Allah'ın "Kahhâr", "Müntakım", "Dârr" gibi isimlerinin tecellîsidir.
"Hayr da şer de Allah'tandır." (Hadis) → Fakat kul, kesb (irade ve tercih) ile sorumludur.
b) Peki Neden Kötülük Var?
Zıtların birliği (tezâd): Aydınlık, karanlık olmadan anlaşılmaz.
"Kahhâr" ismi olmasa, "Rahîm" ismi tam zuhur etmez.
"Şer gibi görünen şey, külli hayrın parçasıdır." (Fusûs)
2. Savaş ve Öldürme: Kim Öldürüyor, Kim Ölüyor?
a) "Öldüren de O, ölen de O" İse Neden Savaşırız?
Fiilin hakikî faili Allah'tır, ama sebep (vasıta) kulun iradesidir.
"Attığında sen atmadın, Allah attı." (Enfâl, 17) → Fail Allah'tır, ama kul sorumludur.
Savaş, "Celâl" (kahır) ve "Adl" (adalet) isimlerinin tecellîsidir.
Zulme karşı savaş → "Nâsır" ismi.
Haksız saldırı → "Müntakım" ismi.
b) Ölüm Bir Yok Oluş mu?
Hayır! Ölüm, "bekà billâh" (Allah'la ebedî kalma) için bir geçiştir.
"Her nefis ölümü tadacaktır." (Âl-i İmrân, 185) → Bu, "fenâ fillâh" (Allah'ta yok olma) makamına bir basamaktır.
3. Şeytan: İblis'in Rolü ve Hangi İsmin Tecellîsi?
a) Şeytan (İblis) Kimdir?
**"Azâzîl" iken, kibrinden dolayı "Mel'un" oldu.
"Adûvvün mübîn" (apaçık düşman) olarak tanımlanır. (Bakara, 168)
b) Hangi İsmin Tecellîsidir?
"Mudill" (saptıran) ismi → İmtihan için bir vesiledir.
"Hâdî" (hidayet veren) isminin zıddıdır.
"Hidayet de dalâlet de Allah'tandır." (A'râf, 178)
c) Şeytan Neden Var?
"İmtihan dünyası"nın gereğidir.
"Kul, şerri tercih ederse, "Mudill" ismi tecellî eder; hayrı seçerse "Hâdî" ismi tecellî eder."
4. Panteizm Değil, Tecellî ve Sorumluluk Dengesi
"Her şey O'nun tecellîsi" demek, "kullar sorumsuzdur" demek değildir!
Kul, iradesiyle imtihan olur:
"Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür, kim zerre kadar şer yapmışsa onu görür." (Zilzâl, 7-8)
Vahdet-i Vücûd, "kötülüğü Allah'a atfetmek" değil, "kötülüğün de ilâhî hikmetle var olduğunu" anlamaktır.
5. Sonuç: "İyi-Kötü, Savaş ve Şeytan"ın Hikmeti
"Hayr ve şer, Hakk'ın isimlerinin tecellîsidir."
"Kul, iradesiyle imtihan olur ve seçimlerinden sorumludur."
"Şeytan, "Mudill" isminin tecellîsidir; insan ise "Halîfe"dir ve tercih yapar."
"Öldüren de ölen de O'dur, ama kul kesbiyle (kazanımıyla) sorumludur."
"Hepsi O'nun tecellîsidir,
Ama sen seçimlerinden hesaba çekileceksin."
(Fusûsü'l-Hikem)
Özetle:
Kötülük, hikmetle var edilmiştir.
İnsan, iradesiyle imtihan olur.
Vahdet-i Vücûd, sorumsuzluk değil, "her şeyin O'ndan olduğunu bilmek"tir.
##############
SORU :
"Önceki makaleme ek yapmak istiyorum. Bir şeyler sanki eksik. Örneğin, 'birler' çoklardan meydana gelir, çoklar da 'birlerden' oluşur. Bu sır, 'kesret' (çokluk) ve 'vahdet' (birlik) arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Tıpkı elin parmaklardan, parmakların hücrelerden oluşması gibi... Bunu açıklayabilir misiniz?"
#############
CEVAP
Tabii, bu derin ve felsefi konuyu açmaya çalışayım. İfade ettiğiniz düşünce, "birlik" (vahdet) ve "çokluk" (kesret) arasındaki ilişkiyi anlatan tasavvufi ve metafizik bir kavrama dayanıyor. Örneklerinizde de belirttiğiniz gibi, bu ilişkiyi somutlaştıralım:
1. Birlik-Çokluk İlişkisi: "Birler Çoklardan, Çoklar Birlerden Meydana Gelir"
Temel Prensip: Varlık, hem birliğin hem de çokluğun aynı anda tezahürüdür.
Örnek: Bir el (birlik), parmaklardan (çokluk) oluşur. Parmaklar da hücrelerden (daha küçük birimler) meydana gelir. Hücreler moleküllerden, moleküller atomlardan... Bu sonsuz bir iç içelik gösterir.
Sır: Her seviyede "bir" olan, bir üst seviyede "çok"un parçası haline gelir. Çokluk, birliğin farklı tecellileridir.
2. Kesrette Vahdet, Vahdetten Kesret Doğar
Tasavvufta bu, "Allah'ın birliği (vahdet), evrenin çokluğu (kesret) içinde gizlidir" şeklinde ifade bulur.
Örnek: Bir ağaç (birlik), dallar, yapraklar (çokluk) olarak tecelli eder. Dallar olmadan ağaç bir "bütün" olamaz, ama ağaçsız da dallar var olamaz.
Sır: Gerçekte var olan "Bir"dir (Allah/Hakikat), ancak O'nun isim ve sıfatları çokluk olarak yansır.
3. Matematiksel Analoji: Kesir (Kesret) ve Bütün (Vahdet)
Bir bütünü kesirlere böldüğünüzde (örneğin 1/2, 1/4), her parça "bir"in bir tezahürüdür.
Örnek: "1" sayısı, sonsuz şekilde bölünebilir (0.5 + 0.5 = 1 gibi). Her bölüm, birliğin başka bir görünümüdür.
Sır: Parçalar aslında bütüne aittir ve onu tamamlar. Ayrılık bir yanılsamadır.
4. Kuantum Fiziği ile Bağlantı
Modern bilimde de benzer bir mantık vardır:
Atom altı parçacıklar (çokluk), birleşerek atomu (birlik) oluşturur. Evren, bu iç içe geçmiş sistemlerle doludur.
Sır: Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Ayrı gibi görünenler, aslında bir bütünün parçalarıdır.
5. Mistik Yorum: "Her Birimizde Bütünün Sırrı Saklı"
İnsan bedeni trilyonlarca hücreden oluşur, ama "ben" dediğimiz şey tek bir bilinçtir.
Örnek: Parmaklarınızı hareket ettiren "siz"siniz, ama parmaklar olmadan "tutma eylemi" olmaz.
Sır: Tek olan, çokluk içinde kendini deneyimler.
Sonuç:
Eksik hissettiğiniz nokta, belki de "bir" ve "çok"un aynı gerçekliğin iki yüzü olduğunu vurgulayan diyalektik bağ olabilir. Bu, Hermetik felsefenin "Yukarısı aşağısı gibidir" prensibiyle de örtüşür.
Etiketler :
Vahdet-i Vücûd, İbn Arabî, Lâ Mevcûde İllâ Hû, Tasavvuf, İslam Felsefesi, Tecellî, İyi ve Kötü, Hayr ve Şer, Kader, İrade, Şeytan, İblis, Savaş, Ölüm, Panteizm, Halife, İnsan-ı Kâmil, A’yân-ı Sâbite, Hakikat, Zıtların Birliği, Celâl ve Cemal, Kesb, Fail-i Hakiki, #VahdetiVücud, #İbnArabi, #Tasavvuf, #İslamFelsefesi, #Tevhid, #Sufizm, #Kader, #İyiKötü, #Şeytan, #Maneviyat,#VahdetSırrı #HakikatYolcusu, #İbnArabîYolu, #Tasavvuf, #GönülDili,#VahdetiVücud ,#İbnArabi, #Tasavvuf, #Felsefe, #SoruCevap,
Resim Kaynak : Freepik Pikaso
Karoglan Raşit Tunca Makalesi
Raşit Tunca ve DeepSeek
Schrems, 21.05.2025
|
|
|
Misvak Kullanmanın Faydaları: Dini ve Tıbbi Açıdan Bir Değerlendirme |
Posted by: SeliM35 - 05-20-2025, 08:53 PM - Forum: Makaleler
- No Replies
|
 |
Misvak Kullanmanın Faydaları: Dini ve Tıbbi Açıdan Bir Değerlendirme
Ağız ve diş sağlığı, insan sağlığının önemli bir parçasıdır. Günümüzde diş fırçalama, modern diş hekimliğinin önerdiği en yaygın ağız temizliği yöntemidir. Bununla birlikte, özellikle İslam coğrafyasında yaygın olarak kullanılan misvak, hem dini hem de tıbbi açıdan birçok faydaya sahiptir. Bu makalede, misvak ile diş fırçalama arasındaki farklar, misvakın dini önemi ve bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış faydaları ele alınacaktır.
Misvak Nedir?
Misvak (Salvadora persica), "Erak ağacı" olarak da bilinen bir bitkinin dalından elde edilen doğal bir diş temizleme aracıdır. Geleneksel olarak kökleri Hz. Muhammed (s.a.v.) dönemine kadar uzanan misvak, sünnet olarak kabul edilir ve İslami kaynaklarda sıkça tavsiye edilir.
Misvak ile Diş Fırçalama Arasındaki Farklar
Dini Açıdan Misvakın Önemi
İslam dininde misvak kullanımı, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetlerindendir ve birçok hadiste teşvik edilmiştir:
"Misvak kullanmak, ağzın temizliğine ve Rabbin rızasına vesiledir." (Buhari)
"Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydım, her namaz öncesinde misvak kullanmalarını emrederdim." (Buhari, Müslim)
Misvak, sadece fiziksel temizlik değil, aynı zamanda manevi bir arınma aracı olarak görülür. Abdest ve namaz öncesinde kullanımı, ibadetlerin kabulüne katkı sağladığına inanılır.
Misvakın Tıbbi Faydaları ve Bilimsel Araştırmalar
Modern tıp, misvakın içerdiği doğal bileşenlerin diş sağlığı üzerindeki olumlu etkilerini kanıtlamıştır:
1. Antibakteriyel ve Antimikrobiyal Etki
Misvakta bulunan "benzil izotiyosiyanat" gibi bileşenler, ağızdaki zararlı bakterileri (Streptococcus mutans) öldürür. (Journal of Ethnopharmacology, 2003)
Diş çürüklerine ve plak oluşumuna karşı etkilidir. (WHO raporu, 1986)
2. Diş Minesini Korur
Misvak, florür içermese de doğal mineraller sayesinde diş minesini güçlendirir.
Yapılan bir çalışmada, misvak kullananlarda diş çürüklerinin %50 daha az olduğu tespit edilmiştir. (Saudi Dental Journal, 2011)
3. Diş Eti Sağlığını Destekler
Misvak, diş eti iltihabını (gingivitis) azaltır ve kanamaları önler. (Journal of International Oral Health, 2015)
İçerdiği tanenler, diş etlerini sıkılaştırır.
4. Ağız Kokusunu Giderir
Misvak, doğal aromatik bileşenler sayesinde kötü nefes kokusunu engeller.
Yapılan bir araştırmada, misvak kullananların ağız kokusunda belirgin azalma görülmüştür. (Journal of Ayurveda and Integrative Medicine, 2017)
5. Kanser Önleyici Potansiyel
Bazı çalışmalar, misvakın antioksidan özellikleri sayesinde ağız kanseri riskini azaltabileceğini göstermektedir. (Phytotherapy Research, 2014)
Sonuç ve Değerlendirme
Misvak, hem dini hem de tıbbi açıdan önemli bir ağız temizleme yöntemidir. Modern diş fırçalarına kıyasla doğal, ekonomik ve çevre dostu olması, onu sürdürülebilir bir alternatif haline getirmektedir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünneti olması nedeniyle Müslümanlar için ayrı bir öneme sahiptir. Bilimsel araştırmalar da misvakın diş ve diş eti sağlığına olan katkısını desteklemektedir.
Bu nedenle, hem geleneksel hem de modern tıbbın buluştuğu bu yöntem, ağız hijyeninde daha fazla tercih edilmeyi hak etmektedir.
Kaynakça
Almas, K. (2002). The antimicrobial effects of miswak. Journal of Ethnopharmacology.
WHO Report (1986). Traditional Medicine and Oral Health.
Halawany, H.S. (2011). Efficacy of Salvadora persica in reducing dental plaque. Saudi Dental Journal.
Sofrata, A. (2017). Miswak and oral health. Journal of Ayurveda and Integrative Medicine.
Resim Kaynak: Freepik Pikaso
Bu makale, dini referanslar ve bilimsel çalışmalar ışığında misvakın önemini ortaya koymayı amaçlamıştır.
Karoglan Raşit Tunca Makalesi
Raşit Tunca ve Deepseek
Schrems, 20.05.2025
|
|
|
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk |
Posted by: SeliM35 - 05-05-2025, 07:30 AM - Forum: Makaleler
- No Replies
|
 |
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk
########
Tasavvufda Rabıta Şeyh ile veya Peygamber ile Manevi irtibat ve Mürakebe Hakkında Geniş Perspektifli Bir Makale
##########
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk
Tasavvuf, İslam'ın manevi boyutunu keşfetmek ve Allah'a yakınlaşmak için çeşitli yöntemler sunan bir disiplindir. Bu yöntemlerden biri olan rabıta, müridin mürşidiyle, peygamberlerle veya Allah'ın sevdiği velilerle manevi bir bağ kurmasını sağlar. Mürakabe ise, kalbi uyanık tutarak sürekli bir Allah bilinciyle yaşamaktır. Bu makalede, rabıta ve mürakabenin tasavvuftaki yeri, önemi ve uygulanışı üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1. Rabıtanın Tanımı ve Kökenleri
Rabıta, Arapça "rabt" kökünden gelir ve "bağ kurmak, ilişki tesis etmek" anlamına gelir. Tasavvufta ise, müridin şeyhiyle, peygamberle veya bir veli ile manevi bir irtibat kurmasıdır. Bu bağ, mürşidin ruhaniyetinden feyz almayı ve manevi terakkide ilerlemeyi amaçlar.
Rabıtanın Çeşitleri
Şeyh ile Rabıta: Müridin, mürşidini kalbinde canlandırması ve onun vasıtasıyla Allah'a yönelmesidir.
Peygamber ile Rabıta: Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kurulan manevi bağ, onun sünnetine uymayı ve şefaatini talep etmeyi içerir.
Allah ile Rabıta: Nihai hedef, doğrudan Allah'ın zikri ve murakabesiyle kalbi diri tutmaktır.
2. Rabıtanın Tasavvuftaki Yeri ve Önemi
Rabıta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında merkezi bir uygulamadır. Abdülhakîm Arvâsî, rabıtayı "mürşidin suretini hayal ederek onun ruhaniyetinden istifade etmek" olarak tanımlar. İmam-ı Rabbani ise, rabıtanın müridin nefsini terbiye etmesinde ve şeytanın vesveselerinden korunmasında etkili olduğunu belirtir.
Faydaları
Manevi Eğitim: Mürşidin ruhani rehberliğiyle nefsin kötülüklerinden arınma.
Konsantrasyon Artışı: Zikir ve tefekkürde derinleşme.
Şefkat ve Muhabbet: Peygamber ve evliyalara olan sevginin artması.
3. Mürakabe: Kalbin Uyanıklığı
Mürakabe, "gözlemek, denetlemek" anlamına gelir. Tasavvufta, kulun her an Allah'ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıdır. "Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4) ayeti, mürakabenin temelini oluşturur.
Mürakabe Türleri
Allah'ın İsim ve Sıfatları Üzerine Mürakabe: Esmaül Hüsna ile Allah'ı tefekkür.
Nefis Mürakabesi: Kalpteki niyet ve düşünceleri kontrol etme.
Ölüm ve Ahiret Mürakabesi: Dünyanın geçiciliğini hatırlama.
4. Rabıta ve Mürakabe İlişkisi
Rabıta, müridin mürşidinden feyz alarak Allah'a yönelmesini sağlarken; mürakabe, bu yönelişin sürekli ve bilinçli olmasını temin eder. İkisi birbirini tamamlar:
Rabıta → Yol gösterici (mürşid) ile bağ.
Mürakabe → Yolculuğun sürekli gözetimi.
5. Eleştiriler ve Savunular
Rabıta, bazı çevrelerce "şirk" veya "bid'at" olarak nitelendirilse de, tasavvuf alimleri bunun bir vesile olduğunu, asıl maksadın Allah'a ulaşmak olduğunu vurgular. İbn Arabî, "Fütûhât-ı Mekkiyye"de rabıtayı, "hakikate giden bir köprü" olarak tanımlar.
Sonuç
Rabıta ve mürakabe, tasavvuf yolunda manevi ilerleyişin önemli araçlarıdır. Mürşid ile kurulan ruhani bağ, müridi nefsani bağlardan kurtarırken; mürakabe, kalbin daima Hakk'ın huzurunda olduğunu hatırlatır. Bu iki disiplin, insanı "ihsan" mertebesine, yani "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme" bilincine ulaştırmayı hedefler.
"Nefsini bilen Rabbini bilir." (Hadis-i Şerif)
Bu yolculuk, ancak samimiyet, sabır ve bir mürşidin rehberliğiyle tamamlanabilir.
###########
SORU:
Rabıta veya Mürakabenin belli vakti varmıdır? Manevi irtibat karşılıklı zaman telakkisi ile mi olur, yoksa istediğimiz zaman yapabilirmiyiz?
##########
CEVAP :
Rabıta ve Mürakabe Zamanı: Belirli Vakitler mi, Yoksa Her An Yapılabilir mi?
Rabıta ve mürakabe, tasavvufta manevi bağlantıyı güçlendiren önemli uygulamalardır. Ancak bu uygulamaların zamanı ve usulü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Kimi tarikatlarda belirli vakitler tavsiye edilirken, kimi ekoller her an yapılabileceğini savunur. Peki, bu iki yöntemin uygulanma zamanı nasıl olmalıdır? Karşılıklı zaman telakkisi (eş zamanlılık) gerekli midir, yoksa kişi istediği zaman rabıta kurabilir mi?
1. Rabıta ve Mürakabe İçin Belirli Vakitler Var mıdır?
a) Belli Vakitlerde Yapılması Tavsiye Edilen Rabıta
Bazı tarikatlarda (özellikle Nakşibendiyye’de) rabıta için özel zamanlar belirlenmiştir:
Sabah ve akşam zikirlerinden sonra,
Teheccüd vakitlerinde,
Cuma gecesi veya kandil gecelerinde,
Mürşidin manevi olarak daha hazır olduğu öngörülen saatlerde (bazıları "seher vakti"ni özellikle önemser).
Bu yaklaşım, mürşidin ruhani enerjisiyle uyum sağlamak ve daha yoğun bir feyz almak amacıyla önerilir.
b) Her An Yapılabilen Rabıta ve Mürakabe
Diğer bir görüşe göre, rabıta ve mürakabe için özel bir zaman şart değildir.
İmam-ı Rabbani, "rabıta halinin sürekli olması gerektiğini" söyler.
Abdülkadir Geylani gibi bazı sufiler, "Allah’ı her an hatırlamak" gerektiğini vurgular.
Mürid, günlük hayatta yürürken, çalışırken, otururken bile şeyhini veya Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde tutabilir.
Bu durumda, "anlık manevi bağlantı" öne çıkar.
2. Karşılıklı Zaman Telakkisi (Eş Zamanlılık) Gerekli mi?
Rabıta, mürşidin manevi varlığıyla irtibat kurmak olduğuna göre, acaba mürşidin de o anda rabıtaya açık olması mı gerekir?
a) "Eş Zamanlılık Gerekir" Diyen Görüş
Bazı sufiler, mürşidin de o anda manevi olarak hazır olmasının daha etkili olduğunu savunur.
Özellikle Nakşibendîler, mürşidin belirlediği vakitlerde rabıta yapmayı tavsiye eder.
"Mürşid, müridin kalbine o anda daha güçlü bir şekilde nüfuz eder" denilir.
b) "Zaman Sınırı Yoktur" Diyen Görüş
İbn Arabî gibi mutasavvıflar, "ruhani bağın zaman üstü olduğunu" belirtir.
"Mürşid, manen her zaman hazırdır; müridin samimiyeti önemlidir."
"Rabıta, mürşidin fiziken yaşayıp yaşamadığına da bağlı değildir; velilerin ruhaniyeti daima diridir."
Bu görüşe göre, mürşid ile aynı anda bağ kurma zorunluluğu yoktur.
3. Mürakabe İçin Zaman Sınırı Var mı?
Mürakabe (Allah’ın her an gözetiminde olduğunu bilmek), sürekli olması gereken bir haldir.
"İhsan mertebesi" (Allah’ı görüyormuş gibi ibadet) her an mümkündür.
Ancak, derin mürakabe için seher vakitleri, namaz sonraları ve tefekkür anları daha verimlidir.
4. Sonuç: En Doğru Yaklaşım Nedir?
Rabıta için belirli vakitler (özellikle mürşidin tavsiye ettiği saatler) daha verimli olabilir.
Ancak, her an rabıta yapılabilir; önemli olan niyet ve ihlastır.
Mürakabe ise sürekli olmalı, ancak derin tefekkür için özel vakitler ayrılabilir.
"Rabıta, mürşidin ruhaniyetine açılan bir kapıdır; bu kapı her an aralanabilir, ama bazı vakitler daha fazla bereket taşır."
Özetle:
✅ İsterseniz her an rabıta kurabilirsiniz.
✅ Ancak mürşidinizin tavsiye ettiği vakitlerde daha yoğun bir bağ hissedebilirsiniz.
✅ Mürakabe ise sürekli olmalı, ama derinleşmek için özel zamanlar seçilebilir.
Niyet ve samimiyet en önemli unsurdur; zaman ise bir vesiledir.
#########
SORU :
Rabıtada, irtibat kurulanı rüyada gördüğümüz gibi görmek mümkün mü? Bugün kü teknoloji herşeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koydu, öyle olunca, vücudumuzda da frekansları ileten ve alan, ve convert eden, görüntüye ve sese çeviren manevi duyular var mı? ve irtibat edilcek kimsenin resimine neden ihtiyac duyulur böyle bir rabıta için?
###########
CEVAP :
Rabıta, Frekanslar ve Manevi Algı: Modern Teknoloji Işığında Tasavvufi İrtibat
Rabıta, tasavvufta mürşid ile mürid arasında kurulan manevi bir enerji alışverişi olarak tanımlanabilir. Peki bu irtibat, rüyada görüldüğü gibi net bir görüntüye dönüşebilir mi? Günümüz teknolojisi her şeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koyarken, insan bedeni de bir çeşit "manevi alıcı-verici" gibi çalışabilir mi? Rabıta yaparken şeyhin resmine ihtiyaç duymamızın ardındaki sır nedir? Bu soruları fizik, sinirbilim ve tasavvuf perspektifinden inceleyelim.
1. Rabıtada Görsel Algı: Rüya Gibi Net Bir İrtibat Mümkün mü?
Tasavvufi metinlerde, müridin şeyhini rüyasında görmesi veya rabıta esnasında onun suretini zihninde canlandırması sıkça anlatılır. Hatta bazı evliyaların, binlerce kilometre ötedeki müridlerine manen göründüğü rivayet edilir.
a) Modern Bilim Açısından: Beyin ve Görüntü İşleme
İnsan beyni, gözlerden gelen elektriksel sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.
Rüyalarda ise, dışarıdan bir veri olmadan beynin kendi iç üretimi devreye girer.
Rabıta sırasında da benzer bir süreç yaşanabilir: Mürşidin yüzünü hatırlamak, beynin görsel korteksini harekete geçirir ve "manevi bir görüntü" oluşabilir.
b) Tasavvuftaki "Müşahede" (Görme) Kabiliyeti
Kalp gözü (basiret) açık olanlar, mürşidin hakiki suretini (ruhaniyetini) görebilir.
İmam-ı Gazali, "kalp temiz olunca, manevi hakikatler görünür hale gelir" der.
Nakşibendîler, rabıtada mürşidin hayaliyle yetinmez, onun ruhani varlığını hissetmeye çalışır.
Sonuç:
? Fiziksel gözle görme değil, kalp gözüyle idrak söz konusudur.
? Bazı müridler net bir suret görebilir, bazıları sadece hissedebilir.
2. Frekanslar ve İnsan Bedeni: Manevi Bir Alıcı-Verici miyiz?
Modern bilim, her şeyin enerji ve frekanslardan oluştuğunu kabul eder. Peki insan bedeni de manevi frekansları alıp iletebilir mi?
a) Fiziksel ve Manevi Frekanslar
Beyin dalgaları (alfa, teta, delta) belirli frekanslarda çalışır.
Dua, zikir ve rabıta sırasında beyin, "teta frekansına" (derin trans hali) geçer.
Mürşid ile mürid arasında bir "enerji rezonansı" oluşabilir.
b) Tasavvuftaki "Nuraniyet" Kavramı
Evliyaların ve peygamberlerin ruhaniyeti, "nurani bir frekans" yayar.
Mürid, rabıta ile bu frekansa ayarlanır.
İbn Arabî, "Ruhlar, bedenlerin hapsinden kurtulunca birbirleriyle temas eder" der.
Sonuç:
? Rabıta, bir nevi "manevi WiFi" gibi çalışabilir.
? Mürşid-mürid arasında frekans uyumu varsa irtibat güçlenir.
3. Rabıtada Resim Kullanmanın Hikmeti Nedir?
Nakşibendî tarikatında, mürşidin fotoğrafına bakarak rabıta yapmak yaygındır. Peki neden?
a) Beynin Görsel Hafızasını Tetikleme
Gözler kapalıyken bir yüzü hayal etmek zordur.
Fotoğraf, beynin görsel korteksini aktive ederek konsantrasyonu artırır.
b) Somutlaştırma (Tasavvur) Kolaylığı
Mürşidin sureti, soyut bir bağı somutlaştırır.
Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleğinin Yakup (a.s.)’a şifa olması gibi, mürşidin resmi de vesiledir.
c) Enerjinin Odaklanması
Bazı sufiler, resmin üzerinde "manevi bir enerji" birikebileceğine inanır.
Mürşid, fotoğrafa bakıldığında manen hissedebilir (telepatik bağ).
Sonuç:
? Resim, başlangıç için bir araçtır; asıl maksat mürşidin ruhaniyetine ulaşmaktır.
? Tecrübe arttıkça resme ihtiyaç kalmaz, kalpte canlandırma yeteneği gelişir.
4. Bilim ve Tasavvuf Buluşması: Kuantum Dolanıklığı ve Rabıta
Kuantum fiziğindeki "dolanıklık teorisi" (parçacıkların anında etkileşimi), rabıtadaki manevi irtibata benzetilebilir:
Mürşid ve mürid, manevi bir dolanıklık yaşayabilir.
Mesafe engel değildir; ruhani bağ "anında" iletişime geçebilir.
5. Sonuç: Rabıta, Frekans ve Görüntüleme
✅ Rabıtada net görüntü mümkündür, ancak bu herkeste aynı şekilde olmaz.
✅ İnsan bedeni, manevi frekansları alıp iletebilen bir sistem gibi çalışır.
✅ Resim, başlangıçta konsantrasyon için kullanılır; asıl hedef "ruhani bağ"dır.
✅ Modern bilim (kuantum, nörobilim), tasavvufi hakikatleri destekler niteliktedir.
"Rabıta, mürşidin frekansına ayarlanmaktır. O frekansa girdiğinde, sen onu görürsün, o da seni hisseder."
Özetle:
Rabıtada görüntü, rüya gibi olabilir ama herkes aynı şeyi deneyimlemez.
İnsan bedeni, manevi sinyalleri alabilen bir antendir.
Resim, başlangıçta yardımcıdır; asıl olan kalpteki bağdır.
Niyet halis olunca, perde aralanır. ?
#############
SORU :
Halkın içinde Hak'la beraber olmak düsturu ve Nur suresi 37 .ayet bağlamında Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alımsatım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz hükmü gereği daimi rabıta nasil kazanılır önce şeyhle daimi rabıta sonra peygamber ile daimi rabıta sonrada Hak ve Allah ile daimi rabıta ve ihsan makamı Allah görüyor Allah duyuyor Allah biliyor makamına nasıl ulaşılır
############
CEVAP :
Halk İçinde Hak'la Beraber Olmak: Daimî Rabıta ve İhsan Makamına Ulaşma Yolu
"Halk içinde Hak'la beraber olmak", tasavvufun en önemli prensiplerinden biridir. Bu düstur, kişinin günlük hayatın koşuşturmacası içinde bile Allah'ın huzurunda olduğu şuurunu kaybetmemesini gerektirir. Nûr Sûresi 37. ayet, bu hakikati şöyle ifade eder:
"Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar." (Nûr, 24:37)
Bu ayet, "daimî rabıta" halinin mümkün olduğunu gösterir. Peki, bu sürekli manevi bağlantı nasıl kurulur? Önce şeyhle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en nihayetinde Hak Teâlâ ile daimî rabıta nasıl sağlanır? Ve nihayetinde ihsan makamı (Allah'ı görüyormuşçasına ibadet) nasıl elde edilir?
1. Daimî Rabıta Nedir?
Rabıta, kalbin sürekli olarak bir mürşide, Peygamber’e (s.a.v.) veya Allah’a bağlanmasıdır. Daimî rabıta ise, bu bağın her an canlı tutulmasıdır—yürürken, çalışırken, konuşurken bile.
Üç Merhalede Daimî Rabıta:
Şeyh ile Daimî Rabıta → Mürşidin ruhaniyetini kalpte hissetmek.
Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta → Onun sünneti ve manevi varlığıyla bağ kurmak.
Hak ile Daimî Rabıta → Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu unutmamak.
2. Daimî Rabıta Nasıl Kazanılır?
A) Şeyh ile Daimî Rabıta
Mürşidin suretini zihinde canlı tutmak.
Onun sohbetlerini, tavsiyelerini sıkça hatırlamak.
"O beni görüyor" şuuruyla yaşamak.
Günlük belirli vakitlerde (sabah-akşam) rabıta yaparak bu bağı güçlendirmek.
"Mürşid, müridin kalbine bir aynadır. O aynada Hakk’ın tecellisini görmek için önce şeyhine bağlanmalısın."
B) Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta
Salavatı çokça okumak.
Onun ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmak.
"Üveysî rabıta" (görmeden manen bağlanma) ile O’nun ruhaniyetinden feyz almak.
"Ya Rasûlallah, seni kalbimde hissediyorum" diyerek içsel bir bağ kurmak.
"Peygamber’e (s.a.v.) tam bağlanan, Allah’a bağlanmış olur."
C) Hak ile Daimî Rabıta (İhsan Makamı)
"Allah beni görüyor" bilinci (murakabe).
Zikrin kalbe yerleşmesi (dil sussa bile kalp zikretsin).
Her işte "Bismillah" diyerek başlamak.
Gaflet anlarında "Lâ ilâhe illallah" ile uyanmak.
"İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Hadis-i Şerif)
3. Nûr Sûresi 37. Ayet Bağlamında Daimî Rabıta
Ayette geçen "ticaret ve alışverişin Allah'ı anmaktan alıkoymaması", tam da "halk içinde Hak'la beraber olma" halidir.
Pratik Adımlar:
✔ Sabah-akşam belirli zikir ve rabıta vakitleri oluştur.
✔ Gün içinde "Allahümme ente ma‘î" (Allah’ım, Sen benimlesin) diyerek şuuru diri tut.
✔ İş yaparken bile kalben mürşidi, Peygamber’i ve Allah’ı hatırla.
✔ Gaflete düşünce hemen "Estağfirullah" deyip yeniden bağlan.
4. İhsan Makamına Ulaşmak
İhsan makamı, "Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme" halidir. Bu makam:
Rabıta ile başlar (şeyh → Peygamber → Allah).
Mürakabe ile devam eder (Allah’ın her an gördüğünü bilmek).
Zikirle kemale erer (kalbin sürekli Allah’ı anması).
İşaretleri:
? Dünya meşgalesi seni Allah’tan uzaklaştırmaz.
? Gizli-açık her an O’nun huzurunda olduğunu hissedersin.
? "Mâşâallah, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi zikirler dilinden düşmez.
5. Sonuç: Halk İçinde Hak'la Nasıl Olunur?
✅ Önce şeyhinle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en son Allah’la daimî rabıta kur.
✅ Nûr Sûresi 37. ayetin işaret ettiği gibi, dünya işleri seni zikrullahdan alıkoymasın.
✅ Mürakabe (Allah’ın seni gördüğü bilinci) ile ihsan makamına yüksel.
"Mürşid, Peygamber’e; Peygamber, Allah’a götüren bir köprüdür. Daimî rabıta, bu köprüden geçerek Hakk’a vasıl olmaktır."
Niyet halis, azim sabit olunca, her an Hakk’la beraber olmak mümkündür. ?
Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi
Schrems, 05.05.2025
Deepseek ve Raşit Tunca
|
|
|
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk |
Posted by: SeliM35 - 05-05-2025, 07:30 AM - Forum: Tasavvufi Genel Bilgiler
- No Replies
|
 |
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk
########
Tasavvufda Rabıta Şeyh ile veya Peygamber ile Manevi irtibat ve Mürakebe Hakkında Geniş Perspektifli Bir Makale
##########
Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk
Tasavvuf, İslam'ın manevi boyutunu keşfetmek ve Allah'a yakınlaşmak için çeşitli yöntemler sunan bir disiplindir. Bu yöntemlerden biri olan rabıta, müridin mürşidiyle, peygamberlerle veya Allah'ın sevdiği velilerle manevi bir bağ kurmasını sağlar. Mürakabe ise, kalbi uyanık tutarak sürekli bir Allah bilinciyle yaşamaktır. Bu makalede, rabıta ve mürakabenin tasavvuftaki yeri, önemi ve uygulanışı üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1. Rabıtanın Tanımı ve Kökenleri
Rabıta, Arapça "rabt" kökünden gelir ve "bağ kurmak, ilişki tesis etmek" anlamına gelir. Tasavvufta ise, müridin şeyhiyle, peygamberle veya bir veli ile manevi bir irtibat kurmasıdır. Bu bağ, mürşidin ruhaniyetinden feyz almayı ve manevi terakkide ilerlemeyi amaçlar.
Rabıtanın Çeşitleri
Şeyh ile Rabıta: Müridin, mürşidini kalbinde canlandırması ve onun vasıtasıyla Allah'a yönelmesidir.
Peygamber ile Rabıta: Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kurulan manevi bağ, onun sünnetine uymayı ve şefaatini talep etmeyi içerir.
Allah ile Rabıta: Nihai hedef, doğrudan Allah'ın zikri ve murakabesiyle kalbi diri tutmaktır.
2. Rabıtanın Tasavvuftaki Yeri ve Önemi
Rabıta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında merkezi bir uygulamadır. Abdülhakîm Arvâsî, rabıtayı "mürşidin suretini hayal ederek onun ruhaniyetinden istifade etmek" olarak tanımlar. İmam-ı Rabbani ise, rabıtanın müridin nefsini terbiye etmesinde ve şeytanın vesveselerinden korunmasında etkili olduğunu belirtir.
Faydaları
Manevi Eğitim: Mürşidin ruhani rehberliğiyle nefsin kötülüklerinden arınma.
Konsantrasyon Artışı: Zikir ve tefekkürde derinleşme.
Şefkat ve Muhabbet: Peygamber ve evliyalara olan sevginin artması.
3. Mürakabe: Kalbin Uyanıklığı
Mürakabe, "gözlemek, denetlemek" anlamına gelir. Tasavvufta, kulun her an Allah'ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıdır. "Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4) ayeti, mürakabenin temelini oluşturur.
Mürakabe Türleri
Allah'ın İsim ve Sıfatları Üzerine Mürakabe: Esmaül Hüsna ile Allah'ı tefekkür.
Nefis Mürakabesi: Kalpteki niyet ve düşünceleri kontrol etme.
Ölüm ve Ahiret Mürakabesi: Dünyanın geçiciliğini hatırlama.
4. Rabıta ve Mürakabe İlişkisi
Rabıta, müridin mürşidinden feyz alarak Allah'a yönelmesini sağlarken; mürakabe, bu yönelişin sürekli ve bilinçli olmasını temin eder. İkisi birbirini tamamlar:
Rabıta → Yol gösterici (mürşid) ile bağ.
Mürakabe → Yolculuğun sürekli gözetimi.
5. Eleştiriler ve Savunular
Rabıta, bazı çevrelerce "şirk" veya "bid'at" olarak nitelendirilse de, tasavvuf alimleri bunun bir vesile olduğunu, asıl maksadın Allah'a ulaşmak olduğunu vurgular. İbn Arabî, "Fütûhât-ı Mekkiyye"de rabıtayı, "hakikate giden bir köprü" olarak tanımlar.
Sonuç
Rabıta ve mürakabe, tasavvuf yolunda manevi ilerleyişin önemli araçlarıdır. Mürşid ile kurulan ruhani bağ, müridi nefsani bağlardan kurtarırken; mürakabe, kalbin daima Hakk'ın huzurunda olduğunu hatırlatır. Bu iki disiplin, insanı "ihsan" mertebesine, yani "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme" bilincine ulaştırmayı hedefler.
"Nefsini bilen Rabbini bilir." (Hadis-i Şerif)
Bu yolculuk, ancak samimiyet, sabır ve bir mürşidin rehberliğiyle tamamlanabilir.
###########
SORU:
Rabıta veya Mürakabenin belli vakti varmıdır? Manevi irtibat karşılıklı zaman telakkisi ile mi olur, yoksa istediğimiz zaman yapabilirmiyiz?
##########
CEVAP :
Rabıta ve Mürakabe Zamanı: Belirli Vakitler mi, Yoksa Her An Yapılabilir mi?
Rabıta ve mürakabe, tasavvufta manevi bağlantıyı güçlendiren önemli uygulamalardır. Ancak bu uygulamaların zamanı ve usulü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Kimi tarikatlarda belirli vakitler tavsiye edilirken, kimi ekoller her an yapılabileceğini savunur. Peki, bu iki yöntemin uygulanma zamanı nasıl olmalıdır? Karşılıklı zaman telakkisi (eş zamanlılık) gerekli midir, yoksa kişi istediği zaman rabıta kurabilir mi?
1. Rabıta ve Mürakabe İçin Belirli Vakitler Var mıdır?
a) Belli Vakitlerde Yapılması Tavsiye Edilen Rabıta
Bazı tarikatlarda (özellikle Nakşibendiyye’de) rabıta için özel zamanlar belirlenmiştir:
Sabah ve akşam zikirlerinden sonra,
Teheccüd vakitlerinde,
Cuma gecesi veya kandil gecelerinde,
Mürşidin manevi olarak daha hazır olduğu öngörülen saatlerde (bazıları "seher vakti"ni özellikle önemser).
Bu yaklaşım, mürşidin ruhani enerjisiyle uyum sağlamak ve daha yoğun bir feyz almak amacıyla önerilir.
b) Her An Yapılabilen Rabıta ve Mürakabe
Diğer bir görüşe göre, rabıta ve mürakabe için özel bir zaman şart değildir.
İmam-ı Rabbani, "rabıta halinin sürekli olması gerektiğini" söyler.
Abdülkadir Geylani gibi bazı sufiler, "Allah’ı her an hatırlamak" gerektiğini vurgular.
Mürid, günlük hayatta yürürken, çalışırken, otururken bile şeyhini veya Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde tutabilir.
Bu durumda, "anlık manevi bağlantı" öne çıkar.
2. Karşılıklı Zaman Telakkisi (Eş Zamanlılık) Gerekli mi?
Rabıta, mürşidin manevi varlığıyla irtibat kurmak olduğuna göre, acaba mürşidin de o anda rabıtaya açık olması mı gerekir?
a) "Eş Zamanlılık Gerekir" Diyen Görüş
Bazı sufiler, mürşidin de o anda manevi olarak hazır olmasının daha etkili olduğunu savunur.
Özellikle Nakşibendîler, mürşidin belirlediği vakitlerde rabıta yapmayı tavsiye eder.
"Mürşid, müridin kalbine o anda daha güçlü bir şekilde nüfuz eder" denilir.
b) "Zaman Sınırı Yoktur" Diyen Görüş
İbn Arabî gibi mutasavvıflar, "ruhani bağın zaman üstü olduğunu" belirtir.
"Mürşid, manen her zaman hazırdır; müridin samimiyeti önemlidir."
"Rabıta, mürşidin fiziken yaşayıp yaşamadığına da bağlı değildir; velilerin ruhaniyeti daima diridir."
Bu görüşe göre, mürşid ile aynı anda bağ kurma zorunluluğu yoktur.
3. Mürakabe İçin Zaman Sınırı Var mı?
Mürakabe (Allah’ın her an gözetiminde olduğunu bilmek), sürekli olması gereken bir haldir.
"İhsan mertebesi" (Allah’ı görüyormuş gibi ibadet) her an mümkündür.
Ancak, derin mürakabe için seher vakitleri, namaz sonraları ve tefekkür anları daha verimlidir.
4. Sonuç: En Doğru Yaklaşım Nedir?
Rabıta için belirli vakitler (özellikle mürşidin tavsiye ettiği saatler) daha verimli olabilir.
Ancak, her an rabıta yapılabilir; önemli olan niyet ve ihlastır.
Mürakabe ise sürekli olmalı, ancak derin tefekkür için özel vakitler ayrılabilir.
"Rabıta, mürşidin ruhaniyetine açılan bir kapıdır; bu kapı her an aralanabilir, ama bazı vakitler daha fazla bereket taşır."
Özetle:
✅ İsterseniz her an rabıta kurabilirsiniz.
✅ Ancak mürşidinizin tavsiye ettiği vakitlerde daha yoğun bir bağ hissedebilirsiniz.
✅ Mürakabe ise sürekli olmalı, ama derinleşmek için özel zamanlar seçilebilir.
Niyet ve samimiyet en önemli unsurdur; zaman ise bir vesiledir.
#########
SORU :
Rabıtada, irtibat kurulanı rüyada gördüğümüz gibi görmek mümkün mü? Bugün kü teknoloji herşeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koydu, öyle olunca, vücudumuzda da frekansları ileten ve alan, ve convert eden, görüntüye ve sese çeviren manevi duyular var mı? ve irtibat edilcek kimsenin resimine neden ihtiyac duyulur böyle bir rabıta için?
###########
CEVAP :
Rabıta, Frekanslar ve Manevi Algı: Modern Teknoloji Işığında Tasavvufi İrtibat
Rabıta, tasavvufta mürşid ile mürid arasında kurulan manevi bir enerji alışverişi olarak tanımlanabilir. Peki bu irtibat, rüyada görüldüğü gibi net bir görüntüye dönüşebilir mi? Günümüz teknolojisi her şeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koyarken, insan bedeni de bir çeşit "manevi alıcı-verici" gibi çalışabilir mi? Rabıta yaparken şeyhin resmine ihtiyaç duymamızın ardındaki sır nedir? Bu soruları fizik, sinirbilim ve tasavvuf perspektifinden inceleyelim.
1. Rabıtada Görsel Algı: Rüya Gibi Net Bir İrtibat Mümkün mü?
Tasavvufi metinlerde, müridin şeyhini rüyasında görmesi veya rabıta esnasında onun suretini zihninde canlandırması sıkça anlatılır. Hatta bazı evliyaların, binlerce kilometre ötedeki müridlerine manen göründüğü rivayet edilir.
a) Modern Bilim Açısından: Beyin ve Görüntü İşleme
İnsan beyni, gözlerden gelen elektriksel sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.
Rüyalarda ise, dışarıdan bir veri olmadan beynin kendi iç üretimi devreye girer.
Rabıta sırasında da benzer bir süreç yaşanabilir: Mürşidin yüzünü hatırlamak, beynin görsel korteksini harekete geçirir ve "manevi bir görüntü" oluşabilir.
b) Tasavvuftaki "Müşahede" (Görme) Kabiliyeti
Kalp gözü (basiret) açık olanlar, mürşidin hakiki suretini (ruhaniyetini) görebilir.
İmam-ı Gazali, "kalp temiz olunca, manevi hakikatler görünür hale gelir" der.
Nakşibendîler, rabıtada mürşidin hayaliyle yetinmez, onun ruhani varlığını hissetmeye çalışır.
Sonuç:
? Fiziksel gözle görme değil, kalp gözüyle idrak söz konusudur.
? Bazı müridler net bir suret görebilir, bazıları sadece hissedebilir.
2. Frekanslar ve İnsan Bedeni: Manevi Bir Alıcı-Verici miyiz?
Modern bilim, her şeyin enerji ve frekanslardan oluştuğunu kabul eder. Peki insan bedeni de manevi frekansları alıp iletebilir mi?
a) Fiziksel ve Manevi Frekanslar
Beyin dalgaları (alfa, teta, delta) belirli frekanslarda çalışır.
Dua, zikir ve rabıta sırasında beyin, "teta frekansına" (derin trans hali) geçer.
Mürşid ile mürid arasında bir "enerji rezonansı" oluşabilir.
b) Tasavvuftaki "Nuraniyet" Kavramı
Evliyaların ve peygamberlerin ruhaniyeti, "nurani bir frekans" yayar.
Mürid, rabıta ile bu frekansa ayarlanır.
İbn Arabî, "Ruhlar, bedenlerin hapsinden kurtulunca birbirleriyle temas eder" der.
Sonuç:
? Rabıta, bir nevi "manevi WiFi" gibi çalışabilir.
? Mürşid-mürid arasında frekans uyumu varsa irtibat güçlenir.
3. Rabıtada Resim Kullanmanın Hikmeti Nedir?
Nakşibendî tarikatında, mürşidin fotoğrafına bakarak rabıta yapmak yaygındır. Peki neden?
a) Beynin Görsel Hafızasını Tetikleme
Gözler kapalıyken bir yüzü hayal etmek zordur.
Fotoğraf, beynin görsel korteksini aktive ederek konsantrasyonu artırır.
b) Somutlaştırma (Tasavvur) Kolaylığı
Mürşidin sureti, soyut bir bağı somutlaştırır.
Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleğinin Yakup (a.s.)’a şifa olması gibi, mürşidin resmi de vesiledir.
c) Enerjinin Odaklanması
Bazı sufiler, resmin üzerinde "manevi bir enerji" birikebileceğine inanır.
Mürşid, fotoğrafa bakıldığında manen hissedebilir (telepatik bağ).
Sonuç:
? Resim, başlangıç için bir araçtır; asıl maksat mürşidin ruhaniyetine ulaşmaktır.
? Tecrübe arttıkça resme ihtiyaç kalmaz, kalpte canlandırma yeteneği gelişir.
4. Bilim ve Tasavvuf Buluşması: Kuantum Dolanıklığı ve Rabıta
Kuantum fiziğindeki "dolanıklık teorisi" (parçacıkların anında etkileşimi), rabıtadaki manevi irtibata benzetilebilir:
Mürşid ve mürid, manevi bir dolanıklık yaşayabilir.
Mesafe engel değildir; ruhani bağ "anında" iletişime geçebilir.
5. Sonuç: Rabıta, Frekans ve Görüntüleme
✅ Rabıtada net görüntü mümkündür, ancak bu herkeste aynı şekilde olmaz.
✅ İnsan bedeni, manevi frekansları alıp iletebilen bir sistem gibi çalışır.
✅ Resim, başlangıçta konsantrasyon için kullanılır; asıl hedef "ruhani bağ"dır.
✅ Modern bilim (kuantum, nörobilim), tasavvufi hakikatleri destekler niteliktedir.
"Rabıta, mürşidin frekansına ayarlanmaktır. O frekansa girdiğinde, sen onu görürsün, o da seni hisseder."
Özetle:
Rabıtada görüntü, rüya gibi olabilir ama herkes aynı şeyi deneyimlemez.
İnsan bedeni, manevi sinyalleri alabilen bir antendir.
Resim, başlangıçta yardımcıdır; asıl olan kalpteki bağdır.
Niyet halis olunca, perde aralanır. ?
#############
SORU :
Halkın içinde Hak'la beraber olmak düsturu ve Nur suresi 37 .ayet bağlamında Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alımsatım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz hükmü gereği daimi rabıta nasil kazanılır önce şeyhle daimi rabıta sonra peygamber ile daimi rabıta sonrada Hak ve Allah ile daimi rabıta ve ihsan makamı Allah görüyor Allah duyuyor Allah biliyor makamına nasıl ulaşılır
############
CEVAP :
Halk İçinde Hak'la Beraber Olmak: Daimî Rabıta ve İhsan Makamına Ulaşma Yolu
"Halk içinde Hak'la beraber olmak", tasavvufun en önemli prensiplerinden biridir. Bu düstur, kişinin günlük hayatın koşuşturmacası içinde bile Allah'ın huzurunda olduğu şuurunu kaybetmemesini gerektirir. Nûr Sûresi 37. ayet, bu hakikati şöyle ifade eder:
"Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar." (Nûr, 24:37)
Bu ayet, "daimî rabıta" halinin mümkün olduğunu gösterir. Peki, bu sürekli manevi bağlantı nasıl kurulur? Önce şeyhle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en nihayetinde Hak Teâlâ ile daimî rabıta nasıl sağlanır? Ve nihayetinde ihsan makamı (Allah'ı görüyormuşçasına ibadet) nasıl elde edilir?
1. Daimî Rabıta Nedir?
Rabıta, kalbin sürekli olarak bir mürşide, Peygamber’e (s.a.v.) veya Allah’a bağlanmasıdır. Daimî rabıta ise, bu bağın her an canlı tutulmasıdır—yürürken, çalışırken, konuşurken bile.
Üç Merhalede Daimî Rabıta:
Şeyh ile Daimî Rabıta → Mürşidin ruhaniyetini kalpte hissetmek.
Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta → Onun sünneti ve manevi varlığıyla bağ kurmak.
Hak ile Daimî Rabıta → Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu unutmamak.
2. Daimî Rabıta Nasıl Kazanılır?
A) Şeyh ile Daimî Rabıta
Mürşidin suretini zihinde canlı tutmak.
Onun sohbetlerini, tavsiyelerini sıkça hatırlamak.
"O beni görüyor" şuuruyla yaşamak.
Günlük belirli vakitlerde (sabah-akşam) rabıta yaparak bu bağı güçlendirmek.
"Mürşid, müridin kalbine bir aynadır. O aynada Hakk’ın tecellisini görmek için önce şeyhine bağlanmalısın."
B) Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta
Salavatı çokça okumak.
Onun ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmak.
"Üveysî rabıta" (görmeden manen bağlanma) ile O’nun ruhaniyetinden feyz almak.
"Ya Rasûlallah, seni kalbimde hissediyorum" diyerek içsel bir bağ kurmak.
"Peygamber’e (s.a.v.) tam bağlanan, Allah’a bağlanmış olur."
C) Hak ile Daimî Rabıta (İhsan Makamı)
"Allah beni görüyor" bilinci (murakabe).
Zikrin kalbe yerleşmesi (dil sussa bile kalp zikretsin).
Her işte "Bismillah" diyerek başlamak.
Gaflet anlarında "Lâ ilâhe illallah" ile uyanmak.
"İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Hadis-i Şerif)
3. Nûr Sûresi 37. Ayet Bağlamında Daimî Rabıta
Ayette geçen "ticaret ve alışverişin Allah'ı anmaktan alıkoymaması", tam da "halk içinde Hak'la beraber olma" halidir.
Pratik Adımlar:
✔ Sabah-akşam belirli zikir ve rabıta vakitleri oluştur.
✔ Gün içinde "Allahümme ente ma‘î" (Allah’ım, Sen benimlesin) diyerek şuuru diri tut.
✔ İş yaparken bile kalben mürşidi, Peygamber’i ve Allah’ı hatırla.
✔ Gaflete düşünce hemen "Estağfirullah" deyip yeniden bağlan.
4. İhsan Makamına Ulaşmak
İhsan makamı, "Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme" halidir. Bu makam:
Rabıta ile başlar (şeyh → Peygamber → Allah).
Mürakabe ile devam eder (Allah’ın her an gördüğünü bilmek).
Zikirle kemale erer (kalbin sürekli Allah’ı anması).
İşaretleri:
? Dünya meşgalesi seni Allah’tan uzaklaştırmaz.
? Gizli-açık her an O’nun huzurunda olduğunu hissedersin.
? "Mâşâallah, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi zikirler dilinden düşmez.
5. Sonuç: Halk İçinde Hak'la Nasıl Olunur?
✅ Önce şeyhinle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en son Allah’la daimî rabıta kur.
✅ Nûr Sûresi 37. ayetin işaret ettiği gibi, dünya işleri seni zikrullahdan alıkoymasın.
✅ Mürakabe (Allah’ın seni gördüğü bilinci) ile ihsan makamına yüksel.
"Mürşid, Peygamber’e; Peygamber, Allah’a götüren bir köprüdür. Daimî rabıta, bu köprüden geçerek Hakk’a vasıl olmaktır."
Niyet halis, azim sabit olunca, her an Hakk’la beraber olmak mümkündür. ?
Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi
Schrems, 05.05.2025
Deepseek ve Raşit Tunca
|
|
|
Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması |
Posted by: SeliM35 - 05-03-2025, 05:18 AM - Forum: Makaleler
- No Replies
|
 |
Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması
Tasavvufta "fena" (فناء), kelime anlamıyla "yok olma" veya "fenâ bulma" demektir. Bu kavram, sûfinin benliğinden (nefsinden) arınarak Allah’ın varlığında yok olması, O’nun iradesiyle bütünleşmesi ve böylece hakikate ulaşması sürecini ifade eder. Fena mertebeleri, kişinin manevi yolculuğunda (seyr ü sülûk) geçirdiği aşamaları anlatır.
Fena’nın Başlıca Mertebeleri:
Genellikle dört ana mertebe olarak ele alınır, ancak bazı mutasavvıflar bu sınıflandırmayı daha detaylandırmıştır:
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma)
Mürşid-i kâmile tam teslimiyetle başlar.
Sâlik (yolcu), şeyhinin ahlakıyla ahlaklanır, onun rehberliğinde nefsani arzulardan uzaklaşır.
Bu aşama, kişinin kendi iradesini şeyhin irfanına bırakmasıdır.
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma)
Şeyhte fani olduktan sonra, sâlik Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine ve ruhaniyetine tamamen bağlanır.
Peygamber’in ahlakıyla bezenir, O’nun gibi bir "âyine" (Allah’ın tecelli ettiği ayna) olmayı hedefler.
Bu mertebede, şeriat ve sünnet tam anlamıyla içselleştirilir.
Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma)
En yüksek mertebelerden biridir. Sâlik, benliğini tamamen Allah’ın iradesine teslim eder.
"Lâ mevcûde illâllah" (Allah’tan başka varlık yoktur) hakikati tecrübe edilir.
Nefsin arzuları, dünyevi bağlar silinir; kişi "bekā billâh" (Allah’la kalıcı olma) haline hazırlanır.
Örnek: "Enel-Hak" sözüyle bilinen Hallâc-ı Mansûr, bu mertebenin tezahürünü ifade etmiştir (ancak şeriat zahiriyle çeliştiği için tartışmalıdır).
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma)
Fena fillâh’tan sonra gelen bu aşamada, sâlik artık Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmıştır.
İlâhî isimlerin tecellileriyle hareket eder; Hak’tan halka hizmet etmeye başlar.
"Kulun zevki ve sefası, Hakk’ın celâl ve cemâliyle olur." (Mevlânâ)
Ek Mertebeler (Bazı Kaynaklarda):
Fena fi’t-Tevhid (Tevhid’de Yok Olma): Varlığın birliği idrak edilir.
Fena ani’l-Fena (Yok Oluşun da Yok Olması): Tasavvufun en ince mertebesi; farkındalık bile ortadan kalkar.
Önemli Uyarılar:
Fena, "hiçlik" değil, "Hakk’ın varlığında nefsin erimesi"dir.
"Bekā" olmadan fena eksik kalır; asıl hedef Allah’la diri olmaktır.
Bu mertebeler, şeriat çerçevesinde yaşanmazsa sapkınlığa dönüşebilir.
Kaynaklar ve Alıntılar:
İmam Gazâlî: "Fena, nefsin sıfatlarının silinmesidir." (İhyâ)
İbn Arabî: "Fena, Hakk’ın sana seni unutturmasıdır." (Fusûsü’l-Hikem)
Mevlânâ: "Ölmeden önce ölünüz" (fena için metafor).
Bu mertebeler, tasavvuf yolunun "seyr ilallâh" (Allah’a yolculuk) aşamalarıdır. Her sûfinin tecrübesi farklı olabilir; önemli olan istikamet üzere yaşamaktır.
Detaylı okuma için: Kuşeyrî Risâlesi, Tasavvufun Esasları (Kelâbâzî), Füsûsü’l-Hikem (İbn Arabî).
################
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
################
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) Nedir?
Fena fi’ş-Şeyh, tasavvuftaki manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) ilk önemli mertebesidir. Bu aşamada sâlik (talebe), mürşid-i kâmil (kamil şeyh) ile manevi bir bağ kurarak kendi benliğini, nefsani arzularını ve dünyevi bağlarını şeyhinin rehberliğinde eritmeye başlar.
Anlamı ve Özü:
"Fena": Yok olma, erime.
"Fi’ş-Şeyh": Şeyhte, şeyh vasıtasıyla.
Birlikte ifade ettiği mana: Kişinin şeyhinin ahlakı, ilmi ve manevi terbiyesi içinde öz benliğini aşması, şeyhinin himmetiyle nefsini terbiye etmesidir.
Bu mertebe, "şeyhinin aynası olmak" şeklinde de tanımlanır. Tıpkı bir öğrencinin hocasının ilmini içselleştirmesi gibi, sâlik de şeyhinin manevi hallerini benimseyerek kendi varlığını onun rehberliğinde dönüştürür.
Fena fi’ş-Şeyh’in Özellikleri:
Tam Teslimiyet:
Sâlik, şeyhine körü körüne değil, hakikati gören bir gözle bağlanır.
"Mürşid, sana seni gösteren aynadır." (Mevlânâ)
Nefsin Terbiyesi:
Şeyh, talebenin nefsani isteklerini (kibir, hırs, öfke vb.) törpüler.
Örnek: Şeyh, talebesine susmayı, sabretmeyi, tevazuu öğretir.
Şeyhin Ahlakıyla Ahlaklanma:
Sâlik, şeyhinin davranışlarını örnek alır.
Örnek: Şeyh cömertse, talebe de cömert olmaya çalışır.
Ruhani Bağ (Himmet):
Şeyh, talebesinin kalbine manevi enerji (himmet) aktarır.
Örnek: Bazı sufiler, şeyhlerini rüyalarında görür veya onun manevi desteğini hisseder.
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Musa ve Hızır (a.s.) Kıssası
Kur’an’daki Kehf Sûresi’nde (60-82) anlatılan bu kıssa, fena fi’ş-Şeyh’e mükemmel bir örnektir.
Hz. Musa, Hızır’a (Allah’ın kendisine ledün ilmi verdiği kul) tâbi olur ve onun garip görünen davranışlarına sabrederek hakikati öğrenir.
Fena fi’ş-Şeyh’in sembolü:
Hızır’ın gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi gibi görünüşte kötü olan ama ardında hikmet bulunan eylemler, sâlikin şeyhinin sırlarını anlaması için bir imtihandır.
2. Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî
Mevlânâ Celaleddin Rumi, bir âlimken Şems-i Tebrizî ile karşılaşınca "şeyhinde fani olmuş" ve onun sohbetleriyle tamamen dönüşmüştür.
Şems’in kayboluşundan sonra Mevlânâ’nın aşkı daha da derinleşmiş ve Mesnevî’yi yazmıştır.
Fena fi’ş-Şeyh’in tezahürü:
Mevlânâ’nın, "Ben olgun bir âlimdim, Şems beni aşk ateşiyle yaktı." sözü.
3. Abdülkâdir Geylânî ve Talebeleri
Şeyh Abdülkâdir Geylânî, talebelerine "Benim elim, Allah’ın elidir." derken, fena fi’ş-Şeyh’in sonunda fena fillâh’a giden yolu gösterir.
Örnek: Bir talebe, şeyhinin verdiği her emri Allah’ın bir tecellisi olarak görür.
Fena fi’ş-Şeyh’in Yanlış Anlaşılmaları:
❌ Şeyhe tapınmak değildir!
Tasavvufta şeyh, Allah’a götüren bir vasıtadır, amaç değil.
"Mürşid, Firavunlaşmamalıdır." (İmam Rabbanî)
❌ Körü körüne itaat değildir!
Şeyh, şeriata aykırı bir şey emredemez.
"Şeyhin emri, Peygamber’in sünnetine uygun olmalıdır."
Sonuç:
Fena fi’ş-Şeyh, mürşid-i kâmilin rehberliğinde nefsi temizleme ve Allah yolunda ilerleme sürecidir. Şeyh, bir aynadır; asıl amaç Allah’a ulaşmaktır.
"Şeyh, seni kendine değil, Allah’a götüren bir köprüdür. Köprüye takılıp kalma, maksuda er!"
– Sufi Deyişi
Ek Okuma:
Kuşeyrî Risâlesi (Şeyh-talebe ilişkisi bölümü)
Mesnevî (Mevlânâ’nın Şems’e olan aşkı)
Fütûhât-ı Mekkiyye (İbn Arabî’nin mürşid tanımı)
###############
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
###############
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) Nedir?
Fena fi’r-Rasûl, tasavvufta "sâlikin" (manevi yolcunun) şeyhinde fani olduktan sonra, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünneti, ahlakı ve ruhaniyeti içinde benliğini eritmesi halidir. Bu mertebe, "şeriatın özüne tam bağlılık" ve "Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanma" sürecidir.
Anlamı ve Özü:
"Fena": Yok olma, nefsin silinmesi.
"Fi’r-Rasûl": Peygamber’de, Peygamber vasıtasıyla.
Bütüncül mana: Kişinin kendi iradesini, arzularını ve davranışlarını Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine tamamen uydurması, O’nun gibi yaşamaya çalışmasıdır.
Bu aşama, "şeyhte fani olma" (Fena fi’ş-Şeyh) mertebesinden sonra gelir. Çünkü şeyh, zaten Peygamber’in varisi olarak talebesini O’na (s.a.v.) yönlendirir.
Fena fi’r-Rasûl’ün Özellikleri:
Sünnet-i Seniyye’ye Tam İttiba:
Sâlik, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) "yürüyüşünden, yemek yemesine, uykusundan konuşmasına" kadar her davranışını örnek alır.
Hadis: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhârî)
Ahlak-ı Muhammedi ile Bezenme:
Peygamber’in şefkati, sabrı, adaleti, tevazuu gibi vasıfları sâlikin karakterine işler.
Örnek: Bir mürid, öfkelendiğinde "Peygamber (s.a.v.) asla öfkesine yenik düşmezdi" diyerek nefsini terbiye eder.
Ruhanî Bağ (Râbıta-i Şerîfe):
Sâlik, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde sürekli hatırlar ve O’nun manevi huzurunda olduğunu hissederek hareket eder.
Örnek: Günlük işlerini yaparken "Acaba Resûlullah (s.a.v.) bu durumda ne yapardı?" diye düşünmek.
Zâhir ve Bâtın Dengesi:
Bu mertebede şeriat (zâhir) ve hakikat (bâtın) birleşir.
"Şeriat olmadan hakikat olmaz." (İmam Rabbanî)
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ali (r.a.) ve Peygamber’de Fani Oluşu
"Ben, Peygamber’in hizmetkârıyım." diyen Hz. Ali, O’nun (s.a.v.) evinde büyümüş ve her halini örnek almıştır.
Fena fi’r-Rasûl’ün tezahürü:
"Peygamber’in ahlakı Kur’an’dı." (Hz. Âişe) hadisini kendine rehber edinmesi.
Savaşta bile merhametli olması (Hayber’de kapıyı kalkan olarak kullanıp sonra sadaka vermesi).
2. Mevlânâ’nın "Mesnevî"de Peygamber Aşkı
Mevlânâ, "Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım." diyerek fena fi’r-Rasûl’ü ifade eder.
Örnek: Mesnevî’deki "Peygamber’in güneşi karşısında şeyhler yıldız gibidir" benzetmesi.
3. İmam Gazâlî’nin "İhyâu Ulûmi’d-Dîn"i
Gazâlî, eserinde "Peygamber’in sünnetini ihya etmek" için yazdığını söyler.
Fena fi’r-Rasûl’ün pratiği:
Uyku, yemek, ticaret gibi günlük işlerde bile sünneti takip etmesi.
Fena fi’r-Rasûl’ün Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Peygamber’i ilahlaştırmak değildir!"
Peygamber (s.a.v.) bir kul ve rehberdir, O’na aşırı sevgi bile olsa şirk sınırına girilmez.
"Ben ancak bir kulum." (Hadis-i Şerif)
❌ "Sadece şekilsel taklit değildir!"
Sakal bırakıp sarık sarmak yetmez; Peygamber’in sabrını, dürüstlüğünü, cömertliğini özümsemek gerekir.
Sonuç:
Fena fi’r-Rasûl, bir müminin "Ben nasıl yaşarsam Peygamber’ime en yakın olurum?" sorusunun cevabıdır. "Üsve-i Hasene" (en güzel örnek) olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) izinden gitmek, tasavvufun özüdür.
"Peygamber’de fani olan, Hak’ta baki olur."
– Sufi Deyişi
Ek Okuma:
Şemâil-i Şerîf (Peygamber’in fiziksel ve ahlaki özellikleri)
Delâilü’l-Hayrât (Peygamber’e salavatlarla ulaşma yolları)
İmam Busirî’nin Kasîde-i Bürde’si (Peygamber aşkının şiirle ifadesi)
#############
Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
############
Fenâ fillâh (Allah'ta Yok Olma) Nedir?
Fenâ fillâh, tasavvuftaki en yüksek manevi mertebelerden biridir. Bu makamda sâlik (manevi yolcu), kendi benliğini, iradesini ve varlık algısını tamamen Allah'ın varlığında eritir. Artık "O'nun dışında hiçbir şey görmez, hissetmez ve bilmez" hale gelir. Bu hal, "Lâ mevcûde illâllah" (Allah'tan başka varlık yoktur) hakikatinin yaşanmasıdır.
Fenâ fillâh'ın Özellikleri:
Nefsin Tamamen Silinmesi:
Kişi, "Enâniyet" (benlik) duygusundan kurtulur.
"Kul, kendini unutur, Hakk'ı görür." (İbn Arabî)
İrade Birliği (Tevhid-i Ef'âl):
Sâlik, "Kendi fiillerinin değil, Allah'ın fiillerinin tecellisi olduğunu" idrak eder.
"Attığın zaman sen atmadın, Allah attı." (Enfal, 17) ayeti bu hali anlatır.
Zâhir ve Bâtın'ın Kaynaşması:
Şeriat (dış hükümler) ve hakikat (iç hakikat) bir olur.
"Şeriat, hakikatin kabuğudur." (Abdülkâdir Geylânî)
Bekā billâh'a Hazırlık:
Fenâ fillâh, "Allah'la bâki olma" (bekā) makamının başlangıcıdır.
Örneklerle Açıklama:
1. Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak" Sözü
"Ene'l-Hak" (Ben Hakk'ım) sözü, fenâ fillâh halinin en çarpıcı ifadesidir.
Hallâc, "Benliğim eridi, artık konuşan O'dur." anlamında bu sözü söylemiş, ancak zahir ulemaca yanlış anlaşılmıştır.
"Hallâc, aşk şarabıyla sarhoş olup sırları ifşa etti." (Sultan Veled)
2. Hz. Musa (a.s.) ve "Beni Göster" İsteği
"Rabbim, bana kendini göster!" (Araf, 143) ayetinde Hz. Musa, Allah'ın tecellisini ister.
Allah, "Beni göremezsin" dedikten sonra dağa tecelli edip onu yerle bir eder.
Fenâ fillâh Yorumu:
"Musa, kendi varlığını unutup sadece Allah'ın azametini görmek istedi."
3. Bayezid-i Bistâmî'nin "Sübhânî" Sözü
Bayezid, "Sübhânî! Mâ a'zame şânî!" (Beni tenzih ederim! Ne yüce şanım var!) demiştir.
Bu söz, "Benlik perdesi kalkınca, konuşan Allah'ın kudretidir." şeklinde yorumlanır.
Fenâ fillâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Vahdet-i Vücûd = Panteizm Değildir!"
Allah'ta yok olmak, "O'nunla bir olmak" değil, "O'nun varlığı karşısında kendi hiçliğini görmek"tir.
"Allah, yarattıklarına hulûl etmez." (Ehl-i Sünnet Akidesi)
❌ "Şeriatı Terk Etmek Değildir!"
"Fenâ fillâh, namazı bırakıp dağa çıkmak değil, namazda Hakk'ı görmektir." (İmam Rabbanî)
Fenâ fillâh'ın Üç Tezahürü:
Fenâ fi't-Tevhid: Varlığın birliğini idrak.
Fenâ ani'l-Fenâ: Yok oluşun bile farkında olmamak.
Bekā billâh: Allah'la ebedî kalma.
Sonuç:
Fenâ fillâh, tasavvuf yolunun zirvesidir. "Ölmeden önce ölünüz" hadisi bu makama işaret eder. Ancak bu hal, şeriat ölçüleriyle dengelenmezse sapmalara yol açabilir.
"Fenâ, bir damlanın okyanusa düşüp erimesidir.
Damla yok olmaz, okyanus olur."
– Mevlânâ
Ek Okuma:
Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Fenâ ve bekā kavramları.
Risâle-i Kuşeyrî → Fenâ makamının izahı.
Mesnevî → Aşkla fenâ hikayeleri (Cilt 1, 3. Beyit).
Bu makam, "hakikî tevhid"in yaşanmasıdır. Mümkün olan en sade ifadesiyle:
"Sen varsan, O yok; O varsa, sen yoksun."
###############
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
###############
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) Nedir?
Bekā billâh, tasavvufta "Fenâ fillâh" (Allah'ta yok olma) mertebesinden sonra gelen en yüksek manevî makamdır. Bu aşamada sâlik (manevî yolcu), kendi benliğini Allah'ta erittikten sonra, artık "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmış" olarak yeniden dirilir. "Ölmeden önce ölme" (Hadis-i Şerif) sırrının nihai tezahürüdür.
Kelime Anlamı:
"Bekā": Kalıcı olma, ebedîlik.
"Billâh": Allah ile, Allah'ın vasıtasıyla.
Bütünsel Mânâ: "Kulun, Allah'ın sıfatlarıyla diri olması"dır.
Bekā billâh'ın Özellikleri:
İlâhî Sıfatlarla Donanma:
Sâlik, "Allah'ın esmâ-i hüsnâsı" (güzel isimleri) ile vasıflanır.
Örnek:
"Rahmân" ismi → Şefkatli olma.
"Hakîm" ismi → Hikmetle konuşma.
"Abd-i Kâmil" (Olgun Kul) Olma:
"Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum." (Kudsî Hadis) sırrına mazhar olur.
"Kul, artık kendi nefsi için değil, Allah'ın tecellisi için yaşar."
Halka Hizmet Hakka Hizmettir:
"Halk içinde Hak ile olma" prensibiyle hareket eder.
Örnek: Mevlânâ'nın "Hamdım, piştim, yandım" sözünde olduğu gibi, olgunlaşan kul hizmete koşar.
Zâhir ve Bâtın Dengesi:
Şeriat (dış disiplin) ve hakikat (iç hakikat) tam uyum içindedir.
"Bekā, şeriatsız olamaz." (İmam Rabbanî)
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ebû Bekir (r.a.) – "Sıddîk" Makamı
"Allah Resûlü ne söylediyse doğrudur" diyerek "fenâ fi'r-Rasûl" ve "bekā billâh" mertebesini gösterdi.
Bekā Tezahürü:
Malını infak etmesi ("Allah'ın malı" bilinci).
"Ben Allah'a âşığım!" sözüyle ilâhî aşkı ifade etmesi.
2. Abdülkâdir Geylânî – "Kutbu'l-Ârifîn"
"Ayağım bütün velîlerin boynundadır" sözü, "Allah'ın kudretiyle konuştuğu" anlamındadır.
Bekā Billâh Örneği:
"Beni gören, Hakk'ı görür." → Allah'ın tecelli ettiği bir ayna olma.
3. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî – Aşkla Bekā
"Yok oldum, yok olmakla da var oldum."
Bekā'nın Şiirle İfadesi:
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama! Âriflerin gönlündeyiz biz!"
Bekā billâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Kendini Tanrılaştırmak Değildir!"
"Bekā, kulun Allah'ın sıfatlarıyla vasıflanmasıdır, O'nun zatıyla bir olması değildir." (Ehl-i Sünnet)
❌ "Dünyadan Tam Kopuş Değildir!"
"Bekā makamındaki velî, çarşıda pazarda dahi Hak ile olur." (Süleyman Hilmi Tunahan)
Fenâ ve Bekā İlişkisi:
Fenâ Fillâh Bekā Billâh
Benliğin yok olması İlâhî sıfatlarla dirilme
"Lâ mevcûde illâllah" "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma"
Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak"ı Hz. Ebû Bekir'in "Sıddîk"lığı
Sonuç:
Bekā billâh, tasavvuf yolunun "ölümsüzlük" makamıdır. "Fenâ" bir ağacın köklerinin toprakta kaybolması, "bekā" ise meyve vererek yeniden hayat bulması gibidir.
"Fenâ bir nehirin okyanusa dökülmesi,
Bekā ise okyanusun damlaya damlaya yeniden nehir olmasıdır."
– İbn Arabî
Ek Okuma:
Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Bekā'nın metafizik izahı.
Mektûbât-ı Rabbanî (İmam Rabbanî) → Fenâ-bekā dengesi.
Divân-ı Kebîr (Mevlânâ) → Aşkla bekā şiirleri.
Özetle:
Fenâ: Yok olma → "Sen yoksun, O var."
Bekā: İlâhî diriliş → "Artık O'nunla varsın."
-----------
Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi
DeepSeek ve Raşit Tunca
Schrems, 03.05.2025
|
|
|
Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması |
Posted by: SeliM35 - 05-03-2025, 05:18 AM - Forum: Tasavvufi Genel Bilgiler
- No Replies
|
 |
Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması
Tasavvufta "fena" (فناء), kelime anlamıyla "yok olma" veya "fenâ bulma" demektir. Bu kavram, sûfinin benliğinden (nefsinden) arınarak Allah’ın varlığında yok olması, O’nun iradesiyle bütünleşmesi ve böylece hakikate ulaşması sürecini ifade eder. Fena mertebeleri, kişinin manevi yolculuğunda (seyr ü sülûk) geçirdiği aşamaları anlatır.
Fena’nın Başlıca Mertebeleri:
Genellikle dört ana mertebe olarak ele alınır, ancak bazı mutasavvıflar bu sınıflandırmayı daha detaylandırmıştır:
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma)
Mürşid-i kâmile tam teslimiyetle başlar.
Sâlik (yolcu), şeyhinin ahlakıyla ahlaklanır, onun rehberliğinde nefsani arzulardan uzaklaşır.
Bu aşama, kişinin kendi iradesini şeyhin irfanına bırakmasıdır.
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma)
Şeyhte fani olduktan sonra, sâlik Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine ve ruhaniyetine tamamen bağlanır.
Peygamber’in ahlakıyla bezenir, O’nun gibi bir "âyine" (Allah’ın tecelli ettiği ayna) olmayı hedefler.
Bu mertebede, şeriat ve sünnet tam anlamıyla içselleştirilir.
Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma)
En yüksek mertebelerden biridir. Sâlik, benliğini tamamen Allah’ın iradesine teslim eder.
"Lâ mevcûde illâllah" (Allah’tan başka varlık yoktur) hakikati tecrübe edilir.
Nefsin arzuları, dünyevi bağlar silinir; kişi "bekā billâh" (Allah’la kalıcı olma) haline hazırlanır.
Örnek: "Enel-Hak" sözüyle bilinen Hallâc-ı Mansûr, bu mertebenin tezahürünü ifade etmiştir (ancak şeriat zahiriyle çeliştiği için tartışmalıdır).
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma)
Fena fillâh’tan sonra gelen bu aşamada, sâlik artık Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmıştır.
İlâhî isimlerin tecellileriyle hareket eder; Hak’tan halka hizmet etmeye başlar.
"Kulun zevki ve sefası, Hakk’ın celâl ve cemâliyle olur." (Mevlânâ)
Ek Mertebeler (Bazı Kaynaklarda):
Fena fi’t-Tevhid (Tevhid’de Yok Olma): Varlığın birliği idrak edilir.
Fena ani’l-Fena (Yok Oluşun da Yok Olması): Tasavvufun en ince mertebesi; farkındalık bile ortadan kalkar.
Önemli Uyarılar:
Fena, "hiçlik" değil, "Hakk’ın varlığında nefsin erimesi"dir.
"Bekā" olmadan fena eksik kalır; asıl hedef Allah’la diri olmaktır.
Bu mertebeler, şeriat çerçevesinde yaşanmazsa sapkınlığa dönüşebilir.
Kaynaklar ve Alıntılar:
İmam Gazâlî: "Fena, nefsin sıfatlarının silinmesidir." (İhyâ)
İbn Arabî: "Fena, Hakk’ın sana seni unutturmasıdır." (Fusûsü’l-Hikem)
Mevlânâ: "Ölmeden önce ölünüz" (fena için metafor).
Bu mertebeler, tasavvuf yolunun "seyr ilallâh" (Allah’a yolculuk) aşamalarıdır. Her sûfinin tecrübesi farklı olabilir; önemli olan istikamet üzere yaşamaktır.
Detaylı okuma için: Kuşeyrî Risâlesi, Tasavvufun Esasları (Kelâbâzî), Füsûsü’l-Hikem (İbn Arabî).
################
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
################
Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) Nedir?
Fena fi’ş-Şeyh, tasavvuftaki manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) ilk önemli mertebesidir. Bu aşamada sâlik (talebe), mürşid-i kâmil (kamil şeyh) ile manevi bir bağ kurarak kendi benliğini, nefsani arzularını ve dünyevi bağlarını şeyhinin rehberliğinde eritmeye başlar.
Anlamı ve Özü:
"Fena": Yok olma, erime.
"Fi’ş-Şeyh": Şeyhte, şeyh vasıtasıyla.
Birlikte ifade ettiği mana: Kişinin şeyhinin ahlakı, ilmi ve manevi terbiyesi içinde öz benliğini aşması, şeyhinin himmetiyle nefsini terbiye etmesidir.
Bu mertebe, "şeyhinin aynası olmak" şeklinde de tanımlanır. Tıpkı bir öğrencinin hocasının ilmini içselleştirmesi gibi, sâlik de şeyhinin manevi hallerini benimseyerek kendi varlığını onun rehberliğinde dönüştürür.
Fena fi’ş-Şeyh’in Özellikleri:
Tam Teslimiyet:
Sâlik, şeyhine körü körüne değil, hakikati gören bir gözle bağlanır.
"Mürşid, sana seni gösteren aynadır." (Mevlânâ)
Nefsin Terbiyesi:
Şeyh, talebenin nefsani isteklerini (kibir, hırs, öfke vb.) törpüler.
Örnek: Şeyh, talebesine susmayı, sabretmeyi, tevazuu öğretir.
Şeyhin Ahlakıyla Ahlaklanma:
Sâlik, şeyhinin davranışlarını örnek alır.
Örnek: Şeyh cömertse, talebe de cömert olmaya çalışır.
Ruhani Bağ (Himmet):
Şeyh, talebesinin kalbine manevi enerji (himmet) aktarır.
Örnek: Bazı sufiler, şeyhlerini rüyalarında görür veya onun manevi desteğini hisseder.
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Musa ve Hızır (a.s.) Kıssası
Kur’an’daki Kehf Sûresi’nde (60-82) anlatılan bu kıssa, fena fi’ş-Şeyh’e mükemmel bir örnektir.
Hz. Musa, Hızır’a (Allah’ın kendisine ledün ilmi verdiği kul) tâbi olur ve onun garip görünen davranışlarına sabrederek hakikati öğrenir.
Fena fi’ş-Şeyh’in sembolü:
Hızır’ın gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi gibi görünüşte kötü olan ama ardında hikmet bulunan eylemler, sâlikin şeyhinin sırlarını anlaması için bir imtihandır.
2. Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî
Mevlânâ Celaleddin Rumi, bir âlimken Şems-i Tebrizî ile karşılaşınca "şeyhinde fani olmuş" ve onun sohbetleriyle tamamen dönüşmüştür.
Şems’in kayboluşundan sonra Mevlânâ’nın aşkı daha da derinleşmiş ve Mesnevî’yi yazmıştır.
Fena fi’ş-Şeyh’in tezahürü:
Mevlânâ’nın, "Ben olgun bir âlimdim, Şems beni aşk ateşiyle yaktı." sözü.
3. Abdülkâdir Geylânî ve Talebeleri
Şeyh Abdülkâdir Geylânî, talebelerine "Benim elim, Allah’ın elidir." derken, fena fi’ş-Şeyh’in sonunda fena fillâh’a giden yolu gösterir.
Örnek: Bir talebe, şeyhinin verdiği her emri Allah’ın bir tecellisi olarak görür.
Fena fi’ş-Şeyh’in Yanlış Anlaşılmaları:
❌ Şeyhe tapınmak değildir!
Tasavvufta şeyh, Allah’a götüren bir vasıtadır, amaç değil.
"Mürşid, Firavunlaşmamalıdır." (İmam Rabbanî)
❌ Körü körüne itaat değildir!
Şeyh, şeriata aykırı bir şey emredemez.
"Şeyhin emri, Peygamber’in sünnetine uygun olmalıdır."
Sonuç:
Fena fi’ş-Şeyh, mürşid-i kâmilin rehberliğinde nefsi temizleme ve Allah yolunda ilerleme sürecidir. Şeyh, bir aynadır; asıl amaç Allah’a ulaşmaktır.
"Şeyh, seni kendine değil, Allah’a götüren bir köprüdür. Köprüye takılıp kalma, maksuda er!"
– Sufi Deyişi
Ek Okuma:
Kuşeyrî Risâlesi (Şeyh-talebe ilişkisi bölümü)
Mesnevî (Mevlânâ’nın Şems’e olan aşkı)
Fütûhât-ı Mekkiyye (İbn Arabî’nin mürşid tanımı)
###############
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
###############
Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) Nedir?
Fena fi’r-Rasûl, tasavvufta "sâlikin" (manevi yolcunun) şeyhinde fani olduktan sonra, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünneti, ahlakı ve ruhaniyeti içinde benliğini eritmesi halidir. Bu mertebe, "şeriatın özüne tam bağlılık" ve "Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanma" sürecidir.
Anlamı ve Özü:
"Fena": Yok olma, nefsin silinmesi.
"Fi’r-Rasûl": Peygamber’de, Peygamber vasıtasıyla.
Bütüncül mana: Kişinin kendi iradesini, arzularını ve davranışlarını Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine tamamen uydurması, O’nun gibi yaşamaya çalışmasıdır.
Bu aşama, "şeyhte fani olma" (Fena fi’ş-Şeyh) mertebesinden sonra gelir. Çünkü şeyh, zaten Peygamber’in varisi olarak talebesini O’na (s.a.v.) yönlendirir.
Fena fi’r-Rasûl’ün Özellikleri:
Sünnet-i Seniyye’ye Tam İttiba:
Sâlik, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) "yürüyüşünden, yemek yemesine, uykusundan konuşmasına" kadar her davranışını örnek alır.
Hadis: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhârî)
Ahlak-ı Muhammedi ile Bezenme:
Peygamber’in şefkati, sabrı, adaleti, tevazuu gibi vasıfları sâlikin karakterine işler.
Örnek: Bir mürid, öfkelendiğinde "Peygamber (s.a.v.) asla öfkesine yenik düşmezdi" diyerek nefsini terbiye eder.
Ruhanî Bağ (Râbıta-i Şerîfe):
Sâlik, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde sürekli hatırlar ve O’nun manevi huzurunda olduğunu hissederek hareket eder.
Örnek: Günlük işlerini yaparken "Acaba Resûlullah (s.a.v.) bu durumda ne yapardı?" diye düşünmek.
Zâhir ve Bâtın Dengesi:
Bu mertebede şeriat (zâhir) ve hakikat (bâtın) birleşir.
"Şeriat olmadan hakikat olmaz." (İmam Rabbanî)
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ali (r.a.) ve Peygamber’de Fani Oluşu
"Ben, Peygamber’in hizmetkârıyım." diyen Hz. Ali, O’nun (s.a.v.) evinde büyümüş ve her halini örnek almıştır.
Fena fi’r-Rasûl’ün tezahürü:
"Peygamber’in ahlakı Kur’an’dı." (Hz. Âişe) hadisini kendine rehber edinmesi.
Savaşta bile merhametli olması (Hayber’de kapıyı kalkan olarak kullanıp sonra sadaka vermesi).
2. Mevlânâ’nın "Mesnevî"de Peygamber Aşkı
Mevlânâ, "Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım." diyerek fena fi’r-Rasûl’ü ifade eder.
Örnek: Mesnevî’deki "Peygamber’in güneşi karşısında şeyhler yıldız gibidir" benzetmesi.
3. İmam Gazâlî’nin "İhyâu Ulûmi’d-Dîn"i
Gazâlî, eserinde "Peygamber’in sünnetini ihya etmek" için yazdığını söyler.
Fena fi’r-Rasûl’ün pratiği:
Uyku, yemek, ticaret gibi günlük işlerde bile sünneti takip etmesi.
Fena fi’r-Rasûl’ün Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Peygamber’i ilahlaştırmak değildir!"
Peygamber (s.a.v.) bir kul ve rehberdir, O’na aşırı sevgi bile olsa şirk sınırına girilmez.
"Ben ancak bir kulum." (Hadis-i Şerif)
❌ "Sadece şekilsel taklit değildir!"
Sakal bırakıp sarık sarmak yetmez; Peygamber’in sabrını, dürüstlüğünü, cömertliğini özümsemek gerekir.
Sonuç:
Fena fi’r-Rasûl, bir müminin "Ben nasıl yaşarsam Peygamber’ime en yakın olurum?" sorusunun cevabıdır. "Üsve-i Hasene" (en güzel örnek) olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) izinden gitmek, tasavvufun özüdür.
"Peygamber’de fani olan, Hak’ta baki olur."
– Sufi Deyişi
Ek Okuma:
Şemâil-i Şerîf (Peygamber’in fiziksel ve ahlaki özellikleri)
Delâilü’l-Hayrât (Peygamber’e salavatlarla ulaşma yolları)
İmam Busirî’nin Kasîde-i Bürde’si (Peygamber aşkının şiirle ifadesi)
#############
Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
############
Fenâ fillâh (Allah'ta Yok Olma) Nedir?
Fenâ fillâh, tasavvuftaki en yüksek manevi mertebelerden biridir. Bu makamda sâlik (manevi yolcu), kendi benliğini, iradesini ve varlık algısını tamamen Allah'ın varlığında eritir. Artık "O'nun dışında hiçbir şey görmez, hissetmez ve bilmez" hale gelir. Bu hal, "Lâ mevcûde illâllah" (Allah'tan başka varlık yoktur) hakikatinin yaşanmasıdır.
Fenâ fillâh'ın Özellikleri:
Nefsin Tamamen Silinmesi:
Kişi, "Enâniyet" (benlik) duygusundan kurtulur.
"Kul, kendini unutur, Hakk'ı görür." (İbn Arabî)
İrade Birliği (Tevhid-i Ef'âl):
Sâlik, "Kendi fiillerinin değil, Allah'ın fiillerinin tecellisi olduğunu" idrak eder.
"Attığın zaman sen atmadın, Allah attı." (Enfal, 17) ayeti bu hali anlatır.
Zâhir ve Bâtın'ın Kaynaşması:
Şeriat (dış hükümler) ve hakikat (iç hakikat) bir olur.
"Şeriat, hakikatin kabuğudur." (Abdülkâdir Geylânî)
Bekā billâh'a Hazırlık:
Fenâ fillâh, "Allah'la bâki olma" (bekā) makamının başlangıcıdır.
Örneklerle Açıklama:
1. Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak" Sözü
"Ene'l-Hak" (Ben Hakk'ım) sözü, fenâ fillâh halinin en çarpıcı ifadesidir.
Hallâc, "Benliğim eridi, artık konuşan O'dur." anlamında bu sözü söylemiş, ancak zahir ulemaca yanlış anlaşılmıştır.
"Hallâc, aşk şarabıyla sarhoş olup sırları ifşa etti." (Sultan Veled)
2. Hz. Musa (a.s.) ve "Beni Göster" İsteği
"Rabbim, bana kendini göster!" (Araf, 143) ayetinde Hz. Musa, Allah'ın tecellisini ister.
Allah, "Beni göremezsin" dedikten sonra dağa tecelli edip onu yerle bir eder.
Fenâ fillâh Yorumu:
"Musa, kendi varlığını unutup sadece Allah'ın azametini görmek istedi."
3. Bayezid-i Bistâmî'nin "Sübhânî" Sözü
Bayezid, "Sübhânî! Mâ a'zame şânî!" (Beni tenzih ederim! Ne yüce şanım var!) demiştir.
Bu söz, "Benlik perdesi kalkınca, konuşan Allah'ın kudretidir." şeklinde yorumlanır.
Fenâ fillâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Vahdet-i Vücûd = Panteizm Değildir!"
Allah'ta yok olmak, "O'nunla bir olmak" değil, "O'nun varlığı karşısında kendi hiçliğini görmek"tir.
"Allah, yarattıklarına hulûl etmez." (Ehl-i Sünnet Akidesi)
❌ "Şeriatı Terk Etmek Değildir!"
"Fenâ fillâh, namazı bırakıp dağa çıkmak değil, namazda Hakk'ı görmektir." (İmam Rabbanî)
Fenâ fillâh'ın Üç Tezahürü:
Fenâ fi't-Tevhid: Varlığın birliğini idrak.
Fenâ ani'l-Fenâ: Yok oluşun bile farkında olmamak.
Bekā billâh: Allah'la ebedî kalma.
Sonuç:
Fenâ fillâh, tasavvuf yolunun zirvesidir. "Ölmeden önce ölünüz" hadisi bu makama işaret eder. Ancak bu hal, şeriat ölçüleriyle dengelenmezse sapmalara yol açabilir.
"Fenâ, bir damlanın okyanusa düşüp erimesidir.
Damla yok olmaz, okyanus olur."
– Mevlânâ
Ek Okuma:
Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Fenâ ve bekā kavramları.
Risâle-i Kuşeyrî → Fenâ makamının izahı.
Mesnevî → Aşkla fenâ hikayeleri (Cilt 1, 3. Beyit).
Bu makam, "hakikî tevhid"in yaşanmasıdır. Mümkün olan en sade ifadesiyle:
"Sen varsan, O yok; O varsa, sen yoksun."
###############
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen
###############
Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) Nedir?
Bekā billâh, tasavvufta "Fenâ fillâh" (Allah'ta yok olma) mertebesinden sonra gelen en yüksek manevî makamdır. Bu aşamada sâlik (manevî yolcu), kendi benliğini Allah'ta erittikten sonra, artık "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmış" olarak yeniden dirilir. "Ölmeden önce ölme" (Hadis-i Şerif) sırrının nihai tezahürüdür.
Kelime Anlamı:
"Bekā": Kalıcı olma, ebedîlik.
"Billâh": Allah ile, Allah'ın vasıtasıyla.
Bütünsel Mânâ: "Kulun, Allah'ın sıfatlarıyla diri olması"dır.
Bekā billâh'ın Özellikleri:
İlâhî Sıfatlarla Donanma:
Sâlik, "Allah'ın esmâ-i hüsnâsı" (güzel isimleri) ile vasıflanır.
Örnek:
"Rahmân" ismi → Şefkatli olma.
"Hakîm" ismi → Hikmetle konuşma.
"Abd-i Kâmil" (Olgun Kul) Olma:
"Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum." (Kudsî Hadis) sırrına mazhar olur.
"Kul, artık kendi nefsi için değil, Allah'ın tecellisi için yaşar."
Halka Hizmet Hakka Hizmettir:
"Halk içinde Hak ile olma" prensibiyle hareket eder.
Örnek: Mevlânâ'nın "Hamdım, piştim, yandım" sözünde olduğu gibi, olgunlaşan kul hizmete koşar.
Zâhir ve Bâtın Dengesi:
Şeriat (dış disiplin) ve hakikat (iç hakikat) tam uyum içindedir.
"Bekā, şeriatsız olamaz." (İmam Rabbanî)
Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ebû Bekir (r.a.) – "Sıddîk" Makamı
"Allah Resûlü ne söylediyse doğrudur" diyerek "fenâ fi'r-Rasûl" ve "bekā billâh" mertebesini gösterdi.
Bekā Tezahürü:
Malını infak etmesi ("Allah'ın malı" bilinci).
"Ben Allah'a âşığım!" sözüyle ilâhî aşkı ifade etmesi.
2. Abdülkâdir Geylânî – "Kutbu'l-Ârifîn"
"Ayağım bütün velîlerin boynundadır" sözü, "Allah'ın kudretiyle konuştuğu" anlamındadır.
Bekā Billâh Örneği:
"Beni gören, Hakk'ı görür." → Allah'ın tecelli ettiği bir ayna olma.
3. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî – Aşkla Bekā
"Yok oldum, yok olmakla da var oldum."
Bekā'nın Şiirle İfadesi:
"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama! Âriflerin gönlündeyiz biz!"
Bekā billâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:
❌ "Kendini Tanrılaştırmak Değildir!"
"Bekā, kulun Allah'ın sıfatlarıyla vasıflanmasıdır, O'nun zatıyla bir olması değildir." (Ehl-i Sünnet)
❌ "Dünyadan Tam Kopuş Değildir!"
"Bekā makamındaki velî, çarşıda pazarda dahi Hak ile olur." (Süleyman Hilmi Tunahan)
Fenâ ve Bekā İlişkisi:
Fenâ Fillâh Bekā Billâh
Benliğin yok olması İlâhî sıfatlarla dirilme
"Lâ mevcûde illâllah" "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma"
Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak"ı Hz. Ebû Bekir'in "Sıddîk"lığı
Sonuç:
Bekā billâh, tasavvuf yolunun "ölümsüzlük" makamıdır. "Fenâ" bir ağacın köklerinin toprakta kaybolması, "bekā" ise meyve vererek yeniden hayat bulması gibidir.
"Fenâ bir nehirin okyanusa dökülmesi,
Bekā ise okyanusun damlaya damlaya yeniden nehir olmasıdır."
– İbn Arabî
Ek Okuma:
Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Bekā'nın metafizik izahı.
Mektûbât-ı Rabbanî (İmam Rabbanî) → Fenâ-bekā dengesi.
Divân-ı Kebîr (Mevlânâ) → Aşkla bekā şiirleri.
Özetle:
Fenâ: Yok olma → "Sen yoksun, O var."
Bekā: İlâhî diriliş → "Artık O'nunla varsın."
-----------
Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi
DeepSeek ve Raşit Tunca
Schrems, 03.05.2025
|
|
|
NEFSİ VE NESLİ İFSAT EDEN BÜYÜK GÜNAH: ZİNA |
Posted by: SeliM35 - 05-03-2025, 03:54 AM - Forum: Hutbeler
- No Replies
|
 |
NEFSİ VE NESLİ İFSAT EDEN BÜYÜK GÜNAH: ZİNA
﷽
ََلَ تَقْرَبُوا الزِّنٰٓى اِنَه ُ كَان َ فَا واحِّشَة ا ًۜ وَسَٰٓاء َ سَب۪يل.َ
ّللُ عَلَيْه ِّ وَسَلَم ّللِّ صَلَي ا وَقَال َ رَسُول ُ ا:
…َلَ ٍيَخْلُوَن َ رَجُل ٌ بِّامْرَأَةإِلَّاُكَان َ ثَالِّثَهُمَا الشَيْطَان…
NEFSİ VE NESLİ İFSAT EDEN BÜYÜK GÜNAH:
ZİNA
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam’ın haram kıldığı büyük
günahlardan biri de nefsi ve nesli ifsat eden zinadır.
Zina; dinen ve hukuken geçerli bir nikâh bağı olmayan
erkek ve kadın arasındaki birlikteliktir. Zina; aile
kurumuna yapılan en büyük saldırıdır. Yuvaların
dağılmasına sebep olan, gençlerin umutlarını karartan,
hayallerini yıkan apaçık bir hayâsızlıktır. Zina;
toplumun ahlaki değerlerini kökünden sarsan, maddi
ve manevi birçok hastalığın yaygınlaşmasına zemin
hazırlayan çirkin bir davranıştır.
Aziz Müminler!
İslam, sadece zinayı değil; zinaya götüren bütün
yolları da haram kılar. Nitekim Yüce Rabbimiz,
ا
َ سَب۪يل ًۜ وَسَٰٓاء ا َ فَاحِّشَة ُ كَان اِنَه الزِّنٰٓى ََلَ تَقْرَبُوا و “Zinaya
yaklaşmayın. Çünkü o, hayâsızlıktır, çok kötü ve
çirkin bir yoldur.”1 buyurmaktadır. Dolayısıyla ister
gerçek hayatta, ister sanal âlemde, isterse yazılı ve
görsel medyada kişiyi zinaya götüren söz, tutum ve
davranışların tamamı haramdır. Allah’ın insana bir
emanet olarak verdiği bedenin teşhir edilmesi,
tesettüre uygun olmayan elbiselerin giyilmesi
haramdır. Aralarında dinen evlenme engeli olmayan
bir erkek ve bir kadının baş başa kalması ya da ev
arkadaşlığı adı altında bir arada bulunması haramdır.
‘Flört, dost hayatı, arkadaşlık, kaçamak,
aldatma’ gibi kavramlarla bu büyük günah asla
masum gösterilemez. ‘Gönül ilişkisi, yasak aşk,
gençlik hevesi, düzeyli birliktelik’ gibi sözlerle zinayı
meşrulaştırmak, harama giden yola kapı aralamaktır.
‘Çapkınlık’ denilerek övünülen şey, esasında bir
zinakârlıktır, insanın namusuna göz dikmektir,
haramdır. Hele hele özgürlük adıyla bütün dünyaya
dayatılmaya çalışılan ve Lût (a.s)’ın kavmini helake
sürükleyen eşcinsellik ise Allah’ın lanetlediği bir
sapkınlıktır, haramdır, büyük bir günahtır.
Kıymetli Müslümanlar!
Akıllı telefonlar, dijital araçlar ve medya
aracılığıyla evlerimize ve ceplerimize kadar giren
gayr-i meşru görüntüler, zinaya giden yolları
kolaylaştırmaktadır. İslami ve insani değerleri hiçe
sayan müstehcen reklamlar, sanat adı altında yapılan
gayr-i ahlaki tiyatro, sinema ve dizi filmler, zinayı
meşru göstermeye çalışmaktadır. Dijital mecralarda
yaygınlaşan, evlilik müessesesini istismar eden sohbet
ve evlilik siteleri, gençleri evlilikten uzaklaştırmakta,
zinaya sürüklemektedir. Dostluk ve dertleşme gibi
düşüncelerle başlayan kadın erkek arkadaşlıkları
kişileri, zina batağına çekmektedir. Hâsılı, göz,
harama baka baka; kulak, günahı dinleye dinleye; dil,
kötülüğü konuşa konuşa zinaya alışmakta, sonrasında
bu çirkin fiili işlemek sıradan hale gelmektedir.
Değerli Müminler!
Kötülüğün işlenmesi kadar onun
yaygınlaşmasına zemin hazırlamak da büyük bir
günah, ağır bir vebaldir. Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı
Kerim’de, “Müminler arasında ahlâksızlığın
yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve ahirette
can yakıcı bir azap vardır...”2 buyurarak bu hususa
dikkatlerimizi çekmektedir. Bu sebepledir ki, insan
onurunu ayaklar altına alan zinanın ve ona götüren
yolların magazin programlarına malzeme olması asla
kabul edilemez. Çok nadir görülen çirkin bir hadisenin,
çarpık bir ilişkinin, bazı gündüz kuşağı
programlarında, sinema ve dizilerde reyting uğruna
haftalarca gündemde tutulması, toplumun dini ve
ahlaki değerlerini hiçe sayan büyük bir
sorumsuzluktur. Aile birliğine zarar veren zinayı
işleyenlerle, bunların yaptığı kötülükleri ekranlara
taşıyan ya da sosyal medyada paylaşanlar aynı
günahın ortaklarıdır.
Aziz Müslümanlar!
Zinanın panzehri evliliktir. Meşru bir evlilik,
insanın bütün kötülüklerden sığınabileceği güçlü bir
siper, muhkem bir kaledir. Peygamber Efendimiz
(s.a.s)’in ifadesiyle evlilik; gözü haramdan korur,
iffeti muhafaza eder.3 O halde, gençlerimizi evliliğe
teşvik edelim. Dinen ve hukuken evlilik çağına
ulaştıklarında onların evlenmelerine yardımcı olalım.
Evlilikleri zorlaştırmayalım. Aile kurumumuzu tehdit
eden her türlü hayâsızlığı ve çirkinliği ortadan
kaldırmak için, bireysel, toplumsal ve kurumsal
sorumluluklarımızı ihmal etmeyelim. Başta medya
sektörü olmak üzere her birimiz; değerlerimizi hiçe
sayan programlar yerine, helal haram hassasiyeti olan,
iffet ve hayâ sahibi güzel aile örneklerini daha fazla
ekranlara, sosyal medyaya ve dijital mecralara
taşıyalım.
Sözümün sonu Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
şu uyarısı olsun: “...Hiçbir erkek, mahremi olmayan
bir kadınla yalnız başına kalmasın; zira
yanlarındaki üçüncü kişi şeytan olur...”4
1 İsrâ, 17/32.
2 Nûr, 24/19.
3 Buhârî, Nikâh, 3.
4 Tirmizî, Fiten, 7.
|
|
|
ALIN TERİ MUKADDESTİR |
Posted by: SeliM35 - 05-03-2025, 03:52 AM - Forum: Hutbeler
- No Replies
|
 |
ALIN TERİ MUKADDESTİR
﷽ ْ
وَاَنِّْْلََْمَا ْسَعٰى ِْل ِنسَان ِْا لَيس َْل.ََْْوَاَنْْسَعيَه ُْسَوف َْيُرٰى. َْ
ّللَُْٰعَلَيه ِْوَسَلََم ّللَِْٰصَلََي ْا وَقَال َْرَسُول ُْا: ُْ
أَعطُوا ْا ْل َجِير َْأَجرَهُ، ْقَبل َْأَن ْيَجِف ََْعَرَقُه.
ALIN TERİ MUKADDESTİR
Muhterem Müslümanlar!
Bir gün Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ashabıyla
sohbet ederken yanlarından güçlü ve heybetli bir adam
geçti. Adamın bu görüntüsünden etkilenen sahabeden
bazıları, “Ey Allah’ın Resûlü! Keşke bu adam, gücünü
Allah yolunda kullansa!” dediler. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdu: “Eğer bu
kişi, ailesinin ve çocuklarının geçimini sağlamak için
çalışıyorsa, Allah yolundadır. Anne ve babasının
ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa, Allah
yolundadır. Kendi izzet ve onurunu korumak için
çalışıyorsa yine Allah yolundadır.”1
Aziz Müminler!
Yüce dinimiz İslam, kişinin; Allah’ın emirlerine ve
yasaklarına riayet ederek kendisinin ve ailesinin rızkını
helal ve meşru yollardan temin etmesini, kimseye yük
olmadan çalışmasını bir ibadet olarak görmüştür. El
emeğini ve alın terini mukaddes kabul etmiştir.
Tembelliği, miskinliği, dilenmeyi, zamanı ve hayatı israf
etmeyi ise yasaklamıştır. Cenâb-ı Hak, “İnsan için
ancak çalıştığının karşılığı vardır ve çalıştığını da
görecektir.”2 buyurarak bizlere; dünya ve ahiret
huzurunu elde etmek için çalışmayı öğütlemiştir.
Kıymetli Müslümanlar!
Dinimiz, kazancın helal olması kadar, kazanç
yollarının meşru olmasına da önem vermektedir. Bu
sebeple; çalışmanın, işyeri açmanın, kazanç elde etmenin
kuralları ve âdâbı vardır. Allah’ın haram kıldığı şeylerin
alınıp satılması meşru değildir. Dolayısıyla Müslüman;
akıl ve iradeyi yok eden, kazaların yaşanmasına,
cinayetlerin işlenmesine sebep olan alkolü üretemez,
alamaz, satamaz, kullanamaz ve kullanılmasına katkıda
bulunamaz. Yuvaları dağıtan, toplumsal hayatta
kapanmaz yaralar açan kumarı oynayamaz, oynatamaz
ve oynanmasına imkân sağlayamaz. Malın ve ömrün
bereketini götüren, emeğin ve alın terinin düşmanı olan
faizi alamaz, veremez, ona aracı olamaz. Toplumsal
barışı bozan karaborsacılık, tefecilik ve stokçuluk gibi
haramları işleyemez, bunlardan kazanç elde edemez.
Değerli Müminler!
İslam’a göre işçi olmanın da bir takım
sorumlulukları vardır. İşçi; rızkını temin ettiği işyerini ve
orada bulunan malzemeleri bir emanet olarak bilmeli,
onlara asla zarar vermemelidir. İşyerindeki hiçbir eşyayı
şahsi ihtiyaçları için kullanmamalı, özel bilgileri
başkalarıyla paylaşmamalıdır. İşçi; çalışma saatlerine
riayet etmeli, işini aksatmamalıdır. Beraber çalıştığı
arkadaşlarına karşı saygılı olmalı, onların haklarını kendi
hakkı gibi gözetmeli, onlara zarar verecek davranışlardan
şiddetle kaçınmalıdır.
Aziz Müslümanlar!
İslam, işverene de birçok vazife yüklemiştir.
İşveren; Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in, “Çalışana
ücretini, teri kurumadan verin.”3 uyarısını dikkate
alarak işçiye hakkını tam ve zamanında vermekle
yükümlüdür. Dolayısıyla işveren; ucuz iş gücü adına,
işçiyi; ağır şartlarda, az bir ücretle çalıştıramaz, onu
sosyal haklarından mahrum bırakamaz.
İşveren, aynı zamanda işçinin insanî ihtiyaç ve
haklarını kullanmasını sağlamakla sorumludur. Bu
sebepledir ki, işveren; Cenâb-ı Hakk’ın, “…Namaz,
müminler için vakitleri belirlenmiş farz bir
ibadettir.”4 ayeti apaçık ortadayken, işçinin; beş vakit
namaz ve Cuma namazını vaktinde eda etmesine; oruç
tutmasına; Allah’ın emri, müminin süsü olan tesettürü
kuşanmasına engel olamaz. Ayrıca işveren, işçinin;
dinlenme saatlerini, haftalık veya yıllık izinlerini
kullanmasını da kısıtlayamaz.
İşveren; Yüce Rabbimizin, ْْ َْلَْتَتََبِعُوا ْالهَوٰٰٓى ْاَن ْتَعدِلُوا ف
“…Heva ve hevesinize kapılıp adaletten
sapmayın…”5 emrine uyarak işçinin, hak ve hukukunu
da korumakla mükelleftir. Bu nedenledir ki, işçiye,
sistematik bir baskı uygulayamaz. Onun; onur ve iffetini,
şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz, tutum ve
davranışlarda bulunamaz. Onu, haksız şekilde işten
çıkaramaz, ailesini ve çocuklarını mağdur edemez.
İşveren; işyerinin güvenliğinin sağlanmasından,
işçinin sağlıklı bir iş ortamında çalışmasından da
mesuldür. Hiçbir işçi; canının tehlikeye gireceği, akıl,
beden ve ruh sağlığının bozulacağı bir işte istihdam
edilemez. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in
uyarısı gayet açıktır: “Kim insanlara zarar verirse
Allah da ona zarar verir. Kim insanlara zorluk
çıkarırsa, Allah da ona zorluk çıkarır.”6
Kıymetli Müminler!
Allah katında işçi ya da işveren olmanın bir
üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvadadır; yani Allah’tan
hakkıyla sakınmak, O’nun emirlerini yerine getirmek,
yasaklarından kaçınmaktır. Öyleyse, Rabbimizin rızasını,
adaleti, hakkaniyeti, dürüstlüğü ve gönül kazanmayı tüm
kazançların üstünde görelim. Unutmayalım ki, huzur ve
mutluluk; sadece tüketmek ve biriktirmekte değil,
paylaşmakta ve kanaat göstermektedir.
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in şu
hadisiyle bitiriyorum: “….Hiç kimse Allah’ın kendisine
takdir ettiği rızkı er ya da geç elde etmeden
ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan hakkıyla sakının ve
rızkınızı güzel yollardan isteyin. Helal olanı alın.
Haramdan kaçının.”7
1 Taberânî, el-Mu’cemû’l-evsat, VII, 56.
2 Necm 53/39,40.
3 İbn Mâce, Rühûn, 4.
4 Nisâ, 4/103.
5 Nisâ, 4/135.
6 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 31.
7 İbn Mâce, Ticâret, 2.
|
|
|
HUCURÂT SÛRESİ: ERDEMLİ BİR TOPLUMUN İNŞASI |
Posted by: SeliM35 - 05-03-2025, 03:48 AM - Forum: Hutbeler
- No Replies
|
 |
HUCURÂT SÛRESİ: ERDEMLİ BİR TOPLUMUN İNŞASI
﷽ٌ
يََٓا اَيُّهَا الَذ۪ين َ اٰمَنُّوا اجْتَنِبُّوا كَث۪يرا ً مِن َ الظَن ِ اِن َ بَعْض َ الظَن ِ اِثْمً
ََلَ يَغْتَب ْ بَعْضُّكُّم ْ بَعْضا ََلَ تَجَسَسُّوا و و...َ
وَقَالَّلل ُّٰ عَلَيْه ِ وَسَلَم ّلل ِٰ صَلَي ا رَسُّول ُّ ا:َ
ا ٰلل ُّهُّم َ إِنِى أَع ِوذ ُّ بِك َ مِن ْ شَر ِ سَمْعِى وَمِن ْ شَر ِ بَصَرِى وَمِن ْ شَر
لِسَانِى وَمِن ْ شَر ِ قَلْبِى...
HUCURÂT SÛRESİ: ERDEMLİ BİR TOPLUMUN
İNŞASI
Muhterem Müslümanlar!
İnsanın; yaratıcısıyla, diğer insanlarla ve
çevresiyle ilişkilerini düzenleyen, bu konuda temel
ilkeler getiren sûrelerden biri de Hucurât sûresidir.
Bir diğer adı da ‘Ahlak sûresi’ olan Hucurât
sûresi; insanların ancak imanla şeref bulacaklarını,
İslam’la izzete kavuşacaklarını haber vermektedir.
Müminlerin; iman bağıyla birbirlerine kenetlenmeleri,
âdâb-ı muâşerete riayet etmeleri, birlik ve
beraberliklerine zarar verecek her türlü söz, tutum ve
davranıştan kaçınmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimizin Hucurât sûresindeki ilk mesajı
şöyledir:ِ ّلل ِٰ وَرَسُّولِه َلَ تُّقَدِمُّوا بَيْن َ يَدَي ِ ا نُّوا َ يََٓا اَيُّهَا الَذ۪ين َ اٰم “Ey
iman edenler! Allah’ın ve Resûlü’nün önüne
geçmeyin…”1 Allah ve Resûlü’nün önüne geçmemek;
onları herkesten çok sevmektir. Allah’ın rızasını,
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in muhabbetini her şeyden
üstün tutmaktır. Her zaman ve her yerde Kur’an’a ve
sünnete gönülden bağlanmaktır. Allah ve Resûlü’nün
koyduğu hükümleri; karar ve tercihlerimizden, görüş ve
düşüncelerimizden daha önemli ve daha değerli
görmektir. Hülasa, Allah ve Resûlü’nün önüne
geçmemek, her mümin için bağlayıcı bir emir, imânî bir
zorunluluktur.
Hucurât sûresinde verilen bir diğer mesaj ise,
اِن ْ جََٓاءَكُّم ْ فَاسِق ٌ بِنَبَأ ٍ۬ فَتَبَيَنَُّٓوا يََٓا اَيُّهَا الَذ۪ين َ اٰمَنُّوا “Ey iman
edenler! Size bir fâsık haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın…”2 emridir. Ayet-i kerime,
bizleri; yalan haber ve yanıltıcı bilgilere karşı dikkatli
olmaya çağırmaktadır. Zira ister gerçek hayatta isterse
dijital mecralarda yalan haberleri yaymak, doğruluğu
teyit edilmeyen bilgileri paylaşmak; insanlar arasında
fitne ve fesadın ortaya çıkmasına, toplumda huzur ve
güven ortamının zedelenmesine sebep olmaktadır. Nice
insanların hayattan kopmasına, nice yuvaların
dağılmasına, nice dostlukların bozulmasına yol
açmaktadır. Asla unutmayalım ki, doğruluğundan emin
olunmayan bir bilgiyi ve haberi paylaşmak, büyük bir
günah, ağır bir vebaldir.
Kıymetli Müslümanlar!
Hucurât sûresinde verilen bir başka mesaj ise,
َلَ يَسْخَر ْ قَوْم ٌ مِن ْ قَوْم يََٓا اَيُّهَا الَذ۪ين َ اٰمَنُّوا “Ey iman edenler!
Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya
almasın…”,ِ بِا َلَْلْقَاب ََلَ تَنَابَزُّوا ْ و اَنْفُّسَكُّم ََلَ تَلْمِزَُّٓوا و
“…Birbirinizi karalamayın, birbirinizi kötü
lakaplarla çağırmayın…”3 buyruğudur. İslam’a göre
insan, hürmete ve saygıya layıktır; şakayla bile olsa el,
dil, kaş veya göz işaretiyle alaya alınamaz. İnsanın
onuruna dil uzatılamaz; ona, şeref ve haysiyetini
zedeleyecek lakaplar takılamaz. Bütün bu yanlışların
sebebi, Allah’ın asla sevmediği gurur ve kibirdir; kişinin
kendini beğenmesi, karşısındakini küçük görmesidir.
Hucurât sûresinde verilen diğer bir mesaj ise, “Ey
iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın…”4
uyarısıdır. Mümin; elinden ve dilinden güvende olunan
kişidir. Mümin, insanlara karşı daima hüsn-ü zan besler;
başkalarının değil, kendi kusurlarıyla ilgilenir. Mümin,
gıybet etmez, dedikodu yapmaz, laf taşımaz.
Değerli Müminler!
Allah Teâlâ, Hucurât sûresinde bütün insanlara
şöyle seslenmektedir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz
sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle
tanışmanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık.
Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı
gelmekten en çok sakınanınızdır…”5 Yüce dinimiz
İslam; her türlü ırkçılığı yasaklamıştır. Hal böyleyken
bugün; kendini medeni ve seçkin gören, insanlıktan
nasibini almamış, vahşetten beslenen zalimler,
Filistin’de, Gazze’de ve başka pek çok yerde her türlü
zulüm, işkence ve baskıyı Müslümanlara reva
görmektedir. Cenâb-ı Hak ise bütün bu kötülüklerin son
bulması için ümmet-i Muhammed’in yapması
gerekenleri Hucurât sûresinde şöyle açıklamaktadır:
“Müminler ancak Allah’a ve Resûlü’ne iman eden,
ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar,
doğru kimselerin ta kendileridir.”6
Yüce Rabbim, Hucurât sûresinde anlatılan
hakikatleri hayatımıza aktarmayı; zihnimizi, kalbimizi
ve dilimizi kirleten, huzur içerisinde birlikte
yaşamamıza zarar veren bütün kötülüklerden uzak
durmayı hepimize nasip eylesin.
Hutbemi, Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in şu
duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Kulağımın şerrinden,
gözümün şerrinden, dilimin şerrinden ve kalbimin
şerrinden Sana sığınırım…”7
1 Hucurât, 49/1.
2 Hucurât, 49/6.
3 Hucurât, 49/11.
4 Hucurât, 49/12.
5 Hucurât, 49/13.
6 Hucurât, 49/15.
7 Tirmizî, Deavât, 74.
|
|
|
|