10-05-2019, 12:27 AM
Mes´ele (Îrcâ : Tehir Etme Veyahut Allah´a Havale Etme)
İrcâ´ın tehir etme manâsına geldiği hususunda lûgatçüarın ittifak etmelerinden sonra kendilerine Murcie isimi verüenlerdeki ircâ´m manâsı hakkında ihtilâf olunmuştur. O, «Tehir etti, ona tehir ettirdi»[422] demesi buna göredir. Onlar, «Allah´ın emrini tehir ettiler» de dedi.
Haşeviyyeîer; «Hayır işlerinin hepsine iman ismini vermedikleri şeyle Murcielere isim verildi» dediler. Bu ise akim ve lisanın ihtimal dahilinde bulunmadığı hususlardandır. Lisan bakımından böyle olması, İrcâ´m tehir etme manâsına geldiğindendir. Bu ismin her hayır olana kendine has[423] ismi ile isimlendirilmesi hususunda ve umum ifade eden bu ismin men edilmesinde hiç bir vecih yoktur. Sonra bunun hakikatte hepsine isim olmak veyahut olmamaktan hali kalmaz. Eğer onun ismi olursa, kim bir şeye hakikatte ismi olanla, bilmemekle veyahut inat ederek isim vermekten kaçınır. Binaenaleyh bu isimle isim veren bir kimse yoktur. Öyle ise onların hali nedir ki, bütün mahlûkatm arasından özellikle kendilerine bu isim verildi. Eğer onunla, onlara isim vermek lâzım geliyorsa, bu ismi verenlerin kendilerine de verilmesi gerekir. Çünkü onlar, isim verdikleri zaman, onlara has olan is:mleri terkediyorlar. Böylece onlar, bu hareketleri ile bu isme müstehak oluyorlar. Sonra onların, iman hayır işlerinin bir araya gelip toplanmasının ismidir demeleri, bu isimi münferid olarak bulunan her hayır işine verilmeyi iptal eder. Bunun üzerine onlara bu husus lâzım gelir. Veyahut hakikatte onun ismi değildir. Kendi ismi olmayan şeyle isim verilmeyen kimseye isim vermenin bir yönü yoktur. Gerçekten o, kendince dinde mezmum olan isimle sadıkların sıfatı olur. Böylece Allah katında yalancıların derecesini yükseltmiş, sadık olanların derecesini de alçaltmış olur. Bu ise aklı selim sahibi olan kimsenin katında büyük bir hatadır.
Amma akla gelince : Akıl, eşyanın hakikatlerini ancak iki yönden idrak eder : Meydana getirilmiş olan şuurların meslek olarak yerine getirdikleri şeyle ki, onlar da duyu organlarıdır. Veyahut ta his ilmindeeve delilin ortaya çıkardığı husustaki düşünce ile. Onda hayır işlerine iman ismini vermeyen kimse hakkında ircâ´m (tehir veya havale etmenin) hakikatini düşünmekte meydana çıkarılan hususlardan bir şey yoktur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bilakis O, kendilerine şahit olmadan onu istisna ederek dinlerini tehir ettiklerinde onların mezhebidir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Mu´tezile diyor ki; Murcie büyük günahları geri bırakan kimselerdir. Çünkü onlar büyük günah sahiplerini ne cehenneme gönderirler ve ne de cennete.
Şeyh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu, onların söyledikleri şey, o amelleri terketme, (Allah´a havale etme)nin lâzım olmasında haktır; fakat zem ile rivayet edilen, eğer zem haberi sadık oldu ise, onlar için değildir. Hak ve doğru olan da budur. Bunun gibisi ile Ebu Hanife (r.h.) «tehir etmeği; Allah´a havale etmeği, kimden aldın » diye sorulunca, meleklerin fiilinden aldım diye cevap vermiştir. Çünkü onlara Allah tarafmdan «.,. Sonra eşyayı meleklere gösterip : «— Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklarsanız, bunların isimlerini bana haber verin.» buyurarak[424] meleklere hitap buyurdu. Vaktaki onlar, bilgileri olmadığı husustan soruldular, bu babdaki işi Allah´a havale ettiler. Büyük günah sahipleri için hak ve gerçek olan da böyledir. Çünkü onların öyle hayır işleri[425] vardır ki, onlardan biri eğer Allah tarafından kabul olunmuş olsa, şirkten başka olan günahların hepsini mahvedip yok eder. Binâenaleyh muhtemel değildir ki, o hayır işinin sahibi mahrum edilip cehennemde ebedi bırakılsın. Fakat onun işi Allah´a havale edüir. Allah dilerse onu affeder. O kimse fiili işlerken, Allah´ın düşmanlarına karşı gelip onların Allah´ın hududlarına tecavüz ettiğini bildiği ve Allah´ın dostlarına tazim ettiği vakit Allah´ı unutmamış olduğu zaman Allah´ın rahmetine ve mağfiretine çok muhtaç olduğu samanda Allah´ın onu fazlu ihsanından, rahmet ve mağfiretinden mahrum etmemesi ümit edilir. Tevfik Allah´tandır.
Çünkü Allah, (kendisinin tevbe edenleri bağışlayıcı, itaatkâr olanları sevindirici, müminlere merhamet edici olduğunu beyan buyurmuştur. O, dilerse onun günahlarına, kendisine ikram ettiği hasenatlarla mukabele eder da hasenatları günahlarına keffaret kılar. Nitekim Cenab-ı Allah, «... Doğrusu bu hasenat, küçük günahları mahveder...»[426] buyurmaktadır. Allah-u Zülcelâl vel-Kemal Hazretleri, başka bir âyet-i celîlede de «... Eğer siz, yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kabahatlerinizi örteriz...»[427] buyurmuştur. Cenab-ı Hak, günahları ve kabahatleri örtmek için vaadettigi nevileri[428] beyan buyurmuştur. Kuvvet ancak Allah´tandır^
Bu husus tıpkı Allah-u Zülcelâl´in «îşte bu sözü söyUyenler, Cennetliklerle beraber (Cennet´te) O seçkinlerdir ki, kendilerinden işledikleri güzel ameli kabul edeceğiz ve günahlarını bağışlayacağız. Bu onların va-dedilmiş bulundukları gerçek bir vaaddır.»[429] ve «iman edip de salih ameller işleyenlerin kendilerinden günahlarını mutlaka örteriz...»[430] kavl-i ce-lilelerinde ve bunların benzeri âyet-i celîlelerde buyurduğu gibi. Allah-u a´lem.
, Allah dilerse, günah sahibini ameli kadarmca cezalandırır. Kendisinde bulunan iyi ve güzel ameli kadar da[431] mükâfatlandırır. Çünkü Allah «Zira, kim zerre miktarı bir hasenat işlerse, onun mükâfatım görecek. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse onun cezasını görecektir.»[432] buyurmaktadır. Bunlardan başka hayra karşı mükâfat, şerre karşı da ceza verileceğini beyan eden âyetler varid olmuştur. Her ne kadar sevabını fazlu ihsanından veriyor ise de bu husus cezalandırma hakkındaki adaletin vasfıdır. Tevfik Allah´tandır.
îrcâ´ın (Allah´a havale etmenin) bu nev´i haktır ve bunu söylemek de gerekir. Mu´tezile ise kendi nefsinin fiilini Allah´a havale etmiştir. Çünkü ona mümin ve kâfir demekten kaçınmıştır. Onun hakikatini bilmemesi Allah´a havale etmeği söylemesini gerektirmiştir. Fakat o, fiilinin hakikatini bilmediği için özürlü sayılmaz. Evvelkisi, Allah-u Teâlâ´nm yapacağı şeyin hakikatini bilmemektir. O, çünkü ancak işitmekle bilinir. Kesinlikle bir şeyi söylenmesini ifade eden şey gelmeyince o şey lâzım olur.
Bazıları Murcie Ali bin Ebî Tâlib, ve onunla beraber olanlarla, sonradan kendisinden ayrılan haricilerin işini tehir edenler, Allah´a havale edenlerdir dediler. Eğer ircâ´m yeri tehir etme veya Allah´a havale etmeden onların, hakkında konuşmayı" durdurmayı murad ettilerse bunun için gayrinden bir manâ yoktur. Eğer onunla mezmum olan tehir etmeyi murad ettilerse o yakındır. Çünkü hiçbir kimse Hz. Ali´yi, Hazreti Ebu Bekir zamanında, kendisi için varid olan merfu hadisin delâlet etmesi ile beraber halife olmaya hak kazanma hususunda diğerleri ile bir ve eşit tutmamıştır. Gerçekten Resul-i Ekrem Sallallahualeyhivesellem, «Eğer siz halifeliği Ebu Bekir´e verirseniz, O´nu bedeninde zayıf, dini hakkında İse kuvvetli görürsünüz. Eğer devlet idaresini Ömer´e verirseniz, O´nu hem bedenen güçlü ve hem de dinde kuvvetli görürsünüz. Eğer Ali´yi halife yaparsanız, O´nu hidayete ulaşmış, hidayete götüren ve sizinle hidayet yoluna sülük eder bulursunuz.»[433] Yahut Peygamber Aleyhisselâm´m buyurduğu gibi. Sonra Hazret-i Ömer´in O´nu şûra meclisine sokması, daha sonra sahabilerin seçkin şahsiyetleri onun halifeliğine ittifakla karar verip kendisine biat ettiklerinden onun işinin gizli kalmış bir tarafı kalmamıştır ki, «Bununla onun ehline zem lâhik olması caizdir» diyen kimseyi tasvip eden mazur görülsün. Çünkü o, öyle bir cehalettir ki, ancak iğfal etmek veyahut din emrini düşünmeyi terketmekten dolayı cehle muhtemel olur. Tevfik Allah´tandır.
Sonra eğer merfu olan haber sabit olmuş ise ki, Resûl-i Ekrem Sal-lallahualeyhivesellem, «Benim ümmetimden iki sınıfa, şefaatim ulaşmaz : Kaderiye ve Murcie»[434] buyurmuştur, «Gerçekten Murcie´ye yetmiş dille lanet edilmiştir.» diye rivayet edilen (Allah-u a´lem) sözü iki yönden değerlendirilir :
Birincisi : Onunla Kaderiyye´de toplanan şeyle cebriyelerin murad edilmesi. Onların her ikisi de karşılıklı bulunan iki sözdür ki, zem hakkında varid olan haber, her ikisini bir arada cemetmiştir. O, da şudur : Gerçekten Kaderiyye, fiilleri mahlûkat yaratır ve fiillerin yaratılmasında Allah´ın iradesinin ve tedbirinin hiç bir dahli yoktur diyorlar. Cebriy-ye ise, fullerin yaratılması işini Allah´a havale edip kulun fiilleri yaratılmasında asla ve kafa bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh, Cebriyye her çirkin ve mezmum[435] olanı Allah´a hamletti. Allah-u Teâlâ´nm fiilinin vasfı bunun olmasından Allah, yücedir berî ve münezzehtir. Kaderiyye ise, fiülerin yaratılışını, onun hakkındaki cehaletleri sebebiyle nıah-lûkata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz, «kulların kendilerinden meydana gelen şeye göre fullerinin olması, olduğu had üzere de Allah´ın fiilleri yaratmış olduğunu» ifade etmektedir. Tevfik Allah´tandır.
Kaderiyye´nin görüşleri ve kendileri hakkında geçen konularda bilgi verilmiştir.
İkincisi : Onun faalin, fiilinde o husus hakkında durmasından failin halinin bulunduğu şey hakkında olması. Tıpkı Haşeviyye´nin Mümin hakkında ve kendisinde istisnanın bulunduğunu ifade ettiği gibi. Bilinir ki, gerçekten ircâ´m manâsı, cevap vermekte duraklamak ve bakıp düşünmeğe mühlet vermek demektir. Sonra iman hakkında kesin olarak bir şey demiyorlar. Bilakis istisna ediyorlar. İstisna da irca (tehir) dir. Bu husus, bazı haberlerde zikredilmiştir. Fakat sahih olduğuna dair delil getirmiyor, Aklen ise, ircânın manâsı, açıklanmıştır ki, o da, onların fulleri olan bir işte durmadır. Mu´tezile´nin, büyük günah sahibi olanın mümindir yahut kâfirdir demekte bir şey söylemeden durulması hususundaki sözü, yani gerçekte imtihan edilen mahlûkatın mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılması ve münafık olarak da üçüncü kısmın oluşturulması ile beraber, Mu´tezile´nin böyle söylemesi zahirde onlarla beraber, Batında ise, şunlarla beraber olmasındandır. Bunun üzerine zahirde onlara, dünyada dinler ehlinin bulundukları hükümlerle hükmedilmesini gerektirdiler´[436] Batında ise Ahıret işinden zahirdeki küfür işi ile bulundukları hükümlerle hükmedilmesinin gerektirdiğini öne sürdüler. Te\fik Allah´tandır. [437]
(Îmanın Yaratılması)
Sonra imanın yartılması hakkındaki bizimle, Haşeviyye´den bir zümrenin arasında geçen sözlerle beraber biz onu iman işini düşünen kimseye yeteri kadarını kulların fiillerinin yaratılması hakkındaki sözlerimizle beyan ettik. Gerçekten iman, bilinmiş veyahut bilinmemiş [438]olmaktan hali değildir. Eğer iman bilinmemiş olursa, onu hiç bir kimse bilmez. Bunun üzerine biz : «Kim ki, imanın yaratılmış olduğunu nefyederse, onun sözünün hiç bir manâsı yoktur» diyoruz. Çünkü delil yoiu ile dahi onu bilmeğe ulaşamayacak kadar bilmediği şeyin mahiyet ve hakikatini bilmeğe delil olarak Allah´ın onun üzerine şahit olacağı şey hakkında kılmadığı yaratıktır. O da sözün umumu hakkında ve Allah´tan gayrı olan her şeyin yaratılmış olduğuna hissedilmiş olanlarm delâlet etmesiyle bilinmektedir. O, yok iken sonradan var olmuştur. Allah-u Teâlâ´ya ve vasfolunduğu şeye gelince : Görünen âlemde onun gerçek olup var olduğunu ispat eden deliller vardır. Onu bilmemenin hiç bir vechi ve yönü yoktur. Bu hususta da, onu bilmemenin caiz olmaması ile beraber yaratık olarak kaldığının tesbiti1 vardır. Çünkü onun fiilinin emri gönderilen kitapların ve kendilerine gönderilen peygamberlerin şeriatının hepsinde Allah´tandır. Kullara islâm kanunlarının hepsinde onunla hitap edilmiştir. Mihnet ve meşakkatin carî olduğu ve teklifin vacip olduğu şeyin hakikatini bilmeden önce onun bilinmesi mümkün değildir. Bütün müjdeler onun üzerine gelmiştir. Ondan gafil kalma üzerine de vaîdler ve korkutulmalar varid olmuştur. Mahlûkatm anlamış olduğu şeye izafe ve isnad edilmesinde ihtilâf etmelerine rağmen, bütün islâm ümmeti o husus üzere ittifak etmişlerdir. Bunun üzerine imanın malum clduğu sabit olur. Sonra -çünkü o bilinmiştir- herkesin imanın ezelde yok olup sonradan var olmakla[439] vas-folunımasmdan hali değildir. Eğer onun ezelde var olması ile vasfolunr ması gerekirse, aklen reddedilmesi ve naklî delille de mümkün olmamasını icabeden hususla vasfolunması gerekir. Çünkü bir kimsenin imanının var olmazdan önce kendi fiili olması mümkün değildir. Delil ise, onun kulda olması, kendisi ile emredilmesi, onu terketmeden nehyedilme, İman edene mükâfat verileceği hususunda vaadin gelmesi, ondan yüz çevirene azap verileceği hakkında vaîd olmasıdır. Bunların hepsinin fiilin gayrinde olması mümkün değildir. Sonra Kur´ân-ı Kerim´de iman edenler hakkında haberlerin varid olması, kendisine amel denmesi, O´na sahip olana kendi isminin verilip mümin denmesi... bu hususta makul olan onun Allah´ın birliğine şahadet etmiş ve Allah´ın peygamberlerine iman etmşi ve ona itikat etmiş olması da delil teşkil etmektedir. İşte bu da kulun fiilidir. Eğer o fiili olmamış olsaydı kendisinin meydana getirilmesinde hiç bir rolü olmayan hususlardan kendisinin olan, diğerlerinin herkesin yanında yaratma olurdu. Eğer fiili olsaydı, buna göre bunu söyleyenlerin katında gerçekten kulun fiilinin hepsi mahlûk olurdu. Biz bunu geçen konularda açıkladık. Binaenaleyh ona göre iman etmek lâzım gelir. Bilakis Allah´ın, kulların s-air fiillerinin yaratıcısı olmakla vasfolunması daha doğrudur. Çünkü o, Allah´ın fiillerinin en üstün ve yücesi olanıdır. Âlemlerin Rabb´ini, pis ve adi olan eşyanın yaratıcısıdır, diye vasfetmek, güzel ve üstün vasıflı olan eşyayı yaratmaktan berî ve münezzehtir, demek doğru değil ve haktan uzaktır. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk´ı bununla vas-feden kimse, Mecûsi ve dinsizlerden daha şerirdir. Çünkü Mecûsi ve dinsizler, hayır olanların yaratılmasını Allah´a isnad ettiler. Şer olanlann yaratılmasım da Allah´a izafe etmeği nefyettiler. Onlar ise[440] Allah´tan hayır olanların en üstünü olan imanın yaratılmasını nefyetmediler. Bununla beraber onların içinde hayırlı olanların hepsinin iman olduğunu görenler de vardır. Fakat Allah´ın imanı yarattığı görüşünde değildir. Onun «Allah her şerrin yaratıcısıdır.» sözüne göre Allah, hayrın yaratıcısı elbette değildir. Yüce olan Allah, bu vasıftan berî ve münezzehtir.
Sonra, mahlûkatm bümesinin yolu, naklî delil olup, aklın ondan nasibi olmamasından veyahut mahlûkatm bilinmesinde yolun aklî delil olmasından hali kalmaz. Mahlûkatm bilinmesi, aklın dahli olmaksızın naklî delil ile elde edilirse, buna göre mutlak olarak ifade edilmek suretiyle Al-îah-u Teâlâ´nın «îşte bu sıfatlara sahip olan Rabb´in Allah´tır. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Herşeyi yaratan odur...»[441] kavl-i celîli ile imanın mahlûk olduğunu söylemek vacip olur. Çünkü iman, Allah´ın gayri olan bir şeydir. Allah´ın O´nu yarattığını söylemek vacip olur. Yahut amellerden olan şeyle yarattığını söylemek vacip olur. Yüce olan Allah, «Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.»[442] buyurmuştur. Siz maaâ-smı ifade eden zamirin fiili kastedilmesi iki zamirin gayri olan azalardan, «Sizi : Yaptıklarınızı» manâsını ifade eden zamirlerin yaratılması fiilini kasdetmek daha doğrudur. Cenab-ı Hak, «{ey müşrikler), sözü-nlisü ister gizli tutun, ister açığa vurun; (bu ikisi müsavidir) Çünkü O, (Allah) bütün kalblerin hükmünü bilir; bilmez mi O, (bütün varlıkları) yaratan (Şüphesiz gizliyi de bilir, aşikârı da) O lâtiftir; herşeyden haberdardır.»[443] buyuruyor. Binaenaleyh, O, evvelki ile şey olmanın tümüne dahildir, ikincisinde de amellerin cümlesine dahildir, . Gizli tutulan ve açığa vurulanlara da dahildir. Bununla beraber bazan da yaratmasına ismi ile işaret bulunmayan hususlardan göklerde ve yerde bulunanlarda bizim beyan ettiğimiz hususlar, ona da dahil olmuş olur. Bu hususu Cenab-ı Allah, «O, Allah´tır ki, göklerle yeri ve aralarında olanları Altı günde yarattı.»[444] kavl-i celîli beyan ediyor. Aralarında olanlardan biri olan iman da onun gibidir. Tevfik Allah´tandır.
Veyahut bilinmesinin yolu nakli delü olan mahlûkatm bilinmesinde aklın sahibi ve dahli olmasıdır. Böylece sanat ve yaratma eserlerinden diğer yaratıklarda bulunanların hepsinin imanda bulunan gibi olduğunu bilir. Binaenaleyh bakmak ve düşünmek yolundan onların aralarını cem-etmek vacip olur. Oysaki o, kulun hadis olduğundan dolayı, kulda sonradan meydana gelen hususlardandır. O yok iken sonradan var olması ile eşyanın yaratıldığını bilir.
Gerçekten biz, inkâr eden kimseye tasdikten, yahut ikrardan, yahut amellerin hepsinden, yahut da ikrar ve marifetten, yahut bunların benzerlerinden olmak üzere imanın hakikatından sorarız. Böylece onlardan her bir nev´e mukabil olan bir şeyi itiraf etmesi gerekir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bu hususta Resûl-i Ekrem Sallallahualeyhivesellemden bir hadis rivayet edilmiştir; buyuruyor ki : «Hakikaten Cenab-ı Allah, imanı yarattı; O´nu haya ve cömertlikle süsledi.»[445] Nebiyy-i Muhteremin (s.a.v.) «Gerçekten Allah, yüz rahmet yaratmıştır.» buyurduğu da rivayet edilir. İmana, rahmet denildiği bilinir. Binaenaleyh, Allah-u Teâlâ´nın yaratmış olduğu şeyde kendisine zıt olup reddeden ve kendisine uyan veyahut uymayan bir benzerinin olması vacip olur. Zıttı ve benzeri olanı da mahlûktur. Sonra o, kendisine sülük edilen bir yol, kendisi ile cezalanan bir din, seçilen bir. mezhep, ve itikat edilen bir dindir. Bunların hepsi de mahlûktur. Sonra yüce olan Allah, onun mislini bazen ağaçla, bazan görmek ve işitmekle, bazan hayat ile bazan temiz ve pâk olan yerle ve bazan da nûr saçan bir kandille verdi. Bunların hepsi de mahlûktur. İman da bunun gibidir. Sonra küfrün Örneğini de zikrettiğimiz şeylerin zıtları ile verdi ki, yaratılma ve hadis olmada hepsi bir arada toplu olarak görülürler. İman ve küfrün ikisi de bunun gibidir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra iman sahibi için güzeldir, hayırdır ve hidayettir. Vasfı bu olan her şey mahlûktur. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor : «... Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde güzelleştirdi...»[446] «... Henüz iman kalblerinize girmemiştir.»[447] «Ey şanlı Resul, kalbleriyle inanmadıkları halde ağızları ile «inandık» diyenlerle (münafıklarla) yahudilerden küfür içinde koşanlar seni üzmesin.»[448] Bu âyetlerin hepsi imanın fcalbde olduğnna delâlet etmektedir. O, O´nun fiilidir. Mahlûk olmayanın kalbde olması mümkün değildir. Sonra Cenab-t Allah, bunun hakkında kendi nefisleri için iddiada bulunan kavmin yalancı olduklarını açık seçik olarak beyan buyurmuştur. Eğer onların fiilleri olmamış olsaydı Allah onları elbetteki yalanlamazdı. Çünkü O, mevcuttur. Ancak o fiil, bakımından yok olur. Tevfik Allah´tandır. [449]
Mes´ele (Îmanda İstisnayı Terketmek)
Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bizim katımızda asıl olan şudur ki; iman, kesin olarak´ifade edilir, ve mutlak olarak onunla isim verilir. Kendisinde istisna terkedilir. Çünkü kendi varlığında toplanan hususlardan olan onun katında imanın tamamlanmasıdır ki, kendisinden istisna edildiği zaman manâ sahih ve doğru olmaz. Onun, umumdaki emri buna göredir. Tıpkı şöyle demesi gibi : «Allah´tan başka ilâh olmadığına inşaallah şahadet ederim.» Yahut «Allah´tan başka ilâh olmadığına şahadet ederim, inşaallah.» Veyahut «Muhammed´in Allah´ın Resulü olduğuna şahadet ederim inşaallah.» Melekler, peygamberler, kitaplar ve öldükten sonra tekrar dirilmeğe ait olan şahadetteki istisnada böyledir. İsmet ancak Allah´tandır.
Yine istisna edatı, söze katıldığı zaman konuşulan şeyin geçerli olmasını[450] engeller. Ne var ki onun ikrardan, ahş-veriş akitlerinden ve va-adlerden ve daha başka benzerlerinden olan hariç olur. İmanın işi de buna göredir. Allah-u Teâlâ´nın şu âyet-i celüeleri de böylecedir : «Hiç bir şey hakkında da : Ben, bunu, muhakkak yarın yaparım söyleme, ancak sözünü, Allah´ın dilemesine bağlayarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (İnşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah´ı an...»[451] «Musa : «— în-şaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmiyeceğim dedi.»[452] İstisnadan sonra gelen söz, İstisna edatına yakın olduğu vakitte, ondan sonraki vasıf önce geçen söze katılmaz. Tevfik Allah´tandır.
Mahlûkatta zahir olan örf ve âdete göre gerçekten insanlar istisnayı ihata ve ilim yerinde kullanmazlar. Onu işiten kimse sözü çok büyütür. Tıpkı görülen ve hissedilen bir şeye işaret edilip istisna edildiği gibi. istisnayı insanlar sek ve zan ifade eden yerde kullanırlar. Allah-u Teâiâ ve Tekaddes Hazretleri «Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah´a ve Pey-ganıberi´ne iman etmişlerdir; sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda malları ile canları ile savaşmışlardır...»[453] kavl-i ce-lîli ile bu hususlardan kaçınılmasını emretmiştir. Yahut münafıkların şek ve şüphe ile vasfetmeleri ile korkutmuştur. İstisna, her «Ben zannederim ki», «Kendisi hakkında şek ve şüphe ederim», veyahut «sanırım» gibi ifade edilmesi caiz olmayan hususların hepsinde kullanılması caiz değildir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra gerçekten Allah Azze ve Celle Allah´a, Resulüne, Ahıret gününe iman eden kimselerin imanlarını deliller getirerek açıkladı. Binâenaleyh Cenab-ı Hak, «Peygamber (Aleyhisselâm) ve müminler, Habbesinden kendisine indirilen Kur´ân´a iman ettiler.»[454] buyurmuştur. Vacib Teâlâ, «Ey müminler, yahudi ve hristiyanlarm sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a. îb-rahim ve İsmail ve Ishak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa´ya, tsa´ya verilenlere (Kitaplara) ve bütün peygamberlere Rabb´i tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müslümanlarız.»[455] kavl-i celîli ile onu kesinlik ifade eden sözle methetti. Sonra Allah-u Teâlâ, ibadetlerden bir çoğunda iman ismi ile hitap buyurdu. Helâl ve haramlardan çoğunda da iman ile hitap buyurmuştur. Sonra hiç bir kimse yoktur ki, iman ismi ile helâl kılınmış olan şeyde veyahut kendisi ile emrolunan şeyde onun gerçekte helâl olan veyahut da emrolunanııı ismi olmadığını ve ondan murad edilen hususun gayrine yöneltildiğini zannederek o şeyin dışına çıkmış olsun. İsim vermekte de böyledir.
Sonra bu mevzuda asıl olan şudur ki, iman, in´âm ismi ile Allah´a nis-bet edilen hususlardandır. Tıpkı Allah-u Teâlâ´nın «Kendilerine, (fazlından ve ihsanından) nimet verdiği kimselerin (peygamberelrle velilerin) yoluna.»[456] kavl-i celîli gibi.
îman Cenab-ı Allah´ın «... Bilakis sizi imana muvaffak ettiği içjn size Allah minnet eder...»[457]kavl-i celîli ile, İman Allah ihsan, imtihan ile de isnad ettiler. Kalblerde süslemek, kalblere sevdirmekle de insan edilir. Cenab-ı Hakk, «... Fakat Allah size imanı sevdirdi. O´nu kalblerinizde süsledi.-.»[458] buyurur. Allah-u Teâlâ´nın, «... Eğer Allah´ın fazl ve rahmeti üzerinize inmeseydi, elbette kendini aldatmışlardan olurdunuz.»[459] kavl-i celîline göre de fazl ve rahmetle iman Allah´a isnad edilir. İstisna eden kimse, kendisinin sadık olduğunu, Allah´ın nimetinin büyüklüğünü ve Allah´ın kendisini rahmetle ihsan ettiğini bilmiş olmaktan veyahut bunları bilmemekten veyahut da onun gayri üzere olduğunu bilmekten hali kalmaz". Eğer onun gayri üzere olduğunu bilirse[460] o Allah´ın rahmetinden uzaklaşmıştır. Çünkü istisna, onun bilmediğini boş olarak iddia ettiği husus hakkında, şek ve şüpheden başka kendisine fayda vermez. Eğer söylediği şeyde doğru olduğunu bilmezse, Allah´ın kendisine olan in´ânı ve ihsanını da bilmezse, yazıklar olsun ona ki, Cehennem ateşine müstahak olmuştur. Çünkü O, Allah´ın nimetinin büyüklüğünü bilmemiş ve ona küfretmiştir.
Eğer onu bilirse gerçekten, şek ve şüphe etmenin, işitenler katında Allah´ın nimetini örtme, nimetlerine nankörlüktür. îşte bu da yok olmanın alâmeti ve kıtlık, bereketsizliğin sebebidir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra bizim nezdimizde asıl olan şudur ki; gerçekten istisna zahmet ve meşakkatten kurtulup çıkmak yerinde kullanılır. Bu öyle bir yerdir ki, onun için zahmet ve meşakkatten çıkma tahakkuk etmiş olsa, kendisine bu çıkış hiç bir faide sağlamaz. Bilakis ona Allah´ın gazap ve azabı lâzım olur. Eğer çıkma kendisinde gerçekleşmezse, kendisinin Allah´ın nimetine nankörlük ettiği sabit olur. Çünkü o nimetin Allah´ın ihsan ettiğini görüp ona şükretmez. Zira o onun velayetini kendisine icap etmiş ve karanlıktan aydınlığa çıkarmayı kendi nefsine isnad ve izafe etmiştir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra Mu´tezile, hariciler ve Haşeviyye mezheplerince dinde istisna, Özellikle imanda haktır. Mu´tezile ve Haricilere göre ise, onu idrak etmeden gıkar ve onu bilmeden icabet etmekten imtina eder. Böyle olduğu zaman o ebediyyen halini bilmez. Onun hakkı cahillik ile isim almaktır. Buna göre de, kendisine «iyi, muttaki, teiniz, pak ve Allah´a muti» demesini kimse dinlemez. Çünkü hazır olanların çeşitlerinden birinin veyahut tüm olarak hepsinin ismidir. Bu husus bulunduğunda istisnasız kendilerine iman ismi verilmez. Haşeviyyeler de böyledir. Zira onların nezdinde iman hakkındaki söz ve Övmeyi ifade eden isimlerin hepsi[461] hakkındaki söz birdir. İstisnasız onlardan başkası ile isim vermezler. Onun lâzım olması, onların mezhebinde istisnanın olmasından değildir. Sonra yüce olan Allah, Kur´ân-ı Kerim´in inuhteilf yerlerinde kesin isim vererek «Ey iman edenler» diye buyurmuştur. Emir, nehiy, vaad, vaîd, terğip ve terhipten kendisi ile hitap cari olan hususlardan bir şeye müstahik olması caiz değildir. Buna göre hitap da ^ varid olan Allah-u Teâlâ´nın âyetlerinin hepsi abes yerine çıkmış olur. Çünkü bütün mezheplerden hak olan, desin demesin bu söz kendi mezhebinde lâzım olmamasıdır. Tevfik Allah´tandır.
Eğer biri çıkar da derse ki, Cenab-ı Allah istisnayı şek ve şüphe yerinin gayrinde zikretmiştir. Buna göre o hususta istisna caiz olur. Sonra Allah-u Teâlâ´nın, «Andolsun ki Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak doğru gösterdi. Andolsun ki inşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olduğunuz halde korkmaksızm mutlaka Mescidi Harama gireceksiniz.»[462] buyurmuştur. Böyle diyen kimseye cevap veriliyor ki, bu husus sizin için değildir. Çünkü biz sizin mezhebinize göre şek ve şüphenin gerçekleşme hususunu beyan ettik. Sonra ihticac şek yerinden çıkma ile değildir. Siz böyle olsanız bile. Çünkü[463] Allah-u Teâlâ, kesin isim ile muhtelif yerlerde yakın ehli için zikretmiştir. Siz ise, istisnasız tamam olmaz dersiniz. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra denir ki : Allah-u Teâlâ, «zan», «belki», «ümit edilir ki», «olur ki» ve «korku», kelimelerini yakın ifade eden yerde zikretmiştir. Buna göre siz de soru anında «zannederiz», «korkarız», ve «ümit edilir ki», «belki» ve «onun gibisi» deyiniz. Kendisi hakkında örfün tabir ettiği[464] şeyle bu vacip olmadığı zaman her ne kadar yerler hakkında itriaz etti ise de bu hususlar için yakın olarak bilme hakkında «Belki sen» diye ifade etmek caiz olur. îstisnanm işi do böyledir. Sonra Allah´a ve Peygamber aleyhis-selâm´a istisna ile beraber iman etme hususunda zikrolunan şeylerin heo-Bine itiras ediyor; binaenaleyh bunu ifade etmek mümkün olmadığı vakitte onu vasfeden kimse kalbleriyle iman etmeyen kimseler hakkında söylemiş olur. Buna göre evvelki de böyledir. Allah´ın Resulü Saîlaliahu-aleyhivesellemden rivayet edilmiştir. Nebiyy-i Zkân, amellerin en efda-lından sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır : «Kendisinde şek ve şüphe olmayan iman, alman ganimette hilekârlık bulunmayan cihad, ve kabul olunmuş, hac»[465]Allah-u Teâlâ da şöyle buyurmuştur : «Müminler ancak o kimselerdir kî, Allah´a ve Peygamberi´ne iman etmişlerdir; sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişlerdir...»[466] Eğer Allah-u Teâlâ´nın, «... Andolsun ki İnşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarınızı tıraş etmiş" ve kısaltmış olduğunuz halde korkmaksızm mutlaka Mescidi Harama gireceksiniz.».kavimdeki hikmet nedir denirse, cevap olarak elenir ki : Bizim katımızda bu -onun hakikatini Allah daha iyi bilir- bir ka/* vecih üzere mütaîea edilir : Fakat o, gayrinin sözünü nakledip bildiren bir haberdir. Cenab-ı Allah, «Andolsun ki siz, eğer ben dilersem mutlaka girersiniz» dememiştir; fakat tnşaallah buyurmuştur ki onun başkasının sözü olduğu bilinsin. Sonra Allah-u Teâlâ´nın Resûlü´ne o´nu söylemesini ve vadettiği şeyi istisna etmesini bildirmiş olması muhtemeldir. Allah-u Teâlâ, muhakkak olarak şöyle buyuruyor : «Hiç bir şey hakkında da : «— Ben, bunu, muhakkak yarın, yaparım» söyleme. Ancak sözünü, Allah´ın dilemesine bağlıyarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (înşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah´ı an...»[467] «Andolsun ki muhakkak \mn yaparım», «Andolsun ki muhakkak siz girersiniz» deyimlerin manâları birdir. Fakat insanlar gerçek olan ve hak olan va´di bilsinler ve Allah´ın vaadi O´na mahsus mudur veyahut değil midir belli olsun diye istisna ile emretmiştir. Tıpkı insanların kadr-u kıymetini bilmeleri için danışmayı emrettiği gibi. Veyahut Allah-u Teâlâ kendisine oraya girmeyi izafe etmiş olduğu için. Hakikaten vaad, O´na mahsus veyahut onlardan baki kalan kimseye has idi. İstisna, muhatapların bazısının yok olmasından korkulduğu için veyahut Allah-u Teâlâ´nın «Andolsun ki, Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak doğru gösterdi.»[468] kavl-i celîlinde olduğu için. Sonra o, iki veçhe yönelir :
Birincisi : Re´y ve görüşün böylece istisnaya yaklaşmış bir söz olması. Bunun içindir ki, onun üzerine zikrolunmuştur. Çünkü Resûlüllah sallallahualeyhivesellem, kendisine açıklanmayan bir vakitte Mescidi Harama gireceğini, müslümanlara haber vermiş idi. Bunun için o hususta istisna etti ki, O, kendisinde şüphe olan her şey hakkında hak ve gerçektir. Yoksa kendisinde şüphe olan her şey hakkında hak ve gerçektir. Yoksa kendisinde şüphe olmayıp vukuu yakînen bilinen şey için değil, tıpkı bizim zikrettiğimiz gibi. Kim ki, dinini yakinen bilirse imanın haddini bilen kmselerden sadık olanı bilir ve onu da muhakkak yerine getirirse ona Allah´ın kendisine verdiği nimet için teşekkür ederim demesi gerekir.
Bunda ohususâ hepsinin iştiraki için bir paklama yoktur; ve kendisi ile emrolunduklan, haddinin bilinmiş olan ve onunla hitap yerlerini ve ona girmeyi yakinen bildiği için, ve gerçekten AUah-u Teâlâ, onlara o ismi verdiyse ona müstehak oldukları şey ile verdiğini bilmesi için. Bununla beraber Allah-u Teâlâ, halkın muamelâtından olan dinde zahir olan hükümleri ilzam etmesi ve insanlara lâzım olan hakları[469] insanların o hakları[470] yerine getirmeleri için, o hükümlerin izhar edilmesini kendilerine lâzım kıldığı hususlardan olan hukukun çeşitlerini kendilerine lâzım kıldığı için tezkiye etmiş değildir. Kuvvet ancak Allah´tandır. [471]
Bu Nüshada Metine Kattığım Mes´ele (Îman Ve Îslâm)
İslâm gerçekten incelendiğinde iman mıdır, yahut imanın gayri midir diye insanlar kelâm ettiler. îman gerçekten hayır iğler inin hepsinin ismidir diyenler, onu söyleyenlerin ihtilâflarına benzeyen bir ihtilâf şekil ile onun hakkında ihtilâf ettiler. Yoksa onların ihtilâflarının hiç bir anlam ve manâsı yoktur. Çünkü onlar Cenab-ı Allah´ın «Kim İslâm´dan başka bir din ararsa, O istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[472]
kavl-i celîli île ihticac ettiler. Her geyi tsîâmı kabul eder yaptılar. Binaenaleyh her hayır olan imandır; her makbul olan hayırdır. Her hayır olan da makbuldür. Hakikatte bunların ikisi bir şey olurlar; fakat onlar Kur´ân-ı Kerim´de varid olan Allah-u Zülcelâl´in «(Ganimet hevesi ile görünüşte imanı kabul eden bazı) Bedeviler : «— Biz, gerçekten iman ettik.—» dediler. (Ey Resûl´üm onlara) de ki : «— Siz kainlerinizle iman etmediniz, ancak biz (kılıç korkusundan ve islâm nimetinden faydalanmak için) müslüman göründük.—»[473] kavl-i kerîminin islâm ile imanın arasını tefrik etmesiyle delil getirerek her ikisinin arasını ayırt ettiler. Bunun üzerine onlara İslâm´dan olan haber ile Kur´ân-ı Kerîm izin verdi de, imandan haber vermelerini izin vermedi. Cebrail Aleyhisselâm´m Resulü Ekrem Sallallahualeyhiveselleme imandan sual sorduğu hususta böyle rivayet edildi. Cebrail Aleyhisselâm´m iman hakkındaki sualine Peygamber Aleyhisselâtüvesellâm şöyle cevap buyurdular: «(îman) Allah´a, Allah´ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahıret gününe, kadere ve hayır, şerrin kaderden olduğuna iman etmendir.» Sonra Cebrail, İslâm´dan sordu; bunun üzerine cevap olarak Nebiyy-i Muhterem şöyle buyurdu : «(İslâm) Allah´tan başka ilâh olmadığına şahadet etmen, namazı dosdoğru kılman, Zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve Beyti Şerifi (Kabe´yi Muazzamayı) ziyaret edip haccetmendir.» Birincide «Eğer ben bunu yaparsam ben müminim» ve ikincide de : «Ben müslü-manım», deyince Peygamber Aleyhisselâm.. «Evet, doğru söyledin.»[474] buyurdu.
Der kî : Kur´ân-ı Kerim, iman iîe islâm´ın her ikisinin arasını ayırt ettiği gibi sonra Hadis-i şerif, sonra o hususta Cebrâl´i tasdik buyurması, sonra da fiili ile olan hususun ismi ile şahadet etmesi, sonra Peygamber Aleyhisselâm´m Eshabı Kiram´a «Gerçekten bu Cebrail´dir, dininizi Öğretmek için size geldi.» buyurup haber vermesi, iman ile islâm´ın arasını ayırt etmiştir. Gökyüzü ve´yeryüzünün en emin olanlarının iman ile islâm´ın arasını ayırt etmesi işini öğretmek için toplanmaları muhtemel değildir. Bu mesele için toplandıkları da doğru ve gerçektir. Öyle ise her ikisinin arasının ayırt edildiği sabit olur.
Sonra «iman, islâm´da tasdik etmekten başka bir şey değildir.» diyenler ihtilâf ettiler. Onlardan bu hususa muvafakat eden kimse vardır.
Fakat islâm´ı, yakınlıktan zahir olan hususa isim kılmakta ve âyet ve Hadis-i şerifin hükmünden zikrettiğim hususu delil göstererek imanı da hasseten tasdik için isim yapmakta değil, çünkü o, bedevilere zahirî olarak islâm ismi verilmesine izin vermiştir; iman isminin verilmesine izin vermemiştir. Çünkü onların kalblerinde hakikatte bir şey yok idi. Haber de onun gibidir. Çünkü islâm, işlerin zahirine iman da, zikrolunan hususların tasdikine gönderilmiştir. Bilakis onlar, islâmı, zahirî ve batınî olanların hepsi üzerine hamletmelerdir. Binaenaleyh onlar, delil getirdikleri hususların hepsine muhalefet ettiler. Bununla beraber onlardan her biri kendisine iman sorulduğu zaman onu hayır olanların hepsine izafe ederek bütün hayır olanlar imandır der. Onların sözüne göre, onlar Kur´ân´m yerini ve onun hakkındaki emin olanların tefsirinden varid olan şeyi beyan etmekle Kur´ân´dan delil olarak ileri sürdükleri şeye muhalefet ettiler. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bize göre ise, iman ile islâm, her ne kadar lügat ve lafız itibariyle manâları birbirine muhalif iseler de, kendileri ile murad edîlen husus incelendiğinde din işinde birdir. Her ikisi, ifade ve lûgattaki manâdan birbirlerine muhalif oldukları içindir k, kâfirler kendilerine müs-lüman isminin verilmesini kabul etmekten kaçınırlar. Hiçbir kâfir yoktur ki, kendisine iman ismi verilmesinden kaçınmasın. Yahut islâm´ın müslümanlarm ismi olduğu bilindiğinden dolayı kâfirler onu kabul etmekten kaçınırlar. îmandan bilinen ise böyle değildir. Bunun içindir ki, islâm diyarı, küfür diyarı denir de, iman diyarı ve her ne kadar küfür, yalanlama ise de tekzip (yalanlama) diyarı denmez. Onunla isim verilmek de buna göredir.
Sonra dinde ne murad edildiğinin incelenmesi yönünden iman, yüce olan Allah´ın birliğini tasdik etmek için akıl ve eserlerin şahadet etmesinin ismidir. Gerçekten O, yaratılmıştır. Efrnir, bir işte yaratma hakkındadır. Onun hakkında hiç bir şüphe yoktur, islâm ise, kişinin, kendisini tamamiyle Allah´a teslim etmesidir. İbadette ortak koşmamak suretiyle ibadeti sırf Allah için yapmak ve herşeyin Allah için yapılmasıdır. Kendilerinden kasdedilen yoldan her ikisinin bir olduğu meydana çıkar. Ancak ne var ki birincisi; Allah´a iman etmek iledir; zikrettiğimiz hususlar da onun içindir. İkincisi ise : Zikrettiklerimizi Allah için kılmaktır. Bizim açıkladığımız hususlara Allah-u Teâlâ´nin «(Allah´a ortak koşanlarla, Allah´ı eşsiz tanıyanların durumuna dair) Allah, şöyle bir misal ver-migtir : (Köle) Bir adam ki, onun bir takım ortakları, (efendileri) var, (her biri kendisine ayrı ayrı şeyler emrederek) çekiştirip duruyorlar.
Başka bir (köle) adanı da, hususi olarak bir efendinin (yani ortağı yok). Hiç bu ikisinin hali bir olur mu »[475] Sehadet etmektedir.
Gerçekten müslüman´ın vasfı, bir adama mahsus olan, bir efendinin olan kimse ile varid olduğu fiili, kâfirin vasfı da bir takım ortakların inalı olup, her biri kendisine ayrı ayrı emir vererek çekiştirip durdukları kimsenin vasfı ile vasfedilmiştir.
Sonra bir grup insanlar, islâm lügatte, ihlâstır; dediler. Allah-u Te-âlâ´mn gu âyet-i celîleleri buna göredir; «İbrahim (Aleyhisselâm´a) Rabb´i: «— Benim emrime teslim ol» buyurduğu zaman, o şöyle demiştir : «— Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.»[476] «Ey müminler, yahudi ve hristi-yanlarm, sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve îshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere Musa´ya, İsa´ya, verilenlere (kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini, diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müsîümanlarız.»[477] kavl-i celîli de kulun kendisini ihlâsla Allah için kılması, o hususta Allah´a hiç bir kimseyi ortak kılmaz. O, yine bizim beyan ettiğimiz hususlara rücu eder. Bazı kimseler de diyorlar ki : İslâm, Allah´a boyun eğip teslim olmaktır. Bedevilerin «Biz nıüslüman gözüktük» demeleri işi de buna göredir. Ancak ne var İd o, Allah´a değil, müminlere teslim olup boyun eğmektir. Tıpkı yüce olan Allah, «Her halde onların (münafıklarla yahudilerin) yüreklerinde sizden olan korku, Allah´ınkin-den daha ziyadedir. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.»[478] buyurduğu gibi. Nitekim Cenab-ı Hak onları «... (Asker arastada çıkan) her gürültüyü (.korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar. Onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın...»[479] kavl-i celîli ve bunlardan başka Allah Resûlü´nün sahabilerinden münafıkların korkularını izhar ettiği hususlarla vasfetmiştir. Bunun içindir ki, münafıklar kalben inkâr ettikleri halde, Allah´a ve Resûlü´ne iman ettiklerini izhar ederlerdi. îslâm ise, yüce olan Allah´a boyun eğmek ve cevher ve hilkat itibariyle bulundukları hal üzere ihtiyarî olarak Allah a teslim olmaktır. îman da bu hususa tevcih edilmediğinden dolayı kendilerinden her ne kadar kendileri katında izhar etmişlerdi iseler de kendilerinden nefyedilmiştir. Çünkü onun hakkı ve yeri kalbdir. Dil ise ancak onu ifade edendir. Bunun içindir ki, imanları hususunda haberlerinde münafıkların yalancı olduklarını açığa vurmuştur Allah. Çünkü imanın hakikati kalbde olur. Onların kalblerinde ise, imandan bir eser yok idi. Onlara gayrini değil, onu söylemek sabit olur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra islâmm ve imanın,hakikati bizim anlattığımız hususlar olduğu vakit onlardan birinin hakikatte bulunup diğerinin hakikatte bulunmaması fasittir. Bunun iğindir ki, her ikisinin bir olduğu söylenir. Mutlak olarak ifade edilen ibare, isimden ise de elde etmekte bir olduğu söylenir. Bazan da «insan», «âdemoğlu», «adam» ve «falan» gibi birbirine muhalif oldukları gibi. îslânun manâsı, zahiri olarak iman ile muhtelif olduğu görülür. Fakat tahkik ve tetkik edildiğinde birisinin bulunması ile, diğerinin bulunması bakımından birdir. Ancak dille islâm hakkındaki vasfettiğim yönü müstesna. Allah-u a´lem.
Sonra asıl olan şudur ki; kişi imanın şartlarının hepsini yerine getirir, sonra müslüman olmaması yahut islâmm bütün şartlarını yerine getirip de mümin olması aklen çok uzaktır. Binaenaleyh hakikatte her ikisinin bir olduğu sabit olur. Şu husus, bilinen bir gerçektir ki : Onlardan birisi ile kendisine isim verilmesi mümkün olan kimseye, diğeri ile de isim verilmesi mümkün olur. Hakikaten dinlerin ihtilâf ettiği şey ancak itikattır. Ondan gayri fuller değildir. Var olmakla da her bilinen isim müstahik olur. Bunun içindir ki bizim söylediğimiz husus vacip olur. Yüce olan Allah «doğrusu Allah katında makbul olan din İslâm´dır.»[480] Ve «Kim islâm´dan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[481]buyurmaktadır. Öyle ise mümin kendisi i)e mümin olduğu sıfatla Allah katında makbul olan dini yerine getirmekten veyahut o dinin hepsini değil de bazısını yerine getirmekten veyahut da Allah´ın dini olan İslâmdan başkasını aramaktan hâli kalmaz. Eğer ikincisi, yani Allah´ın dininin hepsini değil de bazısını yerine getirirse, (Tıpkı bugünün müslümanları gibi) o kimse onunla dini aramamıştır. O, ancak dinin bazısını aramış ve talep etmiştir. Bu ise uzaktır. Bilakis onun gibisinin gerçekten kâfir olduğuna Allah-u Te-âlâ şehadet etmektedir.
Sonra gerçekten her kâfir olan, bg.zan, dinin bazısını yerine getirir de sonra da müslüman isminin verilmesi vacip olmuyor. Onunla zikrettiğim kimseye isim verilmiştir. Buna göre mlimin olanın dinin hepsini; yani, bütün icaplarını yerine getirdiği sabit olur. Eğer üçüncüsü söylerse; yani, Allah´ın katında makbul olan islâm dininin gayrini talep edip ararsa, o kimse müminlerin yerini cehennem yapmıştır ve peygamberlerin kendilerine iman etme hususunda getirdiklerinin hepsini iptal etmiştir. Sonra onunla müslüman olmaz. Çünkü dinlerden kendisinden kabul olunmayan şeyi yapmıştır. Binaenaleyh imanın dinde tam olarak mütalea edildiği sabit olur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra Cebrail aleyhisselârmn haberinde varid olan ihtilâf, ondaki ihtilâfın lâfızda olduğu rivayet ediliyor. İbn-i Ömer radıyallahuanhdan rivayet edilmiştir; Resûlüllah Saîlallahualeyhiveseîlemin imandan ve imanın esaslarından sorulduğu ve bunun üzerine islâmdan sorulduğunda da zikrettiği hususla cevap buyurduğu; binaenaleyh bu haber, evvelki haberin tefsiri olduğu tesbit ediliyor. Evvelki haber iki yöne hamlolunur : Ya Ravi sualdeki esasları işîtmemistir veyahut da kendisinden naklettiği kimsenin rivayetinde bu hususu işitmemiştir. Böylece de rivayet edilmiştir. Onun olduğunu ibni Ömer´in haberi teyid ediyor. Binaenaleyh evvelkinin miktarı kadar olmasının beklenmesi tabiidir ki, uzaktır. Onu ibni Ömer, Peygamber Aleyhisselâm ve Cebrail´den haber verdiği şeyle değil de, söylediklerinin gayri ile şehadeti iskat ettiğim teyid ediyor. Bazısının hakkı, bazısına reddedilmiştir. Onu kendi katında vaki olduğu üzere görüyorlar, ve ona göre rivayet ediyorlar. Bunu Peygamber Aleyhisselâm-dan rivayet edilenlerin basısında zikredilen husus teyid ediyor. Zira Ne-biyy-i Muhterem (s.a.v.) «Bu Cebrail´dir, size dininizi öğretmek için gelmiştir.»[482] buyurmuştur. Diğer bir rivayette ise «Size dininizin emrini öğretmesi için...» diye varid olmuştur. Bunun üzerine haberde «Dininizin emri...» Her ne kadar diğerince bilinmiyordu ise de bu ifade var idi. Evvelki haber de onun gibidir. İkincisi ise, onunla iktifa etmek iki yönden olur : Birincisi; gerçekten onlar, hakikatte müslüman olmayınca onun mümin olmasının yahut mümin olmadıkça müslüman olmasının caiz olmadığını biliyorlardı. Böylece gerçekten onun zahir olması için zikretmeğe ulaşmaktan dolayı o kadarının kâfi olduğunu gördüler. îkinci yönü ise; ikincisi onun nezdinde islâm fiillerini açıklamak olur ki, bir şeye sebebinin ismini ve kendisine muttasıl olan isimle ad vermekte mecaz olarak onun ismiyle rivayet etmiş olur. Sonra Kur´ân´m hükümlerinin cari olduğu şey ü^ere hakikatte ve incelendiği zaman her ikisinin bir olduğu sabit olur. Yüce olan Allah «Ey müminler,. Yahudi ve Hristiya.nların. sisi kendi denlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve Torunlarına indirilenlere, Musa´ya, İsa´ya verilenlere (Kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğer müslümanla-rız.—»[483] buyurarak onlara kendisi ile mümin oldukları islâm ismini lâzım kılmıştır. Yunus Sûresinde varid olan kavM celîlinde Cenab-ı Hak «Musa ´da kavmine şöyle dedi : «^ Ey Kavmim, Siz, gerçekten Allah´a iman ettiniz ise ve onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslimlerseniz artık Allah´a Teveccüh edin.—»[484] kavl-i celîli de onun gibidir ki, onları iman ettikleri şeyle müslüman yapmıştır. Allah´u Azze ve Celle; «İslâm´a girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Eu Resulüm, onlara) ele ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan, Allah; sizin başınıza kakar. Eğer (imanınızda) sadık kimse-lersenis.»[485] buyurmakla imanlarında sadık olurlarsa onu kendilerinde islâm kılmıştır. İşte böylece onunla müminler olurlar. Meleklerin «nihayet Lût´un memleketinde müminleri (Oradan) çıkardık (ki, kalan kâfirleri helak edelim.) Fakat bir evden başka orada müslüman da bulmadık.»[486] dediklerini Cenab-ı Allah, Kur´ân-ı Kerim´inde beyan buyurmuştur. Binaenaleyh Allah müslüman olanları müminler kılmıştır. Sonra böylece Cenab-ı Allah, bazan müjdelemeyi, imanı zikretmekle, bazan da islâmı zikretmek suretiyle beyan buyurmuştur. Binaenaleyh, hakikatte iman ile islâmm her ikisinin de bir olduğu sabit olmuştur. Allah´m Nebisinden (s.a.v.) «Cennet´e ancak imanlı olan kimse girer.»[487] buyurduğu rivayet edilmiştir. Ve yine Peygamber Aleyhisselâm, «Cennete ancak müslüman olan girer» diye de buyurmuştur. Sonra her müslüman´a mümin, ve her mümine de müslüman denmesi hiç bir ihtilâf ve niza vukubuimaksısın tevarüs edegelmiştir. Sonra İslâm´daki mezhep sahiplerinin hepsi, imandan çıkan kimsenin İslâm´dan da çıktığı ve böylece İslâm´dan çıkan kimsenin de îmandan çıktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra Ahıret hakkında bütün fırkalar arasında ehli islâm için oîan yerin ehli iman için olduğu ve şunlar için olan yerin, bunlar için de olduğu halikında ihtilâf yoktur. Cenab-ı Allah Mahlûkatı dünyada ve Ahurette böyle taksim etmiştir. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ «Sizi yaratan odur; öyle iken içinizden kimi kâfir oluyor, kimi mümin...»[488] buyurmuştur. Müslüman hakkında söz söyliyen kimsenin görüşü nedir Müslüman oîan, bu ikisinin hangisidir Yüce olan Allah Ktyamet gününde bir takım yüzler ak ve bir takım yüzler de kara olacak...»[489] buyurmuştur. Müslüman olan kimse hakkında sözü bu elan kimsenin görüşü nedir; Müslümanm yüzünün sıfatı, kıyamet günü nasıldır Yine AJlah-u Teâlâ, «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini samimiyetle Allah´a teslim ederse, muhakkak ki, O, en sağlam kulpa yapışmıştır.»[490] Ve «Ben gerçek müslümanlardamm deyip saîih amel işleyerek Allah´a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var »[491] buyurmuştur. Eğer o, «Ben müminlerdenim» derse, O´nun hali ne olur Cenab-ı Allah «Her kim de mümin olarak salih ameller işlerse artık O, no bir zulümden korkar, ne çiğnenmeden»[492] buyurmuştur. Tıpkı «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini tamamiyle Allah´a teslim ederse muhakkak ki O, en sağlam kulpa yapışmıştır...»[493] buyurduğu gibi.
Sonra bu sözün sahibine şöyle denir : Bu ismi Dünya ve Ahıret isi hakkında hüküm olarak ikisinden birinde gerçekleştirip diğerinden men-ediyor musun, yoksa etmiyor musun Eğer birine gerçekleştirip diğerinden menediyorsa o zaman kendisine «O nedir; iki yerden hangisine gider, Müslüman mıdır veyahut mümin midir » denir. Sonra dünyada ikisinden hangisi Ahmet´tir Sonra kul ile Rabb´i aras´.nda veyahut kul ile mahîûkat arasındaki hususta hangi hak iki isimden biri bulunduğunda^ kendisi için tahakkuk eder de diğerinin bulunduğu[494] zaman tahakkuk etmez Bunu _tahkik etmek için bir yol bulamaz. O zaman kendisine «isim, ikisinden biri ile bir iş için ad kılmmazsa, rnüsanuna, diğeri ile menolunur.» denir. Kendisine zararı gelecek husus ta böyledir. Bu takdirde evet sen iman ile islâmın arasında fark vardır, her ikisi de ayrı ayrı geyler-dir demekle hakkı örtmüş, batılı süsleyip iyi göstermiş olarak abesle iştigal etmiş oldun.
Sonra insanlar Peygamber Aleyhisselâm´ın zamanında, mümin, kâfir, münafık olmak üzere üç kısım idiler. Ne müslüman için ve ne de mümin için bunların dışında bir derece bulunuyordu. Bu hususta iman ile islâmın arasını tefrik edip ayrı ayrı şeylerdir demek, insanlardan ilk geçenlerin bulunduğu gey üzere muhalefet etmektir. Oysa ki, dinler ehlinin hepsi, islâm isminden kaçmışlardır. Eğer islâm onlarca bilinmemiş^ olsaydı ve onun manâsının ne olduğunu onların tabiatlarının neden kaçtıklarının bilinmemiş olsaydı onların kaçışlarının hiç bir anlamı olmazdı. Onların böyle isim verdiklerini peygamberler vasfetmişlerdir.
Mahlûkat nezdinde islâmın bilinmiş olduğu sabit olduğu zaman, kim ki, o´nu dinde zait olan bit* manâya veyahut iman üzerine zait olan manâya veyahut imandan noksan olan bir manâya sarfetmeyi kastederse, eğer imandan noksan olan bir manâya giderse iman olmaksızın islâm kılması vacip olur. Ve böylece islâmın hakikati ve o din ile tedeyyün etmesi de vacip olur. Sonra Mümin olmaz[495] eğer iman üzerine zait olursa imana çağırdıkları gey kadarmca kaçanların vukubulmamış olması her ne kadar O´nun müslüman olduğunu onlar için vasfolunmuyorsa da böyle olması vacip olur. Bu husus bulunduğu vakitte sabit olur ki, gerçekten onun manâsı, diğerinin[496] üzerine zait olmaz ve onsuz da kendisinin varlığı düşünülmez. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Allah´ın Resulü Sallellahualeyhivesellem «Kim ki dinini değiştirirse O´nu öldürün»[497] buyurmuştur. Sonra Allah-u Teâlâ, onun dinini beyan etmek üzere «... Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp ta Allah´a iman ederse, O muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur...»[498] buyurmuştur. Binaenaleyh «O, müslüman mıdır » denir. Eğer hayır müslüman değil derse, bu takdirde Allah´ın dinini değiştirmiş cîur. Eğer evet müslümandır derse; o, başka bir şeyle değil, iman fiili ile müslüman olur. Oysa ki bu haber dinin değiştirilmesi hakkındadır ve o, itikattan başka bir şey <>lmadığı bilinmektedir. Ve ondan muradın islâmdan ibaret olan dine rad olduğu bilinmektedir. Binaenaleyh onun haddi, hududu, miktarı bilindiği, onu tebdil edenin de bilindiği sabit olur. Eğer itikatsız olan fiiller bir olmuş olsaydı, herkesin her halinde o fiillerden her vakte yakın olarak fiiller olarak bulunduğu için dini tebdil etmiş olurdu. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra kendisine denilir ki : Bu babda islâmın tefsiri hakkında rivayet etmiş olduğun haberde zahir olan işler zikrolunmaktadır. Ve böylece münafıklar da müminlere zahir olan işlerde muvafakat etmektedirler. Onlar için şöyle denmiştir Kur´ân-ı Kerim´de : «... Ancak biz (kılıç korkusundan ve İslâm nimetinden faydalanmak için) müsîüman gözüktük deyin»[499] Binaenaleyh o, hakikatte islâm mıdır yahut değil midir Eğer o, hakikatte islâmdır derse Allah-u Teâlâ´mn «Doğrusu Allah katında makbul olan din, islâmdır...»[500]ve «... Bugün sizin için dininizi kemâle er-dirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak «îslâmı ihtiyar ettim...»[501] kavl-i celîlleri zikroiunan geyi yapmıgtır. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ´mn «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[502] ve «Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve Pyegamber´in hak olduğuna şe-hadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah, nasıl hidayete ulaştırır Allah, zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez»[503] kavl-i celîlleri ile vacip olur ki, o da, kendilerine «De ki, siz kaiblerinizle iman etmediniz. Ancak biz müslüman gözüktük deyin»[504] kavl-i celîli mucibince Peygamber´in onlara söylemesidir.
Münafıklar hakkındaki o şehadetin ve o fiillerin bulunduğuna dair gelen haber de aynıdır. Öyle ise, ihlâs sahibi olan müminler, islâmdan gayri olan bir din aramış ve Allah´ın kendilerinden razı olduğu hususu terketmiş ve münafıkların yapmış oldukları ile beraber olmuş olurlar ki, bu da çok uzaktır. Bunun üzerine gerçekten islâmın boyun eğme ve tam manâsiyle teslimiyet olduğu sabit olur. Amma, İslâmın hakikati ise, zahir olanlardan zikrolunan husus değil, hakikatte dînin ta kendisidir.
Bunun delili ise, onların zikrettikleri husus olan Allah-u Teâlâ´nm Hucu-rât Sûresinin sonundaki «(Bedeviler) İslama girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Ey Resulüm, onlara) de ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan Allah sizin başınıza kakar; eğer imanınızda sadık kimselerseniz.»[505] kavl-i celîlidir. Eğer islâm onların meydana koydukları şey olsaydı, nasıl[506]olur da Allah-u Teâlâ, «Eğer (imanınızda) sadık kimseler seniz»[507] buyurmuştur. Sonra o sözle Cenab-ı Allah onları müslüman kılmıştır. Tıpkı onların izhar ettikleri şeyle değil de imana hidayet olunmuş olsalardı dedüderi gibi. Binaenaleyh gerçekten imanın islâm olduğu sabit olur. Yine böylece[508] Allah-u Teâlâ; «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[509] buyuruyor. Sonra Cenab-ı Allah, o dinin islâm olduğunu beyan buyurarak şöyle buyuruyor37. Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve peygamberin hak olduğuna gehadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dînlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah nasıl hidayete erdirir »[510] Bu kavl-i celîli ile Cenab-ı Allah vasfettiği imanın gayrisini din olarak kabul buyurmadığmı zikretmiştir. Sonra onların islâm dinini, iman ettikten sonra küfürle değiştirici[511]olduklarını beyan buyurmuştur ki; islâm ile imanın bir şey olduğunu beyan buyurmuştur. Bununla beraber geçen mevzularda zikredilen Allah-u Teâlâ´nm «Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanlarm sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa´ya, İsa´ya verilenlere (kitaplara) ve bütün peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müslümanlarız»[512]
Bizim katımızda asıl olan odur ki : İsimler ancak kendilerinin lehinde, aleyhinde olarak meydana getirilen işlerle murad olundukları şey ve haklarında varid olan vaad ve vaîdler hususunda kasdolundukları şeyde sahiplerinin bilinmeleri için kılınmıştır. Sonra hiç bir kimse, isim bakımından kendisine zikrolunan ismin iktiza etmesi halinde, islâm dininin luüntesiplerinden olan kimse âyet-i kerimenin zikrettiği iman ve islâm isimlerinin cari olduğu husus hakkında muhayyer değildir. Binaenaleyh, iman il eislâmın hakikatlerinin bir olduğu ve uzaktan her ikisinin arasını ayırt edip, iman ile islâm ayrı ayrı şeylerdir diyen kimsenin bu hususu kendiliğinden uydurup icat etmiş olduğu sabit olur. Kuvvet ancak yüce olan Allah´tandır.
Allah´ın Selâtu Selâmı, efendimiz, seyyidimiz Muhammed Mustafa SalIellahualeyhiveseUem´a ve O´nun tertemiz, pâk âline ve ashabına olsun.
(İtikadda mezhebimizin imamı olan Allârne Ebu Mansur El-Matü-rîdî´niıı bu kıymetli ve nadide eserini tercüme etmeğe biz aciz kulunu muvaffak kılan yüce Allah´a hamd ü senalar olsun. Bizi ve bu kitabı okuyan din kardeşlerimizi aynı inanç ve itikad Üzere yaşatmasını, o minval üzere Ahıret´e irtihal edip Habibi, Edibi Muhammed Mustafa Sallellahuteâlâ-aleyhivesellemin ümmeti olarak hasretmesini ve O´nun büyük şefaatine nail kılıp Cennet nimetlerinin en büyüğü olan Cemâl-i bâkemâîini müşahede etmemizi jıasib kılmasını yüce Mevlâmız´dan niyaz ederiz. Amin.) [513]
İrcâ´ın tehir etme manâsına geldiği hususunda lûgatçüarın ittifak etmelerinden sonra kendilerine Murcie isimi verüenlerdeki ircâ´m manâsı hakkında ihtilâf olunmuştur. O, «Tehir etti, ona tehir ettirdi»[422] demesi buna göredir. Onlar, «Allah´ın emrini tehir ettiler» de dedi.
Haşeviyyeîer; «Hayır işlerinin hepsine iman ismini vermedikleri şeyle Murcielere isim verildi» dediler. Bu ise akim ve lisanın ihtimal dahilinde bulunmadığı hususlardandır. Lisan bakımından böyle olması, İrcâ´m tehir etme manâsına geldiğindendir. Bu ismin her hayır olana kendine has[423] ismi ile isimlendirilmesi hususunda ve umum ifade eden bu ismin men edilmesinde hiç bir vecih yoktur. Sonra bunun hakikatte hepsine isim olmak veyahut olmamaktan hali kalmaz. Eğer onun ismi olursa, kim bir şeye hakikatte ismi olanla, bilmemekle veyahut inat ederek isim vermekten kaçınır. Binaenaleyh bu isimle isim veren bir kimse yoktur. Öyle ise onların hali nedir ki, bütün mahlûkatm arasından özellikle kendilerine bu isim verildi. Eğer onunla, onlara isim vermek lâzım geliyorsa, bu ismi verenlerin kendilerine de verilmesi gerekir. Çünkü onlar, isim verdikleri zaman, onlara has olan is:mleri terkediyorlar. Böylece onlar, bu hareketleri ile bu isme müstehak oluyorlar. Sonra onların, iman hayır işlerinin bir araya gelip toplanmasının ismidir demeleri, bu isimi münferid olarak bulunan her hayır işine verilmeyi iptal eder. Bunun üzerine onlara bu husus lâzım gelir. Veyahut hakikatte onun ismi değildir. Kendi ismi olmayan şeyle isim verilmeyen kimseye isim vermenin bir yönü yoktur. Gerçekten o, kendince dinde mezmum olan isimle sadıkların sıfatı olur. Böylece Allah katında yalancıların derecesini yükseltmiş, sadık olanların derecesini de alçaltmış olur. Bu ise aklı selim sahibi olan kimsenin katında büyük bir hatadır.
Amma akla gelince : Akıl, eşyanın hakikatlerini ancak iki yönden idrak eder : Meydana getirilmiş olan şuurların meslek olarak yerine getirdikleri şeyle ki, onlar da duyu organlarıdır. Veyahut ta his ilmindeeve delilin ortaya çıkardığı husustaki düşünce ile. Onda hayır işlerine iman ismini vermeyen kimse hakkında ircâ´m (tehir veya havale etmenin) hakikatini düşünmekte meydana çıkarılan hususlardan bir şey yoktur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bilakis O, kendilerine şahit olmadan onu istisna ederek dinlerini tehir ettiklerinde onların mezhebidir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Mu´tezile diyor ki; Murcie büyük günahları geri bırakan kimselerdir. Çünkü onlar büyük günah sahiplerini ne cehenneme gönderirler ve ne de cennete.
Şeyh Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bu, onların söyledikleri şey, o amelleri terketme, (Allah´a havale etme)nin lâzım olmasında haktır; fakat zem ile rivayet edilen, eğer zem haberi sadık oldu ise, onlar için değildir. Hak ve doğru olan da budur. Bunun gibisi ile Ebu Hanife (r.h.) «tehir etmeği; Allah´a havale etmeği, kimden aldın » diye sorulunca, meleklerin fiilinden aldım diye cevap vermiştir. Çünkü onlara Allah tarafmdan «.,. Sonra eşyayı meleklere gösterip : «— Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklarsanız, bunların isimlerini bana haber verin.» buyurarak[424] meleklere hitap buyurdu. Vaktaki onlar, bilgileri olmadığı husustan soruldular, bu babdaki işi Allah´a havale ettiler. Büyük günah sahipleri için hak ve gerçek olan da böyledir. Çünkü onların öyle hayır işleri[425] vardır ki, onlardan biri eğer Allah tarafından kabul olunmuş olsa, şirkten başka olan günahların hepsini mahvedip yok eder. Binâenaleyh muhtemel değildir ki, o hayır işinin sahibi mahrum edilip cehennemde ebedi bırakılsın. Fakat onun işi Allah´a havale edüir. Allah dilerse onu affeder. O kimse fiili işlerken, Allah´ın düşmanlarına karşı gelip onların Allah´ın hududlarına tecavüz ettiğini bildiği ve Allah´ın dostlarına tazim ettiği vakit Allah´ı unutmamış olduğu zaman Allah´ın rahmetine ve mağfiretine çok muhtaç olduğu samanda Allah´ın onu fazlu ihsanından, rahmet ve mağfiretinden mahrum etmemesi ümit edilir. Tevfik Allah´tandır.
Çünkü Allah, (kendisinin tevbe edenleri bağışlayıcı, itaatkâr olanları sevindirici, müminlere merhamet edici olduğunu beyan buyurmuştur. O, dilerse onun günahlarına, kendisine ikram ettiği hasenatlarla mukabele eder da hasenatları günahlarına keffaret kılar. Nitekim Cenab-ı Allah, «... Doğrusu bu hasenat, küçük günahları mahveder...»[426] buyurmaktadır. Allah-u Zülcelâl vel-Kemal Hazretleri, başka bir âyet-i celîlede de «... Eğer siz, yasak edildiğiniz günahların büyüklerinden sakınırsanız, sizden diğer kabahatlerinizi örteriz...»[427] buyurmuştur. Cenab-ı Hak, günahları ve kabahatleri örtmek için vaadettigi nevileri[428] beyan buyurmuştur. Kuvvet ancak Allah´tandır^
Bu husus tıpkı Allah-u Zülcelâl´in «îşte bu sözü söyUyenler, Cennetliklerle beraber (Cennet´te) O seçkinlerdir ki, kendilerinden işledikleri güzel ameli kabul edeceğiz ve günahlarını bağışlayacağız. Bu onların va-dedilmiş bulundukları gerçek bir vaaddır.»[429] ve «iman edip de salih ameller işleyenlerin kendilerinden günahlarını mutlaka örteriz...»[430] kavl-i ce-lilelerinde ve bunların benzeri âyet-i celîlelerde buyurduğu gibi. Allah-u a´lem.
, Allah dilerse, günah sahibini ameli kadarmca cezalandırır. Kendisinde bulunan iyi ve güzel ameli kadar da[431] mükâfatlandırır. Çünkü Allah «Zira, kim zerre miktarı bir hasenat işlerse, onun mükâfatım görecek. Kim de zerre miktarı kötülük işlerse onun cezasını görecektir.»[432] buyurmaktadır. Bunlardan başka hayra karşı mükâfat, şerre karşı da ceza verileceğini beyan eden âyetler varid olmuştur. Her ne kadar sevabını fazlu ihsanından veriyor ise de bu husus cezalandırma hakkındaki adaletin vasfıdır. Tevfik Allah´tandır.
îrcâ´ın (Allah´a havale etmenin) bu nev´i haktır ve bunu söylemek de gerekir. Mu´tezile ise kendi nefsinin fiilini Allah´a havale etmiştir. Çünkü ona mümin ve kâfir demekten kaçınmıştır. Onun hakikatini bilmemesi Allah´a havale etmeği söylemesini gerektirmiştir. Fakat o, fiilinin hakikatini bilmediği için özürlü sayılmaz. Evvelkisi, Allah-u Teâlâ´nm yapacağı şeyin hakikatini bilmemektir. O, çünkü ancak işitmekle bilinir. Kesinlikle bir şeyi söylenmesini ifade eden şey gelmeyince o şey lâzım olur.
Bazıları Murcie Ali bin Ebî Tâlib, ve onunla beraber olanlarla, sonradan kendisinden ayrılan haricilerin işini tehir edenler, Allah´a havale edenlerdir dediler. Eğer ircâ´m yeri tehir etme veya Allah´a havale etmeden onların, hakkında konuşmayı" durdurmayı murad ettilerse bunun için gayrinden bir manâ yoktur. Eğer onunla mezmum olan tehir etmeyi murad ettilerse o yakındır. Çünkü hiçbir kimse Hz. Ali´yi, Hazreti Ebu Bekir zamanında, kendisi için varid olan merfu hadisin delâlet etmesi ile beraber halife olmaya hak kazanma hususunda diğerleri ile bir ve eşit tutmamıştır. Gerçekten Resul-i Ekrem Sallallahualeyhivesellem, «Eğer siz halifeliği Ebu Bekir´e verirseniz, O´nu bedeninde zayıf, dini hakkında İse kuvvetli görürsünüz. Eğer devlet idaresini Ömer´e verirseniz, O´nu hem bedenen güçlü ve hem de dinde kuvvetli görürsünüz. Eğer Ali´yi halife yaparsanız, O´nu hidayete ulaşmış, hidayete götüren ve sizinle hidayet yoluna sülük eder bulursunuz.»[433] Yahut Peygamber Aleyhisselâm´m buyurduğu gibi. Sonra Hazret-i Ömer´in O´nu şûra meclisine sokması, daha sonra sahabilerin seçkin şahsiyetleri onun halifeliğine ittifakla karar verip kendisine biat ettiklerinden onun işinin gizli kalmış bir tarafı kalmamıştır ki, «Bununla onun ehline zem lâhik olması caizdir» diyen kimseyi tasvip eden mazur görülsün. Çünkü o, öyle bir cehalettir ki, ancak iğfal etmek veyahut din emrini düşünmeyi terketmekten dolayı cehle muhtemel olur. Tevfik Allah´tandır.
Sonra eğer merfu olan haber sabit olmuş ise ki, Resûl-i Ekrem Sal-lallahualeyhivesellem, «Benim ümmetimden iki sınıfa, şefaatim ulaşmaz : Kaderiye ve Murcie»[434] buyurmuştur, «Gerçekten Murcie´ye yetmiş dille lanet edilmiştir.» diye rivayet edilen (Allah-u a´lem) sözü iki yönden değerlendirilir :
Birincisi : Onunla Kaderiyye´de toplanan şeyle cebriyelerin murad edilmesi. Onların her ikisi de karşılıklı bulunan iki sözdür ki, zem hakkında varid olan haber, her ikisini bir arada cemetmiştir. O, da şudur : Gerçekten Kaderiyye, fiilleri mahlûkat yaratır ve fiillerin yaratılmasında Allah´ın iradesinin ve tedbirinin hiç bir dahli yoktur diyorlar. Cebriy-ye ise, fullerin yaratılması işini Allah´a havale edip kulun fiilleri yaratılmasında asla ve kafa bir dahli olmadığını öne sürdü. Binaenaleyh, Cebriyye her çirkin ve mezmum[435] olanı Allah´a hamletti. Allah-u Teâlâ´nm fiilinin vasfı bunun olmasından Allah, yücedir berî ve münezzehtir. Kaderiyye ise, fiülerin yaratılışını, onun hakkındaki cehaletleri sebebiyle nıah-lûkata yükledi. Bu hususta ifade edilmesi gereken orta söz, «kulların kendilerinden meydana gelen şeye göre fullerinin olması, olduğu had üzere de Allah´ın fiilleri yaratmış olduğunu» ifade etmektedir. Tevfik Allah´tandır.
Kaderiyye´nin görüşleri ve kendileri hakkında geçen konularda bilgi verilmiştir.
İkincisi : Onun faalin, fiilinde o husus hakkında durmasından failin halinin bulunduğu şey hakkında olması. Tıpkı Haşeviyye´nin Mümin hakkında ve kendisinde istisnanın bulunduğunu ifade ettiği gibi. Bilinir ki, gerçekten ircâ´m manâsı, cevap vermekte duraklamak ve bakıp düşünmeğe mühlet vermek demektir. Sonra iman hakkında kesin olarak bir şey demiyorlar. Bilakis istisna ediyorlar. İstisna da irca (tehir) dir. Bu husus, bazı haberlerde zikredilmiştir. Fakat sahih olduğuna dair delil getirmiyor, Aklen ise, ircânın manâsı, açıklanmıştır ki, o da, onların fulleri olan bir işte durmadır. Mu´tezile´nin, büyük günah sahibi olanın mümindir yahut kâfirdir demekte bir şey söylemeden durulması hususundaki sözü, yani gerçekte imtihan edilen mahlûkatın mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılması ve münafık olarak da üçüncü kısmın oluşturulması ile beraber, Mu´tezile´nin böyle söylemesi zahirde onlarla beraber, Batında ise, şunlarla beraber olmasındandır. Bunun üzerine zahirde onlara, dünyada dinler ehlinin bulundukları hükümlerle hükmedilmesini gerektirdiler´[436] Batında ise Ahıret işinden zahirdeki küfür işi ile bulundukları hükümlerle hükmedilmesinin gerektirdiğini öne sürdüler. Te\fik Allah´tandır. [437]
(Îmanın Yaratılması)
Sonra imanın yartılması hakkındaki bizimle, Haşeviyye´den bir zümrenin arasında geçen sözlerle beraber biz onu iman işini düşünen kimseye yeteri kadarını kulların fiillerinin yaratılması hakkındaki sözlerimizle beyan ettik. Gerçekten iman, bilinmiş veyahut bilinmemiş [438]olmaktan hali değildir. Eğer iman bilinmemiş olursa, onu hiç bir kimse bilmez. Bunun üzerine biz : «Kim ki, imanın yaratılmış olduğunu nefyederse, onun sözünün hiç bir manâsı yoktur» diyoruz. Çünkü delil yoiu ile dahi onu bilmeğe ulaşamayacak kadar bilmediği şeyin mahiyet ve hakikatini bilmeğe delil olarak Allah´ın onun üzerine şahit olacağı şey hakkında kılmadığı yaratıktır. O da sözün umumu hakkında ve Allah´tan gayrı olan her şeyin yaratılmış olduğuna hissedilmiş olanlarm delâlet etmesiyle bilinmektedir. O, yok iken sonradan var olmuştur. Allah-u Teâlâ´ya ve vasfolunduğu şeye gelince : Görünen âlemde onun gerçek olup var olduğunu ispat eden deliller vardır. Onu bilmemenin hiç bir vechi ve yönü yoktur. Bu hususta da, onu bilmemenin caiz olmaması ile beraber yaratık olarak kaldığının tesbiti1 vardır. Çünkü onun fiilinin emri gönderilen kitapların ve kendilerine gönderilen peygamberlerin şeriatının hepsinde Allah´tandır. Kullara islâm kanunlarının hepsinde onunla hitap edilmiştir. Mihnet ve meşakkatin carî olduğu ve teklifin vacip olduğu şeyin hakikatini bilmeden önce onun bilinmesi mümkün değildir. Bütün müjdeler onun üzerine gelmiştir. Ondan gafil kalma üzerine de vaîdler ve korkutulmalar varid olmuştur. Mahlûkatm anlamış olduğu şeye izafe ve isnad edilmesinde ihtilâf etmelerine rağmen, bütün islâm ümmeti o husus üzere ittifak etmişlerdir. Bunun üzerine imanın malum clduğu sabit olur. Sonra -çünkü o bilinmiştir- herkesin imanın ezelde yok olup sonradan var olmakla[439] vas-folunımasmdan hali değildir. Eğer onun ezelde var olması ile vasfolunr ması gerekirse, aklen reddedilmesi ve naklî delille de mümkün olmamasını icabeden hususla vasfolunması gerekir. Çünkü bir kimsenin imanının var olmazdan önce kendi fiili olması mümkün değildir. Delil ise, onun kulda olması, kendisi ile emredilmesi, onu terketmeden nehyedilme, İman edene mükâfat verileceği hususunda vaadin gelmesi, ondan yüz çevirene azap verileceği hakkında vaîd olmasıdır. Bunların hepsinin fiilin gayrinde olması mümkün değildir. Sonra Kur´ân-ı Kerim´de iman edenler hakkında haberlerin varid olması, kendisine amel denmesi, O´na sahip olana kendi isminin verilip mümin denmesi... bu hususta makul olan onun Allah´ın birliğine şahadet etmiş ve Allah´ın peygamberlerine iman etmşi ve ona itikat etmiş olması da delil teşkil etmektedir. İşte bu da kulun fiilidir. Eğer o fiili olmamış olsaydı kendisinin meydana getirilmesinde hiç bir rolü olmayan hususlardan kendisinin olan, diğerlerinin herkesin yanında yaratma olurdu. Eğer fiili olsaydı, buna göre bunu söyleyenlerin katında gerçekten kulun fiilinin hepsi mahlûk olurdu. Biz bunu geçen konularda açıkladık. Binaenaleyh ona göre iman etmek lâzım gelir. Bilakis Allah´ın, kulların s-air fiillerinin yaratıcısı olmakla vasfolunması daha doğrudur. Çünkü o, Allah´ın fiillerinin en üstün ve yücesi olanıdır. Âlemlerin Rabb´ini, pis ve adi olan eşyanın yaratıcısıdır, diye vasfetmek, güzel ve üstün vasıflı olan eşyayı yaratmaktan berî ve münezzehtir, demek doğru değil ve haktan uzaktır. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk´ı bununla vas-feden kimse, Mecûsi ve dinsizlerden daha şerirdir. Çünkü Mecûsi ve dinsizler, hayır olanların yaratılmasını Allah´a isnad ettiler. Şer olanlann yaratılmasım da Allah´a izafe etmeği nefyettiler. Onlar ise[440] Allah´tan hayır olanların en üstünü olan imanın yaratılmasını nefyetmediler. Bununla beraber onların içinde hayırlı olanların hepsinin iman olduğunu görenler de vardır. Fakat Allah´ın imanı yarattığı görüşünde değildir. Onun «Allah her şerrin yaratıcısıdır.» sözüne göre Allah, hayrın yaratıcısı elbette değildir. Yüce olan Allah, bu vasıftan berî ve münezzehtir.
Sonra, mahlûkatm bümesinin yolu, naklî delil olup, aklın ondan nasibi olmamasından veyahut mahlûkatm bilinmesinde yolun aklî delil olmasından hali kalmaz. Mahlûkatm bilinmesi, aklın dahli olmaksızın naklî delil ile elde edilirse, buna göre mutlak olarak ifade edilmek suretiyle Al-îah-u Teâlâ´nın «îşte bu sıfatlara sahip olan Rabb´in Allah´tır. Ondan başka hiç bir ilâh yoktur. Herşeyi yaratan odur...»[441] kavl-i celîli ile imanın mahlûk olduğunu söylemek vacip olur. Çünkü iman, Allah´ın gayri olan bir şeydir. Allah´ın O´nu yarattığını söylemek vacip olur. Yahut amellerden olan şeyle yarattığını söylemek vacip olur. Yüce olan Allah, «Halbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.»[442] buyurmuştur. Siz maaâ-smı ifade eden zamirin fiili kastedilmesi iki zamirin gayri olan azalardan, «Sizi : Yaptıklarınızı» manâsını ifade eden zamirlerin yaratılması fiilini kasdetmek daha doğrudur. Cenab-ı Hak, «{ey müşrikler), sözü-nlisü ister gizli tutun, ister açığa vurun; (bu ikisi müsavidir) Çünkü O, (Allah) bütün kalblerin hükmünü bilir; bilmez mi O, (bütün varlıkları) yaratan (Şüphesiz gizliyi de bilir, aşikârı da) O lâtiftir; herşeyden haberdardır.»[443] buyuruyor. Binaenaleyh, O, evvelki ile şey olmanın tümüne dahildir, ikincisinde de amellerin cümlesine dahildir, . Gizli tutulan ve açığa vurulanlara da dahildir. Bununla beraber bazan da yaratmasına ismi ile işaret bulunmayan hususlardan göklerde ve yerde bulunanlarda bizim beyan ettiğimiz hususlar, ona da dahil olmuş olur. Bu hususu Cenab-ı Allah, «O, Allah´tır ki, göklerle yeri ve aralarında olanları Altı günde yarattı.»[444] kavl-i celîli beyan ediyor. Aralarında olanlardan biri olan iman da onun gibidir. Tevfik Allah´tandır.
Veyahut bilinmesinin yolu nakli delü olan mahlûkatm bilinmesinde aklın sahibi ve dahli olmasıdır. Böylece sanat ve yaratma eserlerinden diğer yaratıklarda bulunanların hepsinin imanda bulunan gibi olduğunu bilir. Binaenaleyh bakmak ve düşünmek yolundan onların aralarını cem-etmek vacip olur. Oysaki o, kulun hadis olduğundan dolayı, kulda sonradan meydana gelen hususlardandır. O yok iken sonradan var olması ile eşyanın yaratıldığını bilir.
Gerçekten biz, inkâr eden kimseye tasdikten, yahut ikrardan, yahut amellerin hepsinden, yahut da ikrar ve marifetten, yahut bunların benzerlerinden olmak üzere imanın hakikatından sorarız. Böylece onlardan her bir nev´e mukabil olan bir şeyi itiraf etmesi gerekir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bu hususta Resûl-i Ekrem Sallallahualeyhivesellemden bir hadis rivayet edilmiştir; buyuruyor ki : «Hakikaten Cenab-ı Allah, imanı yarattı; O´nu haya ve cömertlikle süsledi.»[445] Nebiyy-i Muhteremin (s.a.v.) «Gerçekten Allah, yüz rahmet yaratmıştır.» buyurduğu da rivayet edilir. İmana, rahmet denildiği bilinir. Binaenaleyh, Allah-u Teâlâ´nın yaratmış olduğu şeyde kendisine zıt olup reddeden ve kendisine uyan veyahut uymayan bir benzerinin olması vacip olur. Zıttı ve benzeri olanı da mahlûktur. Sonra o, kendisine sülük edilen bir yol, kendisi ile cezalanan bir din, seçilen bir. mezhep, ve itikat edilen bir dindir. Bunların hepsi de mahlûktur. Sonra yüce olan Allah, onun mislini bazen ağaçla, bazan görmek ve işitmekle, bazan hayat ile bazan temiz ve pâk olan yerle ve bazan da nûr saçan bir kandille verdi. Bunların hepsi de mahlûktur. İman da bunun gibidir. Sonra küfrün Örneğini de zikrettiğimiz şeylerin zıtları ile verdi ki, yaratılma ve hadis olmada hepsi bir arada toplu olarak görülürler. İman ve küfrün ikisi de bunun gibidir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra iman sahibi için güzeldir, hayırdır ve hidayettir. Vasfı bu olan her şey mahlûktur. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor : «... Fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde güzelleştirdi...»[446] «... Henüz iman kalblerinize girmemiştir.»[447] «Ey şanlı Resul, kalbleriyle inanmadıkları halde ağızları ile «inandık» diyenlerle (münafıklarla) yahudilerden küfür içinde koşanlar seni üzmesin.»[448] Bu âyetlerin hepsi imanın fcalbde olduğnna delâlet etmektedir. O, O´nun fiilidir. Mahlûk olmayanın kalbde olması mümkün değildir. Sonra Cenab-t Allah, bunun hakkında kendi nefisleri için iddiada bulunan kavmin yalancı olduklarını açık seçik olarak beyan buyurmuştur. Eğer onların fiilleri olmamış olsaydı Allah onları elbetteki yalanlamazdı. Çünkü O, mevcuttur. Ancak o fiil, bakımından yok olur. Tevfik Allah´tandır. [449]
Mes´ele (Îmanda İstisnayı Terketmek)
Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Bizim katımızda asıl olan şudur ki; iman, kesin olarak´ifade edilir, ve mutlak olarak onunla isim verilir. Kendisinde istisna terkedilir. Çünkü kendi varlığında toplanan hususlardan olan onun katında imanın tamamlanmasıdır ki, kendisinden istisna edildiği zaman manâ sahih ve doğru olmaz. Onun, umumdaki emri buna göredir. Tıpkı şöyle demesi gibi : «Allah´tan başka ilâh olmadığına inşaallah şahadet ederim.» Yahut «Allah´tan başka ilâh olmadığına şahadet ederim, inşaallah.» Veyahut «Muhammed´in Allah´ın Resulü olduğuna şahadet ederim inşaallah.» Melekler, peygamberler, kitaplar ve öldükten sonra tekrar dirilmeğe ait olan şahadetteki istisnada böyledir. İsmet ancak Allah´tandır.
Yine istisna edatı, söze katıldığı zaman konuşulan şeyin geçerli olmasını[450] engeller. Ne var ki onun ikrardan, ahş-veriş akitlerinden ve va-adlerden ve daha başka benzerlerinden olan hariç olur. İmanın işi de buna göredir. Allah-u Teâlâ´nın şu âyet-i celüeleri de böylecedir : «Hiç bir şey hakkında da : Ben, bunu, muhakkak yarın yaparım söyleme, ancak sözünü, Allah´ın dilemesine bağlayarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (İnşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah´ı an...»[451] «Musa : «— în-şaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir işine karşı gelmiyeceğim dedi.»[452] İstisnadan sonra gelen söz, İstisna edatına yakın olduğu vakitte, ondan sonraki vasıf önce geçen söze katılmaz. Tevfik Allah´tandır.
Mahlûkatta zahir olan örf ve âdete göre gerçekten insanlar istisnayı ihata ve ilim yerinde kullanmazlar. Onu işiten kimse sözü çok büyütür. Tıpkı görülen ve hissedilen bir şeye işaret edilip istisna edildiği gibi. istisnayı insanlar sek ve zan ifade eden yerde kullanırlar. Allah-u Teâiâ ve Tekaddes Hazretleri «Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah´a ve Pey-ganıberi´ne iman etmişlerdir; sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda malları ile canları ile savaşmışlardır...»[453] kavl-i ce-lîli ile bu hususlardan kaçınılmasını emretmiştir. Yahut münafıkların şek ve şüphe ile vasfetmeleri ile korkutmuştur. İstisna, her «Ben zannederim ki», «Kendisi hakkında şek ve şüphe ederim», veyahut «sanırım» gibi ifade edilmesi caiz olmayan hususların hepsinde kullanılması caiz değildir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra gerçekten Allah Azze ve Celle Allah´a, Resulüne, Ahıret gününe iman eden kimselerin imanlarını deliller getirerek açıkladı. Binâenaleyh Cenab-ı Hak, «Peygamber (Aleyhisselâm) ve müminler, Habbesinden kendisine indirilen Kur´ân´a iman ettiler.»[454] buyurmuştur. Vacib Teâlâ, «Ey müminler, yahudi ve hristiyanlarm sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a. îb-rahim ve İsmail ve Ishak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa´ya, tsa´ya verilenlere (Kitaplara) ve bütün peygamberlere Rabb´i tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müslümanlarız.»[455] kavl-i celîli ile onu kesinlik ifade eden sözle methetti. Sonra Allah-u Teâlâ, ibadetlerden bir çoğunda iman ismi ile hitap buyurdu. Helâl ve haramlardan çoğunda da iman ile hitap buyurmuştur. Sonra hiç bir kimse yoktur ki, iman ismi ile helâl kılınmış olan şeyde veyahut kendisi ile emrolunan şeyde onun gerçekte helâl olan veyahut da emrolunanııı ismi olmadığını ve ondan murad edilen hususun gayrine yöneltildiğini zannederek o şeyin dışına çıkmış olsun. İsim vermekte de böyledir.
Sonra bu mevzuda asıl olan şudur ki, iman, in´âm ismi ile Allah´a nis-bet edilen hususlardandır. Tıpkı Allah-u Teâlâ´nın «Kendilerine, (fazlından ve ihsanından) nimet verdiği kimselerin (peygamberelrle velilerin) yoluna.»[456] kavl-i celîli gibi.
îman Cenab-ı Allah´ın «... Bilakis sizi imana muvaffak ettiği içjn size Allah minnet eder...»[457]kavl-i celîli ile, İman Allah ihsan, imtihan ile de isnad ettiler. Kalblerde süslemek, kalblere sevdirmekle de insan edilir. Cenab-ı Hakk, «... Fakat Allah size imanı sevdirdi. O´nu kalblerinizde süsledi.-.»[458] buyurur. Allah-u Teâlâ´nın, «... Eğer Allah´ın fazl ve rahmeti üzerinize inmeseydi, elbette kendini aldatmışlardan olurdunuz.»[459] kavl-i celîline göre de fazl ve rahmetle iman Allah´a isnad edilir. İstisna eden kimse, kendisinin sadık olduğunu, Allah´ın nimetinin büyüklüğünü ve Allah´ın kendisini rahmetle ihsan ettiğini bilmiş olmaktan veyahut bunları bilmemekten veyahut da onun gayri üzere olduğunu bilmekten hali kalmaz". Eğer onun gayri üzere olduğunu bilirse[460] o Allah´ın rahmetinden uzaklaşmıştır. Çünkü istisna, onun bilmediğini boş olarak iddia ettiği husus hakkında, şek ve şüpheden başka kendisine fayda vermez. Eğer söylediği şeyde doğru olduğunu bilmezse, Allah´ın kendisine olan in´ânı ve ihsanını da bilmezse, yazıklar olsun ona ki, Cehennem ateşine müstahak olmuştur. Çünkü O, Allah´ın nimetinin büyüklüğünü bilmemiş ve ona küfretmiştir.
Eğer onu bilirse gerçekten, şek ve şüphe etmenin, işitenler katında Allah´ın nimetini örtme, nimetlerine nankörlüktür. îşte bu da yok olmanın alâmeti ve kıtlık, bereketsizliğin sebebidir. Tevfik Allah´tandır.
Sonra bizim nezdimizde asıl olan şudur ki; gerçekten istisna zahmet ve meşakkatten kurtulup çıkmak yerinde kullanılır. Bu öyle bir yerdir ki, onun için zahmet ve meşakkatten çıkma tahakkuk etmiş olsa, kendisine bu çıkış hiç bir faide sağlamaz. Bilakis ona Allah´ın gazap ve azabı lâzım olur. Eğer çıkma kendisinde gerçekleşmezse, kendisinin Allah´ın nimetine nankörlük ettiği sabit olur. Çünkü o nimetin Allah´ın ihsan ettiğini görüp ona şükretmez. Zira o onun velayetini kendisine icap etmiş ve karanlıktan aydınlığa çıkarmayı kendi nefsine isnad ve izafe etmiştir. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra Mu´tezile, hariciler ve Haşeviyye mezheplerince dinde istisna, Özellikle imanda haktır. Mu´tezile ve Haricilere göre ise, onu idrak etmeden gıkar ve onu bilmeden icabet etmekten imtina eder. Böyle olduğu zaman o ebediyyen halini bilmez. Onun hakkı cahillik ile isim almaktır. Buna göre de, kendisine «iyi, muttaki, teiniz, pak ve Allah´a muti» demesini kimse dinlemez. Çünkü hazır olanların çeşitlerinden birinin veyahut tüm olarak hepsinin ismidir. Bu husus bulunduğunda istisnasız kendilerine iman ismi verilmez. Haşeviyyeler de böyledir. Zira onların nezdinde iman hakkındaki söz ve Övmeyi ifade eden isimlerin hepsi[461] hakkındaki söz birdir. İstisnasız onlardan başkası ile isim vermezler. Onun lâzım olması, onların mezhebinde istisnanın olmasından değildir. Sonra yüce olan Allah, Kur´ân-ı Kerim´in inuhteilf yerlerinde kesin isim vererek «Ey iman edenler» diye buyurmuştur. Emir, nehiy, vaad, vaîd, terğip ve terhipten kendisi ile hitap cari olan hususlardan bir şeye müstahik olması caiz değildir. Buna göre hitap da ^ varid olan Allah-u Teâlâ´nın âyetlerinin hepsi abes yerine çıkmış olur. Çünkü bütün mezheplerden hak olan, desin demesin bu söz kendi mezhebinde lâzım olmamasıdır. Tevfik Allah´tandır.
Eğer biri çıkar da derse ki, Cenab-ı Allah istisnayı şek ve şüphe yerinin gayrinde zikretmiştir. Buna göre o hususta istisna caiz olur. Sonra Allah-u Teâlâ´nın, «Andolsun ki Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak doğru gösterdi. Andolsun ki inşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olduğunuz halde korkmaksızm mutlaka Mescidi Harama gireceksiniz.»[462] buyurmuştur. Böyle diyen kimseye cevap veriliyor ki, bu husus sizin için değildir. Çünkü biz sizin mezhebinize göre şek ve şüphenin gerçekleşme hususunu beyan ettik. Sonra ihticac şek yerinden çıkma ile değildir. Siz böyle olsanız bile. Çünkü[463] Allah-u Teâlâ, kesin isim ile muhtelif yerlerde yakın ehli için zikretmiştir. Siz ise, istisnasız tamam olmaz dersiniz. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra denir ki : Allah-u Teâlâ, «zan», «belki», «ümit edilir ki», «olur ki» ve «korku», kelimelerini yakın ifade eden yerde zikretmiştir. Buna göre siz de soru anında «zannederiz», «korkarız», ve «ümit edilir ki», «belki» ve «onun gibisi» deyiniz. Kendisi hakkında örfün tabir ettiği[464] şeyle bu vacip olmadığı zaman her ne kadar yerler hakkında itriaz etti ise de bu hususlar için yakın olarak bilme hakkında «Belki sen» diye ifade etmek caiz olur. îstisnanm işi do böyledir. Sonra Allah´a ve Peygamber aleyhis-selâm´a istisna ile beraber iman etme hususunda zikrolunan şeylerin heo-Bine itiras ediyor; binaenaleyh bunu ifade etmek mümkün olmadığı vakitte onu vasfeden kimse kalbleriyle iman etmeyen kimseler hakkında söylemiş olur. Buna göre evvelki de böyledir. Allah´ın Resulü Saîlaliahu-aleyhivesellemden rivayet edilmiştir. Nebiyy-i Zkân, amellerin en efda-lından sorulduğunda şöyle buyurmuşlardır : «Kendisinde şek ve şüphe olmayan iman, alman ganimette hilekârlık bulunmayan cihad, ve kabul olunmuş, hac»[465]Allah-u Teâlâ da şöyle buyurmuştur : «Müminler ancak o kimselerdir kî, Allah´a ve Peygamberi´ne iman etmişlerdir; sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişlerdir...»[466] Eğer Allah-u Teâlâ´nın, «... Andolsun ki İnşaallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarınızı tıraş etmiş" ve kısaltmış olduğunuz halde korkmaksızm mutlaka Mescidi Harama gireceksiniz.».kavimdeki hikmet nedir denirse, cevap olarak elenir ki : Bizim katımızda bu -onun hakikatini Allah daha iyi bilir- bir ka/* vecih üzere mütaîea edilir : Fakat o, gayrinin sözünü nakledip bildiren bir haberdir. Cenab-ı Allah, «Andolsun ki siz, eğer ben dilersem mutlaka girersiniz» dememiştir; fakat tnşaallah buyurmuştur ki onun başkasının sözü olduğu bilinsin. Sonra Allah-u Teâlâ´nın Resûlü´ne o´nu söylemesini ve vadettiği şeyi istisna etmesini bildirmiş olması muhtemeldir. Allah-u Teâlâ, muhakkak olarak şöyle buyuruyor : «Hiç bir şey hakkında da : «— Ben, bunu, muhakkak yarın, yaparım» söyleme. Ancak sözünü, Allah´ın dilemesine bağlıyarak (Allah dilerse yapacağım) söyle. (înşaallah demeyi) unuttuğun zaman Allah´ı an...»[467] «Andolsun ki muhakkak \mn yaparım», «Andolsun ki muhakkak siz girersiniz» deyimlerin manâları birdir. Fakat insanlar gerçek olan ve hak olan va´di bilsinler ve Allah´ın vaadi O´na mahsus mudur veyahut değil midir belli olsun diye istisna ile emretmiştir. Tıpkı insanların kadr-u kıymetini bilmeleri için danışmayı emrettiği gibi. Veyahut Allah-u Teâlâ kendisine oraya girmeyi izafe etmiş olduğu için. Hakikaten vaad, O´na mahsus veyahut onlardan baki kalan kimseye has idi. İstisna, muhatapların bazısının yok olmasından korkulduğu için veyahut Allah-u Teâlâ´nın «Andolsun ki, Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak doğru gösterdi.»[468] kavl-i celîlinde olduğu için. Sonra o, iki veçhe yönelir :
Birincisi : Re´y ve görüşün böylece istisnaya yaklaşmış bir söz olması. Bunun içindir ki, onun üzerine zikrolunmuştur. Çünkü Resûlüllah sallallahualeyhivesellem, kendisine açıklanmayan bir vakitte Mescidi Harama gireceğini, müslümanlara haber vermiş idi. Bunun için o hususta istisna etti ki, O, kendisinde şüphe olan her şey hakkında hak ve gerçektir. Yoksa kendisinde şüphe olan her şey hakkında hak ve gerçektir. Yoksa kendisinde şüphe olmayıp vukuu yakînen bilinen şey için değil, tıpkı bizim zikrettiğimiz gibi. Kim ki, dinini yakinen bilirse imanın haddini bilen kmselerden sadık olanı bilir ve onu da muhakkak yerine getirirse ona Allah´ın kendisine verdiği nimet için teşekkür ederim demesi gerekir.
Bunda ohususâ hepsinin iştiraki için bir paklama yoktur; ve kendisi ile emrolunduklan, haddinin bilinmiş olan ve onunla hitap yerlerini ve ona girmeyi yakinen bildiği için, ve gerçekten AUah-u Teâlâ, onlara o ismi verdiyse ona müstehak oldukları şey ile verdiğini bilmesi için. Bununla beraber Allah-u Teâlâ, halkın muamelâtından olan dinde zahir olan hükümleri ilzam etmesi ve insanlara lâzım olan hakları[469] insanların o hakları[470] yerine getirmeleri için, o hükümlerin izhar edilmesini kendilerine lâzım kıldığı hususlardan olan hukukun çeşitlerini kendilerine lâzım kıldığı için tezkiye etmiş değildir. Kuvvet ancak Allah´tandır. [471]
Bu Nüshada Metine Kattığım Mes´ele (Îman Ve Îslâm)
İslâm gerçekten incelendiğinde iman mıdır, yahut imanın gayri midir diye insanlar kelâm ettiler. îman gerçekten hayır iğler inin hepsinin ismidir diyenler, onu söyleyenlerin ihtilâflarına benzeyen bir ihtilâf şekil ile onun hakkında ihtilâf ettiler. Yoksa onların ihtilâflarının hiç bir anlam ve manâsı yoktur. Çünkü onlar Cenab-ı Allah´ın «Kim İslâm´dan başka bir din ararsa, O istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[472]
kavl-i celîli île ihticac ettiler. Her geyi tsîâmı kabul eder yaptılar. Binaenaleyh her hayır olan imandır; her makbul olan hayırdır. Her hayır olan da makbuldür. Hakikatte bunların ikisi bir şey olurlar; fakat onlar Kur´ân-ı Kerim´de varid olan Allah-u Zülcelâl´in «(Ganimet hevesi ile görünüşte imanı kabul eden bazı) Bedeviler : «— Biz, gerçekten iman ettik.—» dediler. (Ey Resûl´üm onlara) de ki : «— Siz kainlerinizle iman etmediniz, ancak biz (kılıç korkusundan ve islâm nimetinden faydalanmak için) müslüman göründük.—»[473] kavl-i kerîminin islâm ile imanın arasını tefrik etmesiyle delil getirerek her ikisinin arasını ayırt ettiler. Bunun üzerine onlara İslâm´dan olan haber ile Kur´ân-ı Kerîm izin verdi de, imandan haber vermelerini izin vermedi. Cebrail Aleyhisselâm´m Resulü Ekrem Sallallahualeyhiveselleme imandan sual sorduğu hususta böyle rivayet edildi. Cebrail Aleyhisselâm´m iman hakkındaki sualine Peygamber Aleyhisselâtüvesellâm şöyle cevap buyurdular: «(îman) Allah´a, Allah´ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, Ahıret gününe, kadere ve hayır, şerrin kaderden olduğuna iman etmendir.» Sonra Cebrail, İslâm´dan sordu; bunun üzerine cevap olarak Nebiyy-i Muhterem şöyle buyurdu : «(İslâm) Allah´tan başka ilâh olmadığına şahadet etmen, namazı dosdoğru kılman, Zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve Beyti Şerifi (Kabe´yi Muazzamayı) ziyaret edip haccetmendir.» Birincide «Eğer ben bunu yaparsam ben müminim» ve ikincide de : «Ben müslü-manım», deyince Peygamber Aleyhisselâm.. «Evet, doğru söyledin.»[474] buyurdu.
Der kî : Kur´ân-ı Kerim, iman iîe islâm´ın her ikisinin arasını ayırt ettiği gibi sonra Hadis-i şerif, sonra o hususta Cebrâl´i tasdik buyurması, sonra da fiili ile olan hususun ismi ile şahadet etmesi, sonra Peygamber Aleyhisselâm´m Eshabı Kiram´a «Gerçekten bu Cebrail´dir, dininizi Öğretmek için size geldi.» buyurup haber vermesi, iman ile islâm´ın arasını ayırt etmiştir. Gökyüzü ve´yeryüzünün en emin olanlarının iman ile islâm´ın arasını ayırt etmesi işini öğretmek için toplanmaları muhtemel değildir. Bu mesele için toplandıkları da doğru ve gerçektir. Öyle ise her ikisinin arasının ayırt edildiği sabit olur.
Sonra «iman, islâm´da tasdik etmekten başka bir şey değildir.» diyenler ihtilâf ettiler. Onlardan bu hususa muvafakat eden kimse vardır.
Fakat islâm´ı, yakınlıktan zahir olan hususa isim kılmakta ve âyet ve Hadis-i şerifin hükmünden zikrettiğim hususu delil göstererek imanı da hasseten tasdik için isim yapmakta değil, çünkü o, bedevilere zahirî olarak islâm ismi verilmesine izin vermiştir; iman isminin verilmesine izin vermemiştir. Çünkü onların kalblerinde hakikatte bir şey yok idi. Haber de onun gibidir. Çünkü islâm, işlerin zahirine iman da, zikrolunan hususların tasdikine gönderilmiştir. Bilakis onlar, islâmı, zahirî ve batınî olanların hepsi üzerine hamletmelerdir. Binaenaleyh onlar, delil getirdikleri hususların hepsine muhalefet ettiler. Bununla beraber onlardan her biri kendisine iman sorulduğu zaman onu hayır olanların hepsine izafe ederek bütün hayır olanlar imandır der. Onların sözüne göre, onlar Kur´ân´m yerini ve onun hakkındaki emin olanların tefsirinden varid olan şeyi beyan etmekle Kur´ân´dan delil olarak ileri sürdükleri şeye muhalefet ettiler. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Bize göre ise, iman ile islâm, her ne kadar lügat ve lafız itibariyle manâları birbirine muhalif iseler de, kendileri ile murad edîlen husus incelendiğinde din işinde birdir. Her ikisi, ifade ve lûgattaki manâdan birbirlerine muhalif oldukları içindir k, kâfirler kendilerine müs-lüman isminin verilmesini kabul etmekten kaçınırlar. Hiçbir kâfir yoktur ki, kendisine iman ismi verilmesinden kaçınmasın. Yahut islâm´ın müslümanlarm ismi olduğu bilindiğinden dolayı kâfirler onu kabul etmekten kaçınırlar. îmandan bilinen ise böyle değildir. Bunun içindir ki, islâm diyarı, küfür diyarı denir de, iman diyarı ve her ne kadar küfür, yalanlama ise de tekzip (yalanlama) diyarı denmez. Onunla isim verilmek de buna göredir.
Sonra dinde ne murad edildiğinin incelenmesi yönünden iman, yüce olan Allah´ın birliğini tasdik etmek için akıl ve eserlerin şahadet etmesinin ismidir. Gerçekten O, yaratılmıştır. Efrnir, bir işte yaratma hakkındadır. Onun hakkında hiç bir şüphe yoktur, islâm ise, kişinin, kendisini tamamiyle Allah´a teslim etmesidir. İbadette ortak koşmamak suretiyle ibadeti sırf Allah için yapmak ve herşeyin Allah için yapılmasıdır. Kendilerinden kasdedilen yoldan her ikisinin bir olduğu meydana çıkar. Ancak ne var ki birincisi; Allah´a iman etmek iledir; zikrettiğimiz hususlar da onun içindir. İkincisi ise : Zikrettiklerimizi Allah için kılmaktır. Bizim açıkladığımız hususlara Allah-u Teâlâ´nin «(Allah´a ortak koşanlarla, Allah´ı eşsiz tanıyanların durumuna dair) Allah, şöyle bir misal ver-migtir : (Köle) Bir adam ki, onun bir takım ortakları, (efendileri) var, (her biri kendisine ayrı ayrı şeyler emrederek) çekiştirip duruyorlar.
Başka bir (köle) adanı da, hususi olarak bir efendinin (yani ortağı yok). Hiç bu ikisinin hali bir olur mu »[475] Sehadet etmektedir.
Gerçekten müslüman´ın vasfı, bir adama mahsus olan, bir efendinin olan kimse ile varid olduğu fiili, kâfirin vasfı da bir takım ortakların inalı olup, her biri kendisine ayrı ayrı emir vererek çekiştirip durdukları kimsenin vasfı ile vasfedilmiştir.
Sonra bir grup insanlar, islâm lügatte, ihlâstır; dediler. Allah-u Te-âlâ´mn gu âyet-i celîleleri buna göredir; «İbrahim (Aleyhisselâm´a) Rabb´i: «— Benim emrime teslim ol» buyurduğu zaman, o şöyle demiştir : «— Kendimi âlemlerin Rabbine teslim ettim.»[476] «Ey müminler, yahudi ve hristi-yanlarm, sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve îshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere Musa´ya, İsa´ya, verilenlere (kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini, diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müsîümanlarız.»[477] kavl-i celîli de kulun kendisini ihlâsla Allah için kılması, o hususta Allah´a hiç bir kimseyi ortak kılmaz. O, yine bizim beyan ettiğimiz hususlara rücu eder. Bazı kimseler de diyorlar ki : İslâm, Allah´a boyun eğip teslim olmaktır. Bedevilerin «Biz nıüslüman gözüktük» demeleri işi de buna göredir. Ancak ne var İd o, Allah´a değil, müminlere teslim olup boyun eğmektir. Tıpkı yüce olan Allah, «Her halde onların (münafıklarla yahudilerin) yüreklerinde sizden olan korku, Allah´ınkin-den daha ziyadedir. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.»[478] buyurduğu gibi. Nitekim Cenab-ı Hak onları «... (Asker arastada çıkan) her gürültüyü (.korkularından) kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar. Onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın...»[479] kavl-i celîli ve bunlardan başka Allah Resûlü´nün sahabilerinden münafıkların korkularını izhar ettiği hususlarla vasfetmiştir. Bunun içindir ki, münafıklar kalben inkâr ettikleri halde, Allah´a ve Resûlü´ne iman ettiklerini izhar ederlerdi. îslâm ise, yüce olan Allah´a boyun eğmek ve cevher ve hilkat itibariyle bulundukları hal üzere ihtiyarî olarak Allah a teslim olmaktır. îman da bu hususa tevcih edilmediğinden dolayı kendilerinden her ne kadar kendileri katında izhar etmişlerdi iseler de kendilerinden nefyedilmiştir. Çünkü onun hakkı ve yeri kalbdir. Dil ise ancak onu ifade edendir. Bunun içindir ki, imanları hususunda haberlerinde münafıkların yalancı olduklarını açığa vurmuştur Allah. Çünkü imanın hakikati kalbde olur. Onların kalblerinde ise, imandan bir eser yok idi. Onlara gayrini değil, onu söylemek sabit olur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra islâmm ve imanın,hakikati bizim anlattığımız hususlar olduğu vakit onlardan birinin hakikatte bulunup diğerinin hakikatte bulunmaması fasittir. Bunun iğindir ki, her ikisinin bir olduğu söylenir. Mutlak olarak ifade edilen ibare, isimden ise de elde etmekte bir olduğu söylenir. Bazan da «insan», «âdemoğlu», «adam» ve «falan» gibi birbirine muhalif oldukları gibi. îslânun manâsı, zahiri olarak iman ile muhtelif olduğu görülür. Fakat tahkik ve tetkik edildiğinde birisinin bulunması ile, diğerinin bulunması bakımından birdir. Ancak dille islâm hakkındaki vasfettiğim yönü müstesna. Allah-u a´lem.
Sonra asıl olan şudur ki; kişi imanın şartlarının hepsini yerine getirir, sonra müslüman olmaması yahut islâmm bütün şartlarını yerine getirip de mümin olması aklen çok uzaktır. Binaenaleyh hakikatte her ikisinin bir olduğu sabit olur. Şu husus, bilinen bir gerçektir ki : Onlardan birisi ile kendisine isim verilmesi mümkün olan kimseye, diğeri ile de isim verilmesi mümkün olur. Hakikaten dinlerin ihtilâf ettiği şey ancak itikattır. Ondan gayri fuller değildir. Var olmakla da her bilinen isim müstahik olur. Bunun içindir ki bizim söylediğimiz husus vacip olur. Yüce olan Allah «doğrusu Allah katında makbul olan din İslâm´dır.»[480] Ve «Kim islâm´dan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[481]buyurmaktadır. Öyle ise mümin kendisi i)e mümin olduğu sıfatla Allah katında makbul olan dini yerine getirmekten veyahut o dinin hepsini değil de bazısını yerine getirmekten veyahut da Allah´ın dini olan İslâmdan başkasını aramaktan hâli kalmaz. Eğer ikincisi, yani Allah´ın dininin hepsini değil de bazısını yerine getirirse, (Tıpkı bugünün müslümanları gibi) o kimse onunla dini aramamıştır. O, ancak dinin bazısını aramış ve talep etmiştir. Bu ise uzaktır. Bilakis onun gibisinin gerçekten kâfir olduğuna Allah-u Te-âlâ şehadet etmektedir.
Sonra gerçekten her kâfir olan, bg.zan, dinin bazısını yerine getirir de sonra da müslüman isminin verilmesi vacip olmuyor. Onunla zikrettiğim kimseye isim verilmiştir. Buna göre mlimin olanın dinin hepsini; yani, bütün icaplarını yerine getirdiği sabit olur. Eğer üçüncüsü söylerse; yani, Allah´ın katında makbul olan islâm dininin gayrini talep edip ararsa, o kimse müminlerin yerini cehennem yapmıştır ve peygamberlerin kendilerine iman etme hususunda getirdiklerinin hepsini iptal etmiştir. Sonra onunla müslüman olmaz. Çünkü dinlerden kendisinden kabul olunmayan şeyi yapmıştır. Binaenaleyh imanın dinde tam olarak mütalea edildiği sabit olur. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra Cebrail aleyhisselârmn haberinde varid olan ihtilâf, ondaki ihtilâfın lâfızda olduğu rivayet ediliyor. İbn-i Ömer radıyallahuanhdan rivayet edilmiştir; Resûlüllah Saîlallahualeyhiveseîlemin imandan ve imanın esaslarından sorulduğu ve bunun üzerine islâmdan sorulduğunda da zikrettiği hususla cevap buyurduğu; binaenaleyh bu haber, evvelki haberin tefsiri olduğu tesbit ediliyor. Evvelki haber iki yöne hamlolunur : Ya Ravi sualdeki esasları işîtmemistir veyahut da kendisinden naklettiği kimsenin rivayetinde bu hususu işitmemiştir. Böylece de rivayet edilmiştir. Onun olduğunu ibni Ömer´in haberi teyid ediyor. Binaenaleyh evvelkinin miktarı kadar olmasının beklenmesi tabiidir ki, uzaktır. Onu ibni Ömer, Peygamber Aleyhisselâm ve Cebrail´den haber verdiği şeyle değil de, söylediklerinin gayri ile şehadeti iskat ettiğim teyid ediyor. Bazısının hakkı, bazısına reddedilmiştir. Onu kendi katında vaki olduğu üzere görüyorlar, ve ona göre rivayet ediyorlar. Bunu Peygamber Aleyhisselâm-dan rivayet edilenlerin basısında zikredilen husus teyid ediyor. Zira Ne-biyy-i Muhterem (s.a.v.) «Bu Cebrail´dir, size dininizi öğretmek için gelmiştir.»[482] buyurmuştur. Diğer bir rivayette ise «Size dininizin emrini öğretmesi için...» diye varid olmuştur. Bunun üzerine haberde «Dininizin emri...» Her ne kadar diğerince bilinmiyordu ise de bu ifade var idi. Evvelki haber de onun gibidir. İkincisi ise, onunla iktifa etmek iki yönden olur : Birincisi; gerçekten onlar, hakikatte müslüman olmayınca onun mümin olmasının yahut mümin olmadıkça müslüman olmasının caiz olmadığını biliyorlardı. Böylece gerçekten onun zahir olması için zikretmeğe ulaşmaktan dolayı o kadarının kâfi olduğunu gördüler. îkinci yönü ise; ikincisi onun nezdinde islâm fiillerini açıklamak olur ki, bir şeye sebebinin ismini ve kendisine muttasıl olan isimle ad vermekte mecaz olarak onun ismiyle rivayet etmiş olur. Sonra Kur´ân´m hükümlerinin cari olduğu şey ü^ere hakikatte ve incelendiği zaman her ikisinin bir olduğu sabit olur. Yüce olan Allah «Ey müminler,. Yahudi ve Hristiya.nların. sisi kendi denlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve Torunlarına indirilenlere, Musa´ya, İsa´ya verilenlere (Kitaplara) ve bütün Peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğer müslümanla-rız.—»[483] buyurarak onlara kendisi ile mümin oldukları islâm ismini lâzım kılmıştır. Yunus Sûresinde varid olan kavM celîlinde Cenab-ı Hak «Musa ´da kavmine şöyle dedi : «^ Ey Kavmim, Siz, gerçekten Allah´a iman ettiniz ise ve onun birliğine ihlâs ile teslim olmuş müslimlerseniz artık Allah´a Teveccüh edin.—»[484] kavl-i celîli de onun gibidir ki, onları iman ettikleri şeyle müslüman yapmıştır. Allah´u Azze ve Celle; «İslâm´a girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Eu Resulüm, onlara) ele ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan, Allah; sizin başınıza kakar. Eğer (imanınızda) sadık kimse-lersenis.»[485] buyurmakla imanlarında sadık olurlarsa onu kendilerinde islâm kılmıştır. İşte böylece onunla müminler olurlar. Meleklerin «nihayet Lût´un memleketinde müminleri (Oradan) çıkardık (ki, kalan kâfirleri helak edelim.) Fakat bir evden başka orada müslüman da bulmadık.»[486] dediklerini Cenab-ı Allah, Kur´ân-ı Kerim´inde beyan buyurmuştur. Binaenaleyh Allah müslüman olanları müminler kılmıştır. Sonra böylece Cenab-ı Allah, bazan müjdelemeyi, imanı zikretmekle, bazan da islâmı zikretmek suretiyle beyan buyurmuştur. Binaenaleyh, hakikatte iman ile islâmm her ikisinin de bir olduğu sabit olmuştur. Allah´m Nebisinden (s.a.v.) «Cennet´e ancak imanlı olan kimse girer.»[487] buyurduğu rivayet edilmiştir. Ve yine Peygamber Aleyhisselâm, «Cennete ancak müslüman olan girer» diye de buyurmuştur. Sonra her müslüman´a mümin, ve her mümine de müslüman denmesi hiç bir ihtilâf ve niza vukubuimaksısın tevarüs edegelmiştir. Sonra İslâm´daki mezhep sahiplerinin hepsi, imandan çıkan kimsenin İslâm´dan da çıktığı ve böylece İslâm´dan çıkan kimsenin de îmandan çıktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra Ahıret hakkında bütün fırkalar arasında ehli islâm için oîan yerin ehli iman için olduğu ve şunlar için olan yerin, bunlar için de olduğu halikında ihtilâf yoktur. Cenab-ı Allah Mahlûkatı dünyada ve Ahurette böyle taksim etmiştir. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ «Sizi yaratan odur; öyle iken içinizden kimi kâfir oluyor, kimi mümin...»[488] buyurmuştur. Müslüman hakkında söz söyliyen kimsenin görüşü nedir Müslüman oîan, bu ikisinin hangisidir Yüce olan Allah Ktyamet gününde bir takım yüzler ak ve bir takım yüzler de kara olacak...»[489] buyurmuştur. Müslüman olan kimse hakkında sözü bu elan kimsenin görüşü nedir; Müslümanm yüzünün sıfatı, kıyamet günü nasıldır Yine AJlah-u Teâlâ, «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini samimiyetle Allah´a teslim ederse, muhakkak ki, O, en sağlam kulpa yapışmıştır.»[490] Ve «Ben gerçek müslümanlardamm deyip saîih amel işleyerek Allah´a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim var »[491] buyurmuştur. Eğer o, «Ben müminlerdenim» derse, O´nun hali ne olur Cenab-ı Allah «Her kim de mümin olarak salih ameller işlerse artık O, no bir zulümden korkar, ne çiğnenmeden»[492] buyurmuştur. Tıpkı «Kim amelinde ihlâs sahibi olarak kendini tamamiyle Allah´a teslim ederse muhakkak ki O, en sağlam kulpa yapışmıştır...»[493] buyurduğu gibi.
Sonra bu sözün sahibine şöyle denir : Bu ismi Dünya ve Ahıret isi hakkında hüküm olarak ikisinden birinde gerçekleştirip diğerinden men-ediyor musun, yoksa etmiyor musun Eğer birine gerçekleştirip diğerinden menediyorsa o zaman kendisine «O nedir; iki yerden hangisine gider, Müslüman mıdır veyahut mümin midir » denir. Sonra dünyada ikisinden hangisi Ahmet´tir Sonra kul ile Rabb´i aras´.nda veyahut kul ile mahîûkat arasındaki hususta hangi hak iki isimden biri bulunduğunda^ kendisi için tahakkuk eder de diğerinin bulunduğu[494] zaman tahakkuk etmez Bunu _tahkik etmek için bir yol bulamaz. O zaman kendisine «isim, ikisinden biri ile bir iş için ad kılmmazsa, rnüsanuna, diğeri ile menolunur.» denir. Kendisine zararı gelecek husus ta böyledir. Bu takdirde evet sen iman ile islâmın arasında fark vardır, her ikisi de ayrı ayrı geyler-dir demekle hakkı örtmüş, batılı süsleyip iyi göstermiş olarak abesle iştigal etmiş oldun.
Sonra insanlar Peygamber Aleyhisselâm´ın zamanında, mümin, kâfir, münafık olmak üzere üç kısım idiler. Ne müslüman için ve ne de mümin için bunların dışında bir derece bulunuyordu. Bu hususta iman ile islâmın arasını tefrik edip ayrı ayrı şeylerdir demek, insanlardan ilk geçenlerin bulunduğu gey üzere muhalefet etmektir. Oysa ki, dinler ehlinin hepsi, islâm isminden kaçmışlardır. Eğer islâm onlarca bilinmemiş^ olsaydı ve onun manâsının ne olduğunu onların tabiatlarının neden kaçtıklarının bilinmemiş olsaydı onların kaçışlarının hiç bir anlamı olmazdı. Onların böyle isim verdiklerini peygamberler vasfetmişlerdir.
Mahlûkat nezdinde islâmın bilinmiş olduğu sabit olduğu zaman, kim ki, o´nu dinde zait olan bit* manâya veyahut iman üzerine zait olan manâya veyahut imandan noksan olan bir manâya sarfetmeyi kastederse, eğer imandan noksan olan bir manâya giderse iman olmaksızın islâm kılması vacip olur. Ve böylece islâmın hakikati ve o din ile tedeyyün etmesi de vacip olur. Sonra Mümin olmaz[495] eğer iman üzerine zait olursa imana çağırdıkları gey kadarmca kaçanların vukubulmamış olması her ne kadar O´nun müslüman olduğunu onlar için vasfolunmuyorsa da böyle olması vacip olur. Bu husus bulunduğu vakitte sabit olur ki, gerçekten onun manâsı, diğerinin[496] üzerine zait olmaz ve onsuz da kendisinin varlığı düşünülmez. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Allah´ın Resulü Sallellahualeyhivesellem «Kim ki dinini değiştirirse O´nu öldürün»[497] buyurmuştur. Sonra Allah-u Teâlâ, onun dinini beyan etmek üzere «... Artık kim, azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp ta Allah´a iman ederse, O muhakkak ki, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur...»[498] buyurmuştur. Binaenaleyh «O, müslüman mıdır » denir. Eğer hayır müslüman değil derse, bu takdirde Allah´ın dinini değiştirmiş cîur. Eğer evet müslümandır derse; o, başka bir şeyle değil, iman fiili ile müslüman olur. Oysa ki bu haber dinin değiştirilmesi hakkındadır ve o, itikattan başka bir şey <>lmadığı bilinmektedir. Ve ondan muradın islâmdan ibaret olan dine rad olduğu bilinmektedir. Binaenaleyh onun haddi, hududu, miktarı bilindiği, onu tebdil edenin de bilindiği sabit olur. Eğer itikatsız olan fiiller bir olmuş olsaydı, herkesin her halinde o fiillerden her vakte yakın olarak fiiller olarak bulunduğu için dini tebdil etmiş olurdu. Kuvvet ancak Allah´tandır.
Sonra kendisine denilir ki : Bu babda islâmın tefsiri hakkında rivayet etmiş olduğun haberde zahir olan işler zikrolunmaktadır. Ve böylece münafıklar da müminlere zahir olan işlerde muvafakat etmektedirler. Onlar için şöyle denmiştir Kur´ân-ı Kerim´de : «... Ancak biz (kılıç korkusundan ve İslâm nimetinden faydalanmak için) müsîüman gözüktük deyin»[499] Binaenaleyh o, hakikatte islâm mıdır yahut değil midir Eğer o, hakikatte islâmdır derse Allah-u Teâlâ´mn «Doğrusu Allah katında makbul olan din, islâmdır...»[500]ve «... Bugün sizin için dininizi kemâle er-dirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak «îslâmı ihtiyar ettim...»[501] kavl-i celîlleri zikroiunan geyi yapmıgtır. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ´mn «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve Ahırette de o, ebedi zarar çekenlerdendir.»[502] ve «Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve Pyegamber´in hak olduğuna şe-hadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dinlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah, nasıl hidayete ulaştırır Allah, zalimler topluluğunu hidayete eriştirmez»[503] kavl-i celîlleri ile vacip olur ki, o da, kendilerine «De ki, siz kaiblerinizle iman etmediniz. Ancak biz müslüman gözüktük deyin»[504] kavl-i celîli mucibince Peygamber´in onlara söylemesidir.
Münafıklar hakkındaki o şehadetin ve o fiillerin bulunduğuna dair gelen haber de aynıdır. Öyle ise, ihlâs sahibi olan müminler, islâmdan gayri olan bir din aramış ve Allah´ın kendilerinden razı olduğu hususu terketmiş ve münafıkların yapmış oldukları ile beraber olmuş olurlar ki, bu da çok uzaktır. Bunun üzerine gerçekten islâmın boyun eğme ve tam manâsiyle teslimiyet olduğu sabit olur. Amma, İslâmın hakikati ise, zahir olanlardan zikrolunan husus değil, hakikatte dînin ta kendisidir.
Bunun delili ise, onların zikrettikleri husus olan Allah-u Teâlâ´nm Hucu-rât Sûresinin sonundaki «(Bedeviler) İslama girdiklerini senin başına kakıyorlar. (Ey Resulüm, onlara) de ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan Allah sizin başınıza kakar; eğer imanınızda sadık kimselerseniz.»[505] kavl-i celîlidir. Eğer islâm onların meydana koydukları şey olsaydı, nasıl[506]olur da Allah-u Teâlâ, «Eğer (imanınızda) sadık kimseler seniz»[507] buyurmuştur. Sonra o sözle Cenab-ı Allah onları müslüman kılmıştır. Tıpkı onların izhar ettikleri şeyle değil de imana hidayet olunmuş olsalardı dedüderi gibi. Binaenaleyh gerçekten imanın islâm olduğu sabit olur. Yine böylece[508] Allah-u Teâlâ; «Kim islâmdan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz...»[509] buyuruyor. Sonra Cenab-ı Allah, o dinin islâm olduğunu beyan buyurarak şöyle buyuruyor37. Kendilerine apaçık deliller gelmiş ve peygamberin hak olduğuna gehadet getirmişlerken (bu) imanlarından sonra dînlerinden çıkıp küfre sapan bir topluluğu Allah nasıl hidayete erdirir »[510] Bu kavl-i celîli ile Cenab-ı Allah vasfettiği imanın gayrisini din olarak kabul buyurmadığmı zikretmiştir. Sonra onların islâm dinini, iman ettikten sonra küfürle değiştirici[511]olduklarını beyan buyurmuştur ki; islâm ile imanın bir şey olduğunu beyan buyurmuştur. Bununla beraber geçen mevzularda zikredilen Allah-u Teâlâ´nm «Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanlarm sizi kendi dinlerine davetlerine karşı şöyle deyin : «— Biz Allah´a ve bize indirilen Kur´ân´a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa´ya, İsa´ya verilenlere (kitaplara) ve bütün peygamberlere Rabb´leri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ancak Allah´a boyun eğen müslümanlarız»[512]
Bizim katımızda asıl olan odur ki : İsimler ancak kendilerinin lehinde, aleyhinde olarak meydana getirilen işlerle murad olundukları şey ve haklarında varid olan vaad ve vaîdler hususunda kasdolundukları şeyde sahiplerinin bilinmeleri için kılınmıştır. Sonra hiç bir kimse, isim bakımından kendisine zikrolunan ismin iktiza etmesi halinde, islâm dininin luüntesiplerinden olan kimse âyet-i kerimenin zikrettiği iman ve islâm isimlerinin cari olduğu husus hakkında muhayyer değildir. Binaenaleyh, iman il eislâmın hakikatlerinin bir olduğu ve uzaktan her ikisinin arasını ayırt edip, iman ile islâm ayrı ayrı şeylerdir diyen kimsenin bu hususu kendiliğinden uydurup icat etmiş olduğu sabit olur. Kuvvet ancak yüce olan Allah´tandır.
Allah´ın Selâtu Selâmı, efendimiz, seyyidimiz Muhammed Mustafa SalIellahualeyhiveseUem´a ve O´nun tertemiz, pâk âline ve ashabına olsun.
(İtikadda mezhebimizin imamı olan Allârne Ebu Mansur El-Matü-rîdî´niıı bu kıymetli ve nadide eserini tercüme etmeğe biz aciz kulunu muvaffak kılan yüce Allah´a hamd ü senalar olsun. Bizi ve bu kitabı okuyan din kardeşlerimizi aynı inanç ve itikad Üzere yaşatmasını, o minval üzere Ahıret´e irtihal edip Habibi, Edibi Muhammed Mustafa Sallellahuteâlâ-aleyhivesellemin ümmeti olarak hasretmesini ve O´nun büyük şefaatine nail kılıp Cennet nimetlerinin en büyüğü olan Cemâl-i bâkemâîini müşahede etmemizi jıasib kılmasını yüce Mevlâmız´dan niyaz ederiz. Amin.) [513]