Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Search Forums

(Advanced Search)

Forum Statistics
» Members: 4
» Latest member: WebmasterEmrah
» Forum threads: 2,195
» Forum posts: 2,353

Full Statistics

 
Allah-Y Muavezeteyn Sureleri - Felak ve Nas Sureleri Arapça Yazılışı - Türkçe Okunuşu Anlamı
Posted by: SeliM35 - 09-07-2019, 09:52 PM - Forum: Namaz Sureleri - No Replies

Muavezeteyn Sureleri - Felak ve Nas Sureleri Arapça Yazılışı - Türkçe Okunuşu Anlamı

Felak Suresi Arapça Yazılışı

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
(1) قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ
(2) مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ
(3) وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ
(4) وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ
(5) وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ

Felak Suresi Türkçe Yazılışı-Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim
(1) Kul e’uzu bi-rabbil felak
(2) Min şerri ma halak
(3) Ve min şerri ğasikin iza vekap
(4) Ve min şerrin neffasati fil ‘ukadi
(5) Ve min şerri hasidin iza hased.

Felak Suresinin Anlamı Meali

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
(1) De ki: Sabahın Rabbine sığınırım
(2) Yarattığı şeylerden gelebilecek kötülüklerden ve şerlerinden,
(3) Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
(4) Düğümlere üfleyenlerin şerrinden,
(5) Ve haset ettiği vakit hasetçinin şerrinden. (Allah’a sığınırım)

---oOo---

Nas Suresi Arapça Yazılışı

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
(1) قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ
(2) مَلِكِ النَّاسِۙ
(3) اِلٰهِ النَّاسِۙ
(4) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ
(5) اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ
(6) مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ

Nas Suresinin Türkçe Okunuşu

Bismillahirrahmanirrahim
(1) Kul e’uzü birabbinnas
(2) Melikinnas
(3) İlahinnas
(4) Min şerril vesvasil hannas
(5) Ellezi yüvesvisü fi sudurinnas
(6) Minelcinneti vennas

Nas Suresi Anlamı

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla
(1) De ki: İnsanların Rabbine sığınırım
(2) İnsanların hükümdarına (Malikine),
(3) İnsanların ilahına,
(4) Sinsi vesvesecinin şerrinden
(5) O ki, İnsanların göğüslerine vesveseler fısıldar.
(6) Cinlerden ve Gerek insanlardan.

Print this item

Allah-Y Hadislerde Allahu Teala Hazretleri
Posted by: SeliM35 - 09-07-2019, 09:43 PM - Forum: Hadislerde Allah-u Teala - No Replies


HADİSLERDE ALLAH - ALLAH’IN ZATINI (  KENDİSİNİ) ANLATAN HADİSLER : 
ALLAH, GÖZLE GÖRÜLEBİLİR Mİ?


Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam)’a :  “Sen Yüce Rabbi’ni hiç gördün mü?’ diye sordum. Rasulullah :

‘Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm? buyurdu.” (  Müslim, İman, 291)

ALLAH’IN FİİLLERİNİ (  EYLEMLERİNİ) ANLATAN HADİSLER :
ALLAH DOSTUNA DÜŞMANLIK EDENE ALLAH NE EDER?


Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Kim Benim Veli (  ALLAH Dostu) kuluma düşmanlık ederse Ben de ona savaş

ilan ederim.” (  Buhari, Rikak, 38 )

ALLAH’IN KULUNDA GÖRMEKTEN EN ÇOK HOŞNUT OLDUKLARI VE ONLARIN MÜKAFATI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Kulumu Bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz

kıldığım şeyleri yerine getirmesidir. Kulum Bana nafile (  farzların dışında kalan) ibadetlerle yaklaşmaya devam eder ve sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık Ben onun

duyduğu kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, Benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum.” (  Buhari,

Rikak, 38 )

ÖLÜM VE ALLAH’IN MÜ’MİN KULUNA KARŞI DUYARLILIĞI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle buyurdu :  ‘Ben yapacağım bir şeyde Mü’min kulumun ruhunu almadaki tereddüdüm kadar

hiç tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez, Ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” (  Buhari, Rikak, 38 )

AÇIKLAMA :  ALLAH’ın “tereddüde düşmesi” insanlardan tamamen farklıdır. Burada mecazi anlam kastedilmektedir. Amaç, konunun herkes tarafından ve kolaylıkla anlaşılmasını

sağlamaktır. Bunun benzeri Kur’an’da da çok sayıda ifade ve anlatım bulunur ki bu durumu İslam alimleri “tenezzülat-ı ilahiye” yani ALLAH’ın, kullarının iyiliği için bir şeyi

Kendine yakışan biçimiyle değil de kullarının anlayabileceği şekilde anlatması olarak isimlendirmişlerdir.

ALLAH’IN MÜKAFATINI GARANTİ ETTİĞİ ÜÇ KULLUK

Hz. Ebu Ümame anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç şey vardır, ALLAH her birine garanti vermiştir. ALLAH yolunda cihad etmek üzere yola çıkan kimse… Bu,

öldüğü takdirde Cennet’e koyma konusunda, ölmeyip te döndüğü takdirde ganimet ve sevapla gelme konusunda garantilidir. Mescide giden (  gitmeyi alışkanlık haline getiren)

kimseye, öldüğü zaman Cennet’e koyma konusunda ALLAH garanti vermiştir. Kişi, (  fitne, yani Mü’minler arasında hangisinin haklı olduğu kesin bir biçimde bilinemeyecek bir

çatışma çıktığı zamanda) evine çekildiği takdirde ALLAH ona da garanti vermiştir.” (  Ebu Davud, Cihad, 10)

NAMAZ KILAN ORUÇ TUTAN BİR MÜ’MİNİ BİLE CEHENNEMLİK YAPABİLECEK BEŞ SEBEP

Hz. El-Haris el-Eş’ari anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Ben size beş şeyi emrediyorum :  ALLAH onları bana emretti :  Dinlemek, itaat etmek, cihad,

hicret ve cemaat (  Müslümanların genelinden ayrılmamak). Çünkü kim cemaatten bir karışçık ayrılmışsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, pişman olup geri dönen hariç… Kim

de cahiliye davasını (  İslam dışında başka kimlik unsurları, değer, kavram ve ölçülerin mücadelesini yapmak… Irkçılık, İslam dışı bir ideolojinin taraftarlığı gibi…) o Cehennem

molozlarından biridir!’

Bir sahabi :  ‘Ey ALLAH’ın Rasulü! O kimse namazını kılan, orucunu tutan biri olsa bile mi?’ diye sordu. Rasulullah :  ‘Evet’ Namaz kılsa, oruç tutsa da…’ buyurdu.” (  Tirmizi,

Emsal, 3)

RAHMET VE LÜTUF KONUSUNDA ALLAH’IN KARŞILIĞI HER ZAMAN KULUN YAPTIĞINDAN DAHA FAZLADIR

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH diyor ki :  ‘Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O Beni andıkça, Ben onunla beraberim. O

Beni içinden anarsa, Ben de onu içimden anarım. O Beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. Eğer o Bana bir karış yaklaşacak olursa,

Ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o Bana bir zira yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmamak şartıyla

yer dolusu günahla gelirse, Ben de onu bir o kadar bağışlamayla karşılarım.” (  Buhari, Tevhid, 15)

ALLAH HAYRA EN AZ ON KAT GÜNAHA İSE SADECE BİRE BİR KARŞILIK VERİR

Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH demiştir ki :  ‘Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya arttırırım da… Kim bir

günah işlerse bunun cezası kendi kadardır veya affederim.” (  Müslim, Zikr, 22)

ALLAH’IN KULU HİMAYESİNE ALMASINA VE CENNETE KOYMASINA SEBEP OLAN ÜÇ ÖZELLİK

Hz. Cabir anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç şey vardır ki bunlar kimde bulunursa, ALLAH onun üzerine himayesini açar ve onu Cennete koyar :  Zayıflara

yumuşak davranmak, anne-babaya şefkat göstermek, kölelere ihsanda bulunmak.” (  Tirmizi, Kıyamet, 49)

AÇIKLAMA :  Bu hadiste sayılan davranış özelliklerinin arada bir yapılan cinsten olmayıp süreklilik kazanmış ve o insanda bir kişilik özelliği haline dönüşmüş olması gerekir.

Ayrıca günümüzde köleler yerine kişinin emri altında çalışan işçi ve ücretliler anlaşılmalıdır.

KENDİLERİNE YARDIM EDİLMESİ ALLAH’IN ÜZERİNE BİR HAK OLAN ÜÇ KİŞİ

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç kimse vardır ki bunlara yardım ALLAH üzerine bir haktır :  ALLAH yolunda cihad eden, borcunu ödeyip

veennehu1hürriyetini elde etmek isteyen (  köle), iffetini korumak niyetiyle evlenmek isteyen.” (  Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 20)

ALLAH’IN SEVDİĞİ VE SEVMEDİĞİ ÜÇ KİŞİ


Hz. Ebu Zerr anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Üç kişi vardır ALLAH onları sever; üç kişi de vardır ALLAH onlara buğz eder. ALLAH’ın sevdiği üç kişiye

gelince :  (  Birincisi) Bir adam bir topluluğa gelir, onlardan ALLAH adına bir şeyler ister (  ama bunu) kendisiyle onlar arasındaki bir akrabalık ya da yakınlık nedeniyle

istemez. Onun başvurduğu kimseler, istediğini vermezler. İçlerinden biri ise o topluluğun arkasına kayıp isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (  Öyle gizli verir ki) onun

verdiğini sadece ALLAH ile ihsanda bulunduğu adam bilir.

(  İkincisi) Bir topluluk yoldadır. Gece boyu da yürürler. Derken uyku her şeyden değerli bir hal alır. Konaklarlar. Bir adam kalkıp Bana karşı tevazu ile yakarışta bulunur,

ayetlerimi okur.

(  Üçüncüsü) Bir askeri birliğe katılmıştır. Birlik düşmanla karşılaşır ve hezimete uğrar. Ancak o ilerler ve öldürülünceye veya başarıncaya kadar savaşmaya devam eder.

ALLAH’ın buğz ettiği üç kişiye gelince, bunlar :  Zina eden ihtiyar, kibirli fakir ve zalim zengindir.” (  Tirmizi, Cennet, 25)

AÇIKLAMA :  Buğz edilen kişilerin ortak özellikleri, adeta kendilerini zorlayarak fıtratlarının gereğinin zıddını yapmalarıdır. Çünkü ihtiyarlık fıtratı zinadan, fakirlik

fıtratı kibirden, zenginlik fıtratı ise zulümden uzak durmayı gerektirir.

MAHŞER MEYDANINDA ALLAH’IN KENDİ GÖLGESİNE ALACAĞI YEDİ İNSAN TİPİ

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yedi kişi vardır ki ALLAH onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet Günü’nde Kendi gölgesinde gölgeler : 

(  Bunlar) Adalet sahibi yönetici; ALLAH’a ibadet içinde yetişen genç; mescidden ayrıldıktan sonra tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse; birbirlerini ALLAH için

seven, ALLAH rızası için bir araya gelip, ALLAH rızası için ayrılan iki kişi; güzel ve toplum içerisinde statü sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde ‘Ben ALLAH’tan

korkarım’ deyip bu daveti reddeden kimse; ALLAH’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş akıtan kimse.” (  Buhari, Ezan, 36)

ALLAH’IN SALİH KULLARINA VERDİĞİ DEĞER

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Kıyamet Günü Aziz ve Celil olan ALLAH şöyle buyuracak :  ‘Ey Ademoğlu! Ben hasta oldum sen Beni ziyaret

etmedin!’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Sen Alemlerin Rabbi iken ben Seni nasıl ziyaret edebilirim?!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Bilmedin mi falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu ziyaret etseydin, yanında Beni bulacaktın!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Ey Ademoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen Beni doyurmadın!?’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Ben Seni nasıl doyururum. Sen ki Alemlerin Rabbisin!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin Ben onu yanımda bulacaktım.’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Ben senden su istedim, Bana su vermedin?!’

Kul diyecek :  ‘Ey Rabbim! Ben Sana nasıl su içirebilirim? Sen ki Alemlerin Rabbisin!’

Yüce Rabb diyecek :  ‘Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su verseydin, bunu Benim yanımda bulacaktın!?” (  Müslim, Birr, 43)

DÜNYA ALLAH KATINDA DEĞERSİZDİR

Hz. Sehl bin Sa’d anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Eğer dünya ALLAH katında sivrisineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum

su içirmezdi.” (  Tirmizi, Zühd, 13)

ALLAH SEVDİĞİ KULUNU DÜNYADAN UZAK TUTAR

Hz. Katade bin Nu’man anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH bir kulu sevdi mi onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması

gibi.” (  Tirmizi, Tıbb, 1)

AÇIKLAMA :  Bu, mutlaka o kulun yoksul biri haline getirileceğini göstermez. Varlıklı da olsa, dünyaya ait maddi ve geçici değerler o kişinin gözünde önemli sayılmaz. Hayatını

onların üzerine kurmaz. Suyun yasaklanmasına gelince, o dönemde Araplar suyun hastalara zararlı olduğuna inanıyorlardı.

ALLAH HANGİ MALA NASIL MUAMELE EDER

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Kim ödemek arzusu ile insanların parasını alır ise ALLAH (  onun borcunu) öder. Kim de batırmak

niyetiyle insanların parasını alır ise ALLAH onu helak eder.” (  Buhari, İstikraz, 2)

ALLAH VE ZULME UĞRAYANIN DUASI

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH, (  zulme uğrayanın) duasını bulutların üzerine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Yüce

ALLAH :

‘İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da duanı mutlaka kabul edeceğim!’ buyurur.” (  Tirmizi, Cennet, 2)

ALLAH’IN RAHMETi VE CENNET’E EN SON GİRENİN HALİ

Hz. Muğire bin Şu’be anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Hz. Musa (  ALLAH’ın Selamı Üzerine) Rabbine sordu :

‘Derece itibariyle Cennet halkının en düşüğü nasıldır?’ Yüce Rabb buyurdu :

‘O, bütün Cennet halkı Cennet’e girdikten sonra gelecek biridir ki kendisine :  ‘Cennet’e gir!’ denilir. O kişi :

‘Ey Rabbim nasıl gireyim? Herkes yerlerine yerleşti, bütün Cennet tutuldu!’ der. Ona şu cevap verilir :

‘Sana dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?’ O :

‘Rabbim razıyım!’ der. Yüce Rabb :

‘Bu sana verilmiştir. Ve onun da bir katı ve onun da bir katı ve onun da bir katı ve onun da bir katı…’ O kişi beşinci de :

‘Ey Rabbim razı oldum (  yeter)!’ der. Yüce Rabb :

‘Bunlarla beraber daha on katı da sana verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa… Hepsi sana verilmiştir!’ buyurur. O kişi :

‘Rabbim razı oldum (  yeter)!’ der. (  Ve Hz. Musa tekrar sordu) :

‘Ya derecesi en üstün olan?’ (  ALLAH cevap verdi) :

‘İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir.

Hiçbir insanın kalbine de o şeylerle ilgili bir bilgi gelmemiştir.” (  Müslim, İman, 312)

kelimeitevhidHz. Abdullah bin Mes’ud anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Cennet’e en son giren kimse bazen yürür, bazen ağlar. Ateş de arada sırada onu

yalar geçer. Cehennem’i tamamen geçince dönüp ona bir bakar ve :
‘Beni senden kurtaran ALLAH münezzehtir! Yüce ALLAH bana hiç kimseye vermediği şeyi verdi’ der. Derken ona bir ağaç gösterilir. O :

‘Ya Rabbi’ der, ‘beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!’ Yüce ALLAH :

‘Ey Ademoğlu! Dilediğini versem Benden başka bir şey istemezsin değil mi?’ der. O kişi :

‘Ey Rabbim! Bundan başka bir şey istemeyeceğim!’ der ve başka bir şey istemeyeceğine söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. çünkü o sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu

ağaca yaklaştırır. Kişi, ağacın gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra ona öncekinden de daha güzel bir ağaç gösterilir. Dayanamayıp :

‘Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık Senden başka bir şey istemeyeceğim!’ der. Yüce ALLAH :

‘Ey Ademoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni ona yaklaştıracak olsam başka şeyler de isteyeceksin!’ der. O kişi artık başka bir şey

istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. ALLAH kişiyi o ağaca da yaklaştırır. Ve kişi onun gölgesinde de

gölgelenir, suyundan içer.

Sonra ona Cennet’in kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç, diğer ikisinden daha güzeldir. O kişi yine :
‘Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, Senden başka bir şey istemiyorum!’ der. Yüce Rabb :
‘Ey Ademoğlu! Sen öncekinden başka bir şey istemeyeceğine de Bana söz vermemiş miydin?’ der. O kişi :
‘Evet Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim’ der. Rabbi onun özrünü kabul eder. çünkü o sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca da yaklaştırır. Kişi o ağaca

yaklaştırılınca Cennet halkının seslerini duyar. (  Dayanamayıp) :

‘Ey Rabbim! Beni Cennet’e sok!’ der. Yüce Rabb :
‘Ey Ademoğlu’ Beni senden kurtaracak şey nedir! Sana dünya kadarını ve beraberinde bir o kadarını daha versem razı olur musun!’ der. O kişi :
‘Ey Rabbim! Benimle alay mı ediyorsun? Sen ki Alemlerin Rabbi’sin!’ der.

(  Hadisi rivayet eden) Abdullah bin Mes’ud, bu noktada güldü ve :

‘Niye güldüğümü sormuyor musunuz?’ dedi. İnsanlar :

‘Niye güldün söyle?’ dediler. O :

‘Rasulullah da (  Ona Binler Selam) böyle gülmüştü. ‘Niye güldünüz?’ diye sorulduğunda da’ :
‘Alemlerin Rabbi’nin, o kişi :  ‘Sen ki Alemlerin Rabbi’sin, benimle alay mı ediyorsun?’ deyince gülmesine gülüyorum!’ dedi. Yüce ALLAH :
‘Ben, seninle alay etmiyorum. Fakat Ben, Şanı Yüce Olan’ım. Dilediğimi yapmaya gücü yetenim.’ buyurdu.” (  Müslim, İman, 310)

ALLAH’IN EN ÇOK BUĞZ ETTİĞİ ERKEK?

Hz. Aişe anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “ALLAH’ın en çok buğz ettiği erkek, şiddetli düşmanlık eden hasımdır.” (  Buhari, Ahkam, 34)

ALLAH’IN RAHMETİ VE CEHENNEM

Hz. Enes anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Yüce ALLAH şöyle seslenir :  ‘Beni bir gün zikreden ya da herhangi bir yerde Benden korkan kimseyi ateşten

çıkarın!” (  Tirmizi, Cehennem, 9)

AÇIKLAMA :  Bu durum, dünyadan imanla ayrılmış ve Cehennem’e de Mü’min olarak gitmiş kimse için söz konusudur.

ALLAH’IN EN CÖMERT OLDUĞU ZAMAN

Hz. Muaz bin Cebel anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Akşamdan (  abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp ALLAH’tan dünya

ve ahiret için hayır isteyen hiç kimse yoktur ki ALLAH dilediğini vermesin.” (  Ebu Davud, Edeb, 105)

Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor; Rasulullah (  Ona Binler Selam) buyurdu ki :  “Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri girince (  rahmetiyle) dünya semasına iner ve :  ‘Kim Bana dua

ediyorsa, ona cevap vereyim. Kim Benden bir şey istiyorsa onu vereyim. Kim Benden bağışlanma diliyorsa onu bağışlayayım’ der.” (  Buhari, Tevhid, 35)

MÂRİFETULLAH

Allah'ı bilme, tanıma, O'nu bütün sıfatlarıyla öğrenme, hakkında bilgi sahibi olma.

Mârifetullah, iki kelimeden meydana gelen bir tamlamadır. Bunlar "marifet" ve "Allah" kelimeleridir. Marifet; lügatta, herkesin yapamadığı ustalık, ustalıkta yapılmış olan şey,

bilme, biliş, vasıta, hoşa gitmeyen şey, tuhaflık manalarına gelmektedir. Bununla birlikte, marifet, Allah'ı O'nun isimlerini ve sıfatlarını, kudret ve iradesinin geçerliğini

bilmek; alçak gönüllü olmak manasını ifade ettiği gibi bilginler arasında ilim manasına da gelmektedir, ki onlara göre, her itim bir marifettir, her marifette bir ilimdir.

Allah'ı âlim (  bilen) herkes ariftir, her arif de âlimdir (  Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyri Risâlesi, s. 427).

Genel olarak bu manalara gelmekte olan "marifet", Allah lâfzı ile bir tamlama oluşturduğunda, yani "mârifetullah" denildiğinde ise "Allah'ın vücûd ve vahdaniyetinin bilinmesi"

manasına gelmektedir.

Mârifetullah, aslında, kişinin Allah'ı hakkıyla tanıması, bilmesi ve buna göre O'na bağlanması anlamında kullanılmaktadır. Zira, kişi, Allah'ı hakkıyla tanırsa, O'nun emir ve

yasaklarına bağlanır. Mârifetullah bilgisinde şu üç nokta yer almaktadır.

1. İzzet ve Celâl sahibi olan Allah'ı ve O'nun birliğini bilmek, ululuğu ulu olan ve her türlü noksan sıfatlardan münezzeh bulunan zatından teşbihi red etmek ve uzaklaştırmak;

2. Allah'ın sıfatlarını ve bu sıfatların hükümlerini bilmek,

3. Allah'ın fiillerini ve bu fiillerin hikmetlerini kavramak (  Hucvirî, Keşful-Mahcûb, İstanbul 1982, s. 92).

Cüneydî Bağdâdîye marifet ile ilgili bir soru sorulduğunda şöyle cevap verir :  "Marifetten ve bunu elde etmenin sebeplerinden sordu. Marifet, gerek havasdan, gerek avamdan

olsun bir tek marifettir. Çünkü onunla bilinen şey birdir. Fakat bunun başlangıcı ve yükseği vardır. Havas, yükseğindedir. Gerçi tam gayesine ve sonuna varamaz. Zira arifler

katında maruf un sonu yoktur. Düşüncenin yetişmediği, akılların kapsayamadığı, zihinlerin algılayamadığı, görmenin keyfiyetine eremediği zatı marifet nasıl kapsar? Yaratıkları

içinde O'nu en iyi bilenler, O'nun azametini idrakten, yahut zatını keşfetmekten aciz olduklarını en çok ikrar ederler. Çünkü benzeri olmayanı idrakten âciz olduklarını

bilirler. Zira O, kadimdir, mâsivası ile muhdestir. Zira O, kavîdir, kuvvetini bir kuvvet verenden almamıştır. Halbuki O'ndan gayrı her kavî, O'nun kuvvetiyle kavîdir. Zira O,

öğretmensiz âlimdir ve kendisinden başka bir kimseden bir fayda almamıştır. Her şeyi başkasından öğrenmekle değil, kendi ilmiyle bilir. O'ndan başka her âlimin ilmi O'ndan

gelir. Tesbih ve tenzih, bidayetsiz evvel olan, nihayetsiz baki olan kendinden başkasının bu vasfa hakkı olmadığı ve bu vasıfların kendinden başkasına yaraşmadığı Allah'a olsun"

Kur'ân-ı Kerim'de; "Allah'ı hakkıyla takdir edemediler" (  el-En'âm, 6/91) ayeti, mârifetullah bilgisine işaret ettiği rivayet edilmektedir. Nitekim Ebû Ubeyde'nin, ayeti

"Allah'ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler" şeklinde açıkladığını görmekteyiz (  el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrût 1965, VII, 37).

MARİFET : “Tanıma”,“Bilme”

MARİFETULLAH  : “İlâhî hakikatlara vukufiyet”, “Kalbî inkişaf”, “İlâhî sıfat ve isimlerin tecellilerine tefekkürde erişilen mertebe.

“Bütün ulûm-u hakikiyyenin esası ve nuru ve ruhu marifetullahdır.” (  Sözler)

Allah’a inanan insanın kalbi imanla nurlanmıştır. Bu, kör gözün açılmasından, işitmeyen kulağın duymaya başlamasından çok ileri bir inkişafla ruhun, Rabbine kavuşması, ona

inanması ve kendini onun mahlûku bilmesidir. Şimdi sıra, O’nu tanıma vadisinde mesafeler katetmeye gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim, mü’mine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yâni Allah’ı tanımaktır.

Rahman ve Rahim olarak.

“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah Resulüne (  a.s.m.) ve onun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler katetme emri verilmiş. Biz bu emirdeki Rab

isminden dersimizi alarak, öncelikle kendimizde tecelli eden İlâhî terbiyeyi okuruz. Kanımızı, hücremizi okuruz; yüzümüzü gözümüzü okuruz; kalbimizi ruhumuzu okuruz... Hepsini

en güzel ve en faydalı biçimde terbiye eden Rabbimizin rahmetini, keremini okuruz.

Okudukça O’nun rububiyetine marifetimiz artar. O’nun rahmetine marifetimiz artar. İhsanını daha güzel, daha net, daha açık seyreder oluruz.

Âyetin devamına geçer, nutfeden yaratıldığımızı ibretle düşünürüz. Bizi her şeyimizle o küçücük şifrede yerleştiren ve onu açıp her organımızı yerli yerine koyan Rabbimizin

lütfuna, rahmetine hayran kalırız.

Geçeriz Fatiha sûresine.. Rabbimizi, “Rabb-ül-âlemin” olarak tanırız. O, bizim Rabbimiz olduğu gibi, bütün hayvanlar, bitkiler âleminin de Rabbi. Sema âleminin, arz âleminin de

Rabbi. Melek âleminin, cin âleminin de Rabbi. Arşın, kürsinin, cennet ve cehennemin de Rabbi. Bunları düşündükçe, O’nun marifetinde daha da terakki ederiz.

İnsan marifetullahda ileri gittikçe hem Rabbinin keremini, ihsanını, afvını ve ğufranını daha iyi anlar; hem de O’nun kudretini, azametini, celâl ve kibriyasını. Böylece o

mü’minin ruhunda muhabbetle mehafet, yâni Allah sevgisiyle Allah korkusu birlikte inkişaf eder. Rabbini ne kadar çok severse, korkusu da o nisbette artar.

İnsan bir zâtı sevdi mi, onun teveccühünü kaybetme endişesi ruhunu sarar. Sevgiyle korkunun bu sentezine “hürmet” diyoruz. Hürmette sevgi hâkimdir, ama korku da onun

yanıbaşından ayrılmaz.

Allah’a kullukta da muhabbetle mehafet beraber yürürler. Her ikisi de marifetin inkişafı nisbetinde ilerler, yükselirler.

Marifet, uçsuz bucaksız sema. Marifet, sonu gelmez yolculuk. Bir kul, bütün sıfatları sonsuz olan Allah’ın marifetinde ne kadar ileri giderse gitsin, önünde yine sonsuz bir

mesafe vardır.

Resulûllah Efendimiz (  a.s.m.), Mi’rac mûcizesinden önce de, mahlûkat içerisinde tahkikî imanın son hududundaydı. Mi’rac ile, marifet semasına uruc etti. Rabbinin mülkünü kat

kat gezdi. Cennetini, cehennemini gördü. Melekler âlemini bütün ihtişamı ile seyretti. O mukaddes ruhunu safha safha yücelten ve O’nu ulviyet mertebelerinde sür’atle yükselten

bu bereketli seyahat sonunda, pâk lisanından şu cümle dökülmüştü :

“Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben (  senin lütfunla eriştiğim bu marifet mertebesine rağmen yine de) seni hakkıyla tanımayamadım, bilemedim.”

Bu mânâyı ders veren bir Hadis-i Kudsi :

“Allah’ı hakkıyla ancak kendisi bilir.”

Resulûllah Efendimiz (  a.s.m.), “ben zaten semalara, cennete cehenneme ve onlarda vazife gören meleklere iman etmişim” demekle kalmayıp, Allah’ın emriyle o âlemleri gezdiği

gibi, biz de Onun bu sünnetine hiç olmazsa tefekkürle uymalı, o âlemlerde fikren gezmeli, İlâhî sıfatların onlardaki geniş tecellilerini hayretle düşünmeli ve ruhumuzun İlâhî

marifetle her an biraz daha terakki etmesine çalışmalıyız.

Allah’ın marifetinde ilerlemenin, yükselmenin yolu, bizim için düşünmekten, okumaktan geçer. Bilhassa iman hakikatlarına ait ulvî dersleri.

“Basiret nuruyla bakanlar, muhabbet ve ünsiyetin, Mahbubu devamlı olarak hatırlamakla kökleşeceğini, marifetin ise O’nun zâtını, sıfat ve fiillerini daima düşünmekle mümkün

olabileceğini bilmişlerdir.” “Marifet, fikrin devamı ile hâsıl olur.” (  İhya-yı Ulûm’dan)

Buna göre, “ben zaten iman ediyorum” diyerek tefekkürden uzak kalmak, insanı marifetullahda geri bırakır.

Etrafımızı çepeçevre kuşatan mahlûklardan, meselâ, bir yaprağa göz atalım. Biz o nazenin mahlûğu sadece rengiyle ve şekliyle tanırız. Onun hakkındaki marifetimiz, bilgimiz dar

bir çerçevededir. Ama, biyoloji eğitimi görmüş, bitki fizyolojisi üzerinde ihtisas yapmış bir başkası, onun hakkında makaleler döker, kitaplar yazar.

Dağ dendi mi, aklımızda sadece birkaç kelime, yahut bir iki cümle canlanır. Onun hakkındaki bilgimiz, onu tanımamız bu kadar kısa, bu kadar yetersizdir. Bir maden mühendisinin

bu husustaki bilgisi, marifeti ise kitaplara sığmaz.

Yaprak ve dağ; kâinat kitabından ancak iki kelime. Ve insan bu muhteşem kitabın sadece bir yahut iki kelimesinde ihtisas sahibi olabiliyor.

Şimdi şöyle bir düşünelim :  Kâinatın her yönüyle bilinmesi insan idrakini çok çok aşarsa, insanı hücre hücre, semayı yıldız yıldız, cenneti kat kat, cehennemi tabaka tabaka

yaratan Allah’ın o sonsuz sıfatları hakkında insanın marifeti ne kadar noksan kalacaktır! Zaten O’nun mukaddes zâtını hakkıyla bilmek, beşerin idrak sahası dışındadır.

Bir mü’min, ömrünün bütün dakikalarını marifetullahda her an terakki etmekle geçirse, sonunda söyleyeceği söz, “ben seni hakkıyla tanıyamadım” olacaktır.

Yine böyle bir ömrü, hep şükürle, hep ibadetle geçirse sonunda “ben sana hakkıyla şükredemedim, sana hakkıyla ibadet edemedim.” diyecektir.

Allah’ın cemali de sonsuz, celâli de kemali de... Her mü’min bunlara iman eder. Ama marifet hususunda, aralarında büyük farklılıklar var.

Bir tek misal :

Her mü’min Cenâb-ı Hakk’ın mekândan münezzeh ve her mekânda hazır olduğuna inanır. Bütün mekânları ve onlarda meydana gelen bütün hâdiseleri birlikte yaratan Zâtın, mekândan

münezzeh ve her mekânda hazır olduğuna akıl da şehadet eder. Ama bu imanın, bu şehadetin kalblerde, duygularda, hislerde icra ettiği tesir noktasında, mü’minler arasında çok

farklılıklar vardır. Bu hakikatı sadece sorulduğunda hatırlayan bir mü’min ile, bu imanını ruhunda hâkim kılan ve her an İlâhî murakabe altında bulunduğunun idraki içinde

sözlerini, fiillerini ve hallerini daima kontrol altında tutan bir diğer mü’minin bu noktadaki marifetleri birbirinden çok farklıdır.

İslâm’da tevhid esasdır. Her mü’min Allah’ın bir olduğunu bilir. O’nun eşi, benzeri, yardımcısı olmadığına iman eder. Bu, gerçek bir marifettir. Ama bu marifette de nice

dereceler var. “Vahdehu”nun şu tefsirine bu nazarla bakalım :

“Allah birdir. Başkasına müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı kâinat birdir,

herşeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin hazinesi O’nun yanındadır.” (  Mektubat)

İşte bu ulvî makama ermede mü’minler arasında nice dereceler var.

İnsan, Allah’ın azametine marifet kazandıkça, ruhu huzur ve huşû ile dolar.

Onun irade sıfatına olan marifeti terakki edince, âkıbetinden daima endişe eder. Zira, O’nun iradesine mâni olacak bir başka irade bulunmadığına yakînen inanmıştır.

O’nun kibriyasını düşündükçe, nefsinin zillet ve hakaretini daha iyi anlar; ona büyüklenme fırsatı vermez.

Herbiri sonsuz kemalde bulunan bütün İlâhî sıfatlar ve isimleri de bunlara kıyas ettiğimizde Allah’ın marifetinde terakki etmenin sonu olmadığını daha iyi anlar, bu vadide

insanlar arasında bir bakıma sonsuz farklılık bulunduğunu daha iyi idrak ederiz.

İnsanın yaratılış gayesinin ibadet olduğunu beyan eden İlâhî fermandaki bu ibadet kelimesini, büyük âlimlerimiz marifet olarak tefsir etmişler. İnsanın yaratılış gayesi Allah’ı

tanımak ve bu vadide daima ilerlemektir, demişler. Bu mânâ gerçekten de ruhumuzu tam tatmin ediyor.

Bilindiği gibi cennette, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler yok. Ama, marifette terakki, orada, çok daha ileri seviyesiyle, yine hükmünü icra edecek. Burada, bir bardak suda

Allah’ın rahmetini okuyan, O’nu Rezzak olarak tanıyan bir mü’min, orada cennet ırmaklarından içecek, Rabbinin rezzakiyetini çok daha güzel anlayacak, daha geniş dairelerde

tefekkür edecek.

Burada semayı seyreden gözler, orada Arşı seyredecekler.

Ba’s hâdisesiyle insanlar yeniden yaratılırken, cennetin bütün lezzetlerinden faydalanabilecek ve cehennemin o hayallere sığmaz acılarını çekebilecek bir mahiyete kavuşacaklar.

İşte, mü’min, bu yeni yaratılışıyla, cennette dünyadakinden çok daha fazla lezzet alacak; tefekkürü, hayreti, şükrü ve marifeti de o nisbette artacaktır.

Bu dünyadaki nimetler, cennettekilerin yanında gölge gibi. O halde, oradaki marifet de bu dünyadakinden o derece ileri olmalı.

-------------

İnsanın Allah'ı Tanıması


Geçmiş peygamberlerin kitaplarında, insan hitabeden şu söz meş­hurdur :

Ey insan, Rabbini tanımak için kendini tanı “insanın kendisi bir aynadır, ona bakan hakkı görür. Birçok insanlar kendilerine bakar fakat hakkı göremezler. O halde kendini

bilmek, Allahü Tealayı bilmeye hangi yolla vesile olduğunu bilmek lazımdır. İnsan önce kendi­ni bilince anlar ki; bundan önce nice yıllar geçmiştir, kendisinin namı nişanı yok

idi. Şimdi ise akıllara durgunluk veren haller onda meydana geldi. Ama bütün bu azaları kendisi mi, yoksa başkası mı mey­dana getirdi? İnsan zaruri olarak bilir ki, her azası

yerinde olduğu halde bir kıl ucu yaratmaktan acizdir. Demek ki, bir su damlası iken daha aciz ve noksan idi. Böylece kendini yaratanın kudretini görür ve bilir ki, her bakımdan

tam bir kudret vardır. İstediğini istediği gibi yaratır. Bundan daha üstün hangi kudret olabilir ki, böyle hakir ve aşağı bir damla sudan, olgun, güzel, hikmetli ve şaşılacak

bir şa­hıs yaratıyor.

Kendinde olan akıl almaz bu inceliklere ve organların faidelerine ve her birinin ne hikmetle yaratıldığına, el, ayak, göz ve dil gibi za­hiri organlarına bakınca, kendini

yaratanın ilmini bilip, her şeyi ku­şatmakta olduğunu ve yine böyle bir alimin bilmediği hiç bir şeyi olmadığını anlar.

Çünkü bütün akıllıların aklı bir araya gelse, onlara uzun ömür ve­rilse bu organlardan birini daha iyi yapmayı düşünseler, asla yapmazlar. Mesela, yenilen şeyleri kesmek için

keskin olan ön dişlerini kesmek için uçları düz olan azı dişlerini, değirmene öğütebileceği şeyleri atan dil küreğini, yemekleri hamur haline getirecek salgı kuvvetini, sonra

boğaza gidip orada kalmamasını, bütün akılları, bundan daha iyi bir şekilde yapamazlar.

İnsanın her parçasında bunun gibi hikmetler vardır. Bir kimse bu hikmetleri ne kadar çok bilse, Allah'ın ilminin azametine hayranlığı o kadar çok olur. İnsan kendi zatının

zuhurundan Allahü Teala’nın zatını görür. Etrafındaki şaşılacak hikmetler ve faydalarda, hakkın ilminin kemalini görür. İşte bunun için kendini tanımak Allahü Tealayı bilmenin

anahtarı olur.[98]

Allah'a Yöneliş

İçinde yaşadığımız bu alem boşuna yaratılmış değildir. Hayat ve ölümün hikmetlerini kavramak ve kendisini ona göre ayarlamak her insanın başlıca vazifesidir. Yaratılan her şey

onun yüzü suyu hürmetine vücuda gelmiş ve onun hizmetine tahsis edilmiştir. Bütün var­lıklar gayesinin yolcusu olunca, insan için gayesiz yaşama düşünülebilir mi? Dünya

hayatının Allah'a giden ince yollarında gaflet ayaklarının kaba izleri ayıp ve günah değil midir?

O halde kainat karşısında yüceliği ile uygun yaşamak isteyen insana ilahi gaye yoluna girmek zaruri bir hayat şartı oluyor.

Hakikatte yüksek hayat, ancak iman ışığı altında, İslami neş’elerle takip olunabilir. Bunun içindir ki, ilk insan ve Peygamber Adem, (  a.s.) dan itibaren asırlar boyunca

insanlar din mükellefiyeti karşısında kalmış, imanlı ve faziletli yaşamaya davet olunmuşlardır. Din hilkatle başlayan bir ihtiyaç ve zarurettir. İnsan hayatının en kuv­vetli

tezahürüdür.

Cehalet ve bozgunculuklarla kaybolan ilahı hakikatleri yenilemek, insanları daldıkları imansızlık ve ahlaksızlık karanlıklarından hak ve fazilet nuruna çıkarmak için zaman zaman

peygamberler gönderilmiş ve kitaplar indirilmiştir. Bu Allah’ımızın biz kullarına en büyük lutfu ihsanıdır. Nihayet beşeriyetin ebedi mürşidi, son peygamberimiz Hz. Muhammed ( 

s.a.s.) efendimiz geldi, bu suretle nübüyvet nuru sonsuzluğu gölgesine almış oldu, İslam dini ve Kur'an gelince başka dinlere ve kitaplara lüzum kalmamış, ruhani hakimiyet, hak

saltanatı Müslümanlığa nasip olmuş ve onda karar kılmıştır. Artık dindar yaşamak isteyenler için başka din aramağa ihtiyaç kalmadığı gibi, İslam dininden başka dinlere davet

propagandaları da lüzumsuz ve abes bir meşgale halini almıştır.

İslam dini, haiz olduğu ilahi nur sayesinde hayatı beşikten mezara, oradan da ahiret aleminin esrarengiz hakikatlarına kadar aydınlatmakta ve hakiki hayat yolcularına ruhani

rehberlik etmektedir. Müs­lümanlık, cihana hikmet gözüyle bakmayı emretmekte ve hayatın takip olunmasını istemektedir.

İnsan her zaman düşünmeli, kendi kendine Sorular sormalı ve kai­nata bakıp ibret almalıdır. Ben, yüz sene önce neredeydim. Yüz sene sonra nerede olacağım? Yaratılmam için

dilekçemi verdim? Ölümden rüşvetle kurtulabilir miyim? Ben kadir miyim, aciz miyim? Ka­dir olsam, mademki kadirim kuvvetliyim, yedeğe, içmeye, havaya neden ihtiyaç duyuyorum?

Niçin sıcakta yanıyor soğukta donuyorum? Niçin hastalanıyorum ve hemen doktora koşuyorum? Doktor her hastalığa çare bulabiliyor mu? Böbreğin aklı mı var, kandan idrarı nasıl

ayırıyor?

Gözümü, kulağımı yapan usta, Asya'da mı, Avrupa'da mı, Ameri­ka'da mı, nerede, nasıl yaptı? Bugün insanlar aya çıkıyor niçin insanın tırnağını bile yapamıyorlar? Gökten yağan

yağmur aynı, yerden fışkıran su aynı, güneş aynı fakat yerden çıkan bitkiler, ağaçlar niçin başka başka? Renkler ayrı şekiller ayrı, kokular çeşit çeşit Ayı, güneşi, yıldızları

yaratan, dünyayı güneşin etrafında döndüren kim?

Mademki her şey tesadüfi, dünya niçin bir gezegene çarpıp duman olmuyor? Alemde bir nizam, intizam var, tesadüfi diye asla bir şey yoktur.

Sağır ateşe, kör toprağa, aciz suya, ruhsuz havaya tabiat deniyor. Birbirinden aciz olan bu maddeler hiç bir şey yaratabilir mi? Bir basit ilaç uzun yıllar okuyan kimyagerin

derin derin düşünerek ince he­sabıyla, yaratılmış hazır maddelerden, üç gram birinden beş gram birinden alıp bir araya getirmekle meydana gelir. Öyleyse bu muazzam mahlukatı

kör, sağır, akılsız tabiat yaratabilir mi?

Hayır, beni bir yaratan var. Kainatı idare eden bir idareci var. Kur­an- ı Kerim tam düşünceme uygun, bana doğru yolu gösteriyor ve be­ni tefekküre sevk ediyor. Hem dünya ve hem

de ahir et için saadet kay­nağı, yaratıcının kelamı olduğu lafzıyle, manasıyle ve her yönüyle apaçık. İşte bu yüce kitabın sahibi olan Allah bir gün beni ahir ete davet edecek,

tekrar diriltecek ve bana verdiği nimetlerin hesabını teker teker soracak, öyle ise ben Cenab-ı hakkın yolundan nasıl çıkarım. İnsan düşünüp demeli :  Ben aciz Allah kaadir, ben

cahil Allah alim, ben mahluk Allah halik, o halde ben mi iyi bilirim, yoksa beni ya­ratan mı? Elbette ki Yüce Allah her şeyi daha iyi bilir. Belki güneş ile mum ışığını mukayese

etmek mümkündür, fakat Cenab-ı Hak ile O'nun kulu katiyyen mukayese edilemez.

Nefsiyle caniyle cihat denilince, eski zaman savaşlarında olduğu gibi, eline bir kılıç alıp düşmanın üzerine yürümek anlaşılmasın. Ci­hat çok geniş manalı bir mefhumdur. Lügat

itbarıyle aşırı gayret göstermek, cehit sarf etmek demektir. Allah yolunda yapılan her çalışma cihattır.[99]

-----------

Allah’ın İsim ve Sıfatları


İmam Taberi isim ve sıfatlar hakkında şöyle demiştir :

“Buluğ ve ergenlik çağına erişen her kadın ve erkek Allah’ın isim ve sıfatlarını delilleri ile bilmezse Müslüman olmaz. Çocuklar yedi yaşına geldiklerinde onlara bu konu ile

ilgili delilleri öğretmek ve onları yetiştirmek velilerine vaciptir.”

Maturidi Kitabu’t-Tevhid 27
A) Allah’ın İsimleri

Allah-u Teâlâ’nın isimleri, kendisi için özel alametlerdir. Bunlar ancak Kur’an ve sünnet esas alınarak belirlenebilir. Bu isimlerden her biri, bir veya daha fazla sıfata

delalet edebilir. Mesela Alim ismi, ilim sıfatına, Kadir ismi kudret sıfatına, Rahman ismi rahmet sıfatına delalet etmektedir. İsim ve sıfatların tamamının manalarını ise

‘Allah’ ismi kapsamaktadır.

Allah’ı isimlerinde birlemek, O’nun her ismine ve o ismin delalet ettiği manaya inanmayı gerektirir.
Allah’ın İsimlerin Adedi

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Allah’ın yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır. Herkim onları sayarsa cennete girer. Allah tektir ve teki sever.”

Buhari 6348, Müslim 2677/5

Hadisinden dolayı Allah’ın doksan dokuz ismi olduğu bilinmektedir. Ancak alimlerin büyük çoğunluğu Allah’ın isimlerinin bundan daha fazla olduğu görüşündedirler. Delilleri de şu

hadistir. Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Ey Allah’ım! Kendini isimlendirdiğin, Kitabı’nda indirdiğin veya katındaki (  bizce bilinmeyen) gayb ilminde kendine sakladığın Sana ait tüm isimlerle Senden istiyorum.

Kur’an’ı gönlümün baharı, kalbimin cilası yap, O’nunla hüznümü, gam ve kederimi gider.”

Ahmed 1/391-3712-4318, Hakim 1/509, Mucemu’l-Kebir 10352, Ebu Ya’la 5297, İbni Ebi Şeybe Musannef 29309, İbni Hibban İhsan 972, Bezzar Keşfu’l-Estar 3122, Albani Sahiha 199

İbnu’l-Kayyim (  Rahmetullahi Aleyh) Allah’ın isimlerinin adedi hakkında şunları söylemektedir :

“Esmau’l-Husna, herhangi bir sayı ile sınırlandırılamaz. Çünkü Allah-u Teâlâ’nın kendi katında gayb aleminde tercih ettiği isim ve sıfatları vardır. Bunları ne Allah’a yakın bir

melek, ne de gönderilen bir nebi bilebilir.”

Bedaiu’l-Fevaid 1/166

Benzer sözleri günümüz alimlerinden Salih bin Fevzan el-İrşad isimli eserinde söylemektedir.

İmam Nevevi (  Rahmetullahi Aleyh)’de :

“Alimler bu 99 lafızlı hadiste Allah’ın isim ve sıfatları hususunda hasr daraltma, sınır olmadığına ittifak etmişlerdir. Bu hadisin manası ‘Allah’ın 99’dan başka ismi yoktur’

şeklinde değildir. Hadis ile kast olunan mana ancak, ‘Kim bu 99 ismi sayarsa cennete girer’ şeklindedir. Onları saymakla cennete girişin bildirilmesiyle istenen, isimlerin

sayısı hakkında bir sınır olduğunu bildirmek değildir.” demekte ve az önce geçen hadisi bu görüşün delili olarak zikretmektedir.”

Müslim Şerhi 5/2589

Hadislerde zikredilen Allah’ın isimlerini saymaktan murat, onları ezberlemek, manalarını anlayıp öğrenmek, gereğince amel etmek ve onlarla tevessül ederek Allah’a dua etmektir.
B) Allah’ın Sıfatları
Sıfatlar İki Çeşittir :
(  1) Zati Sıfatları

Bunlar nefis, ilim, hayat, kudret, görme, işitme, el, vecih (  yüz), kelam, kadem (  ayak), azamet, kibriya, uluv (  yükseklik), zenginlik, rahmet ve hikmettir. Bu sıfatlar

Allah’ın şahsında sabittir, O’ndan ayrılmaz.
(  2) Fiili Sıfatları

İstiva (  yükselme), nüzul (  inme), gelme, hayret etme, gülme, razı olma, sevme, kerih görme, kızma, sevinme, gazap etme, maiyyet (  beraberlik) vb. sıfatlardır. Bunlar

görüldüğü gibi, Allah’ın iradesi ve kudreti ile alakalı sıfatlardır.

Bu çeşit sıfatlarda bize gerekli olan, Allah’ın kemaline layık mana üzere onları Allah’a isbat edip belirlemektir.
İsim ve Sıfat Tevhidinin Delilleri

Bunlar Kur’an’da ve Sahih Sünnette çoktur. İsim ve sıfatlara en şamil (  kapsayıcı) sure Kur’an’ın üçte biri diye adlandırılan İhlas Suresi’dir. Bu sure kemal sıfatları Allah

için isbat ederken, noksan sıfatlardan da Allah’ı tenzih etmektedir. Kur’an’ın tamamı ise kıssalar, hükümler ve Allah’ın sıfatları şeklinde taksimatlara ayrılmaktadır.

Kur’an’daki en büyük ayet olduğu bildirilen Ayete’l-Kürsi yani Bakara Suresi 255.ayet de, Hadid Suresi 3. ayet de isim ve sıfatlar denilince ilk akla gelen ayetlerdir. Kur’an’da

Allah’ın isim ve sıfatlarından bahsetmeyen bir sure yok gibidir.
Ehli Sünnet’in İsim ve Sıfat İnancı

Ehli Sünnet ve’l-Cemaat;

(  1) Rablerini Kur’an ve Sahih Sünnette geçen sıfatlarıyla tanırlar, lafızları tahrif etmezler, bildirilen isim ve sıfatları benzetme, keyfiyetlendirme ve iptal yoluna sapmadan

geldiği gibi kabul ederler. Yüce Allah’ın sıfatlarının keyfiyeti hakkında sınırlama ve belirlemelerde bulunmazlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…De ki :  Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?...”

Bakara 140

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur…”

Şuara 11

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.”

A’raf 180

(  2) Şanı yüce Allah’ın, kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı ilk; kendisinden sonra hiçbir şeyin bulunamayacağı son; kendisinin üstünde hiçbir şeyin olmadığı zahir;

kendisinin altında hiçbir şeyin olmadığı batın olduğuna inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O, ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.”

Hadid 3

(  3) Onlar Yüce Allah’ın her şeyi yaratan, kuşatan ve her canlıyı rızıklandıran, her şeye güç yetiren ve hesaba çekecek olan tek ilah olduğuna inanırlar.

En’am 101, Fetih 21, Talak 12, Cin 28, Hud 6, Kehf 45, Enbiya 47, Bakara 163

(  4) Onlar Allah-u Teâlâ’nın yarattıklarından yüce, yüksek ve onlardan ayrı olduğuna inandıkları gibi O’nun yedi kat semanın üstünde olduğuna ve Arş’a istiva ettiğine ( 

yükseldiğine) ve ilminin her şeyi kuşattığına yorum yapmaksızın inanırlar.

Ra’d 9, A’la 1, Bakara 255, Talak 12


Allah’ın Gökte Oluşu

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Göktekinin sizi yere batırmayacağından emin misiniz?.. Yoksa göktekinin üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz?..”

Mülk 16, 17

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Güzel sözler ancak O’na yükselir. Onları da (  Allah’a) salih ameller yükseltir.”

Fatır 10

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Onlar üstlerindeki Rablerinden korkarlar.”

Nahl 50

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Firavun :  ‘Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap! Belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Musa’nın ilahını görürüm…’ dedi…”

Mü’min 36-37

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Doğrusu Allah, onu (  İsa’yı) kendisine yükseltmiştir…”

Nisa 158, Âl-i İmran 55

Bu hususta Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

a) Muaviye bin Hakem hadisinde Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem), efendisinden tokat yiyen cariyeyi imtihan ederken :

−Allah nerede? diye sordu.

Cariye :

−Semadadır (  semanın üzerindedir), diye cevap verince Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de bunu kabul ve ikrar etti.

Müslim 537/33

b) Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

“…Sizler yeryüzü ahalisine merhamet edin ki, semada bulunan (  Allah) da size merhamet etsin.”

Ebu Davud 4941

c) Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

“Ben semada olan Allah’ın emini (  kendisine güvenileni) olduğum halde sizler bana güvenmiyor musunuz? Halbuki sabah akşam bana gökyüzünün haberi geliyor.”

Buhari 4045, Müslim 1064

(  5) Onlar Kürsü ile Arş’ın hak olduğuna ve Arş’ın su üzerinde olduğuna inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O’nun Kürsü’sü gökleri ve yeri içine almıştır…”

Bakara 255

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için Arş’ı su üzerindeyken gökleri ve yeri altı günde yaratandır…”

Hud 7

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Arş’ı yüklenen ve onun etrafında bulunanlar Rablerini hamd ile tesbih ederler…”

Mü’min 7

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…O gün Rabbinin Arş’ını onlardan (  meleklerden) sekizi üzerlerinde taşır.”

Hakka 17

Bu hususta Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır :

“…O’nun (  Allah’ın) Arş’ı su üzerindedir…”

Buhari 7289, Müslim 993/37

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Yedi kat gök ile yedi kat yer, Allah’ın Kürsü’sü yanında, ancak genişçe çöl bir yere bırakılmış bir halka gibidir. Arş’ın Kürsü’ye üstünlüğü ise geniş çölün bu halkaya

üstünlüğü gibidir.”

Ahmed 5/178-179, Bezzar 160, İbni Hibban el-İhsan 361

Abdullah ibni Abbas (  Radiyallahu Anhuma), Kürsü’nün, iki ayağın konduğu yer olduğunu söylemiştir.

Hakim 3116, Mucemu’l-Kebir 12404

(  6) Allah’ın iki eli vardır ve her iki eli de sağdır. O’nun her iki eli de açıktır, dilediği gibi infak eder.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Allah ‘Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?’…dedi.”

Sa’d 75

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Bilakis O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi infak eder…”

Maide 64

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Rahman’ın iki eli de sağdır…”

Müslim 1827/18, Tirmizi 3589, Nesei 5344, İbni Huzeyme Tevhid 1/159-197, Beyhaki Esma ve Sıfat 2/55-56, Ahmed 2/160-6492, İbni Hibban İhsan 222-223, Hakim 1/64, Albani Sahiha

46-50, 3136

(  7) Onlar Yüce Allah’ın gecenin son üçte birinde yücelik ve büyüklüğüne yaraşır şekilde dünya göğüne indiğine inanırlar.

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Rabbimiz gecenin son üçte biri kaldığı zaman dünya semasına iner ve şöyle der :

−Yok mu bana dua eden? Duasını kabul edeyim. Yok mu benden bir şey isteyen? İstediğini ona vereyim. Yok mu benden bağışlanma dileyen? Onu bağışlayayım.”

Bu hadis yaklaşık 28 sahabenin rivayet ettiği mütevatir bir hadistir.

Buhari 1096, Müslim 758/168

(  8 ) Onlar Allah’ın kendisine yaraşır şekilde nefsi, yüzü, iki gözü, baldırı ve ayağı olduğuna, bunların da yaratılmışlara benzemediğine inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“(  Musa’ya hitaben) Seni, nefsim için seçtim.”

Ta-Ha 41

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalacaktır.”

Rahman 27, Bakara 115

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir seferinde :

“Allah’ım! Senden, yüzüne bakma lezzetini ve Seninle buluşma şevkini bana lütfetmeni istiyorum!” diye dua etmiştir.

Ahmed 5/191, Mucemu’l-Kebir 4803, Hakim 1900

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“İnkar edilmiş olana (  Nuh’a) bir mükafat olmak üzere gemi gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.”

Kamer 14, Ta-Ha 39, Tur 48

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah’ın gözü hakkında :

“Hiç şüphesiz Rabbinin bir gözü kör (  şaşı) değildir!” buyurmuştur.

Buhari 6978, Müslim 2933/101

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O gün baldır açılır ve secdeye çağrılırlar, ancak buna güç yetiremezler.”

Kalem 42

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kıyamet günü hakkında şöyle buyurdu :

“…Rabbimiz baldırını açar, derhal O’nun azametinden dolayı her mü’min erkek ve kadın secde eder. Yalnız dünyada insanlara göstermek ve işittirmek için secde edenler secdesiz

kalır. Secde etmeye gider ama sırtı tek bir tabakaya döner.”

Müslim 182, 183, Buhari 4903, 7310, 7311

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“…Fakat cehennem dolmak bilmez. Allah ona ayağını koyar da o :

−Yetişir, yetişir, yetişir, der. İşte o zaman cehennem dolar, bir kısmı diğer kısmına büzülür…”

Buhari 4785, Müslim 2846/36

(  9) Onlar Allah-u Teâlâ’nın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek için yüceliğine yakışır bir şekilde mahşer sahasına geleceğine inanırlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Hayır, yeryüzü dağılıp parça parça edildiğinde, Rabbin gelip, melekler de saf saf dizildiğinde…”

Fecr 21-22

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“…(  Putperestler, Yahudiler ve Hristiyanlar ateşe sevk olunduktan sonra) Meydanda sadık olsun, facir olsun muvahhid mü’minler kalır. Alemlerin Rabbi onlara, gördükleri suretin

dışında başka bir surette gelir ve :

−Neyi bekliyorsunuz? Her ümmet kulluk yaptığının peşine düştü, diye seslenir…”

Müslim 182, 183, Buhari 7310, 7311

(  10) Onlar, mü’minlerin cennette Rablerini göreceklerine, kendisi ile konuşacaklarına iman ederler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacak, Rablerine bakacaklardır.”

Kıyamet 22-23

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“Şüphesiz ki sizler Rabbinizi, dolunayı gördüğünüz gibi görecek ve O’nu görmekte hiçbir zorluk çekmeyeceksiniz.”

Buhari 633, Müslim 633/211

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu :

“İyilik edenlere iyilik (  cennet) ve ziyade (  fazlalık) vardır…” Yunus Suresi 26. ayetini okudu ve :

“Cennet ehli cennete ve cehennem ehli de cehenneme girince bir davetçi :

−Ey cennet ehli! Muhakkak sizin için Allah katında bir vaat vardır. Allah o vaadi size tam olarak yerine getirmek ister, der.

Allah Tebareke ve Teâlâ :

−Ziyadeleştirmemi artırmamı istediğiniz bir şey var mı? diye sorar.

Onlar da :

−Yüzlerimizi ağartmadın mı? Bizleri ateşten kurtarıp cennete girdirmedin mi? derler. Müteakiben Allah (  zatı ile kulları arasındaki) hicabı açar da onlar O’na bakar dururlar.

Allah’a yemin olsun ki Allah onlara zatına bakmaktan daha sevimli ve daha fazla göz aydınlığı olacak hiç bir şey vermemiştir.”

Müslim 181/297, 298, Tirmizi 2676, İbni Mace 187, Ahmed 4/332, 19143

Rasulullah (  Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

“Cebrail Aleyhisselam, Cuma günü hakkında bahsederken şunları da söyledi :

‘…Rabbin Azze ve Celle cennette beyaz miskten daha güzel kokan bir vadi yarattı. Cuma günü olunca İlliyyin’den Kürsüsü’ne iner. Sonra Kürsü’yü nurdan minberlerle çevirir,

nebiler gelir ve onların üzerine otururlar. Sonra minberleri altın koltuklarla çevirir ve sıddıklar ile şehitler gelerek onların üzerine otururlar. Daha sonra da cennet ehli

gelir ve kum yığınlarının üzerine otururlar. Müteakiben Rableri Tebareke ve Teâlâ tecelli eder ve onlar da O’nun yüzüne bakarlar…’ buyurdu.”

Terğib ve Terhib 7/398, İbni Ebi’d-Dünya, Taberani Evsad, Bezzar, Ebu Ya’la

(  11) Onlar Allah’ın işitme, görme, ilim, kudret, izzet, kelam, hayat, beraberlik, sevgi, rahmet, öfke, rıza gibi gerek Kitabı’nda vasfettiği, gerekse Nebisi vasıtasıyla

belirttiği sıfatları kabul ederler ve ‘bunların nasıllığını ancak Allah bilir, biz bilemeyiz’ derler.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Muhakkak ki Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.”

Ta-Ha 6

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“O bilendir, hikmet sahibidir.”

Tahrim 2

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Allah Musa ile gerçekten konuştu.”

Nisa 164

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Allah onlardan razı olmuştur…”

Maide 119

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“…Muhakkak ki Allah iyilik edenleri sever.”

Bakara 195

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor :

“Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine öfkelendiği bir kavmi dost edinmeyin!”

Mümtehine 13


Kendinizi tanımak ve Allahı tanımak ayet ve hadislerle Mumsema Yüce Mevlamız kutsal kitabında :

Bir zamanlar Rabbin, meleklere :  Ben yeryüzünde bir halife kılacağım demişti.(  Bakara Sûresi  :  ayet 3)

Biz Allahın kuluyuz ve yine Ona döneceğiz.(  Bakara Sûresi  :  ayet 156)

Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi de sevdiğiniz halde o hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.(  Bakara Sûresi  :  ayet 216)

Onları simalarından tanırsın. (  Bakara Sûresi  :  ayet 273)

Hakkı anladıklarından gözlerinin yaşla dolup boşandığını görürsün” (  Maide Sûresi  :  ayet 83)

O, onları bildi, onlar Onu tanımayıp inkâr ettiler. (  Yusuf Sûresi  :  ayet 58 )

Biz emaneti, göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular; insan onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir ( 

Ahzab Sûresi  :  ayet 72)

Sizi yeryüzünde halifeler yapan Odur. (  Fatır Sûresi  :  ayet 39)

Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler (  tanısınlar) diye yarattım. (  Zariyat Sûresi  :  ayet 56)

Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, ancak yüce ve cömert olan Allahın varlığı bakidir. (  Rahman Sûresi  :  ayet 26-27)

Nimetlenmelerinin zevkini yüzlerinden tanırsın (  Mutaffifin Sûresi  :  ayet 24)


Güzel Rabbimiz kudsi hadisinde de şöyle buyurmuştur :

Ey ademoğlu, kim kendini bilirse muhakkak Beni de bilir. Beni bilen de ancak Beni ister. Beni isteyen de mutlaka Beni bulur. Beni bulan da her dilediğine ulaşır.

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi, tanınmayı istedim de kâinatı, mahlûkatı yarattım. Beni bilsinler tanısınlar diye.

Resulüllah (  S.A.V.) efendimiz hadis-i şeriflerinde :

Ben size Allahı öğretirim, Onu tanıyıp bilmekse, o kalbin işidir.

Eğer Allahı hakkıyla tanıyıp bilseydiniz, o zaman duanızla, hep dağlar yok olurdu.
Rabbini en çok tanıyıp bileniniz, kendini en çok bileninizdir.

---------------------

Print this item

Allah-Y Kur’an’da Allah
Posted by: SeliM35 - 09-07-2019, 09:41 PM - Forum: Kur'anda Allahu Teala - No Replies



KUR’AN’DA ALLAH

1/Fatiha:1- Rahman, Rahim ALLAH’ın adıyla.


“ALLAH” İsmi Hakkında:

“ALLAH, (Hak) gerçek Ma’budun (Kendisine ibadet edilmesi gereken varlığın) özel ismidir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 39)
“Bu ismin sahibi en ulu ve en yüce Varlık, evrenin var olmasında, sürmesinde, gelişmesinde bir ilk sebep/gerekçe olduğu gibi; yüce ‘ALLAH’ ismi de irfan dilimizde öyle özel ve çok yüce bir başlangıçtır.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır , Hak Dini…, 1, 40)

“Bilinen dillerde ‘ALLAH’ isminin eş anlamlısını bilmiyoruz. Sözgelimi: ‘tanrı, hüda’ isimleri ALLAH gibi özel isim değildir, ‘ilah, rab, ma’bud’ gibi genel isimdir. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 43)

“Batıl ma’budlara bile tanrı cins ismi verilir. Müşrikler birçok tanrılara taparlardı. ‘Falanların tanrıları şöyle, filanlarınki şöyledir’ denilirdi. Demek ki ‘tanrı’ cins ismi, ‘ALLAH’ özel isminin eşanlamlısı değildir, geneldir. Öyleyse ‘ALLAH’ ismi yerine ‘tanrı’ ismi konulamaz. Bunun içindir ki Süleyman Efendi (Çelebi) mevlidine ‘ALLAH’ adıyla başlamış, tanrı adı dememiştir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 43)

“ALLAH ismi ne türetilmiş ne de başka bir dilden aktarılmıştır.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 47)

“ALLAH lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. ALLAH’ın mukaddes zatına özgü bir isimdir. Hiçbir yaratılmış bu isimle adlandırılmamıştır. Bundan dolayı ALLAH lafzının çoğulu yoktur. (Muhammed Ali Sabuni, Ahkam Tefsiri, 1, 14)

“ALLAH, sıfat olmayan bir isimdir. Çünkü bu ismi başka sıfatlarla nitelendirdiğiniz halde onunla başkalarını nitelendiremiyorsunuz.” (Said Havva, el-Esas fi’t-Tefsir, 1, 41)

“ALLAH’ın diğer adlarının (Esma-i Hüsna’nın) bir harfi değişecek olsa anlam bozulur. Artık ALLAH’a isim olamazlar. Fakat ‘ALLAH’ kelimesinden ‘Elif’ harfi kaldırılsa bu kelime ‘lillahi’ olur ki anlamı yine ‘ALLAH’ demektir. ‘lillahi’deki birinci ‘lam’ kaldırılsa bu kez kelime ‘lehü’ şeklini alır ki yine ALLAH anlamına gelir. ‘lehü’deki ‘lam’ kaldırılsa bu kez de ‘hüve’ olur ki yine ‘ALLAH’ın ismidir. Sonuç olarak, Lafza-i Celal’in (ALLAH kelimesinin) her harfi ALLAH’ın ismidir.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l-Kur’an, 1, 32)

“ALLAH isminin özelliği odur ki, bunu adet haline getirip zikredenin toplum içinde buyrukları yerine gelir. Halk tarafından sevilir. İstekleri reddedilmez.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l Kur’an, 1, 33)

“ALLAH ismi bütün Kur’an’da 2697 defa geçmektedir. (…) Bütün Kur’an’da geçen ALLAH isminin, Mekki ve Medeni surelere dağılış oranı, yaklaşık olarak şöyledir: % 35-40 Mekki surelerde, % 60-65 ise Medeni surelerde… Metnin toplam uzunluğu bakımından, yine yaklaşık bir hesapla, Mekki sureler Kur’an metninin % 60’ını, Medeni sureler ise, % 40’ını oluşturur. Bu oranların belli bir ölçüde hata payı olsa da, Kur’an vahyinin ileri aşamalarında ALLAH lafzının, büyük bir oranda fazla zikredildiği kesindir. Biz, bu gerçeğe şöyle bir açıklama düşünüyoruz: Kur’an’ın ilk muhatapları, ALLAH ismini verdikleri bir uluhiyete teorik olarak inanmakla beraber, kulluklarını öbür ‘erbab’ (rabler) ve ‘alihe’lerine (ilahlarına) yöneltiyorlardı. Son derece çaresizlik içinde kaldıkları durumlar dışında, O’nu hatırlamıyorlardı bile. Kısaca denilecek olursa, ALLAH onların hayatlarında anlamsız bir kelime idi. Kur’an, ALLAH’ın her türlü varlıkla, evren, yaşam ve insanlarla olan ilişkilerini, ALLAH’ın onlar üzerindeki hakimiyetini, özellikle ‘Rabb’ vasfını kullanmak suretiyle oluşturmuş, sonra da belirli bir dönemde (nüzul sıralamasında 43 ile 60. Surelerde) zaman zaman sekiz yerde: ‘İşte bu ALLAH’tır sizin Rabbiniz’ ana fikrini getirerek, ALLAH’ın evrenin ve ibadetlerin tek sahibi olduğu gerçeğini, insanların gözünde, yeniden zihinlere yerleştirmiştir. ALLAH ismi, böylece bütün kemal sıfatlarını kendisinde toplayan odak kavram haline gelmiştir. Artık bundan sonra O’nu tanıtmaya fazla ihtiyaç kalmadığından, sadece ALLAH ismini söylemek, O’nun bütün gerçekliğine işaret için yeterli geldiğinden, uluhiyeti tanıtmakta ilkin birinci derecede zikredilen ‘Rabb’ vasfı azalmış, ALLAH lafzı ise artmıştır. Bu demek değildir ki ‘Rabb’ lafzı büsbütün zikredilmez olmuştur; duruma göre bu oran çok azalmıştır. (Medine dönemi vahiylerinde Rabb-ALLAH isimleri arasındaki oran 1/10 kadardır) (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 15)

Rahman İsminin Rahim İsminden Önce Zikredilmesinin Hikmeti:

“ALLAH’ın Rahman ismi, Rahim isminden önce zikredilmiştir. Rahman ismi yalnız ALLAH’a mahsustur. ALLAH’tan başkası bu isimle vasıflandırılamaz.” (Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsiru’l-Kur’an, 1, 48 )

“Rahman’ ismi ALLAH’a has bir isimdir. ‘Rahim’ ismi ise hem Ona hem başka varlıklara verilebilir. Eğer buna göre ‘Rahman’ın ifade ettiği anlam daha büyüktür; o halde büyük olanı zikrettikten sonra, küçük olanı niye zikretmiştir?’ denilirse, buna cevabımız şudur:

Çünkü büyük olandan önemsiz ve basit şey istenmez.

Anlatıldığına göre, birisi, bir büyüğün yanına giderek: ‘Ufak bir şeyden ötürü sana geldim’ demiş. O da bunun üzerine: ‘Önemsiz şeyler için önemsiz bir adam ara!’ diye cevap vermiştir.

Buna göre Cenab-ı Hakk sanki şöyle demiş olur: ‘Eğer Rahman ismini kaydetmekle yetinseydim, Benden utanır ve Benden basit isteklerde bulunman imkansız olurdu. Ancak sen, Benim ‘Rahman’ olduğumu bildiğin için, Benden büyük şeyler istersin; ama Ben aynı zamanda ‘Rahim’im. O halde Benden ayakkabının bağını ve tencerenin tuzunu da iste!” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 327)
İslam Alimlerine Göre Besmelenin Değeri, Önemi ve İşlevi:

“Cenab-ı Hak Kendisini Rahman ve Rahim diye adlandırdı. O halde nasıl merhamet etmesin? Anlatıldığına göre bir dilenci zengin bir kimsenin kapısında durarak, bir şeyler istemişti. Bunun üzerine kendisine çok az bir şey verildi. İkinci gün, elinde bir baltayla geldi ve kapıyı kırmaya başladı. Ona, ‘Ne yapıyorsun?’ denilince şöyle cevap verdi: ‘Ya kapı verilene uygun olacak ya da verilen kapıya uygun…’ Ey Rabbimiz! Merhamet denizlerinin, Senin rahmetine oranı, zerrenin Senin Arş’ına oranından daha küçüktür. Kitabının başında rahmetinin sıfatını kullarına bildirdin. Öyle ise bizi rahmetinden ve lütfundan mahrum bırakma.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 236)

“Çoğu kez, hükümdarın kölelerinin, at, katır ve eşek gibi hayvanları satın aldıklarında, hükümdarın düşmanlarının bu mallarda gözü olmasın diye, hükümdarın damgasını onların üzerine vurdukları görülür. Tıpkı bunun gibi, Cenab-ı Hakk da şöyle buyurmuştur: Şüphesiz senin ALLAH’a olan itaatine karşı çıkan, şeytan isminde bir düşmanın vardır. Öyle ise bir işe başladığında, düşmanın onda gözü olmasın diye, ‘Bismillahirrahmanirrahim’ diyerek ona damgamı vur.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 236)


“Besmelede ‘ALLAH, Rahman ve Rahim’ ismlerinin zikredilmesinin hikmeti, Kur’an-ı Kerim’de muhatap alınanların üç kısım olmasındandır.

Cenab-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: ‘Onlardan kimi kendine zulmeder, kimi orta yolu izler, kimi de ALLAH’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır.’ (35/Fatır:32) Bu ayette Cenab-ı Hakk, sanki şöyle buyurmaktadır: “Ben hayırlarda önde olanların ALLAH’ıyım. Orta yolu tutanların Rahman’ıyım. Zulmedenlerin de Rahim’iyim.’

Aynı şekilde, ‘ALLAH’, lütuflarda bulunan; Rahman, seçkin kullarının küçük hatalarını bağışlayan; Rahim de kabalığı bağışlayandır. Rahmetinin mükemmelliğinden dolayı, Cenab-ı ALLAH adeta şöyle diyor: ‘Ey kulum! Ben senin öyle durumlarını biliyorum ki, eğer anne ve baban onları bilmiş olsaydı, seni terk ederlerdi. Eğer hanımın onları bilseydi, sana cefa ederdi. İnsanlar bilseydi, hemen senden kaçarlardı. Komşun bilseydi, evini yerle bir etmeye çalışırdı. Ben, bütün bunları biliyorum ve fakat, Benim Kerim bir Rabb olduğumu bilesin diye, lütfumla onları örtüyorum.” (Fahrüddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, 1, 239)


“Ve ‘Rahman’ isminde adaletin düzenine ve rahmetin cilvelerine işaret var. Çünkü çeşitli ve karmakarışık olan yaratılmışlar (O’nun) düzenlemesi ile güzelleşmiştir. Ve rahmetin yansımalarına mazhar olabilirler. Ve ‘Rahim’de yeniden dirilişe işaret vardır. Çünkü, anlamında hem affetmek, hem rahmet ve şefkat etmek ve bu geçici dünyada o dört anlam (Kur’an’ın temel anlamları: Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet) bütün gerçekliği ile tam bir biçimde görünmediğinden elbette başka bir yerde o anlamlar tam olarak ortaya çıkacaktır. Hem rahmet ve şefkat gerçekliği ile dirilmemek üzere öldürmenin bir arada olabilmesi mümkün değildir. Demek ‘Rahim’deki şefkat parmağını Cennet’e uzatmış gösteriyor.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1849)

Neden Önce Rahman İsmi Zikredilmiştir?:


“Neden önce Rahman zikredilmiştir, halbuki aşağıdan yukarıya çıkılması gerekirdi? Çünkü dünya rahmeti öncedir de ondan. Bir de o özel isim gibi olduğundan ALLAH’tan başkasına sıfat olamaz. Zira manası gerçek nimet veren, rahmette son dereceye varan demektir. Bu da başkasında gerçek olarak bulunmaz. Zira başkası iyiliğinin karşılığını bekler. Nimetinden sevap almak ya da onunla övülmek veya içine düşen sıkıntıyı gidermek veyahut içinden mal sevgisini atmak ister. Sonra başkası bu hususta aracı gibidir. Çünkü nimetin kendisi, varlığı, onu elde etmek için gereken kudret ve onu meydana getiren sebep, ondan yararlanma imkanı, ondan güç almak vs. gibi bütün şeyler ancak ALLAH’ın yardımı ile olur.” (Kadı Nasırüddin el-Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 21)

Rahman ve Rahim İsimlerinin Sadece ALLAH İçin Kullanılmasının Hikmeti:

“Bu isimlerin Yüce ALLAH’a tahsis edilmesi şunun içindir: Arif olan bilmelidir ki, bütün işlerde yardımı istenen gerçek Ma’bud, O’dur. Nimetlerin peşin ve veresiyesini, önemli ve önemsizini gerçek veren O’dur. O zaman arif her şeyiyle ALLAH’ın pak huzuruna yönelir, Tevfik ipine sarılır, içini O’nun zikri ile meşgul eder ve başkasına karşı yalnız O’ndan yardım diler.” (Kadı Nasırüddin el-Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 21)

1/Fatiha:2- Hamd, alemlerin Rabbi ALLAH’a mahsustur.

Hamd’in İman ve ALLAH’ı Bilmek Boyutu:


“Evet, Evrende hamde ve şükre sebep olan ve bilinçli bir biçimde insana verilen nimetler, özellikle kan ve fışkı içinden safi, temiz, gıdalı sütü aciz yavrulara göndermek ve bilinçli olarak yapılmış bağışlar ve hediyeler ve merhametli ikramlar ve ziyafetler Yer Yüzünü belki bütün Evreni doldurmuş. Onların fiatı da, başta ‘Bismillah’, sonda ‘Elhamdülillah’, ortada nimette nimetin verilişini hissetmek ve Rabbini onunla tanımaktır.

Sen kendi nefsine, midene, duygularına bak. Ne kadar şeylere, nimetlere muhtaçtırlar. Ve ne derece hamd ve şükür fiatıyla rızıkları, lezzetleri isterler, gör; her canlıyı kendinle karşılaştır. İşte bu büyük nimet verişler karşılığında sözle ve beden diliyle edilen sayısız hamdler, çok kesin bir biçimde bir Mabud-u Mahmud (Övülen ve Hamdedilen İbadet Edilmeye Layık Varlık=ALLAH), bir Mün’im-i Rahim’in (Rahmet Sahibi Nimet Veren) varlığını ve her şeyi kaplamış olan rububiyetini güneş gibi gösterir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 1, 1121)

Nimetin Gerçek Sahibi Her Durumda ALLAH’tır:

‘Hamd ALLAH’a mahsustur’ “Eğer nimet veren, kendisine nimet verilenden; hoca, öğrenciden ve adil hükümdar da halkından gelecek hamde hak sahibi değil midir? Nitekim Hz. Peygamber (O’na Binler Selam) ‘İnsanlara hamd etmeyen (teşekkür etmeyen), ALLAH’a hamd etmemiş olur’ buyurmuştur, denilirse deriz ki; başkasına nimet veren herkes bilmelidir ki, gerçek nimet veren Yüce ALLAH’tır. Çünkü eğer Cenab-ı Hakk, başkasına nimette bulunan kimsenin kalbinde bu eğilimi yaratmamış olsaydı, o kişi ikramda bulunmaya yönelmezdi; eğer Yüce ALLAH, o nimeti yaratmasa, nimet veren kimseyi o nimete malik kılmasaydı ve kendisine nimet verilen kimseye de bu nimetten yararlanma imkanı vermeseydi, o nimetten yararlanılamazdı. İşte bu sebeple, gerçek nimet verenin sadece Yüce ALLAH olduğu ortaya çıkar.” (Fahruddin er-Razi; Tefsir-i Kebir, 1, 309)

Rabb, Ne Demektir?:

“Rab’ üç manaya kullanılır: Birincisi: Mülk sahibi demektir; mesela ev sahibi gibi. İkincisi: Islahatçı manasınadır, mesela: Bir şeyi ıslah etti, denir. Üçüncüsü: emrine itaat edilen efendi demektir. (İbn-i Cevzi; Zadü’l-Mesir…, 1, 17)


“Rabb, aslında mastardır, terbiye manasınadır. O da bir şeyi yavaş yavaş kemale erdirmektir.” (Kadı Beydavi, Beydavi Tefsiri, 1, 22)


“Rabb, yetkisini kullanan mal sahibidir. Sözlükte efendiye ve ıslah için hareket eden kimseye denir. Bütün bunlar Yüce ALLAH için doğrudur. Rabb, tek başına ALLAH’tan başkası için kullanılmaz, ancak izafetle kullanılır; ‘rabbüddar’ (ev sahibi) vs. gibi. Rabb’in İsm-i A’zam olduğu da söylenmiştir.” (İbn Kesir, İbn Kesir Tefsiri, 1, 68 )


“Arapça ‘Rabb’ kelimesi, başka bir dilde tek bir terim ile kolayca ifade edilemeyecek kadar geniş ve girift bir anlamlar demetini kapsar. Bu ifade, bir şeyin sahipliği ve bunun gereği olarak o şey üzerinde otorite iddiasında bulunma ve bir şeyi başından sonuna kadar kurma/oluşturma, sürdürme ve besleme kavramlarını içerir.” (Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 2)


“ALLAH’ın, insanlar için olan Rububiyeti, terbiyesi ile kendini gösterir. Bu terbiye de iki kısımdır: Birincisi: Yaratması; bedeni, ruhi ve akli kemallerine yöneltmesi… İkincisi ise: Onlardan bazısına vahyetmek yoluyla, uydukları takdirde ilim ve amel ile fıtratlarını mükemmelleştirebilecekleri düzeni öğretmesidir. İnsanların Rabbinden başkasının onlara ibadet koyması veya O’nun izni olmaksızın kendiliğinden onlara herhangi bir şeyi haram veya helal kılması makul olamaz. (Reşid Rıza, Menar, 1, 51)

Kur’an’a göre insanlar için bazı şeyleri haram, bazı şeyleri ise helal kılma yetkisi, uluhiyetin özelliklerindendir. yahudiler ve hıristiyanlar hakkında şu mealde bir ayet vardır: ‘Onlar, hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesihi ALLAH’tan başka rabler edindiler. Oysa, tek Tanrı’dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. ALLAH, koştukları ortaklardan münezzehtir” (9/Tevbe:31) (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 20)

“Uluhiyeti tanımlamak için Kur’an’da, ALLAH lafzından sonra (2697), en çok kullanılan (970 defa) bir sıfattır.” (Suat Yıldırım, Fatiha ve En’am…, 20)

Alemlerin Rabbi Ne Demektir?:

“Rabb’, terbiye ve ıslah etmek anlamlarındadır. Bu, ‘alemler’ açısından onları gıdalarla ve hayatta kalmak için muhtaç oldukları şeylerle besleyen, eğiten ve yetiştiren demektir. İnsan hakkında kullanılınca dış dünyası olan bedenini nimetle, iç dünyası olan kalbini de rahmetle eğiten anlamınadır.” (İsmail Hakkı Bursevi, Bursevi Tefsiri, 1, 38 )


“Kur’an, ‘Rabbi’l-avalim’ demiyor da ‘Rabbi’l-alemin’ diyor ve bununla özellikle akıl sahibi varlıkları üstün tutarak onların dikkatlerini çekiyor. Çünkü ‘alemin, alemun’ gibi cem-i salim diye nitelenen çoğullar akıllı kişilere özgü olduğundan bunun meali: ‘Bütün aleminin/alemlerin, bütün yapı elemanlarının ve özellikle hepsinden üstün olan akıl sahibi alemlerinin tek Rabbi’ demektir.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1,67)

“Bir ayette ‘Alemlerin Rabbi’ ifadesi, ‘Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin (kainatın) Rabbi’ diye açıklanmıştır (26/Şuara:23-24)” (Heyet, Ayet ve Hadislerle Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, 3)

Alemler, ALLAH ile; ALLAH, Alemler ile Bilinir:

“Rabbi’l-alemin’ denince her insan, kendi görebildiği kadar olsun bütün alemlere zihninde bir geçit resmi yaptırır ve yaptırınca da o anda terbiye kanununu (ALLAH’ın, Evren’i daha mükemmel bir duruma doğru geliştirmesi) görür. Demek biz Rabbimizi, alemlere bakarak bileceğiz ama, alemleri de ancak O’na dayandırmakla/O’na ait olduklarını vurgulayan bir tamlama şekline getirerek tanıyabileceğiz.” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini…, 1, 69)

1/Fatiha:3- O, Rahman’dır, Rahim’dir.

Rahman ve Rahim İsimlerinin Bu Ayete Özel Anlamları:

“Daha ilk yaratılışta yani dünya aleminde iken, güzel isimlerinin (Esma-i Hüsna) ve yüce sıfatlarının adem (yokluk) aynası üzerine yansıyan gölgeleri ile kainattaki her şeyin imdadına yetişmek suretiyle onları var eden ve yaratandır.” (Abdülkadir Geylani, Geylani Tefsiri, 1, 43)


“Ahirette yüce semanın ve aşağı yeryüzünün dürülmesiyle birlikte her şeyi, başlangıçta her şeyin Kendisinden geldiği ve sonunda Kendisine döneceği yere tekrar döndürendir.” (Abdülkadir Geylani, Geylani Tefsiri, 1, 43)


“(ALLAH, Kendisini) ‘Alemlerin Rabbi’ olarak nitelendirmesinde korkutma anlamı bulunduğundan dolayı hemen arkasından ‘Rahman ve Rahim’ ile nitelendirmiştir. Çünkü bu da (korkutmanın aksi olan) teşvik içermektedir. Böylelikle Yüce ALLAH hem Kendisinden korkmayı, hem de nimetlerine ümit beslemeyi ifade eden niteliklerini bir arada zikretmiş olur. Bu, O’na itaatte daha çok yardımcı olsun, isyandan daha çok uzaklaştırıcı olsun diye böyle gelmiştir. Tıpkı Yüce ALLAH’ın şu buyruklarında olduğu gibi: ‘Kullarıma haber ver; işte Ben öyle Gafur, öyle Rahim’im (bağışlaması sonsuz, rahmeti sonsuz) Benim azabımın can yakan bir azap olduğunu da bildir.’ (15/Hicr:49-50); ‘Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin olan, lütuf sahibi.’ (40/Mü’min:3)


Müslim’in Sahih’inde yer alan Ebu Hüreyre’den gelen rivayete göre Rasulullah (O’na Binler Selam) şöyle buyurmuştur: ‘Eğer Mü’min, ALLAH katında bulunan cezanın ne olduğunu bilse hiçbir kimse O’nun Cennet’ini ummaz. Eğer kafir de ALLAH katındaki rahmeti hiç kimse O’nun Cennet’inden ümit kesmez.” (Müslim, Tevbe, 23)


“Besleyip büyüten, yetiştiren, terbiye eden anlamına gelen ‘Rabb’ ismi rahmet ifade eden ‘Rahman ve Rahim’ isimleriyle her zaman, mutlaka yan yana olmayı gerektirmez. Şu halde ‘Rahman’ ve ‘Rahim’in, ayetlerin sıralanışında ‘Rabb’ kelimesinden hemen sonra gelmesi, Yüce ALLAH’ın, Kendisi için hiçbir zorunluluk olmadığı halde, kainatta kahrı ile değil lütfu ile tasarruf ettiğini ve rahmetinin azabından önde geldiğini ve tasarruflarını en güzel şekilde gerçekleştirdiğini ifade eder.” (Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Ebussuud Tefsiri, 1, 60)


“Rahman ve Rahim sıfatlarının Rab kelimesinden sonra gelmesi, ALLAH’ın her zaman ve her yerde yarattığı bütün insanları esirgeyici ve bağışlayıcı olduğunu, zalimlikten münezzeh olduğunu gösterir. Bu konuda Ebu Hayyan şöyle der: ‘Bu surenin başındaki kelimelerin sıralanışında görüldüğü gibi Rabb kelimesi efendi, sahip ve mabud manalarından hangisini taşırsa taşısın, Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatını dile getirir. Rabb sıfatından sonra Rahman ve Rahim sıfatlarının gelişi, belagat ilmine göre en uygun ifadedir. İnsan bir hata veya günah işlediğinde ALLAH’a karşı af isteyebilme gücünü yine O’ndan alır.” (Ebu Hayyan, Bahru’l-Muhit, 1, 10) (Muhammed Ali Sabuni, Ahkam Tefsiri, 29)


“Rahman, Rahim’in öncesiyle bu iki sıfatın bir araya gelişini gerektiren şöyle bir ilişki vardır ki:

Biri yararlı şeyleri elde etmek, diğeri zararlı şeyleri uzaklaştırmak biçiminde terbiyenin (pedagoji) iki temel kuralı vardır. ‘Rezzak’ (Rızık Veren) anlamına olan ‘Rahman’ birinci temel kurala, ‘Gaffar’ (Bütün Günahları Bağışlayan) anlamını ifade eden ‘Rahim’de ikinci temel kurala işaret ettikleri için birbiriyle bağlanmıştır.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1162)


“Fatiha Suresi’nde verilen ALLAH’a ait isim ve sıfatlar, daha önceki surelerde öğretilmeye başlanan ALLAH algısının bir devamı niteliğindedir. Özellikle Fatiha’da verilen sistematik ifadelerle Mekke ve Arap toplumundaki İslam dışı ALLAH anlayışı ters yüz edilmiştir. Şöyle ki: Bu ayetler indiğinde insanlık çeşitli fikir akımları, vehimler, efsaneler ve felsefi görüşler üzerine oturmuş yanlış tanrı algılayışlarına sahip idiler. İnsanların bir kısmı Aristo’nun: ‘Şüphesiz ALLAH kainatı yarattı. Ondan sonra onu kendi haline bıraktı. Zira ALLAH, daha aşağı olan bu alemle uğraşmaktan münezzehtir. O, ancak Kendi Varlığını düşünür’ şeklindeki görüşü benimsemişti. Başka bir kısmı da kullarına karşı öfkeli, onlara sürekli hileler hazırlayan ve onlardan intikam almak için fırsat kollayan bir tanrıya inanıyorlar ve bu tanrının öfkesinden kurtulabilmek için Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrıları gibi, aracı ve şefaatçi ilahlar ediniyorlardı. Alt tabaka ise, Daru’n-Nedve (Mekke Şehir Meclisi) üyelerinin dışında bir ‘Rabb’ tanıyamamıştı.

Sonuç olarak; insanlar ancak Kur’an ile gerçek ilah ve ‘Rabb’i, ‘Rahman, Rahim’ ALLAH’ı gereği gibi tanıyabilmiştir.” (Seyyid Kutub, Fizılal…, 1, 38,40; Hakkı Yılmaz, İşte Kur’an, 1, 131)


1/Fatiha:4- Din gününün sahibidir.


Mâlik ve Melik Arasındaki Anlam Farkı:


“Ödül ve ceza (din) gününün hakimi’ diye çevirdiğimiz tamlamada geçen ‘Mâlik’, ‘malın, mülkün sahibi’ demektir. Kıraat alimlerince ‘hükümdar, iktidar sahibi’ anlamında ‘melik’ şeklinde de okunmuştur. İnsanlar için kullanıldığında mâlik ile melik arasında güç, yetki ve tasarruf hakkı bakımlarından önemli farklar vardır. Mal ve mülkün sahibi (mâlik) kişinin başkalarına hükmü geçmez, başkalarına hükmü geçen hükümdar (melik) ise her malın ve mülkün sahibi değildir. Yüce ALLAH hakkında mâlik ve melik sıfatları kullanıldığı zaman anlam çerçevesinde bir eksiklik olamaz; çünkü O hem alemlerin sahibidir hem de herkese ve her şeye hükmü geçer; O’nun iktidarı üstünde bir iktidar tasavvur bile edilemez. Melik, O’nun Zat’ına, Mâlik ise fiiline ait sıfatlardır.” (Heyet, Kur’an Yolu, 1, 61)

ALLAH Aslında Bütün Günlerin Maliki Değil midir?

“Soru: Cenab-ı Hakk’ın herşeye malik olduğu bir gerçek iken, bu ayette sadece yeniden diriliş ve ceza günüyle sınırlandırılması nedendir?

Cevap: Şu alemin, insanlarca, aşağılık ve değersiz sayılan bazı şeyleri ile ALLAH’ın kudretinin doğrudan ilişkisi ALLAH’ın yüceliğine uygun görülmediğinden, ortaya konmuş olan dışsal nedenlerin o gün kaldırılmasıyla; herşeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecelli edip Sanatkarını, Yaratıcısını aracısız göreceğine işarettir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, 2, 1162)

Print this item

  Üç Ayların Faziletleri
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:27 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies



Üç ayların faziletleri

RECEB AYI: Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın, gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır.) [Tevbe 36]

Resulullah efendimiz, Receb ayına çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerir]

(Haram aylarda Perşembe, Cuma ve Cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.) [Taberani]

(Haram aylarda bir gün oruç tutup bir gün yemek çok faziletlidir.) [Ebu Davud]

(Receb ayında Allahü teâlâya çok istiğfar edin; çünkü Allahü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.) [Gunye]

(Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Receb’in hepsini tutmuş gibi sevab verilir.) [Miftah-ül-cennet] (Başında demek, ayın ilk günleri demektir. Ortası, ortadaki günlere yakın olan günler, sonu da, ayın son günleri demektir.)

(Ramazan ayı dışında Allah rızası için bir gün oruç tutan, iyi bir yarış atının bir asırda alacağı mesafe kadar Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Ya’la]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şabanın 15. gecesi, Cuma gecesi, Ramazan bayramı ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

(Allahü teâlâ Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allahü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münadi, "Geçmiş günahların af oldu” der. Allahü teâlâ Nuh aleyhisselamı Receb’de gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.) [Taberani]

(Receb’de, takva üzere bir gün oruç tutana, oruç tutulan günler dile gelip, “Ya Rabbi, onu mağfiret et” derler.) [Ebu Muhammed]

Recebin ilk Cuma gecesine Regaib gecesi denir. Her Cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ, bu gecede, müminlere, ragibetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Regaib, ihsanlar, ikramlar demektir. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Regaib gecesi yapılan dua kabul olur, namaz, oruç, sadaka gibi ibadetlere, sayısız sevaplar verilir.

ŞABAN AYI: Resulullah efendimiz, Şaban ayına da çok değer verir ve "Ya Rabbi, Receb ve Şabanı bizler için mübarek kıl ve bizi Ramazana eriştir" diye dua ederdi.

Âişe validemiz buyuruyor ki:
(Resulullahın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şabanın tamamını oruçla geçirirdi.) [Buhari]

Şaban ayında niçin çok oruç tuttuğu sorulduğu zaman Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gâfil olurlar. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesai]

Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.) [Tirmizi]

(Şaban’da üç gün oruç tutana, Hak teâlâ Cennette bir yer hazırlar.) [Ey oğul ilmihali]

Bünyesi zayıf olanın, Şabanın 15 inden sonra oruç tutmayıp, farz olan Ramazan-ı şerif orucuna hazırlanması iyi olur. Sağlığı yerinde olan ise, Şaban ayının çoğunu, hatta tamamını oruçlu geçirebilir.

Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesidir. Yani 14 Şabanın bittiği günün gecesidir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İ. Asakir]

Bu geceyi ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur'an-ı kerim okumalı, Bilhassa ilim öğrenmelidir. En kıymetli ilim, doğru yazılan ilmihal bilgileridir.

RAMAZAN AYI: Peygamber efendimiz, Ramazan-ı şerifin fazileti hakkında buyuruyor ki:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan gelince, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.) [Taberani]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin!

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ramazan orucu farz, teravih namazı ise sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Ramazan orucunu farz bilip, sevap bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen mümin, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadet, duası makbul, ameli de çok sevaptır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken çirkin konuşmayın! Birisi size sataşırsa, “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi)

Ama dini bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.

Print this item

  Bütün Yıl Oruç Tutmuş Gibi Olmak için
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:23 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies

   

Bütün yıl oruç tutmuş olmak

Sual: En az bire on sevab verildiği için, bir ay Ramazanda oruç tutan 300 gün, Şevvalde de altı gün oruç tutan 60 gün oruç tutmuş gibi olacağı, yani bütün yılı oruç tutmuş sayılacağı kitaplarda yazıyor. Farz olan Ramazan orucuyla nafile olan Şevval orucu aynı kefeye nasıl konulur?
CEVAP
Her ay üç gün oruç tutanın da, bütün sene oruç tutmuş gibi sayılacağı da kitaplarda bildiriliyor. Burada farz olan Ramazan orucuyla nafile oruç kıyas edilmiyor. Bütün sene oruç tutmuş olduğu değil, hükmen oruçlu gibi sayılacağı bildiriliyor. Yoksa ömür boyu nafile oruç tutulsa, Ramazan-ı şerifte tutulan bir gün orucun sevabına kavuşamaz. Mazeretsiz Ramazan-ı şerifte bir gün oruç tutmayan, ömür boyu nafile oruç tutsa, Ramazandaki bir günün sevabına kavuşamaz. Hatta Ramazandaki farz orucunu kaza ettikten sonra, yine her gün oruç tutsa, Ramazan-ı şerifte tutulan bir gün orucun sevabına kavuşamaz. Kaza edince, yalnız borçtan kurtulur. Ramazanda tutmuş gibi sevab kazanamaz. Bir hadis-i şerif meali: (Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizi]

Print this item

  İtikâf nedir? Kadınlar Nasıl itikaf Yapar?
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:17 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies

   

İtikâf nedir? Kadınlar Nasıl itikaf Yapar?

Sual: İtikâf nedir? Kadınlar evde itikâfa nasıl girer?
CEVAP
Ramazan ayının son on gününde, gece gündüz bir camide kapanıp ibadet etmeye, itikâf denir. Ramazan-ı şerifte itikâf, sünnet-i müekkededir. Ancak itikâf, sünnet-i kifaye olduğu için bir mahallede birkaç kişi itikâfa girerse, diğerlerinden bu sünnet sakıt olur. Bu bakımdan imkânı olanlar itikâfa girmelidir. İtikâf eden, camide yiyip içer, yatar. Abdest için dışarı çıkabilir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İtikâfta olan, günahlardan uzaklaşır, her iyiliği işlemiş gibi sevaba kavuşur.) [İbni Mace]

(Bir devenin iki sağımı kadar itikâf eden, bir köle azat etmiş gibi sevab kazanır.) [Tenvir]

(Ramazanda on gün itikâf eden, iki defa [nafile] hac yapmış gibi sevab kazanır.) [Beyheki]

(Allah rızası için bir gün itikâf, insanı Cehennemden çok uzaklaştırır.) [Taberani, Hakim]

Sünnet iki türlüdür: Sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid. Camide itikâf etmek, ezan okumak, ikamet getirmek ve cemaatle namaz kılmak sünnet-i hüdadır. Bunlar, İslam dininin şiarıdır. Bu ümmete mahsustur. (Hadikat-ün-nediyye)

Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Mirac gecesi, beşinci göğe geldiğimde, Osman’ın suretini gördüm. Bu mertebeye neyle eriştin dedim. Mescidde itikâf etmekle dedi.) [Menakıb-ı Cihar Yâri Güzin]

İtikâf; oruç, namaz gibi adak olunur, çünkü başlı başına bir ibadettir. Hastam iyi olursa, itikâfa gireceğim denmez. Hastam iyi olursa, Allah rızası için, şu kadar gün itikâfa gireceğim demek adak olur. (S. Ebediyye)

İtikâf gibi başlı başına ibadet olan bir şeyi nezredenin, bunu yerine getirmesi gerekir. (Dürer)

Kadınlar camide itikâf yapmaz. Evdeyse şarta bağlıdır. Eğer mescid olarak kullandığı bir oda varsa, o odada itikâfa girebilir. Yemek yapmak, temizlik gibi ev işlerinin hiçbiri yapılmaz. Sadece ibadetle uğraşılır. Abdest gibi zaruri işleri yapmanın mahzuru olmaz.

Ramazanın son on gününde olanı sünnet-i kifayedir. Az itikâf da yapılabilir. Bir gün veya birkaç saat gibi... İtikâfa girenin oruçlu olması şarttır. Sadece Şafii mezhebinde oruçlu olma şartı yoktur. Diğer üç mezhepte oruçlu olmak şarttır. İmkânı olan kadınların evde itikâfa girmesi, unutulmuş bu sünneti ihya etmesi ve sünneti ihya etme sevabına kavuşmaları çok iyi olur.

Print this item

  İftar vermenin fazileti
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:11 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies


Sual: İftar vermenin sevabı nedir?
CEVAP
İftar vermek çok sevabdır. Yolda giderken bir oruçluya bir hurma veya bir zeytin verilse de iftar verme sevabına kavuşulur. Peygamber efendimiz, (Bir kimse, bu ayda bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. O oruçlunun sevabı kadar ona sevab verilir) buyurunca, Eshab-ı kiramdan bazıları, bir oruçluyu iftar ettirecek kadar zengin olmadıklarını söylediler. Onlara cevaben buyurdu ki:
(Bir hurmayla iftar verene de, yalnız suyla oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de bu sevab verilir.) [Beyheki]

Yine bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ramazanda bir misafire oruç açtırana Sırat köprüsünü geçmek kolaylaşır) [V. Necat]

Yemek yedirmek çok sevabdır. Hele oruçluya yedirmek daha çok sevabdır. Oruç tutanın sevabı kadar sevab alır, oruçlunun sevabından eksilme olmaz.

Peygamber efendimiz, (Ramazan ayında bir oruçluyu su ile iftar ettiren, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur) buyurunca da, Eshab-ı kiram, “Su az ve kıymetli iken mi?” diye sual etti. Onlara cevaben (İsterse nehir kenarında versin, aynıdır) buyurdu. (V. Necat)

Yemek yedirmeyi nimet bilmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Amellerin en faziletlisi, bir müminin aybını örtmek, karnını doyurmak ve bir ihtiyacını karşılamak suretiyle onu sevindirmektir.) [İsfehani]

(Allahü teâlâ, yemek yediren cömertle meleklerine övünür.) [İmam-ı Gazali]

(Misafir, sofrada bulunduğu müddetçe, melekler, ev sahibine dua eder.) [Taberani]

(Cennette öyle güzel köşkler vardır ki, bunlar, tatlı konuşan, yemek yediren ve herkes uyurken namaz kılanlar içindir.) [Tirmizi]

(Arkadaşına, sevdiği yemeği ikram edenin günahları affolur.) [Bezzar]

Dostlarla yemek
Dost ve arkadaşlara yemek yedirmek, sadaka vermekten efdaldir. Hazret-i Ali buyurdu ki:
(Dostlara yedirdiğim bir ekmek, fakirlere verdiğim beş ekmekten daha kıymetlidir. Dostlarla yenilen yemek, köle azat etmekten daha makbuldür.)

(O beni yemeğe çağırmıyor. Onu niye çağırayım) dememelidir! Yemeğe çağırırken de, yemeğe giderken de yalnız Allah rızasını düşünmelidir!

Yemekte günah işlenen davetlere gidilmez. Fakirlerin davetine gitmeyip de, zenginlerinkine gitmek kibirdendir. Kendinden aşağı olanları ziyaret etmek de tevazu alametidir.

Düğün yemeğine davet olunanın gitmesi sünnet, başka ziyafetlere gitmek müstehaptır.
Bazı âlimler ise, (Düğün yemeğine gitmek vacip, diğer davetlere gitmek sünnettir) demişlerdir.

Müslümanın Müslüman üzerindeki beş haktan biri, davetine icabettir. Yani davetini kabul edip gitmektir. Hadis-i şerifte, (Davete icabet ediniz) buyuruldu. (Müslim)

Külfete girenin davetine gitmek gerekmez. Cimrinin davetine de gitmemelidir! Peygamber efendimiz bu hususta, (Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği hastalıktır) buyurmaktadır. (Deylemi, Hâkim, İbni Lâl, Dare Kutnî, Hatib)

Samimi olarak davet edilen yere gitmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müslüman kardeşine ikram eden, Allahü teâlâya ikram etmiş olur.) [İsfehani]

(İki kişi birden davet ederse, kapısı yakın olana icabet et! Çünkü kapısı yakın olanın hakkı daha önce gelir.) [Buhari]

(Davete icabet etmeyen, Allah’a ve Resulüne asi olmuş olur.) [Buhari] (Dinimizin bu konudaki emrine uymamış olur.)

Sual: Haram parayla iftar verilir mi?
CEVAP
Yalnız haram para ile iftar verip ondan sevap bekleyen kâfir olur. Sevap beklemeden vermek küfür olmaz. Geliri haram helal karışıksa, verilen iftar haram da küfür de olmaz.

Sual: Almanya'da şöyle söylentiler var:
«Burada herkes zengin istediği her şeyi alıp yiyor. Hiç kimseyi davet etmek gerekmez. Asıl sevap kazanmak için bir fakiri davet edeceksin ki sevap kazanasın. Burada fakir olmadığına göre iftara davet etmek gerekmez» diyorlar. Doğru mu?
CEVAP
Yanlış. Akıl ile din olmaz. Din kitapları ne yazıyorsa, ona bakılır. Bazı kimseler de, "Mahallende fakir varken hacca gitmek gerekmez. Fakiri sevindirmek hacdan önemlidir" diyorlar. Ama dinimiz öyle demiyor. Müslüman olanın dinimizin bildirdiklerine inanması gerekir. Bütün dünyanın fakirlerini doyursanız, hepsini zengin etseniz, hac yerine geçmez.

Fakire yemek yedirmenin sevabı ayrı, iftar açtırmanın sevabı ayrıdır. Peygamber efendimiz, (Ramazan ayında bir oruçluyu su ile iftar ettiren, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur) buyurunca, Eshab-ı kiram, "Su az ve kıymetli iken mi?" diye sual etti. Onlara cevaben (Hayır, ırmak kenarında olsa da, ırmaktan bir bardak su alıp verilse de aynı sevaba kavuşur) buyurdu.

Görüldüğü gibi ırmaktan su almak bedavadır. Burada önemli olan oruçluya iftar açtırmaktır. Bu su ile de olur, hurma ile de olur, zeytin ile de olur. Yemek yedirilirse daha çok sevap kazanılır.

Sual: Oruçlu olmayanı iftara davet etmek caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir. Fakat iftara davet ederken, oruç tutanları tercih etmeli. Bir mazereti sebebiyle, oruç tutamıyorsa, mesela yolcu ise, hasta ise yahut muayyen halde ise, onlar da, davet edilebilir.

İftar yemeği parası vermek
Sual: Birisine iftar yemeği parası vermek, iftar vermek gibi sevab mıdır?
CEVAP
Evet.

İftar ettirme sevabı
Sual: Cami önlerinde camiden çıkanlara iftarını açmak için hurma veriliyor. Bunlar da iftar ettirme sevabına kavuşuyorlar mı?
CEVAP
Elbette kavuşuyorlar. Yarım bardak su verilse de, iftar sevabına kavuşulur. İftar ettirme sevabı çok büyüktür. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ramazan ayında, bir oruçluyu, su ile de olsa iftar ettiren, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.) [V. Necat]

(Bir kimse, Ramazanda, bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak teâlâ, onu Cehennem ateşinden azat eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevab verilir.) [İbni Huzeyme]

(Bir hacıyı veya bir mücahidi teçhiz eden ve onların ailesini görüp gözeten veya bir oruçluya iftar veren, aynı sevablara kavuşur, diğerlerinin sevabından hiç bir şey eksilmez.) [Beyhekî]

Print this item

  Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:06 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies

[Image: Oru%C3%A7%20tutmamay%C4%B1%20mubah%20k%C...BCrler.png]

Oruç Tutmamayı Mübah Kılan Özürler

Sual: Oruç tutmamayı mubah kılan özürler nelerdir?
CEVAP
Oruç tutmamayı mubah kılan özürler şunlardır:
1- Hastalık: Hasta olan veya oruç tutunca hastalığı artan kimse, oruç tutmaz veya tutuyorsa bozabilir. Hastaya bakan da, hastaya bakmak için sıkıntıya girerse, oruç tutmayabilir.

2- Sefer: 104 km uzağa giden kimse, 15 günden az kaldığı yerde seferi olur. Yolculukta sıkıntı olur, iş aksar veya kazaya sebep olacak bir durum olursa, orucu kazaya bırakmak caiz olur. Hadis-i şerifte, (Seferde sıkıntı içinde oruç tutmak, takva sayılmaz) buyuruldu. (Buhari)

3- Gebe ve emzikli olmak: Kendine veya çocuğuna bir zarar gelecekse, gebe ve emzikli kadın oruç tutmaz. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, gebeyle emzikli kadına oruç tutmaması için ruhsat verdi, orucunu tehir etti) buyuruluyor. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesai)

Emzikli kadın, kendi çocuğunu veya başkasının çocuğunu emzirse de hüküm aynıdır.

4- Açlık ve susuzluk: Kendisinde şiddetli açlık ve susuzluk meydana gelen kimse, ölüm tehlikesi varsa veya aklı gidecekse yahut hastalanıp bir zarara uğrayacaksa orucunu bozabilir.

5- İhtiyarlık: Oruç tutamayan yaşlı kimsenin, iyileşme ihtimali de yoksa tutamadığı günler için fidye verir. 30 günün fidyesi 53 kg. undur. Veya 53 kg un alacak altın da verilebilir.

6- İkrah: Oruçlu, (Orucunu bozmazsan seni öldürürüz veya bir uzvunu keseriz) diye tehdit edilmişse, dediklerini yapmaya güçleri yetiyor ve blöf yapmıyorlarsa, oruçlunun orucunu bozması mubah olur.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevabdır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizi)

Oruç tutamamak
Sual: Çalıştığımız yer çok sıcak, oruçlu olunca çalışmam imkânsız. İzin de vermiyorlar. Çalışmasam çoluk çocuk nafakasız kalacaktır. Oruç tutmayıp kışın kaza etmem caiz olur mu?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri bu hususta buyuruyor ki:
Nafakaya muhtaç kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücretle çalışmayı sözleşmişse ve iş sahibi, Ramazanda izin vermiyorsa, kendinin ve ailesinin nafakası mevcut olan, orucu bozmaz, çünkü böyle kimsenin dilenmesi haramdır. Kendinin ve ailesinin nafakasına malik değilse, orucun zarar vermeyeceği başka hafif iş bulması lazım olur. Hafif iş bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması caiz olur. Bunun gibi, ekin biçen kimseye Ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı, ekini biçemeyip, ekin telef olursa yahut çalınırsa [veya bina yapılamayıp da yağmurdan yıkılmak tehlikesi muhakkak olursa] ve bunları ücretle yapacak bulamazsa, oruç tutmayıp, bu işlerini yapmak caiz olur. İş bitince, orucunu tutar ve Ramazandan sonra da, tutamadığı günleri kaza eder. Günah olmaz. Susuzluktan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup, kaza edebilir. Kefaret yapmazlar. (Redd-ül-muhtar)

Orucu kazaya bırakmak
Sual: Ramazanda sıcak günleri oruç tutmayıp, kışın kaza edilse sevabı az mı olur?
CEVAP
Dini bir mazeret olmadan, orucu kazaya bırakmak haramdır, büyük günahtır. Namazı da kazaya bırakmak böyle büyük bir günahtır. Her ibadet vaktinde yapılır. Size birisi, (30 gün yiyip içme, ben kış günü sana 30 aylık nafaka vereceğim) dese ne dersiniz? Yahut siz çok aç ve susuzken, (Şimdi yiyip içme, bir ay sonra bin ton ekmek ve bir ton su veririm) dese ne dersiniz?

Oruç ibadeti, dini bir mazeretle kazaya bırakılırsa, tevbe edip kazası tutulunca sadece cezadan kurtulur. Ramazan-ı şerifte tutulan sevaba kavuşamaz. Ömür boyu oruç tutsa, Ramazanda tutulan bir gün orucun sevabına kavuşamaz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ benim ümmetime Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygamberin ümmetine vermemiştir:
1- Ramazanın birinci gecesinde oruca kalkana, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Rahmetle nazar ettiği kul artık rahmete kavuşmuştur, hiçbir korku yoktur.
2- İftar vakti, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için dua eder. Melekler günahsız olduğu için duaları kabul olur.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara mahsus olarak Cennette bir köşk ihsan eder.
5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, Ramazanın her akşamı iftar zamanında bir milyon kişiyi Cehennemden azat eder.) [Deylemi]

Print this item

Dini-1 Orucun ve Ramazan Ayının Fazileti
Posted by: SeliM35 - 09-05-2019, 10:01 AM - Forum: Oruç ve Ramazan - No Replies


Orucun ve Ramazan ayının fazileti


Sual: Ramazan ayının önemi nedir?
CEVAP
Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.

Bu ayda, emri altında bulunanların, işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, Cehennemden azat olur. Ramazan-ı şerif ayında, Resulullah, esirleri azat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.

Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir.

Kur’an-ı kerim, Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.

İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısıyla her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.

Hurma ile iftar etmek sünnettir. İftar edince, (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaallahü teâlâ) duasını okumak, teravih kılmak ve hatim okumak önemli sünnettir.

Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin. (Mektubat ,1.c. 45.m.)

Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve haramlardan kaçınması gerekir. Bunların orucu kabul olur ve imanları olduğu anlaşılır.

Ramazan-ı şerifte, oruç tutmak çok sevaptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz, Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. [Tirmizi]
(Ama dini bir mazeret varsa oruç tutmamak günah olmaz.)

Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari]

(Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai]

(Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi]

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.) [İbni Ebiddünya]

(Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İ.Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]

(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi]

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim]

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır.) [Buhari]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükâfatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur. (Mev'iza-i hasene)

Resulullah efendimizin rüyası
(Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi.

Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı.

Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizi]

Sual: Günah işlememize şeytanlar sebep olduğuna göre, Ramazanda bağlı olan şeytanlar nasıl günah işletiyor?
CEVAP
Günah işlememize yalnız şeytanlar değil, kendi nefsimiz de sebep olmaktadır. Nefsin zararı, şeytanınkinden çok fazladır. Nefsin her istediği kendi zararınadır. Ramazanda günah işleten, nefsimizdir. Bu ayda, şeytanlar bağlı olduğu için vesvese veremezler. Ramazanda esnemeler de şeytandan değildir. Asabi esnemeler, yorgunluk, uykusuzluk gibi hallerde meydana gelir. (Mektubat-ı Rabbani)

Oruçluyken ölmek
Sual: Abdestliyken ölen şehid oluyor. Oruçluyken ölene de bir ecir var mıdır?
CEVAP
Evet, ecri büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Oruçluyken ölen Cennete girer) buyuruldu. (Bezzar)

Sevab zorluğa göredir
Sual: Ramazan ayı, yaza ve kışa gelebiliyor. Kışın kısa günlerde oruç tutulması daha kolay, yazın uzun günlerde sıcakta tutmaksa çok zordur. İkisinin sevabı aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, zorluklar içinde yapılan ibadetin sevabı daha çoktur. (Ecir meşakkate göredir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Maniler karşısında, ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. (3/35)

Ramazan-ı şerif kışa da gelse, farz ibadet olduğu için sevabı çoktur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kışın oruç tutmak, meşakkatsiz elde edilen bir ganimettir.) [Tirmizi]

(Kış müminin baharıdır. Gündüzleri kısa olur, oruç tutar. Geceleri de uzun olur, kalkıp ibadet eder.) [Beyheki]

Print this item