Welcome, Guest |
You have to register before you can post on our site.
|
|
|
Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi |
Posted by: SeliM35 - 08-31-2019, 10:11 PM - Forum: islami&Dini Genel Bilgiler
- No Replies
|
 |
Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi
Türkler, 6. yüzyıldan itibaren değişik bölgelerde, farklı alfabelerle yazılı dil yadigârları bırakmışlardır. Bu eserlerde din, alfabe, konu gibi farklılıkların yanında kullanılan malzemede de çeşitlilik vardır. Bunların bazıları taşlar üzerine, bazıları ağaç kütüklerine, bazıları derilere, kâğıtlara yazılmıştır.
ESKİ TÜRKÇE
Köktürkler döneminden itibaren yazılı metinlerle takip edilen ve gelişmesini 13. yüzyıla kadar tek yazı dili olarak sürdüren Türkçedir. Bu dönemde Türkçenin yayılma alanı ana hatlarıyla kuzeyde Yenisey ırmağı çevresinden ve Moğolistan’dan başlayıp Doğu Türkistan’ın güney sınırına; doğuda Mançurya’dan batıda Aral gölü ve Hazar denizine kadar olan bölgeyi içine alan Orta Asyadır. Eski Türkçe; Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerini içine alır. Birbirinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri kuran bütün Türkler, hangi boydan olurlarsa olsunlar hep bu yazı dilini kullanmışlardır.
Dil bilgisi yapısı bakımından Köktürk, Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri arasında önemsiz bir iki fark dışında değişiklik olmamakla birlikte bu dönemde birbirinin yerine geçen ve birbiri ardından kurulan Türk devletlerinde Türkçeye, devletin girdiği yeni medeniyet dairesinden yabancı kelimeler girmiştir. Meselâ, Köktürklerden sonra yeni bir medeniyet ve din arayışı içinde olan Uygur Türklerinin söz varlığında, Sanskritçe kelimeler, Budizm ve Manihaizme ait Türkçe kelimeler görülmektedir. Karahanlıların İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra ise Türkçeye, Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler girmiş, bunun yanında Türkçeden Müslümanlıkla ilgili yeni kelimeler (yapı bilgisinde değişikliğe gitmeden) türetilmiştir. Bunlar dışındaki söz varlığı ise ortaktır.
Kuzey – Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi
11. yüzyıla kadar Altaylardan Hazar ve Karadeniz’in kuzeyine, hatta Orta Avrupa ve Balkanlara doğru giden Türkler, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ve İran devletlerinin de ortadan kalkmasıyla 11. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak bugünkü Azerbaycan, İran üzerinden Anadolu’ya doğru yönelmeye başlamışlardır. Sonunda 13. yüzyılda Azerbaycan ve Anadolu yeni bir Türk yurdu hâline gelmiştir. Türklerin batıda Anadolu’ya, kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ve batısına kadar yayılmaları, buralarda yeni kültür merkezleri oluşturmaları, o bölge halkının ağzı ile eserler yazmaları sonucunda Türk yazı dili çeşitlenerek yayıldığı bölgelere göre biri Kuzey – Doğu Türkçesi, diğeri Batı Türkçesi ol*mak üzere iki kola ayrıldı. 13. yüzyılda Türkçenin ikinci bir yazı dili ortaya çıktığı için bu yüzyıl Türkçenin bir dönüm noktası olarak da değerlendirilir.
KUZEY – DOĞU TÜRKÇESİ
Orta Türkçe döneminde, Eski Türkçenin bir devamı olarak 13. ve 14. yüzyıllarda Orta Asya ile Hazar denizinin kuzeyindeki Türkler arasında kullanılan yazı dilidir. Eski Türkçenin bir çok izlerini taşımakla birlikte yeni Türkçenin özellikleri de yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştır.
Kuzey ve Doğu Türkçesi arasındaki farkların giderek artmasıyla bu yazı dili, 15. yüzyılda Kuzey Türkçesi ve Doğu Türkçesi olarak iki kolda gelişmesini sürdürmüştür:
a) Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi ve Tatar Türkçesi olarak da adlandırılan Kuzey Türkçesi, Hazar denizinin kuzeyinden batıya doğru yayılan Türklerin kullandıkları yazı dilidir. Aslında bu yazı dilinin Doğu Türkçesi yazı dilinden pek de farklı bir yanı yoktur. Ancak Kazan ve çevresinde bilhassa 18. ve 19. yüzyıllarda gelişme göstermiştir. Bu dönemde tarihî yazı dilini kullanan Türk gruplarının yavaş yavaş edebî dillerine kendi ağızlarından kelimeler kattıklarını görürüz. Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işde birlik.” uranı ile yayımladığı Tercüman gazetesi Kazan Türkçesini İstanbul ve Taşkent Türkçeleriyle birleştirmeyi amaçlamıştır. Bugünkü Kazan Tatarlarının, Kırgızların ve Kazakların dilleri Kuzey Türkçesinin önde gelen kollarındandır.
B) Doğu Türkçesi
Harezm-Kıpçak Türkçesinin bir devamı olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar gelişmesini sürdüren, Orta Asya (yani Doğu) Türklüğünün yazı dilidir. Çağatayca olarak da adlandırılan bu yazı dili, Sekkakî, Lütfî, Gedâî, Ali Şir Nevâyî, Hüseyin Baykara, Şiban Han, Muhammed Salih; Babür; Ebulgazi Bahadır Han gibi şair ve yazarlar tarafından temsil edilir.
“Klâsik devir Çağatay edebiyatının olduğu kadar, bütün Türk edebiyatının da en önemli şahsiyetlerinden biri olan Ali Şir Nevâyî, Azerî ve Anadolu sahasında da okunmuş, Osmanlı şairlerince üstat tanınmış ve XV. yüzyıldan bu yana şiirlerine pek çok nazire yazılmıştır. Meydana getirdiği divan, mesnevi, tezkire, hâl tercümesi, tarih vb. gibi değişik türlerde; musiki, aruz, dil, din vb. gibi farklı konularda kaleme aldığı otuza yakın eser, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde ve gelişmesinde büyük hizmet görmüştür.”
Ali Şir Nevâyî’nin Türkçeyle Farsçayı karşılaştırarak Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu anlatan Muhâkemetü’l- Lûgateyn (İki Dilin Muhakemesi) adlı eseri dil tarihi bakımından özellikle anılmaya değer niteliktedir.
Bugünkü Pakistan, Hindistan ve Afganistan topraklarında 16. yüzyılın başlarında büyük bir Türk devleti kuran Babür Şah, Çağatay şiirinin ve nesrinin güzel örneklerini vermiştir. Babür Şah’ın Vekayi adlı eseri ise, dünya hatıra edebiyatının önemli kaynaklarındandır.
17. yüzyılda Çağatay Türkçesini temsil eden Ebü’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî ve Şecere-i Terâkime adlı eserleri meşhurdur.
Doğu Türkçesi günümüzde, Batı Türkistandaki Modern Özbek Türkçesiyle ve Doğu Türkistanda Yeni Uygur Türkçesiyle temsil edilmektedir.
BATI TÜRKÇESİ
Hazar’ın güneyinden batıya uzanan ve Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan ve Güney Azerbaycan), Anadolu, Adalar, Rumeli, Irak ve Suriye’de konuşulan Türkçeye Batı Türkçesi denmektedir. Bugünkü yazı dillerinin sınıflandırılmasında Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi ve Türkmen Türkçesi Batı Türkçesi grubunda yer almaktadır. Türk yazı dilinin bu kolu Oğuz lehçesine dayandığı için Oğuz grubu olarak da adlandırılır.
12. yüzyılın sonlarıyla 13. yüzyılın başlarından günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden ve Eski Türkçeden sonra oluşan Türkçenin iki büyük kolundan biri olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dilidir. Türkçenin diğer yazı dillerine göre en çok gelişme gösteren koludur.
Bugün Batı Türkçesi; Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Gagavuz Türkçesi ve Türkmen Türkçesiolmak üzere varlığını dört kolda devam ettirmektedir. Türkmen Türkçesi, yüzyıllarca Doğu Türkçesinin etkisi altında kaldığından Türkiye Türkçesine yakınlığı Azerbaycan Türkçesi kadar değildir. Gagavuz Türkçesi de Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra edebî dil olma yolunda büyük gelişmeler göstermektedir.
Türkiye Türkçesi, Batı Türkçesinin ana kolunu oluşturur ve tarihî süreçte kendi içinde üç döneme ayrılır:
a) Eski Anadolu (Eski Türkiye) Türkçesi
13. yüzyılın başlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli’de kullanılan, Oğuz temelindeki Türkçe olup Batı Türkçesinin ilk dönemini oluşturur.
Eski Anadolu Türkçesi, gramer şekilleri bakımından kısmen Eski Türkçeye bağlı olmakla birlikte, Kuzey ve Doğu Türkçelerine göre hızlı bir gelişme gösterdiği için bu dönemde yeni gramer şekilleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesini Anadolu’daki siyasî ve sosyal gelişmelere bağlı olarak kendi içinde Selçuklu Dönemi Türkçesi, Beylikler Dönemi Türkçesi ve Osmanlı Türkçesine Geçiş Dönemi Türkçesi olmak üzere üç döneme ayırmak mümkündür.
Anadolu Selçukluları döneminde bilim dili Arapça, resmî dil Farsça olduğu için Türkçeyle dinî, ahlâkî özellikler taşıyan ve daha çok halka seslenen eserler yazılmıştır. Bu eserlerin yazılmasında beylerin; kendi millî dil ve kültürlerine önem veren, Türkçe yazan bilim adamlarını ve şairlerini koruyup destekleyen tutumları oldukça etkili olmuştur. Bilhassa, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 15 Mayıs 1277’de dellâl çağırtarak yaydığı “Şimden gerü dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” fermanı oldukça önemlidir.
Selçuklu devletinin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Anadolu Beyliklerinde ise beylerin de millî geleneklere ve Türkçeye önem vermeleri sonucunda dil ve edebiyat açısından verimli bir dönem başlamıştır. Bu devirde Selçuklu döneminin az sayıdaki eserlerine karşılık yüzlerce eser meydana getirilmiştir.
Arapça ve Farsça unsurların henüz fazla olmadığı bu dönemin Eski Türkçeden ayrılan özellikleri olmakla birlikte bugünkü Türkiye Türkçesinin de temelini oluşturur.
B) Osmanlı Türkçesi
Pratikte kısaca Osmanlıca diye de adlandırılan Osmanlı Türkçesi, 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar Osmanlı devletinin sınırları içinde kullanılan yazı dilidir.
Bu dönemin en belirgin özelliği, Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden oldukça fazla kelime ve gramer şeklinin Türkçeye girmiş olmasıdır. Klâsik bir edebiyat oluşturma ve sanat yapma anlayışıyla Türk yazı dili âdeta Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan üçüz bir dil hâline getirilmiştir. Konuşma diliyle yazı dili arasındaki farklar her geçen gün artarken bir tarafta konuşulan fakat yazılmayan bir dil; diğer tarafta yazılan fakat konuşulmayan bir dil ortaya çıkmıştır.
Halka, halkın diliyle seslenen halk şairlerinin yalın Türkçesi yanında sanat yapma endişesiyle sadece belli bir zümrenin anlayabildiği, halkın anlamadığı, konuşmadığı unsurlar divan şairleri aracılığıyla dile girmiştir. Bu durum 17. yüzyılda doruğa çıkmıştır.
Dilde ortaya çıkan bu ikilikten kaynaklanan anlaşılmazlık sorunu, 17. yüzyılda mahallîleşme hareketiyle yavaş yavaş çözülmeye başladı. Bu çözülme 18. yüzyıl boyunca ve Tanzimat’a kadar devam ettiyse de Türkçe, yabancı kelimelerle yüklü ağır bir dil olarak varlığını Batı Türkçesinin üçüncü dönemini oluşturan Türkiye Türkçesine kadar sürdürdü.
c) Türkiye Türkçesi
Batı Türkçesinin bugün içinde bulunduğumuz üçüncü dönemidir. Türkiye Türkçesi teriminden, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili olan ve bugün çok geniş bir alanda kullanılan Türk yazı dili anlaşılır.
Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının (Z.Gökalp, A.C. Yöntem, A.Koyuncu) konuşma dilinden yeni bir yazı dili yaratma amacıyla Genç Kalemler dergisinde başlattıkları Yeni Lisan hareketi bu dönemin başlangıcı olarak kabul edilir. Yeni Lisan makalesinde bu hareketin amacı, “Millî bir edebiyat meydana getirmek için önce millî bir dile ihtiyaç vardır. Bu dil konuşulan dil, İstanbul Türkçesidir. Yazı diliyle konuşma dili birleştirilirse millî bir edebiyat ancak o zaman dirilecektir. Bunun için de yapılacak tek şey dilde Türkçenin kurallarını geçerli kılmak olacaktır.” şeklinde özetlenmektedir.
Türkçenin sadeleşmesinde de önemli bir yeri olan Yeni Lisan hareketinin gerçekleşmesinde bugün de geçerliğini sürdüren ilkeler benimsenmiştir.
Bunlardan bazıları şunlardır:
· Arapça ve Farsçadan Türkçeye giren dil bilgisi kuralları ve bu kurallarla yapılan bütün tamlamalar kaldırılmalıdır.
· Dilimize Arapça ve Farsçadan girmiş kelimelerle yapılacak yeni isim ve sıfat tamlamaları, Türkçenin kurallarına göre yapılmalıdır.
· Yazı diliyle konuşma dili arasındaki büyük ayrılığı kaldırmak için yazı dili konuşma diline yaklaştırılmalı, İstanbul konuşması, yazı dili olmalıdır.
· Bu ilkelerden yola çıkarak taklit değil, yeni ve millî bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Bu ilkelerden hareketle yabancı kural ve kelimelerden hızla temizlenen Türkçe, Millî Edebiyat Akımıyla da İstanbul ağzına dayanan bir yazı dili şeklinde gelişmesini sürdürdü.
Türkiye Türkçesinin gelişmesi içinde Yeni Lisan hareketinden sonra en geniş çalışma Dil inkılâbı’dır. Dil inkılâbı, dil konusunu, önemi ve gelişme şartları bakımından çok yönlü ve sağlam bir zeminde ele alma ve olgunlaştırma hareketidir. 1928’de Lâtin alfabesinin kabulü, 1932’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)’nin kuruluşu bu hareketin önemli halkalarıdır. Bu devrede Türkçeye devlet eli uzanmış ve Türkçeleşme hareketi devletin desteği ile yürütülmüştür.
Bu hareketin ana hedefleri şunlardır:
1. Yeni Lisan hareketinden sonra da Türkçede kalmış bazı yabancı gramer şekilleri ve kelimeleri dilden atmak,
2. Dili, milleti birleştiren, millî kültür etrafında toplayan önemli bir varlık olarak görme fikrini genişletmek,
3. Türkçeye, yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme zemini hazırlamak,
4. Türkçeyi eğitim dili hâline getirmek,
5. Türkçeyi, ilim ve kültür dili hâline getirmek,
6. Türkçeyi bir ilim kolu olarak inceleme ve araştırma konusu yapmak,
7. Dile yeni kelime katacak kelime türetme yollarına işlerlik kazandırarak, bu yolla dili zenginleştirmek.
Dil inkılâbı ile Türkçede, 1940’lı yıllardan itibaren bir tasfiyecilik hare*keti görülür. Zaman zaman Türkçenin tabiî gelişmesinin önünü tıkayan bu tasfiyecilik hareketi artık hızını kaybetmiştir. Fakat bugün Türkiye Türkçesi yeni bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu da batı kökenli kelimelerin kullanılışının gittikçe artmasıdır.”
Azerbaycan Türkçesi
Türkiye Türkçesiyle büyük bir yazı dili ayrılığı göstermeyen Azerbaycan Türkçesi, esasen 16. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi içinde bir ağız olarak varlığını sürdürmüş, bu yüzyıldan sonraki gelişmelerle bir lehçe görünümü kazanmıştır. Türkiye Türkçesi batı dillerinden etkilenirken Azerbaycan Türkçesi, bir dönemdeki Sovyet hakimiyetinin sonucu olarak Rusçadan; Güney Azerbaycan’ın İran sınırları içinde olması ve komşuluk ilişkileri sebebiyle de Farsçadan etkilenmiştir.
Azerbaycan Türkçesi bugün bağımsız bir devlet olan Azerbaycan Cumhuriyetinde, İran’daki Güney Azerbaycan’da ve dağılan Sovyetlerdeki Azerbaycan Türkleri arasında bir yazı dili olarak kullanılmaktadır.
|
|
|
Roma Rakamı Nedir? Nasıl Yazılır? Nerelerde Kullanılır? |
Posted by: SeliM35 - 08-31-2019, 09:40 PM - Forum: islami&Dini Genel Bilgiler
- No Replies
|
 |
Roma Rakamı Nedir? Nasıl Yazılır? Nerelerde Kullanılır?
Romen rakamları olarak da telaffuz edilen Roma rakamları, ilk zamanlarda birçok kişi tarafından benimsenmese de ilerleyen zamanlarda birçok kişinin ilgisini çekmeyi başarmıştı. İnsanoğlunun elleri ve ayaklarının yetmediği noktalarda sayma işleminin devam ettirilmesi ihtiyacıyla ortaya çıkan bu rakamlar, ilk bakışta insanlara oldukça karışık ve anlamsız gelmişti.
Bu yüzden o dönemlerde de birçok insan tarafından ilk etapta benimsenmekte zorlanan Romen rakamları, zamanla gelişen ezber ve mantık yöntemi sayesinde hızlıca diğer medeniyetler arasında popüler hale gelmeyi başarmıştı. Tabi, bu noktada Avrupa’da ticaret ile uğraşan insanların da payını unutmamak gerek.
Tüm bu detayları geride bırakıp gelelim Roma rakamlarının tarihçesine. Daha önceden dikkat etiniz mi bilmiyorum, ama fark ettiyseniz Roma rakamlarında sıfır rakamı bulunmuyor. Bu detaydan yola çıkılarak yapılan araştırmalar doğrultusunda, Romen rakamlarının 700-800 yıllarından önce kullanıldığı tahmin ediliyor. Bildiğiniz üzere, bu yıllar arasında Hintliler ilk kez ‘’0’’ rakamını kullanmış ve diğer medeniyetlere yaymışlardı.
Ne yazık ki Roma rakamlarının ilk kez ne zaman kullanıldığı ilgili henüz elle tutulabilir bir tarih bulunmuyor. Fakat, bu tür bulgulardan yola çıkılarak yapılan çalışmalarda Romen rakamlarının yaklaşık olarak 2600 yıllık bir tarihi olduğu düşünülüyor.
Roma rakamları veya Romen rakamları sayısal sistemi, antik Roma kaynaklıdır. Orta Çağ'ın son dönemlerine dek, Avrupa'da yaygın olarak kullanılmıştır.
Rakamlar aşağıda gösterildiği şekilde, Latin alfabesi'ndeki bazı harflerle temsil edilir.[1]
Sembol Değer
S 0.5 (yarım) (Latince:Semis)
I 1 (bir) (Latince:mono)
V 5 (beş) (Latince:penta)
X 10 (on) (Latince:deka)
L 50 (elli) (Latince:quinquaginta)
C 100 (yüz) (Latince:Centum)
D 500 (beş yüz) (Latince:quingenti)
M 1000 (bin) (Latince:Mille)
Sırasıyla ilk on sayı:
I , I I , I I I , I V , V , V I , V I I , V I I I , I X , X
Bazı sayılar
XIV = 14
XXIV = 24
XXXII = 32
XLVIII = 48
LX = 60
LXVIII = 68
XCVI = 96
CLIX = 159
CCXVII = 217
DCCXCIII = 793
MMMMCDXXXII = 4432
Eksiltme yöntemi
Roma rakamları yazılırken aynı harf üç kezden daha fazla tekrar edilmez. Bunun sonucunda da 4, 9, 40, 90, 400 ve 900 sayılarının modern zamanlarda daha sık kullanılan, küçük değerli sembollerin büyük değerli sembollerin soluna yazıldığında değerlerinin çıkarılmasına dayanan, farklı yazılış şekilleri vardır:
Roma rakamları ile IV IX XL XC CD CM
Batı Arap rakamları ile 4 9 40 90 400 900
Yine bu kuralla Roma rakamları ile yazılabilecek karakter sayısı açısından en uzun sayının 3888 (MMMDCCCLXXXVIII) olduğu görülür. Ancak Roma rakamlarında M'den büyük bir rakam olmadığından l000'den sonraki sayılarda bu kural bozulabilmektedir. Örneğin 4000, MMMM şeklinde yazılır. Soldaki rakamı sağdakinden çıkarıp yeni bir sayı elde etme yöntemi, sayıların okunuşunda ve dört işlemin uygulamalarında çeşitli karışıklıklara yol açmaktadır. Örneğin 1999'u gösteren MCMXCIX sayısının okunabilmesi için M CM XC IX biçiminde ayrılması gerekir. Burada M 1000'i, CM 900'ü (1000-100), XC 90'ı (100-10), IX ise 9'u (10-1) gösterir.
Çıkarmadaki hatalar
Roma rakamlarıyla çıkarma işlemi yapılırken, büyük sayıdaki sembollerden küçük sayıdakiler çıkarılır. Ancak 4 ve 9 sayılarını kullanırken yapılan işlemlerde, eksiltme yönteminden kaynaklanan bazı hatalar oluşmaktadır. Örneğin, 49'dan (XLIX) 24 (XXIV) çıkarılığında geriye L-V 'den 45 kalmaktadır. Bu sorun eldeli çıkarma işleminde de göze çarpmaktadır. Örneğin 13'ten (XIII) 9'u (IX) çıkarırken geriye 2 (II) kalır.
Sıfır ve basamak kavramı
Romen rakamlarında sıfır sayısı ve basamak kavramı yoktur. Rakam, ifade ettiği sembol kadardır; yani X rakamı, hangi basamakta olursa olsun 10 'dur. Halbuki günümüzde kullandığımız Arap rakamlarında 1 tek başınayken 1 'dir, ancak bir soldaki haneye geçtiğinde 10 değerini, iki soldaki haneye geçtiğinde de 100 değerini alır.
Büyük sayıların gösterimi
Roma rakamlarında, bir sayının bin katını göstermek için sembolün üzerine bir yatay çizgi, milyon katını göstermek için de ilgili sembolün üzerine iki yatay çizgi ile ifade edilir.
V = 5.000
X = 10.000
L = 50.000
C = 100.000
D = 500.000
M = 1.000.000
Kullanım Alanları
Dönemine damgasını vurmayı başaran Roma rakamları günümüzde varlığını sembolik olarak sürdürse de günlük hayatımızda sık sık karşımıza çıkmakta.
Günümüzde dört işlemde pek tercih edilmeyen Roma rakamları bu sebepten ötürü sadece numaralandırmada kullanılıyor. Örneğin, bir metnin veya kitabın başlangıç bölümündeki içerik veya benzeri bölümlerin sayfalarının numaralandırılmasında, bahsi geçen bu rakamlar kullanılmaya devam ediliyor.
Bunun haricinde, Romen rakamları I. Dünya Savaşı, II. Dünya Savaşı gibi tarihi olayların numaralandırılmasında da halen tercih edildiğini gözlemlemekteyiz.
Tüm bu nedenlerle günümüzün karmaşık işlemlerinde Roma rakamlarının kullanılması ideal değildir ve dört işlem yapma zorluğundan dolayı günümüzde fazla kullanılmamaktadırlar. Sıfır sayısının modern aritmetik sisteme katılmasıyla yeterlilikleri azalmıştır. Bazı usuller geliştirilse de, çok büyük sayılar söz konusu olduğunda, yetersiz kalmaktadırlar. Ancak yine de kitap sayfalarını numaralandırma, madde işaretleri, saatler gibi dekoratif amaçlı bazı kullanım alanları vardır. Roma rakamlarının kullanışsızlığına örnek olarak şu anekdot verilebilir: Şöyle ki, Roma Forum Meydanı’ndaki süslü hitabet kürsüsünün “Columna Restrata” sütünunda 2.200.000 sayısını belirtmek için yirmi iki adet “yüz bin” i gösteren sembol © koyulmuştur.
Roma rakamları, Türkçe yazım kuralları gereğince de aşağıda bazıları yazılmış olan birçok yerde kullanılırlar:
Kitapların başlangıçlarındaki sunuş ve önsöz gibi bölümlerde.
Aynı adlı padişah ve kralların ayrılmasında: II. Ahmet, XVI. Louis gibi.
Yüzyıl adlarında: XIX. yüzyıl gibi.
Tarihi olaylarda: II. Viyana Kuşatması, I. Dünya Savaşı gibi.
Roma Rakamları Nasıl Yazılır?
Roma rakamlarının tarihçesinden ve nerelerde kullanıldığından kısaca bahsettiysek, o zaman gelelim nasıl yazıldığına. Basitçe tanımlamak gerekirse bu rakamlar 7 farklı harften oluşurlar. İnsanlar ise bu 7 harfi kullanarak 4983 sayısına kadar olan tüm sayıları yazabilirler.
Bahsi geçen bu sayılar ise; 1=I, 5=V, 10=X, 50=L, 100=C, 500=D ve 1000=M harfleriyle ifade edilir. Bu harflerin kullanılarak temel alındığı sayı sisteminde en fazla 3 tane aynı rakam yan yana gelebilir. Örnek olarak, 4 sayısını Roma rakamlarıyla IIII şeklinde yazamayız. Bunun yerine 4 rakamını yazmak için bir tane 5 (V) ve soluna 1 (I) yazarız. Böylece, 4 sayısını Romen rakamlarıyla IV olarak ifade etmiş oluruz.
Buradan anlayacağınız üzere küçük olan rakam büyük olan rakamın her zaman soluna yazılır. Bunun haricinde, 6 sayısı ‘’VI’’ şeklinde yazılır. Buradan yola çıkarak küçük rakam büyük rakımın sağındaysa, her daim büyük rakam ile toplanır. Son olarak, hemen aşağıdan 1’den 1000’e kadar olan sayıların Roma rakamları ile nasıl yazıldığına göz atabilirsiniz.
1’den 1000’e Kadar Roma Rakamlarının Yazılışı
1- I
2- II
3- III
4- IV
5- V
6- VI
7- VII
8- VIII
9- IX
10- X
11- XI
12- XII
13- XIII
14- XIV
15- XV
16- XVI
17- XVII
18- XVIII
19- XIX
20- XX
21- XXI
22- XXII
23- XXIII
24- XXIV
25- XXV
26- XXVI
27- XXVII
28- XXVIII
29- XXIX
30- XXX
31- XXXI
32- XXXII
33- XXXIII
34- XXXIV
35- XXXV
36- XXXVI
37- XXXVII
38- XXXVIII
39- XXXIX
40- XL
41- XLI
42- XLII
43- XLIII
44- XLIV
45- XLV
46- XLVI
47- XLVII
48- XLVIII
49- XLIX
50- L
51- LI
52- LII
53- LIII
54- LIV
55- LV
56- LVI
57- LVII
58- LVIII
59- LIX
60- LX
61- LXI
62- LXII
63- LXIII
64- LXIV
65- LXV
66- LXVI
67- LXVII
68- LXVIII
69- LXIX
70- LXX
71- LXXI
72- LXXII
73- LXXIII
74- LXXIV
75- LXXV
76- LXXVI
77- LXXVII
78- LXXVIII
79- LXXIX
80- LXXX
81- LXXXI
82- LXXXII
83- LXXXIII
84- LXXXIV
85- LXXXV
86- LXXXVI
87- LXXXVII
88- LXXXVIII
89- LXXXIX
90- XC
91- XCI
92- XCII
93- XCIII
94- XCIV
95- XCV
96- XCVI
97- XCVII
98- XCVIII
99- XCIX
100- C
101- CI
102- CII
103- CIII
104- CIV
105- CV
106- CVI
107- CVII
108- CVIII
109- CIX
110- CX
150- CL
175- CLXXV
200- CC
250- CCL
275- CCLXXV
300- CCC
400- CD
450- CDL
500- D
550- DL
600- DC
700- DCC
800- DCCC
900- CM
901- CMI
905- CMV
904- CMIV
950- CML
1000- M
|
|
|
Tezhib Sanatı Nedir? Tezhib Örnekleri |
Posted by: SeliM35 - 08-31-2019, 08:17 PM - Forum: islami&Dini Genel Bilgiler
- No Replies
|
 |
Tezhib Sanatı Nedir? Tezhib Örnekleri
TEZHİP NEDİR?
Tezhibin lügattaki anlamı süsleme, yaldızlama, altın sürme anlamına gelmektedir.
Tezhip (Osmanlıca: Tezhib) kelimesi, Arapça zeheb (altın) kökünden türemiş olup, ‘altınlamak’ anlamına gelir. Çoğulu olan “tezhibat” “altınlama süslemeler” demektir. Tezhip günümüzde daha çok İslam kökenli kitap bezeme sanatlarına verilen addır. Tezhip sanatını icra eden erkeklere müzehhip kadınlara müzehhibe adı verilir.
Tezhip ile Minyatürü karıştırmamak gerekir. Minyatür daha çok tasvire dayanır. Bitki, hayvan, insan ve/veya mekân tasvirleri içerir. Minyatürler yapıldıkları dönemin sanat anlayışı ile koşut olarak, genellikle iki boyutlu ve perspektifsiz olarak yapılmış tasvirlerdir. Tezhip sanatı ise öncelikle hat sanatının etrafının bezenmesi amaçlı kullanılmış, günümüzde tek başına pano olarak da kullanılmaktadır. Basit bir anlatımla çoğunlukla stilize edilmiş bitki formları ya da desenlerden oluşan kimi zaman simetrik tasarımlardır.
Günümüz Türkiye'sinde tezhipte oldukça tutucu, "klasik yaklaşım" denilen bir akım vardır. Klasik yaklaşım, tarih boyunca oluşturulmuş ve kullanılmış formlar ve desenleri yinelemek, form ve desenlerin ana yapılarını bozmadan değişik kompozisyonlarda kullanmaktır.
Buna karşın, bazı tezhip sanatçıları ise klasik form ve desenleri kendi görüş ve algılarına göre değiştirerek degişik kompozisyon ve malzemelerle daha özgür bir yaklaşım tarzı kullanmaktadırlar.
Zaman içinde unutulmuşluğa terk edilmiş bu zarif ve zor sanat, son 10 yıl içinde bu sanata gönül veren çeşitli grup ve kişilerce canlandırılmıştır. Günümüzde Türkiye'deki pek çok üniversitede "tezhip bölümleri" yetenekli sanatçılar yetiştirmektedir.
Eski sanatçılara birkaç örnek vermek gerekirse, ilk akla gelen isimler Rikkat Kunt ve Ülker Tansı olacaktır.
Hat ve cilt sanatlarında altınla yapılan tezhibe halkari denir. Rumî ve Hatayî üsluplarında, kitapların zahriye, hatime, başlık, serlevha, mihrabiye kısımları tezhiple süslenir. Küçük yıldız ve çiçeklere nokta, geometrik olanlara mücevher, altıgenlere şeşhane, beşgenlere seberk denir. Kur'an'da secde ayetlerine denk gelen yerlerde vakıf gülü, hizip gülü, cüz gülü bulunur. Varakçı ve cetvelkeş denilen ustalar vardır. Kalemfırça, zermühre, boyalar müzehhiplerce sıkça kullanılan aletlerdendir.
Tezhip Sanatı ismini nereden almıştır?
Altın ile süsleme anlamına gelen tezhip, Farsça bir kelimedir. Ferman, berat ve Kur’an ayetleri gibi değerli evrak ve levhaların yüksek manevi değerini ifade etmek amacıyla gelişen bir sanat dalıdır.
Ancak tezhip sanatının kökeni Uygur Türklerine kadar dayanır. Bay Sungur devrinde Türk ve İran ustalarının eserleri “Herat Ekolü”nü doğurmuştur. Bu Ekol 15. yüzyılın ikinci yarısıyla 17. yüzyılın başlarına kadar sürer. Bu dönemlerde Baba Nakkaş başta olmak üzere, Saray Nakkaşhanesi’nde yetişen pek çok sanatçı Türk Tezhip Sanatı’nın şaheserlerini ortaya çıkarmışlardır.
Özellikle Osmanlı döneminde saray bürokrasisinde yerini alan tezhip sanatı, ferman, berat gibi resmi evrakların süslemesinde de kullanılmaya başlanmış, böylece gelişiminin arkasına Osmanlı Sarayı’nı alarak en parlak devrini yaşamıştır. Kur’an-ı Kerim’in ilk ve son sayfaları (Serlevha ve zahriye), divanlar gibi el yazması kıymetli kitaplar, levhalar, fermanlar, nağmeler ve beratlar gibi çeşitli eserlerin tezhiplenmesi bir gelenek halini almıştır.
Kanuni Sultan Süleyman Devri (1520-1566) tezhip sanatının en parlak dönemlerindendir. Tezhip çalışmalarında, özellikle zahriye, serlevha, sure başları ve hatime sahifelerinde zengin bir işçilik ön plana çıkar. Altının çokça kullanıldığı bu dönemin karakteristik rengi laciverttir.
Zahriye sayfalarında dörtgen, altıgen ve sekizgen formlar göze çarpmaktadır. İşçilik artmış, bordür çeşitliliği fazlalaşmış, özellikle tığlar oldukça zengin bir çeşitliliğe ulaşmıştır. Saz yolu üslubunun ortaya çıkışı da bu döneme rastlamaktadır. Bunu Nakkaşhane’de çalışan doğulu nakkaşlara bağlayanlar çoğunluktadır.
Kanuni Sultan Süleyman döneminin ünlü nakkaşları arasında, Şah Kulu ve Kara Memi sayılabilir. 1520-1526 yılları arasında çalışmalar yapan Şah Kulu, Osmanlı sanatında kitap bezemeleri, kumaş, çini ve mücevher gibi alanlara yayılan özgün saz üslubunun yaratıcısıdır. Onun öğrencilerinden olan Kara Memi ise, Osmanlı süsleme sanatının en önemli sanatçılarından biri olarak kabul edilir. Aslında müzehhib olan Kara Memi, özellikle kitap süslemesinde klasik kuralları esneten ve o güne kadar görülmemiş bir üslubun yaratıcısı olmuştur.
Bu dönemde kullanılan renkler ise altın ve laciverdin uyumu ile birlikte turuncu, yeşil, vişneçürüğü, pembe, sarı, eflatun, siyah ve bu renklerin çeşitli tonlarıdır. Çiçek motiflerinde hemen hemen tüm renklere yer verildiği görülür. Genellikle gül, lale, süsen, nergis, sümbül, hasekiküpesi, zerrin ve kır çiçekleri kullanılmıştır.
17. yüzyılda tezhip sanatı, 16. Yüzyılın birikimlerini korumuş ancak üzerine bir şey eklememiştir. Bir anlamda durgunluk dönemi olarak da düşünülebilir. Sadece altın kullanımının biraz arttığı görülür. Osmanlı tezhip sanatı bu dönemden sonra her alanda başlayan Batılılaşma akımları etkisinde bir değişim sürecine girmiştir.
18. yüzyılda III. Ahmed Devri süresince Batılılaşma akımlarının etkisi daha net hissedilmeye başlamıştır. Fransız Rokoko akımı 1721′den sonra Osmanlı sanatlarını etkisi altına almıştır. Neredeyse tüm sanat dallarını etkileyen bu akımdan tezhip de nasibini almıştır. Bu dönemde Avrupa Barok üslubuna Türk sanatının unsurlarının katılmasıyla oldukça zevkli eserler verilmiştir. Bazı sanat öğreticilerimiz bu dönem sanatına “Türk Baroğu” adını vermekte bir sakınca görmemektedirler.
III. Ahmed döneminde başlayan değişim yaygınlaşıp 19. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. Yüzyıl sonuna kadar devam eden süreçle klasik tezhip üslubu oldukça değişmiş ve barok unsurları olan iri çiçekler, buketler, vazo, saksı veya sepet içinde buketler, kurdele ile bağlanmış çiçekler bolca kullanılmıştır.
Ülkemizde, tezhip sanatının öğretildiği ilk eğitim kurumu, 1914′de “Medresetül Hattatin” adı ile açılmıştır. İstanbul’da, Cağaloğlu’nda İran Konsolosluğu binasının arkasındaki yokuşun başında yer alan Sübyan Mektebi binasında eğitime başlayan okulun ilk müdürü hattat Arif Bey’dir. Hat, tezhip, halı, cilt, ebru ve ahar gibi geleneksel sanatların yaşamasını sağlamak üzere kurulan okul, harf devrimine kadar, önce “Medreset-ül Hattatin” sonraki adıyla “Hattat Mektebi” ve sonunda “Şark Tezyini Sanatlar Mektebi” adları altında eğitim vermiştir. 1936 yılında, Osman Hamdi Bey’in kurmuş olduğu “Güzel Sanatlar Akademisi’ne” (Sanayi-i Nefîse Mekteb-iI Âlî’si) bağlanmıştır.
Şark Tezyini Sanatlar Mektebi Hocaları; 1933 yılında, Sümerbank Sanayi Dairesi başkanlarından olan Reşat Eğriboz’un teşvikiyle Ankara’da bir sergi açmışlardır. 2 kasım 1933 günü sergiyi gezen Atatürk eserlerden oldukça etkilenerek, bu alanda öğrenci yetiştirilmek üzere gereken düzenlemelerin geliştirilerek yapılması talimatını verir. Okulun “Akademi”ye bağlanması, bu olay üzerine Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın talimatı ile olmuştur.
Bu sırada kadrosunda bulunan öğretim elemanları şunlardır: Yazı Hocası Kamil Akdik (Reis-ül Hattatin), Yazı Hocası İsmail Hakkı Altunbezer (Tuğrakeş), Hakkak İsmail Yümni Sanver, Sedefkar Vasıf Hoca, Müzehhib Bahaeddin Tokatlıoğlu, Mücellid Necmeddin Okyay, Müzehhib Yusuf Çapanoğlu. Bu kadroya Hattat Rakım Unan sonradan katılmıştır. Bu öğretim görevlilerinden oluşan Bölüm Öğretmenler Kurulu, ilk toplantısını Akademi Müdürü Burhan Toprak’ın başkanlığında 20 temmuz1936 tarihinde yapmış ve 1936-1937 öğretim yılı başında eğitime başlanmıştır.
Günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Geleneksel Türk El Sanatları Bölümlerinde tezyini sanatlar eğitimi devam etmektedir.
Tezhib Örnekleri
|
|
|
Namazların Farzları - Vacibleri - Sünnetleri - Müstehabları - Mekruhları.. |
Posted by: SeliM35 - 08-24-2019, 05:12 PM - Forum: Namaz ve Dua
- No Replies
|
 |
![[Image: Namazlar%C4%B1n%20Farzlar%C4%B1%20-%20Va...%C4%B1.png]](https://islamiforum.de/islamiForum-image-1/Namazlar%C4%B1n%20Farzlar%C4%B1%20-%20Vacibleri%20-%20S%C3%BCnnetleri%20-%20M%C3%BCstehablar%C4%B1%20-%20Mekruhlar%C4%B1.png)
Namazların Farzları - Namazın Vacibleri - Namazların Sünnetleri - Namazın Müstehabları - Namazın Mekruhları -Namazın Âdâbı - Namazı Bozan Şeyler
Namazların Farzları, Şartları, Rükünleri
Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı, daha namaza başlamadan önce yapılması gereken farzlardır ki, şunlardır:
1) Hadesten taharet,
2) Necasetten taharet,
3) Setr-i avret,
4) Kıbleye yönelmek,
5) Vakit,
6) Niyet.
Diğer altısı da, namazın başlangıcından itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır:
1) İftitah (namaza girme) tekbiri,
2) Kıyam,
3) Kıraat,
4) Rükû,
5) Sücud,
6) Kaide-i ahire (son oturuş).
Bunlara da "Namazın rükünleri" denir. Bunlar namazın aslını ve temelini teşkil ederler.
Yukarda sayılan on iki farzdan başka, namazda "Tadil-i Erkan"a riayet edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç İmama göre, farz olduğu gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmam Azam'a göre bir farzdır. Buna "Huruç bisun'ihi = Kendi isteği ile çıkmak" denir. Bunlarla namazın rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır.
1. Guslü gerektiren bir hâl olursa, yıkanmak; yoksa, abdest almak; su bulunmadığı veya meşru bir mazeret olduğu zaman teyemmüm etmek
2. Bedeni, elbiseyi, namaz kılınacak yeri her türlü pisliklerden temizlemek.
3. Açılması, görülmesi şer’an caiz olmayan edep yerlerini örtmek.
4. Kıbleye (Kâbe’ye) karşı dönmek,
5. Kılınacak namaz, hangi vaktin namazı ise onu kılmaya niyet etmek.
6. Namazı vakti girince kılmak
7. Kıbleye döndükten sonra, namaza,Alalhü Ekber diyerek başlamak.
1. Namazda ayakta durmak (kıyam)
2. Namazda Kur’an okumak (kıraat)
3. Kur’an okuduktan sonra eğilmek (rükû)
4. Secdeye kapanmak
5. Namazın sonunda oturmak.
·Namaz Allah-û Teala’ya yapılan en büyük ibadet ve niyazdır.
·Allah’ın huzuruna çıkılırken maddi-manevi, görünür-görünmez bütün pisliklerden, kirlerden bedenimizi, elbisemizi, namaz kılacağımız yeri temizlemek şarttır.
·Kadın erkek her müslümanın karanlıkta ve tek başına da olsa, namaz için örtünmeleri farzdır. Erkeklerin örtmeye mecbur oldukları edep yerleri göbek altından diz kapaklarına kadardır.
·Kadınlar namazda yüz, el ve ayaklardan başka her yerlerini örterler.
·Namazda kıbleye dönmek farzdır. Zaruret olmadıkça, namaz içinde göğsü kıbleden başka tarafa çevirmek namazı bozar.
·Kıblenin hangi tarafta olduğunu tayinde şüpheye düşen ve şüphesini gideremeyen kimse, en çok kıble sandığı tafa dönüp namazını kılar.
·Namaz içinde kıblenin farkına varırsa, yüzünü o cihete çevirerek namazı tamamlar.
·Her namazın belli bir vakti vardır. Vakit girmeden namaz kılınamaz.
·Namaza başlarken niyet etmek de farzdır. Niyetsiz namaz sahih olmaz.
· Niyet, namaza başlamadan önce, kılınacak namazın farzlarından hangisi olduğunun hatıra getirilerek Alalh rızası için edâsının ve vakti çıkmış ise kazasının kastedilmesidir.Bunu ayrıca dil ile de söylemek müstehabdır.
· Cemaatle kılınırken imama uymaya da niyetlenmek icabet eder.
· Farz ve vacip olmayan namazlarda, “Alalh rızası için namaz kılmaya” şeklinde niyetlenmek kafidir.
· Niyetle namaza giriş tekbiri arasında namazla ilgisi olmayan hiçbir şeyle uğraşmamak, hemen Alalhü Ekber diyerek namaza girmek lazımdır.
· Namaza Allah’ı anarak başlamak farz, tekbir ile başlamak ayrıca vaciptir. Tekbir alınırken baş dik tutulur, parmaklar sıkılmamak ve avuç içleri kıbleye karşı gelmek üzere başparmak uçları kulaklarının yumuşağına değecek kadar eller kaldırılır; tekbir bitince, eller yanlara bırakılmadan sağ el sol elin üzerine gelmek suretiyle göbeğin altında bağlanır.
Kadınlar ellerini, parmaklarının uçları omuz başına gelecek kadar kaldırır ve göğüsleri üzerine bağlarlar.
Namaza giriş tekbiri ayakta ve yavaşça alınır. Bu tekbirden sonra namazı bozan bir şey yapmak haramdır.
Namazın Vacibleri
Namazların farzları olduğu gibi, bir kısım vacibleri de vardır. Bu vacibleri yerine getirmekle namazın farzları tamamlanıp noksanları giderilmiş olur. Şöyle ki:
1) Namaza başlarken yalnız "Allah" ismi ile yetinmeyip büyüklüğü ifade eden "Ekber" sözünü de ilave ederek "Allahü Ekber" demek vacibdir.
2) Namazlarda "Fatiha" süresini okumak vacibdir. Üç İmama göre ise, bunu okumak farzdır.
3) Namazlarda farz olan Kur'an okuyuşunun ilk iki rekata bağlı kılınması vacibdir.
4) İlk iki rekatın her birinde bir defa Fatiha suresi okunup tekrarlanmaması vacibdir.
5) Fatiha suresini diğer okunacak sure ve ayetlerden önce okumak vacibdir.
6) Fatiha suresine başka bir sure veya bir sure yerini tutacak kadar ayet ilavesi vacibdir. Şöyle ki: Farz namazların önceki ilk iki rekatlarında Fatiha'dan sonra diğer bir sure veya bir sureye denk bir mikdar ayet okunması vacib olduğu gibi, vitir namazı ile nafile namazların her rekatında Fatiha ve Fatiha'dan sonra bir sure veya ona denk bir ayet okunması da vacibdir.
(Fatihaya başka bir sure veya ayetin eklenmesi üç İmama göre sünnettir.)
7) Yalnız başına namaz kılan kimse, sabah, akşam ve yatsı namazlarını dilerse aşikare bir okuyuşla ve dilerse gizli bir okuyuşla kılar. Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da hüküm böyledir. Fakat öğle ile ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nafile namazlarda gizli olarak okuması vacibdir.
8 ) Cemaatla kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarının her rekatında; akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekatlarında aşikare Kur'an okumak, öğle ile ikindi namazlarının bütün rekatlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsının son iki rekatlarında gizli olarak kıraat yapmak vacibdir.
9) Vitir namazında kunut (dua) okumak ve kunut tekbiri almak vacibdir. Bu İmam Azam'a göredir. İki imama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e) göre ise, bunlar sünnettir.
10) Kazaya kalan bir namaz, gündüzün cemaatla kılındığı takdirde, eğer sabah namazı gibi aşikare kıraat yapılması gereken bir namaz ise, yine aşikare kıraet yapılır. Gizli kıraat yapılması gereken bir namaz ise, gizli kıraet yapılır. Tek başına namaz kılan ise, aşikare kıraet yapılması gereken bir namazı kaza ederken dilerse hem aşikare, hem de gizli okuyabilir. Bir rivayete göre de, gündüz kaza edeceği herhangi bir namazda gizli okuması vacibdir; gizli veya aşikare okuma serbestisi yoktur.
11) Secde yaparken yalnız alınla yetinmeyip alınla beraber burnu da yere koymak vacibdir.
12) Üç ve dört rekatlı namazlarda birinci oturuş vacibdir.
13) Namazların her oturuşunda teşehhüdde bulunmak (Tahiyyatı okumak) vacibdir.
14) Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı tilavet secdesinde bulunmak vacibdir.
15) İki bayram namazının üçer ziyade tekbirleri vacibdir. Bu namazların birinci rekatlarındaki rükû ve secde tekbirleri sünnettir. İkinci rekatlarının rükû tekbirleri ise, vacib olan ziyade tekbirlere yakın olduğu için o da vacibdir.
16) Namazların farzlarında sıraya riayet edilmesi, iki farz arasına, farz olmayan bir şeyin girmesine meydan verilmemesi vacibdir. Farz olan kıyamdan (ayakta duruşdan) sonra rükûa gidilmesi, rükûdan sonra da secdeye varılması gibi...
17) Vaciblerin her birini de yerinde yapmak ve sonraya bırakmamak vacibdir. Kur'an okuduktan sonra bir zaman bekleyip sehven düşünceye dalmak ve sonra rükûa varmak gibi.
18 ) Namazların sonunda selam vermek. Önce sağ tarafa, sonra sol tarafa yüz çevirerek "Esselâm" demek vacibdir. "Esselâmu aleyküm ve Rahmetullah" (*) denilmesinin vacib olduğu açık olarak belirtilmemiştir.
Bir görüşe göre, sol tarafa selam verilmesi sünnettir. Namazdan çıkılması ise, bütün imamlara göre yalnız bir selam ile olur, bununla namaz biter. Bu selamı vermiş olana, artık uyulmaz. Meşhur olan görüş budur.
Namazların Sünnetleri
Namazların sünnetleri de vardır. Bu sünnetler, namazların vaciblerini tamamlar. Onlardaki noksanlıkları giderir ve fazla sevab kazanmaya sebeb olur. Sünnetlere riayet edip devam etmek Allah'ın peygamberine sevgi alametidir. Bununla beraber bu sünnetleri terk etmek, namazın bozulmasını ve tekrar kılınmasını gerektirmez. Fakat küçümsemeksizin kasden terk edilmesi bir hata ve bir mahrumiyettir. Fakat sünnetin hak görülmemesi, boş ve hikmetten uzak sayılarak küçümsenmesi, -Allah korusun- küfürdür. Çünkü Sünnet de şer'î hükümlerden ve esaslardan biridir.
Namazlardan önce veya namazların içinde başlıca sünnetler şunlardır:
1) Beş vakit namaz için ve cuma namazı için ezan okumak ve ikamet etmek sünnettir. Şöyle ki: Vaktinde cemaatle yerine getirilen her farz namaz için ezan ve ikamet sünnet olduğu gibi, kazaya kalıp da cemaatle kılınacak farz namazlar için de sünnettir. Birçok namaz cemaatle kaza edileceği zaman, bunlardan yalnız ilk kılınacak namaz için ezan okunur. Sonra gerek bu namaz için ve gerek bunun arkasından kılınacak diğer kaza namazları için birer ikametle yetinilir.
Kendi evlerinde yalnız başına namaz kılacak erkekler için ezan ve ikamet müstahabdır. Gerek yolcular için, gerek cemaatle namaz kılacaklar için ezan ve ikameti terk etmek mekruhtur.
Cuma günü şehirde bulundukları halde, özürlerinden dolayı cuma namazını kılamayanlara, öğle namazını kılarlarken ezan ve ikamet gerekmez. Kadınlar için de ezan ve ikamet sünnet değildir. Ezan ve ikamet bahsine bakılsın!..
2) İftitah (başlangıç) tekbirini alırken elleri yukarıya kaldırmak sünnettir. Şöyle ki: Erkekler ellerini, baş parmaklar kulak yumuşaklarına değecek kadar, kadınlar da parmaklarının ucları omuzlarına kavuşacak kadar ellerini göğüslerinin hizasına kaldırıp o vaziyette: "Allahü Ekber" derler. Ellerin içleri kıbleye yönelik bulunmalıdır. Birbirine karşı da bulunabilir.
(Üç İmama göre, erkekler de ellerini ancak omuzlarının hizasına kadar kaldırırlar.)
3) Tekbir için eller kaldırılırken parmakların aralarının zorlamaksızın biraz açık bulundurulması sünnettir.
4) İmam olan kimsenin, tekbirleri ve rükûdan kıyama kalkarken "Semiallahu limen hamideh" sözünü ve namazın sonunda her iki tarafa vereceği selamı ihtiyaç mikdarı aşikâre yapması sünnet olduğu gibi, cemaatın da rükûdan kalkarken: "Allahumme Rabbena ve lekelhamd" sözü ile tekbirleri ve selamı gizlice yapmaları sünnettir.
Yalnız başına namaz kılan rükûdan kalkarken bunların ikisini de söyler (*).
5) İlk tekbirden sonra namazın başında gizlice "Sübhanekâllahümme" okunması, bundan sonra Fatiha'dan önce yine gizlice "Eûzü Besmele" okunması ve diğer rekatlarda da Fatiha'dan önce besmele çekilip Fatiha'ların sonunda amîn denilmesi sünnettir. Burada imam ile cemaat ve yalnız başına kılanlar arasında bir fark yoktur. Yalnız cemaat Fatiha'yı okumayacakları için "Eûzü Besmele" okumaları gerekmez.
"Amîn" sözünün manası, dualarımızı kabul et, demektir.
Her rekatta Fatiha'dan önce Besmele'yi okumak, sahih sayılan bir görüşe göre vacibdir. Fatiha'dan sonra okunacak surelerin başlarında Besmele okunmaz. Yalnız İmam Muhammed'e göre, sessizce kılınacak namazlarda bu surelerin başlarında da besmele okunur. (**)
6) Namazda erkeklerin, göbeklerinin altında tutmak üzere sağ ellerini sol elleri üzerine koyup sağ ellerinin baş parmak ve serçe parmağı ile sol bileği kavramaları ve sağ elin diğer üç parmağını sol kol üzerine uzatmaları sünnettir. Kadınların da sağ ellerini sol elleri üzerine koyarak halka yapmaksızın göğüsleri üzerinde bulundurmaları sünnettir.
7) Namaz aralarında kıyamdan rükûa ve secdelere giderken "Allahü Ekber" denilmesi, rükûdan kıyama kalkarken "Semiallahü limen hamideh" denmesi, secdeden kalkıp yine secdeye giderken "Allahü Ekber" denilmesi sünnettir.
8 ) Rükû ve secde tesbihleri, rükû halinde en az üç kere: "Sübhane Rabbiye'l-azîm" denilmesi, secde halinde de en az üç kere: "Sübhane Rabbiye'l-alâ" denilmesi sünnettir.
9) Rükû halinde, erkeklerin ellerinin parmakları açık olacak şekilde elleriyle dizlerini tutmaları sünnettir. Kadınlar bu halde parmaklarını açık tutmazlar ve dizlerini kavramazlar, ellerini dizleri üzerine koyarlar.
10) Bir özür yoksa, kıyamda iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak sünnettir.
11) Ka'de (Tahiyyata oturuş) ve celse (secdeden doğrulup bekleme) hallerinde erkeklerin sol ayaklarını döşeyerek üzerlerine oturmaları ve sağ ayaklarını güçleri yettiğince kıbleye doğru dikmeleri, kadınların da sol ayaklarını sağ taraflarına yatık bulundurarak yere oturmaları sünnettir. Bu oturuşa "Teverrük" denir.
12) Rükûda erkeklerin inciklerini dik tutmaları, kadınların da dizlerini bükük bulundurmaları sünnettir. Bu halde erkeklerin sırtları düz bulunur. Kadınların sırtları ise yukarıya doğru meyilli olur.
13) Secdeye varılırken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak ve secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri dizlerin üzerine koyduktan sonra dizleri yerden kaldırmak sünnettir. Buna güç yetmezse, el ile yere dayanarak kalkılabilir.
14) Ka'delerde (Tahiyyatlara oturuşlarda) ve celselerde (secdeler arasındaki bekleyişlerde) ellerin kıbleye yönelik olarak oyluklar üzerine konulup dizlerin tutulması sünnettir.
15) Ka'delerdeki Teşehhüdlerde "La İlâhe" denirken, sağ elin şehadet parmağı kaldınhp "İllallah" denirken indirilmesi sünnettir. Bunu yaparken baş parmak ile orta parmak halka edilip diğer iki parmak bükülmelidir. Birçok kimseler bu sünneti gereği üzere yapamayacaklarından dolayı bunun terk edilmesini uygun görenler vardır.
16) Farz namazların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son oturuşlarında, gayr-i müekked sünnetlerle diğer nafilelerin her oturuşunda Tahiyyattan sonra Peygamber Efendimize Salat ve Selam okumak sünnettir. (***)
17) Bütün namazların son oturuşlarında Salat ve Selamdan sonra iki tarafa selam vermeden önce dua edilmesi sünnettir. Bu dua, Kur'an-ı Kerîm'in mübarek dua ayetlerinden biri ile yapılması veya bunlara benzer bulunmalıdır. Kullardan istenebilecek şeyler hakkında olan: "Ya Rabbi! Bana şu kadar para ver", şeklinde namazda dua edilmesi caiz görülmemektedir. Namazların sonunda adet edinilen dua: "Rabbenâ âtina fi'd dünya haseneten ve fi'lahireti haseneten ve kınâ azâbe'n-nar" (****)
18 ) Namazların sonunda selam verirken yüzün önce sağ tarafa, sonra sola çevrilmesi sünnettir.
19) Sütre edinilmesi sünnettir. Şöyle ki: Sahra ve benzeri açık yerlerde namaz kılan kimse, önünden başkasının geçmesini umuyorsa sağ veya sol kaşının hizasına en az bir arşın boyunda secde yerinin önüne kaim veya ince bir ağaç diker. Dikilemiyorsa, ağacı boyunca uzatır veya önüne uzunlamasına böyle bir çizgi çizer. Enine yarım daire şeklinde bir çizgi çizilmesi de caizdir. Direk ve sandalye gibi şeyler de sütre işini görürler.
Cemaatle kılınan namazlarda yalnız imamın önünde sütre bulunması kafidir. Namaz kılanın önünden geçilmesi edebe aykırıdır. Günahı gerektirdiğinden bundan kaçınılması lazımdır. Namaz kılan kimse, önünden geçmek isteyeni engellemek için "Sübhanellah" diyebilir. Eli ile, gözü ile yahut başı ile hafifçe işaret edebilir. Sütrenin bulunması, namaz kılanın dağınık düşüncelerini kaldırıp ibadet için bir araya toplamaya ve gönlünü bir çerçeve içinde tutmaya yardımcı olur.
Namazın Müstehabları
·Namaza duranların, Alalh’ın huzurunda bulunduklarını düşünerek ona göre derlenip topralanarak, ayakta dikilirken secde yerine eğilince, ayakların üzerine; secdede burun ucuna; oturulunca kucağa ve selamda omuz başlarına bakması
·Öksürmek, geğirmek ve esnemek gibi şeyleri ekden geldiği kadar yapmamaya ve önlemeye çalışmak.
·İkamette Hayye ale’l-felah denirken imam ve cemaatin namaza kalkması
·Kad kameti’s-salah denirken imamın namaza başlaması,
·Namaza durulurken, niyeti dil ile de yapmak...Namazın müstehablarından ve adabındandır.
Namazların Mekruhları
Namaz içinde yapılması veya yapılmaması mekruh olan şeyler tahrîmî (harama yakın) ve tenzihi (helâla yakın) olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki: Bir vacibin terkini taşıyan bir iş tahrimen mekruhtur. Bir sünnetin terkini taşıyan bir iş de, tenzihen mekruhtur. Bununla beraber tenzihen mekruh olanlar da, önemleri bakımından ve tahrimen mekruhlara yakınlıkları yönünden birbirlerinden farklıdırlar. Örnek: Müekked bir sünneti terk etmek, bir vacibi terk etmek derecesine yakın bir keraheti taşır. Farzların, vaciblerin ve müstahabların ve bunların zıdlarının değişik olması gibi...
Namazda mekruh olan şeylerin başlıcaları şunlardır:
1) Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın bir direğe, duvara veya sopaya dayanmak mekruhtur.
2) Namazda bir sağa ve bir sola doğru meyletmek mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket gereksiz ve huzura aykırıdır.
3) Bir özür olmaksızın namazda birbiri peşine olmamak üzere birkaç adım yürümek mekruhtur. Fakat görülen bir yılanı veya bir akrebi öldürmek gibi bir özür sebebiyle atılacak birkaç adım mekruh değildir. Bununla beraber bunları öldürmek, biraz yürümeye ve birkaç kez çarpmaya muhtaç olursa, bununla namaz bozulur. Ancak bu halde namazı bozmaya dinde izin vardır. Çünkü herhangi bir zararı kaldırmak için namazı bozmak caizdir. Bir kimseyi ölümden kurtarmak için veya bir malı, değeri bir dirhem olsa bile, zayi olmaktan kurtarmak için namaz bozulabilir; bu mal ister namaz kılana ve ister başkasına ait olsun farketmez.
4) Namazda bit veya pire tutmak ve öldürmek veya kovalamak mekruhtur. Karınca ve pire gibi bir şeyin ısırmasından rahatsız olan kimsenin namaz içinde bunları yalnız tutup atmasında kerahet yoktur.
5) Namazda hoş bir kokuyu koklamak, tükrüğü atmak veya elbise ile bir iki kez yelpazelenmek, namazdan önce veya namaz içinde erkek için kolları dirseklere doğru toplamak mekruhtur.
6) Namazın kıyam, rükû ve secde hallerinde, bir özür bulunmaksızın elleri sünnet olduğu üzere konulması gereken yerler üzerine koymamak mekruhtur. Kıyam halinde elleri yanlara salıvermek gibi...
7) Namazda dizleri yere koymadan önce elleri yere koymak ve secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak mekruhtur. Ancak bir özür sebebiyle yapılabilir.
8 ) Namazda kıç üzerine oturup but ve bacakları yukarıya dikmek mekruhtur.
9) Erkeklerin secde ederken kolları tamamiyle yere döşemeleri mekruhtur.
10) Rükû veya secde yaparken, başlangıç tekbirinde olduğu gibi elleri yukarıya kaldırmak mekruhtur.
11) Namaz içinde bir özür olmaksızın bağdaş kurmak veya dizleri dikip oturmak mekruhtur.
12) Rükûda ve secdede, kavme ile celsede sükûneti terk etmek (duraklama yapmaksızın hareket halinde bulunmak) ve çok acele rükû ile secde yapmak mekruhtur.
13) Namazda gerinmek, esnemek ve el ile ağzı kapamak mekruhtur. Çünkü gerinmek bir gaflet ve tenbellik eseridir. Esnemek de bir gevşeklik nişanıdır. Eğer esneme halinde ağız yumulabiliyorsa, bu mekruh olmaz. Buna güç yetmiyorsa, namaz içinde sağ elin arkası ile, namaz dışında da sol elin arkası ile ağız kapatılmalıdır.
14) Namazda bir zaruret olmaksızın kendi arzusu ile öksürmek mekruhtur. Öksürüğü mümkün olduğu kadar gidermek, edebi gözetmek bakımından pek güzeldir.
15) Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur. Bu üfürme halinde, en az iki harften ibaret bir ses işitilecek olursa, namaz bozulur.
16) Namaz içinde verilen selâmı el ile veya baş işareti ile almak mekruhtur.
17) Namazda okumaya engel olmayacak miktarda ağıza altın, gümüş, inci ve benzeri erimez bir şey almak mekruhtur. Bunlar okumaya engel olursa namaz bozulur. Ağızda eriyen şeyler de böyledir.
18 ) Namazda, dişlerin arasında bulunan nohut tanesinden küçük bir yemek parçasını yutmak mekruhtur. Nohut tanesinden büyük olursa, namazı bozar.
19) Yenmesi yasak olmayan bir yemek hazır olduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Bu yemek ister iştah çekici olsun, ister olmasın eşittir. Ancak vaktin çıkmasından korkulursa, o zaman önce namaz kılınır.
20) Namazda gözleri yummak, gözleri semaya doğru kaldırmak veya sağa-sola bakmak veya boynunu çevirerek sağa-sola bakmak mekruhtur. Bakılması caiz olmayan bir şeyi görmemek için veya tam bir saygı ile Yüce Allah'ın huzurunda bulunmaktan dolayı gözleri yummakta kerahet yoktur.
21) Namazda iki elin parmaklarını birbirine çatmak, parmak çıtlatmak veya çıtlayacak şekilde sıkmak ve elleri böğrüne koymak mekruhtur.
22) Namazda daha selâm vermeden terleri veya yüze dokunmuş olan toprakları silmek mekruhtur. Ancak bir zararı kaldırmak ve bir yarar sağlamak için silinebilir. Göze girip zahmet veren bir teri silmek gibi...
23) Rükû halinde sünnet üzere olan duruma aykırı bir şekilde başı yukarı tutmak veya aşağıya indirmek, imamdan önce rükûa veya secdeye gitmek ve ondan önce rükûdan veya secdeden baş kaldırmak mekruhtur. Fakat imam daha rükûa veya secdeye gitmeden, muktedi (imama uyan) rükûa veya secdeye gidip başını kaldırsa namazı bozulur. Ancak İmam daha selâm vermeden bu rükûu veya secdeyi imam ile veya ondan sonra iade ederse, bozulmaz.
24) Rükûda veya secdede tesbihleri terk etmek veya üçden az okumak mekruhtur.
25) Kıyamdan rükûa, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçiş hallerinde meşru olan tekbirleri ve zikirleri, bu intikallerden sonra okumak mekruhtur. Kıyamdan rükûa vardıktan sonra "Allahü Ekber" demek ve rükûdan kıyama tam döndükten sonra "Semi'allahü limen hamideh" demek gibi. Bu şekilde bu zikirlerin yeri kaybedilmiş olur.
26) Kırda namaz kılarken çakıl taşlarını el ile düzeltmek mekruhtur. Ancak üzerlerinde secde etmek mümkün değilse, yapılabilir. Bu durumda iki defalık bir düzeltme caizdir.
27) Başkasına ait olan bir yerde, sahibinin rızası olmaksızın kılanan namaz mekruhtur. Bir görüşe göre böyle bir yer, bir müslümana ait olup ekilmemiş ise, üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur.
28 ) Bir kimse başkasına ait olan bir yer ile herkese ait bir yol üzerinde namaz kılmak mecburiyetinde kalsa, bakılır: Eğer şahsa ait yer ekilmiş veya gayri müslime ait ise, o yol üzerinde kılması daha iyidir. Gayri müslimin bu namaza razı olmayacağı bilinen şeydir.
29) Namazı huzuru bozacak ve kalbi meşgul edecek şeylerin bulunduğu yerlerde kılmak mekruhtur. Çalgı ve eğlencelerin bulunduğu yerlerde namaz kılmak gibi. Mescidlerde çalınması düşünülecek olan ayakkabılar da arka tarafa bırakmak, huzuru bozacağından mekruh sayılmıştır.
30) Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı namaz kılmak mekruhtur. Muma, kandile, lâmbaya karşı namaz kılmak ise, mekruh değildir. Yine asılı bulunan Mushaf-ı Şerife veya bir kılıca karşı namaz kılmak da mekruh değildir. Çükü bunlara hiçbir kimse tarafından tapılmamıştır.
31) Bir insanın yüzüne karşı, arada engel olmaksızın namaz kılmak mekruhtur. Fakat bir insanın arkasına karşı namaz kılmak mekruh değildir. Ancak bu adamın konuşmasından dolayı şaşırmak umuluyorsa, mekruh olur.
32) Temiz olmayan şeylere karşı ve temiz olmayan şeyler yakınında namaz kılmak mekruhtur. Bunlar namaza olan saygıya aykırı hallerdir. Mezarlıkta, yol ortasında, hamamda, hayvan boğazlanan yerlerde namaz kılmak da böyledir. Fakat mezarlıkta veya hamam gibi yerde namaz için bir yer ayrılmışsa, kerahet olmaz.
33) Namazda bir gerek bulunmaksızın bir çocuğu yüklenmek veya kendisini meşgul edecek bir eşya taşımak mekruhtur.
34) Helaya (tuvalet) gitmek sıkıntısı olduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Öyle ki, namaz içinde böyle fazla bir sıkıntısı gelip kalbi meşgul edecek olursa, vakit müsait olduğu takdirde namazı bırakmalıdır. Böylece namaz kalb huzuru ile kemal üzere kılınmış olur. Aksi halde namaz sahih olursa da, günah işlenmiş sayılır.
35) Namaz engel olmayacak mikdardan az bir pisliğin elbisede, bedende ve namaz yerinde bulunması mekruhtur.
36) Kirli elbiselerle, ev işlerinde giyilen elbiselerle namaz kılmak mekruhtur. Çünkü süs sayılan temiz elbiselerle namaz kılınması emrolunmuştur. Ancak başka elbise yoksa, bunlarla kılınabilir.
37) Bir özür olmaksızın elbiseyi giymeyip omuzlar üzerine alarak salıvermek suretiyle namaz kılmak mekruhtur.
38 ) Namazda, elleri çıkaracak bir aralık bırakmaksızın ihram gibi bir şeyin içine bürünmek mekruhtur.
39) Bir özür olmadan yalnız tek bir elbise ile (bir entari ile) namaz kılmak mekruhtur. Erkeklerin sıcak bölgelerde gömlek giymeyip yalnız şalvar ile namaz kılmaları da böyle mekruhtur.
40) Bir zaruret olmaksızın erkeklerin ipek elbise ile namaz kılması mekruhtur. (Kerahet ve İstihsan bölümüne bakılsın).
41) Elbiseyi topraktan veya diz yerinin belirmesinden korumak için rükûa veya secdeye giderken "az bir hareketle" yukarıya çekmek mekruhtur. Bilindiği gibi "çok hareket" namazı bozar.
42) Namazı gasbedilmiş bir elbise ile kılmak mekruhtur. Başka bir elbise bulunmasa, yine hüküm aynıdır. Çünkü başkasının malından sahibinin izni olmaksızın yararlanmak caiz değildir.
43) Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye, bütün saçlarını arka tarafa toplayıp bağlamaları mekruhtur.
44) Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını, kadınlar gibi bağlayıp başlarının üzerinde bağlamış veya başlarının etrafına sarmış oldukları halde namaz kılmaları mekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde kasden yapılması ise "çok hareket" olacağından namazı bozar.
45) Namaz içinde az bir hareketle insanın üzerinde elbise çıkarması, başındaki sarığı çıkarması veya böylece bir şeyi giyinmesi veya başını sarması mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir hareketle yapılırsa, namaz bozulur. Namazda elbise ile veya vücudun organları ile gereksiz olarak oynamak da mekruhtur.
46) Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık bırakmak mekruhtur.
47) Namazda tenbellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak mekruhtur. Tenbellikten maksad, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır. Gevşeklikten maksad da, namazda baş örtmeyi önemsememektir. Halbuki bu bir sünnettir. Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık bulunmasında bir kerahet yoktur. Sadece sıcaktan veya hafiflemekten dolayı başı açık bırakmak ise, mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir de namazda tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmakda bir kerahet yoktur, denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki, tevazu ve huşu bir kalb işidir. O halde kalb ile tevazu ve huşuda bulunup başı örtmek daha iyidir. Yine denebilir ki, tevazu ve huşu maksadı ile başı açık bırakmak, kalbdeki tevazu ve teslimiyetin bîr dış görüntüsüdür. Bunun için iyidir. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tevazu ve huşu maksadı ile başları açık bırakacak kimseler pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim ki, biz namazlarımızı Peygamber Efendimizin kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz. Çünkü bir hadîs-i şerîfde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız siz de öyle namaz kılın." Peygamber Efendimiz ise, namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir âdet işi değildir. Doğrusu namazda peygamberimizin uyguladığı sünnet işine uymak ve başkalarına benzemekten sakınmak meselesidir. İhramda başların açık bulundurulması başka bir hikmete bağlıdır. O, mahşer hayatının bir örneğidir. Namaz buna kıyas edilmez. İbadetlerde kıyas geçerli olmaz. Artık gerçek bir özür bulunmadıkça, başı güzel bir şekilde secdeye engel olmayan bir giysi ile örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki, secde esnasında baştan düşen bir giysiyi (tek el ile) başa yerleştirmek faziletli görülmüştür. Fakat iki elle (çok hareket ile) yapılmaz.
Bu konuda kerahet ve fazilet erkeklere göredir. Kadınlara göre ise, başlarının namazda örtülü olması her halde şarttır. Başlarının açık bulunması, namazlarını bozar. Bu konu, din kitablarımızın bir çoğunda, özellikle "Bahr-i Raik" ile "Reddü'l-Muhtar" adlı eserlere ayrıntılı olarak yazılmıştır.
48 ) Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın olmasa da, sağ ve sol tarafından hizasındaki duvar veya tavan üzerine çizilmiş veya asılmış büstümsü canlı yaratık şekillerin bulunması mekruhtur. Arka tarafda bulunması da çoğunlukça mekruh saymıştır. Fakat bunun keraheti nisbeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan organları seçilemeycek kadar küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya örtülüp yok edilmiş bulunan bir resmin bulunması, namaz bakımından keraheti gerektirmez.
Yine, kese ve cüzdan gibi şeyler içinde bulunan paralar üzerinde basılı bulunan resimler veya bir organda dövme suretiyle çizilip elbise ile örtülen şekiller veya yüzük taşına oyulup belirsiz halde kalan resimler namazın kerahetini gerektirmez.
Canlılara ait olmayan resimlerde de kerahet yoktur. Ağaç, bina, ay ve güneş resimleri bu kısımdandır. Çünkü bunların resimlerine ibadet edilmemiştir. Ancak namaz kılınan zihnini meşgul edecek bir durum bulunursa, kerahet olur. Bir de kuştan daha küçük olan bir şekil veya bir yerde bulunduğu halde ayakta iken bakılınca organlarının ayrımı belirsiz olan resim, namaz kılanın yanında bulunsa, keraheti gerektirmez.
49) Üzerinde canlı resimleri bulunan bir elbise ile namaz kılınması ve canlıya ait bir resim üzerine secde edilmesi mekruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka bir elbise giyerlerse, onunla namaz kılınmasında kerahet yoktur.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin, resim bulunmayan kısmında namaz kılınması ve secde edilmesi mekruh değildir.
Bilindiği gibi, öteden beri birçok kavimler, yalnız bir olan Allah'a iman inancını bırakıp şirke düşmüşler ve tasarladıkları canlı tanrılarının resim ve heykellerini yaparak onlara tapınmışlar, hürmet göstermişler ve ibadethanelerini onlarla doldurmuşlardır.
Bugün madde yönünden pek yüksek görülen nice milletler de henüz kendilerini böyle putlara tapmaktan kurtaramıyorlar. İslâm dini ise, insanlara tevhid (yalnız bir Allah'a ibadet) inancını tebliğ edip öğretmiştir. Allah'a ortak koşan kavimlerin bu putlara tapma hallerini çok fazla kötülemiştir. Artık ezelî ve ebedî olan, her şeye hakim bulunan bir yaratıcının varlığına inanan ve yalnız O'na ibadetle şeref kazanan İslâm toplumunun bu putlara tapanlara karşı bir ayrılık nişanı göstermesi gerekir. Yalnız bir Allah'a iman (tevhid) inancını daima göstermek için mabedlerini ve namaz kılacakları yerleri, bu gibi puta tapanları taklit ve onlara saygı anlamına gelecek şeylerden uzak bulundurmaları bir görev gereğidir.
Gerçekten hiç bir müslümanın bu gibi resim ve heykellere tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu putperest milletlere karşı bir ayrılık eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden namazgahlarını uzak bulundurmak dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir.
50) Namazın mekruhlarının bir kısmı "İmamet ve Cemaat" konusunda, bir kısmı da "Kıraat ve Evkat-ı Salât" bölümünde ve diğer konularında yeri geldikçe anlatılmıştır.
51) Yanılma olmaksızın ve sehiv secdelerini gerektirmeksizin keraheti tahrimiye ile kılınan namazların iade edilmesi vacibdir. Fatiha sûresi yerine kasden başka bir ayet okunarak kılınan namaz gibi...
Tercih edilen görüşe göre, kerahetle kılınan önceki namazla farz yerine getirilmiş olup iade sureti ile kılınan namaz ise onun eksiklerini tamamlayıcı yerine geçmiş bulunur.
Namazda Mekruh Olmayan Şeyler
Namazda çözülen kuşağı bağlamak
2.Meşgul etmemek şartıyla boyuna kılıç vb. takılı olması
3.Cepken giyenlerin, kollarını geçirmeksizin namaza durması
4.Mushafa veya kılıca karşı namaz kılmak
5.Muma veya kandile veyahut fanusa karşı namaz kılmak
6.Başın secdede üzerine gelmemesi şartıyla üzerinde canlı resim bulunan yaygıda namaz kılmak
7.Namazda yılan,akrep gibi tehlikeli hayvanları öldürmek
8.Rükuda vücuda yapışan elbiseyi,azanın belli olmaması için azıcık hareketle silkmek ve elbiseyi tozdan topraktan sakınmak
9.Gerektiğinde, yüz çevirmeksizin göz ucuyla bakmak
10.Yer pek ve sert olunca namazı döşek ve yaygı üzerinde kılmak
11.Sıcaklıktan veya soğukluktan veya zarar verici şeylerden korunmak için bir bez serip onun üzerinde secde yapmak
12.Nafile namazların iki rekatında da aynı sureyi okumak...mekruh olmaz
Namazı Bozan ve Bozmayan Şeyler
"Fesad" bozulma ve "İfsad" da, bozma demektir. Bunların karşıtı "Salâh (Sıhhat)" ve "Islah" dır. İbadetlerde fesad ile "butlan" birdir. Fasid olan bir ibadete "batıl" da denir. Bir şeyi bozan sıhhat halinden çıkaran şeye de, "müfsid" denir. Çoğuluna "müfsidat" denir.
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri bulunmamakla o namaz fasid olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere başlanıldıktan sonra bazı şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir. Namazı böyle bozan şeylere "Müfsidat-ı Salât" adı verilir. Bunların bir kısmı daha önce yeri geldiğinde anlatılmıştı.
Biz burada şart ve rükünleri ile başlanmış bir namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız. Şöyle ki:
1) Namazda iki harfden ibaret dahi olsa, namaz kılanın işiteceği derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıd, yanılma, uyuma ve hata halleri eşittir.
2) Bir hastalık sebebiyle veya bir malın ve bir arkadaşın kaybolması gibi musibetten dolayı harfler belirecek şekilde sesle ağlamak veya "ah, uh, eh" diye inlemek, "öf demek, yahut bir toza üflemek veya bir şeyden bezginlik göstermek için "uf, tuh" demek namazı bozar.
Yüce Allah'ın korkusundan, cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak, ah ve iniltide bulunmak namazı bozmaz. Kendini tutamayacak derecede şiddetli hastalıktan dolayı bir ah ve inilti de namazı bozmaz.
3) Cemaattan biri, imamın okuduğu Kur'andan duygulanarak ağlasa veya "evet" dese, bakılır: Eğer bu bir huzur ve huşu eseri ise, namazı bozulmaz. Fakat sadece ses güzelliğinden lezzet duyma eseri ise namazı bozulur.
4) Bir özür veya makbul bir sebeb bulunmaksızın "eh, eh..." diye boğazı gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar. Fakat zorlamayarak kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından namazı bozmaz. Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu bildirmek için veya kendi imamının bir kıraat hatasını düzeltmek için bunun yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir maksada dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur.
5) Aksıran kimseye namazda "Yerhamükallah" denilmesi ve başkasının "Rahimekallah" demesi üzerine namazda "amin" denilmesi namazı bozar. Fakat aksıranın kendi nefsine karşı "Yerhamükallah" demesi namazı bozmaz. Yine, aksıran kimseye hamd etmesini hatırlatmak için namazda "Elhamdü lillâh" denilmesi, sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bu sözün cevab yerinde olması benimsenmiş değildir. Bu yalnız bir hatırlatmadan ibarettir.
6) Namazda "Allah" ismi işitilmekle "Celle Celâlüh" denilse veya Peygamber Efendimizin şerefli ismi işitilmekle "sallallahu aleyhi ve sellem" denilse, bakılır: Eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kasdedilmişse, bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur.
7) Namazda şeytani bir vesveseden dolayı "Lâ havle ve la kuvvete illâ billah" denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle ilgili bir şey ise, namaz bozulmaz. Fakat dünya ile ilgili bir şey ise, namaz bozulur. Çünkü vesvese bir acıdır. Bu durumda dünyaya ait bir acıdan dolayı bu "Lâ havle" sözü söylenmiş olur.
8 ) Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye girmek için izin isteyene, namazda olduğunu anlatmak için "Elhamdü lillâh" veya "Sübhanellah" dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namaz bozulmaz.
9) Kur'an-ı Kerim'in içinde veya hadis-i şeriflerde bulunan bir duayı namaz içinde okumak, namazı bozmaz. Namazda: "Allahümme Ekremnî, Allahümme en'im aleyye, Allahümme aslih emri, Allahümmerzuknî'l-afıyete, Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmüminine velmüminat" denilmesi gibi...
Fakat: "Allahümmeğfir liammî, Allahümmeğfir lihalî" gibi bir dua, namazı bozar. Çünkü, böyle bir dua Kur'anda ve hadislerde yoktur.
10) Namazda, insanların sözlerine benzer bir şekilde dua edilmesi ve insanlardan istenilmesi imkansız olmayan bir şeyin Yüce Allah'dan istenilmesi, namazı bozar. Allahümme at'imnî lahmen = Allah'ım bana et yedir." , "Allahümmekzi deyni = Allah'ım borcumu Öde," ve "Allahümmerzuknî zevceten = Allah'ım beni zevceyle rızıklandır" diye dua edilmesi gibi...
11) Namazda bir kimseye dil ile selam vermek veya başkasının selamını dil ile almak veya tokalaşarak selamlaşmak namazı bozar. Sadece Aleyküm denilmesi veya yanılarak selam alınması da böyledir.
12) Namazda el ile veya baş ile selam alınsa, sorulan veya istenilen bir şey için baş, göz ve kaş ile işarette bulunulsa, namaz bozulmaz. Fakat bir namaz kılana: "ileri git, yanında namaz kılacak kimseye yer ver" denilip, o da bu emre uyarak hareket etse, namazı bozulur. Çünkü namaz içinde Allah'dan başkasının emrine uymuş olur. Fakat kendiliğinden biraz çekilerek namaz kılacak kimseye safda yer vermesi namazı bozmaz.
13) Namaz içinde çok sayılan iş ve hareket, namazı bozar. Az sayılan iş bozmaz. Şöyle ki: Namaza ve namazı düzeltmeye ait olmayan ve çok hareket sayılan bir hareket namazı bozar. Çok iş ve hareket o işdir ki, onu işleyen kimseyi dışardan bir kimse gördüğü zaman, namazda olmadığından şübhe etmez. Bunun karşıtı az iştir ki, sahibini gören, onun namazda olup olmadığından şübheye düşer.
Örnek: Namaz kılmakta olan bir kimse, yerden bir taş alarak kuş veya benzeri bir şeye atacak olsa, namazı bozulur. Çünkü bu hareketi çok harekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa, namazı bozulmaz. Çünkü bu bir az işdir. Ancak namaz içinde başka bir şey ile uğraştığından dolayı günah işlemiş olur.
14) Bir kimse namazda, kendi imamından başka bir kimsenin okuduğu Kur'andaki yanlışlığı veya takıldığı yeri düzeltse namazı bozulur. Çünkü bu hareket bir öğretme ve öğrenme sayılır. Öğretme ve öğrenme ise, çok harekettir. Fakat kıraat maksadı ile okuyup da bunun sonunda o kimse için düzelme hasıl olsa, namazı bozulmaz.
Yine, kendi imamı için düzeltme yapsa, namazı bozulmaz. İmamın yeteri kadar Kur'an okumuş olması fark etmez. Çünkü bu aynı namazı düzeltmeye aitir. Fakat namaz kılan bir kimse, kendisi ile beraber aynı namazda olmayan kimsenin okuyuşunu düzeltirse, namazı bozulur, çünkü bu bir öğretme sayılır.
15) Bir kimse namazda iken vücudunu bir kere veya arka arkaya iki kere veya değişik rekatlarda birer, ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa kaşısa, bozulur. Ancak bir organını, elini tekrar kaldırmadan birkaç defa kaşıması, bir defa kaşıma sayılır.
16) Namazda bir özür olmaksızın birbiri ardınca hiç durmadan en az üç adım atmak namazı bozar. Yine, bir şahsın çarpması üzerine, namaz kılanın elinde olmayarak yerden üç adım kadar yürümesi de namazı bozar. Namaz kılınan yerden tutup çıkarılmak da böyledir, namaz bozulur.
17) Namazda tekrarlama yapılmaksızın bir el ile baştan sarığı veya giysiyi kaldırıp yere koymak veya bunları yerden kaldırıp başa koymak, namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa koymak çok iş ve harekete muhtaç olursa, namazı bozar.
18 ) Namaz kılmakta olanın bir kimseye bir el veya bir kamçı ile vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok iş ve harekettir. Fakat hayvan üzerinde namaz kılanın bu hayvana arka arkaya üç defa vurması, namazını bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. Sahih olan görüş budur.
Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa hareket ettirmek namazı bozmaz. Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar, iki ayak, iki el yerinde sayılır.
19) Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, fakat namazda iken hayvandan inmek bozmaz.
20) Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar. Fakat ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek, namazı bozmaz.
21) Bir kimse yanılarak veya kasden bir buğday tanesi yese, bir damla su içse, gözüne sürme çekse, bedeninin herhangi bir yerine yağ sürse, baş ve sakalının saçlarını tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü bunlar birer çok iştir. Fakat bir elinde bulunan yağı veya benzerini diğer eline almaksızın başına veya başka bir organına sürse, bununla namazı bozulmaz. Çünkü bu az bir iştir.
22) Namazda çocuğu alıp emzirmek namazı bozar. Namaz kılmakta olan bir kadının memesini çocuk kendi başına tutup emecek olsa bakılır: Eğer süt çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz bozulmaz. Fakat süt çıkarsa veya süt çıkmaksızın iki defadan çok emerse, namaz bozulur.
23) Namaz içinde bulunan bir erkeği, zevcesinin öpmesi veya okşaması ile namazı bozulmaz. Ancak erkeğin şehveti uyanırsa, bozulur. Fakat bir kadının namazı, kocasının kendisini şehvetle okşaması ile veya ister şehvet olsun, ister olmasın öpmesiyle bozulur. Çünkü cinsel yaklaşma konusunda kocanın hareketi asıldır.
24) Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba yalnız baksa yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih olan görüşe göre, namazı bozulmaz. Fakat karşısında bulunan bir Kur'an"ı Kerim'den yahut yazıları bulunan bir mihrabdan Kur'an-ı Kerim ayetlerini okuyacak olsa, bakılır: Eğer okuduğu ayetler, onun ezberinde idi ise, namazı bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise, en az bir ayet okuyunca namaz bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmamı Azam'a göredir, iki imama göre, ziyade okumakla da bozulmaz. Ancak böyle bir okuma mekruhtur. Bunda, kitab ehline (Yahudi veya Hıristiyanlara) bir benzeyiş vardır.
25) Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular ve işler namazı bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin düşüncesi ile bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa, günah işlemiş olur. Çünkü böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış olur. Bununla beraber namazı bozulmaz.
26) Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekat namaz kıldığına dair olan bir soruya cevab olarak elinin parmaklarını gösterecek olsa, namazı bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa, namazı bozulmaz. Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa, namazı bozulur.
27) Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle, diğer bir görüşe göre de özürsüz de olsa, ön tarafa, sağ veya sol tarafa yahut kıbleden yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rükün mikdarı, dura dura birer saf kadar gitse, mescidden çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan ayrılmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü mescidde ve sahrada safların bulunduğu kısım, tek bir yer sayılır. Bunun için kırda namaz kılanın ön tarafında saf bulunmazsa, secde yerinin önüne geçmesi ile namazı bozulur. Yine tek başına namaz kılanın da, secde yerini geçmesi ile namazı bozulur. Kadınlar için evleri, bir görüşe göre mescid, diğer bir görüşe göre kır hükmündedir.
28 ) Ağız dolusundan az olan bir kusuntu, elde olmayarak yutulursa, bununla namaz bozulmaz.
29) Namazda olan bir kimse, göğsünü özürsüz olarak kıbleden döndürse, namazı bozulur. Fakat bir organdan kan çıkmak gibi bir sebeble abdestsizlik meydana geldiğini yanlışlıkla zannetse de kıbleye arka çevirecek olsa, mescidden çıkmadıkça namazı bozulmaz. Fakat bu adam imam olur da yerine başkasını geçirirse, namaz bozulmuş olur.
30) Namazda bulunan kimseden burun kanaması veya kusuntu gibi, istekle olmayan abdesti bozacak bir şey meydana gelse, o kimse serbest olur: Dilerse abdest alıp yeniden namaz kılar. Buna namaza yeniden başlama (istinaf-ı salât) denir. Faziletli olan da budur. Dilerse, namaza aykırı hiç bir şeyle uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır ve tek başına idiyse, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlamış bulunduğu yerde namazının geri kalan kısmını tamamlar. Bir imama uymuş idiyse, evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın sıhhatine engel olacak bir yerde durup oradan tekrar imama uyamaz. Ancak cemaatla kılınan namaz bitmiş olursa, o zaman yalnız başına namaz kılan gibi hareket eder. Bu namaz kılışa da, başlanan namaza devam (bina-i salât) denir. Böyle bir kimse abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya gidip gelirken Kur'an okusa veya bu arada avret yeri açılsa, artık namazı bina edemez (başladığı namazdan geri kalan kısmı kılamaz). Yeniden namaz kılması gerekir. (Lâhik bölümüne bakılsın.)
31) Namazı bozulan bir imamın, kendi yerine başkasını geçirmesi ittifakla caizdir. Şöyle ki: Bir imama, namaz kılarken burnu kanamak gibi (semavî) bir abdestsizlik gelse, cemaat içinden imam olmaya elverişli bir kimseyi işaretle veya elbisesinden tutarak mihraba geçirir. İmamla beraber yalnız bir kişi bulunmuş olsa, bu kimse imamete ehil ise, imamlığa geçmesi kararlaşmış olur. İmam böyle yerine bir adam geçirmeksizin mescidden çıksa veya sahrada ise safları geçmiş olsa, cemaatın namazı bozulur, imam tek başına namaz kılan hükmünde kalır. Dilerse abdest alıp namazı bina eder (bıraktığı yerden tamamlar), dilerse yeniden namazını kılar. Bu istihlâf (yerine başkasını geçirme) konusunda cemaatın bilgisi yoksa, istihlâf cihetine gidilmeyip namazın yeniden kılınması daha faziletlidir. Çünkü bu durumda namazın bozulmasını gerektiren bazı haller olabilir.
32) Dişlerin arasında kalmış olan bir kırıntı namaz içinde yutulsa, bakılır: Eğer en az nohut mikdarı ise namazı bozar. Bundan küçük ise namazı bozmaz.
33) Ağızda bulunan bir şeker parçasının, namazda çiğnenmediği halde tadı boğaza gitse, namazı bozar. Fakat namazdan önce yenmiş bir yemeğin ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle boğaza gitse, bununla namaz bozulmaz.
34) Namazda sakız veya Hindistan cevizi gibi bir şey, arka arkaya üç kez çiğnenecek olsa, namaz bozulur. Yutulmasa da böyledir. Fakat çiğnenmediği halde bunun küçük bir parçası boğaza gidecek olsa, bundan namaz bozulmaz.
35) Namaz içinde bayılma ve çıldırma halleri namazı bozar.
36) Dört rekatlı bir namazı bilmemezlikle iki rekat sanarak birinci oturuştan sonra selam veren kimsenin namazı bozulur. Yatsının farzını teravih, öğlenin farzını cuma veya sabah namazı zannederek birinci oturuşta selam verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir selam vermekle namaz bozulmaz.
Sehiv (Yanılma) Secdeleri ile İlgili Meseleler
-Sehiv secdeleri, bir namazın ( farzların geciktirilmesinden),vaciblerinden birini yanılarak terk etmekten veya geciktirmekten dolayı, o namazın sonunda yapılması gereken iki secde ile teşehhüdden, salavat ve duaları okumaktan ibarettir. Şöyle yapılır: Son oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunduktan sonra iki tarafa selam verilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılıp üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunur. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır. Bir tesbih mikdarı duraklamadan sonra tekrar "Allahü Ekber" deyip ikinci secdeye varılır. Yine üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunduktan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır ve oturulur. Tahiyyat ve Salavatlarla "Rabbena atina" okunup önce sağ tarafa, sonra sol tarafa selam verilir.
Yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdelerinin yapılması daha faziletlidir, ihtiyata uygundur. Bundan dolayı cemaatla kılınan namazlarda cemaatın yanlışlıkla dağılmaması için, yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdesi yapılması tercih edilmiştir.
-Sehiv secdeleri vacibdir. Bilindiği gibi, gerek farz, gerek vacib veya sünnet olan herhangi bir namazın kıraat, rükü ve sücud gibi farzları ve Fatiha, Sure ilavesi, sırayı gözetme gibi vacibleri, Kadelerde (oturuşlarda) salavatları okumak gibi sünnetleri vardır. Bunun için bunları gözetmek gerekir ki, namaz tam olarak kılınmış olsun.
O halde farz olsun, olmasın herhangi bir namazda bir farzın kasden veya sehven terk edilmesi, o namazın yeniden kılınmasını gerektirir. Böyle büyük bir noksanı gidermek için sehiv secdeleri yeterli değildir.
Bir vacibin kasden terki veya geciktirilmesi bir günahtır. Bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez, böyle bir namazı iade etmek uygundur. Bir vacibin sehven terk edilmesi veya geciktirilmesi, sehiv secdelerini gerektirir. Bu şekilde o noksan düzeltilmiş olur. Bir sünnetin kasden veya sehven terk edilmesi, sehiv secdelerini gerektirmez. Fakat kasden terk edilmesi bir kusurdur. Sevab ve faziletten mahrum olmayı gerektirir.
(Malikilere göre sehiv secdeleri sünnettir. Şafiî'lere göre de sünnettir. Ancak imam sehiv secdelerini yaparsa, cemaatın imama uyması vaciptir. Hanbelilere göre sehiv secdeleri bazan vacib, bazan sünnet ve bazan da mubah olur. Namazın terk edilen bir sünnetinden dolayı yapılacak sehiv secdelerinin mubah olması gibi...
|
|
|
Kuran-ı Kerimdeki Namazla ilgili Ayetler |
Posted by: SeliM35 - 08-24-2019, 04:59 PM - Forum: Namaz ve Dua
- No Replies
|
 |
![[Image: Kuran-%C4%B1%20Kerimdeki%20Namazla%20ilg...yetler.png]](https://islamiforum.de/islamiForum-image-1/Kuran-%C4%B1%20Kerimdeki%20Namazla%20ilgili%20Ayetler.png)
Namazla ilgili Kur'an Ayetleri
1. "Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar."
Ankebût sûresi (29), 45
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Âyet-i kerîmenin tamamının anlamı şöyledir: "Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir."
Âyette hayasızlık ve kötülük diye tercüme edilen "fahşâ" ve "münker" kelimelerinin anlamı daha kapsamlıdır. Fuhşiyat, açıktan ve alenî işlenilen bütün çirkinlikleri, edepsizlikleri ve ahlâk dışı davranışları ifade eden bir kelimedir. Münker de, aklın ve şerîatın beğenmediği bütün uygunsuz davranışları ve günahları ifade için kullanılır. Öncelikle namaz içinde böyle şeyler yapılmaz, onun gerektirdiği bütün edeplere uyularak namaz kılınır. Gerçekten şuurla ve hakikatına erilerek, farkında olunarak, ne olduğu bilinerek kılınan bir namaz, namaz dışında da insanı her türlü çirkinlikten, uygunsuz davranıştan, edep dışı hareketlerden alıkoyar. Onun için Resûl-i Ekrem Efendimiz: "Kim namaz kılar da o namaz kendisini hayasızlıktan ve kötülükten alıkoymazsa, o namaz olsa olsa onun Allah'tan daha fazla uzaklaşmasını sağlar" buyurmuştur (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, VI, 221). Kur'an'ın namazla ilgili birçok âyeti vardır. Nevevî'nin konuyla ilgili olarak sadece bu âyetle yetinmesinin sebebi, onun kapsayıcılığından olsa gerektir.
2. "Namazlara, özellikle orta namaza devam ediniz."
Bakara sûresi (2), 238
حَافِظُواْ عَلَى الصَّلَوَاتِ والصَّلاَةِ الْوُسْطَى وَقُومُواْ لِلّهِ قَانِتِينَ
Beş vakit namazı eksiksiz kılmak ve bunu ara vermeksizin yapmak gerekir. Çünkü âyetteki muhafaza kelimesi namazların eksiksiz, en mükemmel şekilde ve vaktinde kılınması gibi özellikleri kapsamına alır. Ayrıca bütün rükünlerini ve şartlarını da yerine getirerek namaz kılmamız icap eder. Zira âyetin devamındaki "Allah için boyun eğerek kalkın namaza durun" emri bunu gerektirir. Burada geçen kunut tabiri, taati, huşûu, boyun eğmeyi ve ayakta durmayı ifade eder ki, dilimizde buna divan durmak denir. Peygamberimiz: "Namazın en faziletlisi kunutu uzun olandır" buyurmuştur (Müslim, Müsâfirîn 164-165).
Orta namaz dediğimiz salât-ı vustânın hangi vaktin namazı olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de, genel kabul gören ikindi namazı olduğudur. Sahâbeden Hz.Ali, İbni Mes'ûd, Ebû Eyyûb, İbni Ömer, Semüre İbni Cündeb, Ebû Hüreyre, İbni Abbas, Ebû Saîd el-Hudrî, Hz.Âişe ve daha birçokları salât-ı vustânın ikindi namazı olduğu görüşündedir. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, bir görüşünde İmam Şâfiî ve Ahmed İbni Hanbel de aynı kanaattedirler. Hz.Ömer, Ebû Mûsa ve Muâz'ın da aralarında bulunduğu bazı sahâbîler ise sabah namazı olduğunu söylemişlerdir. Bazı sahâbîlerin öğle namazı, bazılarının akşam, bazılarının da yatsı namazı dedikleri nakledilir. Hatta bu görüşler cuma namazından bayram namazına kadar uzanan bir çerçeveye oturtulmaya çalışılır. Bunların her biri üzerinde duracak değiliz. Fakat Peygamber Efendimiz'in: "Orta namaz ikindi namazıdır" hadisi (Tirmizî, Salât 19) ve Ahzab harbi gününde: "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular. Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun" (Müslim, Mesâcid 205) buyurması,"ikindi namazıdır" diyenlerin delilini teşkil etmektedir. Ayrı namazlar olduğunun ifade edilmesi de, bütün namazların korunması ve hiçbirinin ihmal edilmemesi gerektiğini ortaya koyar. Nitekim âyetin başında bütün namazları muhafaza ediniz emrinin yer alması bunun en kesin delilidir.
3. "Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın."
Tevbe sûresi (9), 5
فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
Bu ayetin tamamının anlamı şöyledir: "Haram ayları çıkınca Allah'a ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."
İnsanın mü'min olmasının en önemli göstergelerinden biri namazdır. Namaz kılan insana âyette geçen muamelelerin hiçbiri yapılmaz. Bu âyetin hükmü müşrik Arapları kapsamaktadır. Onlar iman edip namaz kılmayı ve zekât vermeyi kabul edince, daha önce yapmış oldukları şeyler, küfür ve haksızlıklar bağışlanır. Çünkü İslam insanın geçmişini örter, kişi âdeta hayata yeni başlamış ve dünyaya yeni gelmiş gibi muamele görür.
4. "Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz."
Cum'a sûresi (62), 10
فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Cuma namazından önce ve sonra kılınacak sünnet namazlar hakkında 101 numaralı hadiste bilgi verilmiştir. Bu âyet-i kerîmenin bulunduğu Cuma sûresinin dokuzuncu âyetinde cuma ezanı okununca, işi gücü bırakıp Allah'ı anmak üzere cuma namazı kılınması gerektiği belirtilmekte, açıklamakta olduğumuz yukarıdaki onuncu âyette de cuma namazını kıldıktan sonra herkesin tamamen serbest olduğu, dilediği şekilde hareket edebileceği ifade edilmektedir. Diğer bir söyleyişle, cuma namazını kılan kimsenin bu görevini yerine getirmiş olduğu, şayet ticaretinin başına dönmek istiyorsa dönebileceği, ilim öğrenmek istiyorsa tekrar kitaplarının başına oturabileceği, ibadet etmek istiyorsa dilediği şekilde ibadet edebileceği, hatta dinlenmek istiyorsa dinlenebileceği ortaya konmaktadır. Âyet-i kerîmedeki "yeryüzüne dağılın" ifadesi kesin bir emir değildir. Artık herkesin dilediğini yapmakta serbest olduğu yönünde bir açıklamadır.
Âyet-i kerîmenin devamındaki "Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz" buyruğu, cuma namazı kılanlara bir hatırlatma ve uyarı mâhiyetindedir. Yüce Rabbimiz bu kısa ve özlü tavsiyesi ile bize şöyle demektedir:
Siz cuma namazını kılmakla bir görevi yerine getirdiniz, artık dağılıp gidebilirsiniz; ama kendinizi büsbütün dünyaya kaptırmayın. Kalbinizi devamlı surette canlı ve uyanık tutabilmek için işinizin başında veya evinizde iken yahut bir yere gelip giderken Allah'ın adını anıp zikrederek, zaman zaman Kur'an okuyarak, nâfile namazlar kılarak, Allah'ın kullarına ve diğer mahlûkatına iyi davranıp hizmet ederek, O'nun size esirgemeden verdiği lütufları düşünerek Cenâb-ı Hakk'ı her fırsatta anıp zikredin. Böyle davranırsanız Allah'ın rızâsını kazanabilir ve dolayısıyla kurtuluşa erebilirsiniz.
5. "Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır."
İsrâ sûresi (17), 79
وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً لَّكَ عَسَى أَن يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَّحْمُودًا
Âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz'den, gecenin bir kısmında uykudan kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Arapçada geceleyin uykudan uyanarak namaz kılmaya teheccüt dendiği için bu namaza da teheccüt namazı adı verilmiştir.
Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet etmeyi doğru bulmamıştır. 152 numaralı hadiste geniş bir şekilde ele alındığı üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi Abdullah İbni Amr İbni Âs'ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini yasaklamıştır.
Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre teheccüt namazı sadece Peygamber Efendimiz'in şahsına mahsus bir ibadettir. Bu ibadetin Resûlullah için fazladan bir fazilet yani mendup ve nâfile olduğunu söyleyen âlimler vardır. Onları böyle düşünmeye sevk eden, Peygamber aleyhisselâm'ın geçmişte kalan ve ileride işlenmesi mümkün görülen bütün günahlarının bağışlanmasıdır. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler ise teheccüt namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Âyette "Ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır" diye belirtilen makâm-ı mahmûd, hamd, minnet ve teşekkürlerini sunma makamı demektir. Bu yüce makam Resûl-i Ekrem Efendimiz'e mahsustur. Kıyamet gününde her ümmet, diğer bir ifadeyle bütün beşeriyet Resûlullah'ın şefaatıyla mahşerdeki o korkunç bekleyişten bir an önce kurtulmak isteyecekler, kurtulur kurtulmaz da ona bu lütuf ve şefâatinden dolayı şükranlarını sunacaklardır. Makâm-ı mahmûd'un, makâm-ı şefaat olduğu söylenebilir.
6. "Vücutları yatak yüzü görmez."
Secde sûresi (32), 16
تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
Vücutlarının yatak yüzü görmediği belirtilen kimseler, geceleyin kalkıp Allah rızâsı için ibadet eden, namaz kılan, dua eden kimselerdir. Bu âyet-i kerîmenin tamamı şöyledir:
"Korkuyla ve ümitle Rablerine yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları yatak yüzü görmez. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden Allah yolunda harcarlar."
Geceleri kalkıp ibadet eden kimselerin mükâfatı yukarıdaki âyetin devamında (17 numaralı âyette) şöyle belirtilmektedir:
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetler hazırlanıp saklandığını bilemezler."
Âyet-i kerîmede bu mükâfatın büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. 1884 numaralı hadiste geleceği üzere Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ'nın has kulları için hazırladığı bu mükâfatı hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük lutfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir.
İbadet ve tâatla meşgul oldukları için vücutları yatak yüzü görmeyen bu bahtiyar insanlardan, aşağıdaki âyette şöyle söz edilmektedir:
7. "Geceleri pek az uyurlar."
Zâriyât sûresi (51), 17
كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Âyet-i kerîmenin baş tarafından itibaren cenneti kazanmış muttakî insanların özellikleri sayılmakta, bu özelliklerden birinin, dünyada iken geceleri teheccüt namazı kılmak için pek az uyumaları, zamanlarını Allah'a ibadet ve dua ile geçirmeleri olduğu belirtilmektedir. Bir sonraki âyette onların bu ibadetlerinin seher vakitlerine kadar devam ettiğine işaretle "seher vakitlerinde bağışlanma diledikleri" söylenmektedir.
Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğu unutulmamalı, sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğu göz ardı edilmemelidir. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için bin dereden su getirmekteyiz. Halbuki bize ömür sermayesini lütfeden Allah Teâlâ, başka âyetlere bakmasak bile, yukarıdaki üç âyette, iyi kullarının özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terk etmek olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet zevki nasip eylesin (âmin).
---oOo---
“Dinin başı İslam (Kelime-i şehadet getirerek Allah’a teslim olmak),
direği ise namazdır.”
(Tirmizî, Îmân, 8; İbn Hanbel, V, 231)
İslamiyet’in 5 şartından birisi olan namaz hakkında çok sayıda ayet-i kerime ve hadis-i şerif mevcuttur.
Namaz ibadeti aynı zamanda, kul ile Allah’ın (c.c.) arasında olan en güzel iletişimlerdendir. Namazın İslam dinindeki yeri ve önemi pek çok ayette vurgulanmış, namazın Müslümanın hayatında her daim var olması gerektiğinin sık sık altı çizilmiştir.
Allahuteala (c.c.) namaz kılanın mükafatlandırılacağını, namazı terk edenlerin ise (bilerek ve isteyerek) cezalandırılacağını bildirmiştir.
Kur’an-ı Kerim ve sahih hadisler, namaz ile ilgili apaçık bir şekilde mü’minlere yol göstermektedir.
"Yüce Allah şöyle buyurdu:
‘Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve onları, vaktinde
ve hakkını vererek kılanları cennete koyacağımı kendi katımda
vaad ettim. Namazları düzenli kılmayanlar için ise
katımda böyle bir vaad yoktur.’ "
(Ebû Dâvûd, Salât, 9)
Kur’an-ı Kerim Namaz İçin Neler Söylüyor?
Kur’an’da namaz ile ilgili çok fazla ayet-i kerime vardır. Bunlardan bazıları direkt olarak namaz ile ilgili deği, namazın da içinde geçtiği ayetlerdir. Aşağıda direkt olarak namaz ile ilgili ayet-i kerimelerden bir kısmı vardır.
“Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”
Bakara Suresi, 3. Ayet
“Namazı kılın, zekatı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.”
Bakara Suresi, 43. Ayet
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.”
Bakara Suresi, 45. Ayet
“Hani İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekatı verin” diye misak almıştık. Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz ve (hala) yüz çeviriyorsunuz.”
Bakara Suresi, 83. Ayet
“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür.”
Bakara Suresi, 110. Ayet
“Hani Evi (Ka’be’yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin”, İbrahim ve İsmail’e de, “Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin” diye ahid verdik.”
Bakara Suresi, 125. Ayet
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.”
Bakara Suresi, 153. Ayet
“Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. “
Bakara Suresi, 277. Ayet
“Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, “Allah sana; kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa’yı) doğrulayan, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler.”
Al-i İmran Suresi, 39. Ayet
“Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”
Nisâ Suresi, 103. Ayet
“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”
Nisâ Suresi, 142. Ayet
“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.”
Nisâ Suresi, 162. Ayet
“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”
Maide Suresi, 6. Ayet
“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.”
Maide Suresi, 55. Ayet
“Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”
Maide Suresi, 91. Ayet
“Bir de, bize, “Namazı dosdoğru kılın ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır.”
En’âm Suresi, 72. Ayet
“İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar.Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.”
En’âm Suresi, 92. Ayet
“De ki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.”
En’am Suresi, 162. Ayet
“Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz.”
Araf Suresi, 170. Ayet
“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”
Enfal Suresi, 3. Ayet
“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”
Tevbe Suresi, 18. Ayet
“Harcamalarının kabul edilmesine, yalnızca, Allah’ı ve Rasûlünü inkar etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur.”
Tevbe Suresi, 54. Ayet
“(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.”
Hûd Suresi, 114. Ayet
“Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.”
Ra’d Suresi, 22. Ayet
“İman etmiş kullarıma söyle: “Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler.”
İbrahim Suresi, 31. Ayet
“Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur.”
İbrahim Suresi, 40. Ayet
“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur’an’ı, işte o, şahid olunandır. Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın. ”
İsra Suresi, 78. – 79. Ayetler
“De ki: “Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse.”
İsra Suresi, 110. Ayet
“Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emir) etti.”
Meryem Suresi, 31. Ayet
“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.”
Meryem Suresi, 59. Ayet
“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”
Taha Suresi, 14. Ayet
“Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır. “
Taha Suresi, 132. Ayet
“Ve onları, Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayrı kapsayan-fiilleri, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar Bize ibadet edenlerdi.”
Enbiya Suresi, 73. Ayet
“Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.”
Hac Suresi, 26. Ayet
“Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir.”
Hac Suresi, 35. Ayet
“Allah adına gerektiği gibi mücadele edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi “Müslümanlar” olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı.”
Hac Suresi, 78. Ayet
“Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.”
Mü’minûn Suresi, 2. Ayet
“Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.”
Mü’minûn Suresi, 9. Ayet
“Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Resüle itaat edin ki size merhamet edilsin.”
Nûr Suresi, 56. Ayet
“Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.”
Furkan Suresi, 64. Ayet
“Namaza kalktığında seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.”
Şuarâ Suresi, 217. Ayet
“Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.”
Neml Suresi, 2. – 3. Ayetler
“(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.”
Ankebût Suresi, 45. Ayet
“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.”
Rûm Suresi, 31. Ayet
“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle ahirete inanırlar.”
Lokman Suresi, 4. Ayet
“Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
Cum’a Suresi, 9. Ayet
“(Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O halde, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükafat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ”
Müzzemmil Suresi, 20. Ayet
“Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.”
A’lâ Suresi, 14. Ayet
“O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.”
Kevser Suresi, 2. Ayet
---oOo---
Kuranda namaz
Güzel Kurani kerimimizde geçen namaz ile ilgili ayetler. Kuranda geçen namaz ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.
Kuranda namaz ile alakali tahmini 86 ayet geçiyor
2:3 - Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar.
2:43 - Hem namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.
2:45 - Bir de sabırla, namazla yardım isteyin. Şüphesiz bu, (Allah'a) saygılı olanlardan başkasına ağır gelir.
2:83 - Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.
2:110 - Siz namazı hakkıyle kılmaya bakın ve zekatı verin! Kendi nefsiniz için her ne hayır yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki, Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.
2:125 - Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"
2:153 - Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
2:177 - Yüzlerinizi bazan doğu, bazan batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitabave bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de andlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.
2:238 - Namazlara ve orta namaza devam edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun.
2:239 - Eğer bir korku hâlindeyseniz, yaya veya binekli olarak giderken kılın, (korkudan) emin olduğunuz zaman da böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin (namazlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile kılın).
2:277 - İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp zekatı verenlerin Rabbleri katında elbette mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku olmadığı gibi, onlar mahzun da olmazlar.
3:39 - Zekeriyya mabedde namaz kılarken melekler ona: "Allah sana, Allah'dan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler." diye ünlediler.
4:43 - Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Cünüb iken de yolcu olanlar müstesna gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur, veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince veya cinsî münasebette bulunup, su da bulamazsanız o zaman tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Niyetle yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
4:77 - Kendilerine, "Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin" denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve "Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?" derler. Onlara de ki: "Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez."
4:101 - Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapacağından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Kuşkusuz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.
4:102 - Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmur gibi bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Kuşkusuz Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
4:103 - O korkulu zamanda namazı kıldınız mı gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzerinde hep Allah'ı zikredin. Korkudan kurtulduğunuzda namazı tam erkanı ile kılın. Çünkü namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.
4:142 - Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az anarlar.
4:162 - Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekatı veren, Allah'a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.
5:6 - Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman, yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedin, iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz temizlenin. Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz abdest bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor.
5:12 - Allah, İsrailoğularından söz almıştı. İçlerinden on iki müfettiş göndermiştik... Allah şöyle demişti: " Ben, muhakkak sizinle beraberim. Namazı dosdoğru kıldığınız, zekatı verdiğiniz, peygamberlerime iman ettiğiniz ve onlara yardımda bulunduğunuz, (mallarınızı) Allah yolunda güzelce sarfettiğiniz takdirde, günahlarınızı mutlaka örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere korum. Fakat sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, dosdoğru yoldan sapmış olur.
5:55 - Sizin asıl dostunuz Allah'tır, O'nun Resulüdür ve namazlarını kılan zekatlarını veren ve rükû eden müminlerdir.
5:58 - Namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarından dolayıdır.
5:91 - Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?
5:106 - Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman, vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır. Eğer (bunlardan) şüpheye düşerseniz, namazdan sonra onları alıkorsunuz. Onlar da Allah'a şöyle yemin ederler: "Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın şahitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi halde günahkârlardan oluruz".
6:4 - Onlara Rab'lerinin âyetlerinden hiçbir âyet gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.
6:72 - Bize: "Namazı dosdoğru kılın, Allah'a karşı gelmekten sakının" (diye emredildi), toplanacağınız yer O'nun huzurudur.
6:92 - Bu Kitap (Kur'ân), kendinden önceki kitapları tasdik eden, şehirler anası (Mekke) halkını ve çevresindeki bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitab'a da iman ederler ve onlar namazlarına da devamlıdırlar.
6:162 - De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.
7:170 - Kitaba sarılanlara ve namazı kılmaya devam edenlere gelince, biz o iyilerin ecrini hiçbir zaman yitirmeyiz.
8:3 - Onlar ki, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yoluna harcarlar.
9:5 - Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
9:11 - Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar. Biz âyetleri, bilen bir kavme açıklarız.
9:18 - Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.
9:54 - İnfakların onlardan kabul olunmamasına sebep, gerçekte Allah'a ve Resulüne inanmamaları, namaza ancak üşene üşene gelmeleri, verdiklerini de ancak istemeye istemeye vermeleridir.
9:71 - Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.
9:84 - Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabirinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler.
10:87 - Biz Musa ile kardeşine şöyle vahyettik: "Kavminiz için Mısır'da birtakım evler hazırlayın ve evlerinizi kıbleye karşı yapın ve namazı kılın ve müminlere müjde verin."
11:87 - Dediler ki; "Ey Şu'ayb, atalarımızın taptıklarını terketmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın."
11:114 - Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.
13:22 - Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak olanlardır.
14:31 - (Ey Muhammed!) İman eden kullarıma söyle: "Namazı dosdoğru kılsınlar, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli (Allah için) harcasınlar."
14:37 - "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram'ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.
14:40 - "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!
17:78 - Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
17:79 - Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.
17:110 - (Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.
19:31 - "Beni, nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti."
19:55 - Ailesine ve çevresine namaz kılmayı ve zekat vermeyi emrederdi ve Rabbinin katında hoşnutluğa ermişti.
19:59 - Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.)
20:14 - Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
20:132 - (Ey Muhammed!) Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız. Güzel akibet takva sahiplerinindir.
21:73 - Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir.
22:35 - Ki Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer. Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
22:41 - Onlar (o müminlerdir) ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve fenalığı yasak ederler. Bütün işlerin sonu sırf Allah'a âittir.
22:78 - Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi o seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur'ân'da, Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız için, size müslüman adını veren O'dur. Artık namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!
23:2 - Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,
23:9 - Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,
24:37 - Birtakım insanlar (Allahı tesbih ederler) ki, ne ticaret ne de alış veriş onları Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.
24:56 - Hem namazı kılın, zekatı verin ve peygambere itaat edin ki rahmete eresiniz.
24:58 - Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
27:3 - Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler.
29:45 - Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.
30:31 - Başkasından geçerek hep O'na gönül verin ve O'ndan sakının. Namaza devam edin ve müşrilerden olmayın.
31:4 - Onlar, namazı kılarlar, zekatı verirler, âhirete de kesin olarak inanırlar.
31:17 - "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi gerektiren işlerdendir."
32:16 - Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra sarfederler.
33:33 - Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor.
35:18 - Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır.
35:29 - Allah'ın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
42:38 - Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.
58:13 - Gizli (özel) bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah da sizi affetti. Şu halde namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.
62:9 - Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
62:10 - Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
70:22 - Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.
70:23 - Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.
70:34 - Namazlarına devam ederler.
73:20 - Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
74:43 - Suçlular der ki: "Biz namaz kılanlardan değildik."
75:31 - Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı.
87:15 - Rabbinin adını anıp namaz kılan.
96:10 - Namaz kıldığı zaman, bir kulu engelleyeni gördün mü?
98:5 - Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek, Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.
107:4 - Vay haline o namaz kılanların ki,
107:5 - Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler.
108:2 - Öyleyse Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes.
|
|
|
Namazda Denge Ve Düzen Yani Tadil-i Erkan Ne Demektir? |
Posted by: SeliM35 - 08-24-2019, 04:53 PM - Forum: Namaz ve Dua
- No Replies
|
 |
Namazda Denge Ve Düzen Yani Tadil-i Erkan Ne Demektir? Tadil-i Erkana Riayet Etmek Nasıl Olur?
SORU: Namazda tadil-i erkan ne demektir? Tadil-i erkana riayet etmek nasıl olur?
CEVAP: Tadil-i erkan, Namaz kılarken acele etmeden, hareketleri yavaş ve sakince yapmaktır. Yani namazda rükû, rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sukûnet içinde ve yerli yerinde tam olarak yapmak demektir.
Örneğin rükuya eğilir eğilmez hemen kalkılmaz. Rükudan kalkınca biraz beklemek belini dik tutmak gerekir. Secdeden kalkınca da öyle. Bunlara tadil-i erkan denir.
Tadil-i erkan’a riayet’in ölçüsü rüknler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir. Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.
Namazda, özellikle rükûdan sonra ayakta durma ve secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bunlar hafif olarak hemen geçiştiriverilen yerlerdir. Buralarda hiçbir şey okunmasa dahi, bir tesbîha miktarı susarak durulmalıdır. Bu kadar durulmaz ise, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkâr olur (Tahtâvî, a.g.e., s. 201).
Allah Teâlâ Kur’an’da, Hz. Peygamber (s.a.s) de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu:
“Namaza kalktığın zaman önce güzelce abdestini al. Sonra Kıble’ye dön, tekbir al ve sonra Kur’an’dan bildiklerinden kolayına geleni oku. Sonra tatmin (âzâların sâkin) oluncaya kadar rükû yap. Sonra rükûdan kalk ve (âzâların sâkin oluncaya kadar) dimdik ayakta dur. Sonra tatmin oluncaya kadar secde yap, sonra secdeden kalk ve tatmin oluncaya kadar (iki secde arasında) otur. Sonra namazlarının hepsini bu şekilde kıl. (Buhârî-Müslim-Ebû Dâvûd-Tirmizî-Nesâî-İbni Mâce)
---------------
Namazda rükû,rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sukûnet içinde ve yerli yerinde mutmain olarak yapmaya Tadili Erkan denir.
Ta’dil, düzeltmek, kuvvetlendirmek demektir. Erkân ise “rükn” ün çoğuludur. Kelime anlamlarıyla ta’dil-i erkân, rükünlerin yerli yerinde yapılmasını ifade etmektedir.
Allah Teâlâ Kur’an’da, Hz. Peygamber’de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir. Kur’an, namaz kılmayı ifade için “namaz kılmak” anlamına gelen “salla” fiili yerine “ekame” fiilini tercih etmiştir ki, bu kelime “hakkını vererek yapmak” anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber de pek çok hadisinde bu konuyu işlemiştir.
Ebû Hureyre’in rivâyetine göre bir gün Hz. Peygamber mescide girdi. O arada bir adam daha mescide girdi ve namaz kıldı. Sonra Hz. Peygambere gelerek selâm verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Dön ve namazını kıl; çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu. Bir başka hadisinde Hz. Peygamber: Rükû ve secdeleri tamamlayın” buyrulmuştur. Diğer bir rivâyette de “Rükû ve secdelerinizi güzel yapın” buyurulmuştur.
Teberanî’nin el-Kebr’indeki bir hadise göre Hz. Peygamber namaz kılarken rükûyu tam yapmayın, secdeye de yatıp kalkan bir adamı görünce: “Şu adam bu hal,i üzere ölse Muhammed milleti dışında ölmüş olurdu” buyurdu. Huzeyfe rükû ve secdelerini tam yapmayan bir adamı gördü ve adam namazı bitirince, namazının olmadığını, eğer ölmül olsa, sünnet üzere ölmeyeceğini; bir başka rivâyette de, Hz. Muhammed’in yaratıldığı fıtratın dışında bir fıtrat üzere ölmüş olcağını hatırlattı. Ayrıca Hz. Peygamber ahrette kişinin ilk sorguya çekileceği ibadetin namaz olduğunu haber vermektedir. Eğer namazı düzgün ise felah bulmuş, kurtulmuştur. Eğer namaz konusunda başarısız olmuş ise, hüsrana uğramıştır.
Delâleti zannî olsa da, bu hadislerin bütünü ele alındığında, neredeyse delâleti kat’î gibi görünmektedir. Bu nasslardan yola çıkan İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ahöed b. Hanbel, İmam Ebû Yûsuf gibi fukahanın çoğunluğu ta’dil-i erkanın farz olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Yusuf gibi fukahanın çoğunluğu tadili erkanın farz olduğu görüşündedir.İmam Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre ise, tadili erkan vaciptir.Muhakkik fukaha da bu görüşü tercih etmiştir.Bir gruba göre de tadili erkan vacibe yakın sünnet-i müekkededir.
Ancak İbnül Hümam’ın naklettiğine göre, İmam Muhammed ve Ebu Hanife’nin bu konudaki görüşlerinin Ebu Yusuf’un görüşüne benzediğini bildiren bir rivayeti vardır.Nitekim İmam Muhammed’e rüku ve sücudda itidalin terki sorulduğunda “namazın caiz olmadığından korkarım” diye cevap vermiştir.Tercih edilen ve muteber olan görüş İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre tadili erkanın vacip olduğu olduğudur.
Tadili erkanın farz olduğunu söyleyen fukahaya göre bunun terki halinde namaz batıl olur ve tadili erkana riayet ederek yeniden kılmak gerekir.Vacip olduğunu söyleyenlere göre ise sehv secdesi gerekmektedir.
Tadili erkana riayetin ölçüsü rüknler arasında Sübhanallah diyecek kadar durmaktan ibarettir.Buna göre, mesela rükudan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhanallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhanallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.
Hanefilerden bazıları rüku ve secdelerde i’tidale riayet etmeyenin namazını iade etmesi gerektiği görüşündedir.Diğer bazısı da tadili erkanın sehven terki halinde sehiv secdesi,kasten terki halinde ise namazın iadesi gerektiği görüşündedir.
Tadili erkana riayet etmeksizin kılınan namaz,sıfatındaki noksanlık sebebiyle kasır(eksik) edadır.Kasır eda ile ödenmiş yükümlülükteki eksiklik, misli varsa misliyle telafi edilir.Eğer yoksa noksan olanın hükmü sakıt olur ve noksanlıktan dolayı günah terettüp eder.Tadili erkanın misli olmadığından misli ile telafisi mümkün değildir.
Namazda, özellikle rükudan sonra ayakta durma ve secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir.Çünkü bunlar hafif olarak hemen geçiştiriverilen yerlerdir.Buralarda hiçbir şey okunmasa dahi, bir tesbiha miktarı susarak durulmalıdır.Bu kadar durulmaz ise, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkar olur.
-------------
Tadili Erkan ne demek ve nasıl yapılır
Namazın rükunlarını birbirine eşit ve denk bir şekilde yapmaya ta'dîl, namazın içindeki farzlara rükun ve çoğuluna erkân denir.
Ta'dil-i erkân, namazın rükünlerini yerli yerinde ve sırasına uygun yapmaktır. Başka bir söyleyişle kıyamda iken dosdoğru, rükûda iken dümdüz, rükûdan kalkınca beli iyice doğrultup “sübhanallah” diyecek kadar durmak, iki secde arasında yine bir teşbih miktarı kadar oturmak, kısacası her rüknü gerektirdiği gibi yapmaktır.
Öyleyse Allah'ın huzurunda olduğumuzu düşünerek. Acele etmeden sükûnet içerisinde namazlarımızı kılmalıyız.
Allah Teâlâ: "Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler" (Mü"minûn 23/ 2) buyurur.
Ta'dîl-i erkân nasıl yapılır?
Namazın içinde beş yerde ta'dîl-i erkân vardır; 1-Rükûda 2-Kavmede 3-Birinci secdede 4-Celsede 5-İkinci secdede. Namazı ta'dîl-i erkân ile güzelce kılabilmek için,
Rükû ve secdelerde acele etmeyip âzâların tam sakinleşmesini beklemeli ve en az bir defa tesbih edecek kadar beklemelidir. Rükûdan doğrulup ayağa kalkmaya kavme ve iki secde arasında biraz oturmaya da celse denir. Kavmede acele etmeyip ayakta biraz dimdik durmalı ve celsede de biraz oturup iki secdeyi hemen peşi peşine yapmamalıdır.
Daha fazla yük taşıyacağı için, çok katlı binaların direkleri daha kalın demirlerle ve daha kaliteli betonlarla güçlendirildiği gibi, dinin direği olan ve dini taşıyacak olan namazın da ta'dîl-i erkân ile daha fazla güçlendirilmesi zorunludur. Aksi halde binalar çöktüğü gibi din de çöker ve altında kalan insanların hem mânevî hayatı hem de gelecekleri söner.
Ta'dil-i Erkan ile ilgili Hadisler
Resulullah (sav) buyurdular ki: 'Sizden biri, rükü ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz.'
Ravi: Ebu Mes'ud el-Bedri
Tadili Erkan rükûnları düzgün yapmak anlamına gelir. Namazla ilgili bir terim olarak Tadil-i Erkan; rükûnların hakkını vermek, itminan halinde bulunmak, hareketten sonra durmak yahut kalkması eğilmesinden ayrılacak şekilde iki hareket arasında sükunet bulmaktır. Namazda Tadil-i Erkan; rükûda, rükûdan doğrulmada, secdede iki secde arasındaki oturuşta söz konusu olur. Mesela rükûdan kıyam doğrulurken vücut dimdik bir hale gelmeli ve sükunet bulmalı, en az bir kere "Sübhânallahi'l azîm" (Yüce olan Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim) diyecek kadar ayakta durup sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında bu şekilde bir tespih miktarı durmalıdır. Nitekim Hadîs-i Şerîfte; "Sizden biri, rükû ve secdelerde belini (tam olarak) doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz" buyurudur (1) Diğer bir Hadîs-i Şerîfte de rükû ve secdelerin tadil-i erkana uygun olarak yapılması emredilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: "Rükû ve secdeleri yerine getirin, Allah'a yemin olsun, siz secde ve rükû ettikçe ben arkamda olanları da görüyorum" (2). Tadil-i Erkan İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammed'e göre vaciptir. Bu iki ayrı görüşten birincisine göre, tadil-i erkan yapılmaksızın kılınan bir namazı yeniden kılmak (iade etmek) gerekir. İkinci görüşe göre ise, Bu durumda yalnız sehiv secdesi etmek yeterlidir. Fakat böyle bir namazı yeniden kılmak daha uygundur. Böylece insanlar itilaftan kurtulmuş olur. Namazdan manevi feyiz ve zevk almak isteyenler, namazda tadil-i erkana riayet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi saygıya ve edebe aykırı görürler. Ebu Hüreyre -radıyallahü anh- 'den rivayet edildiğine göre; Bir adam mescide gelip rükû ve secdelerinde tadil-i erkana riayet etmeden bir namaz kıldı. Nebi -sallallahü aleyhi ve sellem- de onu gözetliyordu. Adam namazını bitirip geldi, selam verdi ve Rasulullah -sallallahü aleyhi ve sellem- : -Git tekrar kıl, çünkü sen namaz kılmadın,buyurdu. Adam gidip tekrar kıldı. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- tadil-i erkana riayet edinceye kadar, onu üç defa geri çevirdi. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- , bu adama sonunda şöyle demiştir: -Namazı kalktığın zaman, güzelce abdest al, sonra kıbleye ve tekbir al, sonra Kur'an'dan bildiğin sonra kolayına gelen bir yeri oku, sonra rükû et ve organların yatışıncaya kadar rükûda kal, sonra başını kaldırarak iyice doğrul! sonra secdeye git ve organların yatışıncaya kadar secde halinde kal, sonra başını kaldır ve organların yatışıncaya kadar otur! sonra tekrar secdeye git ve organların yatışıncaya kadar secde hakinde kal, sonra bütün namazlarda aynen yap. (3) Tirmizi'nin rivayetinde şu ifade vardır: "Bunu yaptığın zaman, namazın tamam olur; eğer bunlardan noksan yaparsan, namazını da noksan yapmış olursun. " (4) Bir gün Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin yanında hırsızlıktan söz edildi, Efendimiz sordu; - Hırsızlığın hangi çeşidi daha çirkindir? Sahabeler: -Allah ve Resulü daha iyi bilir, diye cevap verdiler. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz şöyle buyurdu: -Hırsızların en kötüsü namazdan çalandır. Yani rükûunu, secdesini, hûşu ve kıraatini tam yapmayarak çalandır. -Bu hırsızın eli kesilir mi? dediler. Efendimizin -sallallahu aleyhi ve sellem- de: -Bilakis kesilir, buyurdular, orada hazır bulunanlar güldüler. (5) Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, namaz kılan fakat kıyam rükû ve celsesinin ahkamını yerine getirmeyen birini gördüğünde şöyle buyurmuştu: -Eğer bu hal üzere ölürsen, kıyamet gününde sana Ümmet-i Muhammed demezler. Rükû ve secdeleri düzgün yapılmayan namaza Allah değer vermez. Nitekim Fahr-i Kainat -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: -Altmış sene namaz kıldığı halde bir tanesi kabul olmaz. Çünkü güzel rükû etse de, secdesini güzel etmez. Secdesi düzgün olsa, Rükûu düzgün olmaz. Zeyd Bin Vehb anlatıyor: Huzeyfe -radıyallahu anh-namaz kılarken sücut ve rükûunu yerine getirmeyen bir kimseyi gördü ve onu çağırıp: -Ne vakitten beri bu şekilde namaz kılarsın? dedi. O kimse de: -Kırk senedir, dedi. Huzeyfe -radıyallahu anh- Buyurdu ki: -Öyleyse sen kırk senedir namaz kılmadın, eğer vefat edersen Muhammed Rasulullah sünneti üzere ölmezsin. (6) Müslüman tadil-i erkana riayet etmeli, namazını acele etmeden ağır ağır, Ruhuna sindirerek, huzur sükun ve hûşu içinde kılmaya çalışmalıdır. 1) Ebu Davud, Salat, 148 2) Buhari, Eyman, 3 3) Müslim, Salat, 45 4) Tirmizi, Mevakit, 110 5) Darimi, Salat, 78 6)Buhari, Ezan, 119
Tadil-i Erkan’a göre namaz nasıl kılınır?
Namazda rükû, rükûdan sonra ayakta durma, secde ve iki secde arasındaki oturmanın hakkını vererek, tam bir sukûnet içinde ve yerli yerinde mutmain olarak yapmak.
Ta’dîl, düzeltmek, kuvvetlendirmek demektir (İbn Manzûr, Lisânü’lArab, XI, 432). Erkân ise “rükn”ün çoğuludur. Kelime anlamlarıyla ta’dîl-i erkân, rükünlerin yerli yerinde yapılmasını ifade etmektedir. loading...
Allah Teâlâ Kur’an’da, Hz. Peygamber (s.a.s) de hadislerinde namazların gerektiği gibi kılınmasını özellikle belirtmiştir. Kur’an, namaz kılmayı ifade için “namaz kılmak” anlamına gelen “sallâ” fiili yerine “ekame” fiilini tercih etmiştir ki, bu kelime “hakkını vererek yapmak” anlamına gelmektedir. Hz. Paygamber de pek çok hadisinde bu konuyu işlemiştir.
Ebû Hureyre (r.a)’ın rivâyetine göre bir gün Hz. Peygamber (s.a.s) mescide girdi. O arada bir adam daha mescide girdi ve namaz kıldı. Sonra Hz. Peygambere gelerek selâm verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Dön ve namazını kıl; çünkü sen namaz kılmadın” buyurdu (Buhârî, Eymn, 15; Tirmizî, Salat, 110, İsti’zân, 4; Nesâî, İstiftâh, 7, Tatbîk, 15, Sehv, 67; İbn Mâce, İkâme, 72). Bir başka hadisinde Hz. Peygamber: Rükû ve secdeleri tamamlayın” buyurmuştur (Buharî, Eymân, 3; Müslim, Salât, III; Nesâî, Tatbîk, 16, 60). Diğer bir rivâyette de “Rükû ve secdelerinizi güzel yapın” (Ahmed b. Hanbel Müsned, II, 234, 319, 505) buyurulmuştur.
Teberanî’nin el-Kebr’indeki bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s) namaz kılarken rükûyu tam yapmayan, secdeye de yatıp kalkan bir adamı görünce: “Şu adam bu hali üzere ölse Muhammed milleti dışında ölmüş olurdu” buyurdu. Huzeyfe (r.a) rükû ve secdelerini tam yapmayan bir adamı gördü ve adam namazı bitirince, namazının olmadığını, eğer ölmüş olsa, sünnet üzere ölmeyeceğini; bir başka rivâyette de, Hz. Muhammed (s.a.s)’in yaratıldığı fıtratın dışında bir fıtrat üzere ölmüş olacağını hatırlattı (Buhârî, Ezan 119; Nesâî, Sehv, 66; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 384). Ayrıca Hz. Peygamber ahirette kişinin ilk sorguya çekileceği ibadetin namaz olduğunu haber vermektedir. Eğer namazı düzgün ise felah bulmuş, kurtulmuştur. Eğer namaz konusunda başarısız olmuş ise, hüsrana uğramıştır (Tirmizî, Salât, 188; Ebû Dâvud, Salât, 145; Nesâî, Salât, 9, Tahrîm, 2; İbn Mâce, İkâme, 202; Darimı, Salât, 91,…).
Delâleti zannî olsa da, bu hadîslerin bütünü ele alındığında, neredeyse delâleti kat’î gibi görünmektedir. Bu nasslardan yola çıkan İmam Mâlik, İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, İmam Ebû Yûsuf gibi fukahanın çoğunluğu ta’dîl-i erkanın farz olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre ise, ta’dl-i erkân vâciptir. Muhakkîk fukaha da bu görüşü tercih etmiştir. Bir gruba göre de ta’dîl-i erkan vacibe yakın sünnet-i müekkededir (Ali el-Kâr, Risâle fi’l-hâs alâ ta’dîli’l-erkân fi’s-sâlât, Süleymaniye ktp, Es’ad Efendi, nr. 1690, vr. 127b; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı’l-felâh, İstanbul 1985, s. 202).
loading...
Ancak İbnü’l-Hümâm’ın naklettiğine göre, İmam Muhammed ve Ebû Hanîfe’nin bu konudaki görüşlerinin Ebû Yusuf’un görüşüne benzediğini bildiren bir rivâyeti vardır. Nitekim İmam Muhammed’e rükû ve sücûdda i’tidâlin terki sorulduğunda “namazın câiz olmadığından korkarım” diye cevap vermiştir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a). Tercih edilen ve muteber olan görüş, İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre ta’dîl-i erkânın vacip olduğu olduğudur (Tahtâvî, Haşiye alâ Merâkı’l-felâh, İstanbul 1985, s. 201).
Ta’dl-i erkân’ın farz olduğunu söyleyen fukahaya göre, bunun terki halinde namaz bâtıl olur ve ta’dîl-i erkâna riayet ederek yeniden kılmak gerekir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 127b,128a). Vacip olduğunu söyleyenlere göre ise sehv secdesi gerekmektedir.
Ta’dl-i erkân’a riayet’in ölçüsü rüknler arasında Sübhânallah diyecek kadar durmaktan ibarettir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a; Tahtâvî, Hâşiye alâ Merâkı’l felâh, İstanbul, 1985, s. 201). Buna göre, meselâ rükûdan doğrulduktan sonra dimdik ayakta durup, en az sübhânallah diyecek kadar beklemek ve daha sonra secdeye gitmek, secdeler arasında da en az sübhânallah diyecek kadar oturmak gerekmektedir.
Hanefilerden bazıları rükû ve secdelerde i’tidâle riayet etmeyenin namazını iade etmesi gerektiği görüşündedir. Diğer bazısı da ta’dîl-i erkânın sehven terki halinde sehiv secdesi, kasden terki halinde ise namazın iadesi gerektiği görüşündedir (Ali el-Kârî, a.g.e., vr. 128a, 130a-b).
Ta’dîl-i erkâna riayet etmeksizin kılınan namaz, sıfatındaki noksanlık sebebiyle kâsır (eksik) edâdır. Kasır eda ile ödenmiş yükümlülükteki eksiklik, misli varsa misliyle telâfi edilir. Eğer yoksa noksan olanın hükmü sâkıt olur ve noksanlıktan dolayı günah terettüp eder. Ta’dil-i erkânın misli olmadığından misli ile telâfisi mümkün değildir (Şâşı, el-Usûl, Beyrut 1402/1982, s. 150).
Namazda, özellikle rükûdan sonra ayakta durma ve secdeden sonra oturma konusunda dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü bunlar hafif olarak hemen geçiştiriverilen yerlerdir. Buralarda hiçbir şey okunmasa dahi, bir tesbîha miktarı susarak durulmalıdır. Bu kadar durulmaz ise, namazı bozulmamakla beraber kişi günahkâr olur (Tahtâvî, a.g.e., s. 201).
|
|
|
islamda Vakit ve Önemi ve Namaz Vakitleri Hakkında Önemli Bilgiler |
Posted by: SeliM35 - 08-24-2019, 12:32 PM - Forum: Namaz ve Dua
- No Replies
|
 |
islamda Vakit ve Önemi ve Namaz Vakitleri Hakkında Önemli Bilgiler
VAKIT
Arapça "vekate-yekıtu" fiilinden "vakt" mastarı vakit koymak, vakit tayın etmek demektir. Vakt bir isim olarak vakit, zaman, süreç anlamına gelir. Çoğulu "evkât" tır.
Vakit bazı ibadetlerin yükümlünün üzerine farz olması için bir sebeptir. Vakit girmedikçe farz da meydana gelmez. Mesela Ramazan ayının girmesi orucun farz olmasına sebeptir. Hadiste, " Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz, Şevval hilâlini görünce de oruç yeyiniz" (Buhârî, Savm, II; Müslim, Sıyâm, 4,18) buyurulur. Diğer yandan Kur`ân-ı Kerîm`de; "Sizden kim Ramazan ayına yetişirse, onu oruçlu geçirsin" (el-Bakara, 2/185) buyurularak, farz olan orucun vakti belirlenmiştir. Diğer yandan günlük tutulan orucun da kendi vakti, ikinci fecirden güneşin batmasına kadar olan süredir. Bu süre Kur`ân`da "Ramazan gecesinde ak iplik kara iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için, sonra geceye kadar yani güneş batıncaya kadar orucu tamamlayın" (el-Bakara, 2/187) âyetiyle belirlenir.
Hac ibadetinde diğer şartların bulunması yanında Zilhicce ayının girmesi ve Arefe günü ihramlı olarak Arafat`ta vakfede hazır bulunulması şarttır. Bu yüzden Hicaz`a gitme imkânı bulduğu halde hac günlerinden önce vefat eden kimseye hac farz olmaz.
Zekât bakımından da, Müslüman, akıllı, ergin olma ve asl ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip bulunma yanında bir kamerî yılın da vakit olarak geçmesi gerekir. Bu süre geçmeden yoksul düşme veya vefat etme durumunda zekât farz olmaz.
Vakit, namazın şartlarından bir tanesidir. Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlar altı tane olup şunlardır: a) Hadaten temizlenme, b) Necasetten temizlenme, c) Avret yerini örtmek, d) Kabeye yönelmek, e) Vakit, f) Niyet. Bunlara "namazın şartları" da denir.
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve bayram namazları için belirli vakitler konulmuştur. Farz namazları sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Vaktinden önce kılınacak farz namaz sahih olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılan namaz da kazaya kalmış olur. Kur`ân-ı Kerîm`de şöyle buyurulur: "Şüphesiz namaz, mü`minler üzerine vakit ile belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisâ, 4/103).
Cebrâil aleyhisselâm, Hz. Peygamber`e beş vakit farz namazların başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir: "Câbir (r.a)`ten rivayete göre şöyle demiştir: "Cebrail (a.s) Allah elçisine gelerek "Kalk namaz kıl" demiştir. Hz. Peygamber güneş tepe noktasından batıya meylettiği zaman öğle namazı kılmıştır. Sonra Cebrâil (a.s) yine ikindi vaktinde gelerek, namaz kılmasını istemiş, Rasûlüllah (s.a.s) kalkıp ikindi namazını kalmıştır. Sonra akşam vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de güneş batınca akşam namazını kılmıştır. Sonra yatsı vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş ve Hz. Peygamber aydınlık kaybolunca yatsı namazını kılmıştır. Sonra Cebrâil (a.s) sabah vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber de fecr-i sadığın hemen ardından sabah namazını kılmıştır. Sonra ertesi gün öğle vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz. Peygamber, her şeyin gölgesi bir misli uzadığı bir sırada öğle namazını kılmıştır. Sonra ikindi vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, o da ikindi namazını her şeyin gölgesini iki katına uzadığı bir sırada kılmıştır. Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve önceki günün vaktinde kıldırdı. Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı geçtikten sonra veya gecenin üçte biri geçtikten sonra geldi ve Hz. Peygamber yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık iyice aydınlanınca geldi ve namaz kılmasını söyledi. O da sabah namazını kıldı. Sonra Cebrâil (a.s) şöyle dedi: "Bu iki vaktin arası sabah vaktidir" (Buhârî, Mevâkît, 24, Ezan,162; Tirmizî, Salât,1; Ahmed b. Hanbpl, I, 382, III, 330, 331, 352, IV, 416; eş-Şevkânî; Neylü`l Evtâr, I, 300). Buhârı, bu hadisin namazların vakitleri konusunda en sağlam hadis olduğunu söylemiştir. Hadis, akşam namazı dışındaki namazların iki vakti olduğuna, başka bir deyimle iki vakit arasında kılınabileceğine delâlet etmektedir (eş-Şevkânî, a.g.e., I, 300).
-------------
Zaman nasıl kullanılır, zaman tanzimi konusunda bilgi verir misiniz?
Boş yere geçen her ânın, pek çok fırsatları da beraberinde götürdüğü kabul etmemiz gereken bir gerçektir. Çünkü insanın vakti dünyanın ömrüne nisbetle çok az ve kısadır. Bu bakımdan, tek bir saniyesi dahi altından daha kıymetli olan zamanın, ebedî hayata nur ve ışık tutacak meşguliyetlerle geçmesi gerekir. Bunun için, mü’minin ibadeti ve işi bir hayır üzere olduğu gibi, geriye kalan zamanı da mânâsız olmamalı, meşru dairede yaşanmalıdır. Tâ ki, bir taraftan kazanırken, diğer yandan kaybetmiş olmasın.
Zamanımızda, insanın zamanını katleden o kadar lüzumsuz meşguliyetler vardır ki, bunlardan birçoğu maddî ve mânevî gelişmeye bir sahip olmadığı gibi, insanı yaratılış hikmetinden uzaklaştırdığı da bir gerçektir. İşte, insan bu çeşit gayesiz ve hedefsiz şeylerden kendisini ne kadar çekip çevirse o derece kâr içinde olur.
“İki şey vardır, insanların çoğu onun değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit.”(Hadis-i Şerif)
Hayata atılan bir kimsenin başarılı olmasında onun “zaman” anlayışının büyük önemi vardır. Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar ileri ve geri memleketler arasında zaman kavramının farklı telakki edildiği müşahede edilmiştir. Onlara göre ileri memleketlerde işlerin, önceden, zamana göre tanzimi ve her işin, ona tahsis edilen zaman dilimi içinde yapılması şarttır. Takvime göre hareket, hayatın disipline edilmesi, insan ömrünün azami şekilde verimli kılınması demektir.
KUR'AN'DA ZAMAN
Kur'an-ı Kerim, üzerinde dikkatleri canlı tutmak için zamanı hatırlatan tabirleri sıkça kullanır. Her çeşit farz, vacip ve nafile namazlar zaman tanzimine de yönelik gayeler taşımaktadır. Bu açıdan, din, amirlerin büyük çoğunluğuyla, insana zamanı azami ölçüde değerlendirmeyi öğretmektedir. Hatta asıl gaye budur denilebilir.
Kur'an'ın Zamanı İfade Şekli:
“Zaman” lügat açısından “uzun veya kısa vakit” anlamına gelir. Kur'an, zaman yerine daha çok vakit kelimesini tercih eder ve kullanır. Bu kelime lügat yönüyle “bir iş için belirlenen zamanın nihayeti” demektir. Kur'an-ı Kerim'de zamanla alakalı gün, hafta, yıl, asır, vakit, saat kelimeleri bir ferd için hangisi daha önemli ise önem miktarı kadar tekrar edilmiştir. Ferd için en ehemmiyetli gün olduğundan Kur'an'da en çok zikredilen “Yevm” yani “Gün” kelimesidir ki 475 defa zikredilmektedir. Kur'an-ı Kerim ilk sayfalarından itibaren, en son sayfalarına kadar, hiç fasıla vermeden, okuyucusuna zaman mefhumunu hatırlatmaktadır.
Arapçada “Leyl” (gece) kelimesi güneşin batması ile, sabahleyin fecr-i sadık denilen ikinci fecrin doğuşuna kadar geçen zamanı ifade eder. Geri kalan müddete de nehar (gündüz) denir. Kur 'an-ı Kerim'de gündüz (nehar) 57, gece (leyl) 92 kere zikredilir. Gece müddeti, yıllık olarak ele alınınca günün tam yarısı eder. Bu nedenle azami ölçüde değerlendirilmelidir.
Farz namazların mühim gayelerinden biri, Müslüman kimseye, günlük zamanı taksim ve programlama alışkanlığı kazandırmaktadır. Kıyamu'l-leyl (gece kalkışı)'e Kur'an-ı Kerim önem vermektedir. Büyük İslam medeniyetlerinin parlama dönemlerini hazırlayanların hayatında gece kalkışı önemli yer tutar. Kıyamu'l-leyl Peygamber Efendimiz'e (asm) farzdı, fakat ümmetine nafiledir. Bu sünnet Kur'an-ı Kerim'in emridir.
“Rabbin adını sabah-akşam an (zikret). Geceleyin O'na secde et. O'nu geceleri uzun uzun tesbih et.” (İnsan, 76/26).
“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetinden dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu?” (Zümer, 39/9).
Fakat daha sonra (8 ayda 10 yıl arasında değişen bir müddet sonra geldiği belirtilir). Kur'an-ı Kerim'de gece kalkışıyla alakalı hafifletmeler ifade edilmiştir. Hastalar, cihada çıkanlar gibi mazeretliler muaf tutulmuştur. Gece kalkılacak müddet enaz gecenin dörtte biri, en fazla dörtte üçü olarak belirtilmiştir. Bu farklılık gecenin uzunluğundan dolayıdır. Kıyamu'l-leyl öncelikle ibadet, yani namaz ve tilavet-i Kur'an içindir. İlimle de meşgul olunabilir. Kıyamu'l-leyli Kur'an-ı Kerim'de gece kelimesinin gündüz kelimesinden çok zikredilmesi ve bu emrin Pegamber Efendimize (asm)'e peygamberliğinin ilk yıllarında verilmesi önemli kılmaktadır.
ZAMANLA İLGİLİ TELAKKİ VE TEDBİRLER
Vicdani tedbirleri almaya telakki diyoruz. İnsanın yaşadığının şuuruna erebilmesi için, ömrünün her gününü aynı tarzda geçirmemelidir. Bazı aylar, bazı saatler diğerlerine nazaran farklı olmalıdır. Dinimizdeki mübarek aylar ve günlerle bu sağlanmaktadır. Bu farklı değerdeki aylar, günler sayesinde insanda hasıl olabilecek monotonluk kırılmaktadır. Ahirete inanan, her gününden, her saatinden hesap vermenin endişesini vicdanının derinliklerinde duyan bir kimse için zaman değerlendirmede mühim bir telakki, ömrünü içinde bulunduğu gün bilmesidir. Birçok fenalıkların kaynağı tûl-i emel denilen uzun yaşama vehmi kabul edilmiştir.
İslam dini günlük zamanı üç ana maksada uygun olarak programa bağlamamızı emreder;
1. İbadet
2. Rızkın kazanılması
3. Hayatımızı murakabe ve tefekkür
PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA ZAMAN TANZİMİ
Peygamber Efendimiz (asm) günlere göre haftalık, vakitlere göre günlük programlara tabi kılmıştır. Peygamber Efendimiz (asm) haftalık belli günlerde aynı işleri yapmaktadır. Günlük ise muvakkat işler ki bunlar önceden programlanmaksızın zuhur eden işlerdir. Bir heyetin kabulü, bir yabancının müracaatı , bir ihtiyacın zuhuru gibi. Bunlar imkan nisbetinde tanzime çalışılmıştır. Mutad işlerse aynı günlerde aynı vakitlerde yapılmaktadır. Her işe belli müddet vardır. O iş hergün aynı müddet içinde tamamlanmaktadır.
İSLAMDA TATİL VE İSTİRAHAT
Tatil kelimesi boş vakit anlamında kullanılacaktır. İslam tamamen boş geçirilecek bir vakit tanımaz. Kur'an-ı Kerim'de bize meşguliyetin değiştirilmesi suretiyle dinlenme elde edileceğine işaret edilmektedir. Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz. Müslümanlar, Yahudiler ve Hrıstiyanlar gibi tamamen “işsiz” geçirilecek bir haftalık tatil anlayışından uzak olmalıdır. Eğlencede şehvet duyma ve fitne çıkarma ihtimali halinde, nazarın haram olduğunda ittifak vardır.
“İslam boş zaman kabul etmez.” derken, istirahatı reddeder manası çıkarılmamalıdır. Kur'an-ı Kerim'de en iyi dinlenmenin kişinin kendi evinde uyku ile olacağı beyan edilmiştir.
“Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme (vasıtası), gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah'tır.” (Furkan, 25/47).
“Allah sizin için meskenlerinizi huzur ve sükun yeri kıldı...” (Nahl, 16/80).
Yasak oyun ve eğlenceler; kumar oyunları, hayvanlarla oynamak, içkili, çalgılı, kadınlı eğlencelerdir. Bazı oyunların faydalılık yani cihada hazırlık yönü galebe çalar. Bu yüzden Hz. Peygamber (asm) onları ısrarla teşvik etmiştir. Bu gruba yüzme, atma, binme, koşma ve güreş girer.
Meşru eğlence fırsatları ise çeşitli merasimler, ziyafetler (sünnet, doğum, seferden dönüş, yeni meskene girme, musibetten kurtulma) ve düğünlerdir.
İSLAM ALİMLERİNDE ZAMAN ENDİŞESİ
İslam alimlerinin zaman konusundaki müşterek telakkileri şöyledir: “Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gaybdadır, öyleyse mevcut olan senin içinde bulunduğun şu andır.” İslam alimleri yemek-zaman, insanlarla münasebet, her an meşguliyet, son nefese kadar gayret ilişkisine vermiştir. Yemek-zaman ilişkisini minimum azaltmak için, ufalayıp tirit şeklinde ekmek yemekle, normal ekmek yemek arasındaki farkı bile hesaplamışlardır. Davut et-Tai bu zamanda 50 ayet okunacak kadar fark olduğunu tespit etmiştir. İmam Ebu Yusuf ise son nefesine kadar ilmi meşguliyette bulunmuştur.
SONUÇ:
Her şey imanda düğümlenmektedir. Bu sebeple, dinimiz kuru iman ve tatbikatı olmayan ilme itibar etmemiştir. Tatbikatı olmayan ilme “faydasız ilim” demiştir.
Gençliğin daha sağlıklı, daha verimli kılınması için zamanla ilgili bazı prensipler şunlardır.
1. Gençliğe zaman şuuru verilmelidir.
2. Yıllık, aylık, haftalık, günlük planlar yapma, bu planlara uyma.
3. Gecenin değerlendirilmesi ayrı bir mesele olarak ele alınmalı, uyku miktarı iyice öğretilmelidir.
4. Devlet, yaş safhalarına göre kazandırılması gereken telakki ve alışkanlıkları tesbit etmelidir.
5. Devlet ve ebeveyn gençlik devresi üzerinde dikkatle durmalı, problemleri tesbit edip ısrarla üzerine gitmelidir.
-------------------------
Namaz Vakitleri Hakkında Kısaca Bilgi
Kur’аn’dа namaz vаkitlerine işaret eden birçok ayet vаrdır. Her bir namaz vaktinin başlangıç ve sonu açıkça belіrtіlmemіştіr. Yerkürenin şekline göre namaz vаkitleri hеr yеrdе fаrklılık arzеtmеktеdir. Namaz vakitlerinin başlangıç vе ѕonu Peygamberimiz’in uygulamalarından öğrenilmiştir. Peygаmberimiz bu vakitleri, kendiѕine Kabe’de iki gün imamlık yaрan Cebrаil as’den öğrenmiştir.
1. Sabah namazının vaktі, ikinci fеcrin mеydana gelmesіyle, yani tan yerinin ağarmasıyla başlar, güneşin doğmаsıylа son bulur. Fecir, sabaha karşı dоğu ufkuna уaуılmaуa başlayan bir аydınlıktаn ibarettir.
Bununla sаbаh namazının vаkti gіrmіş olur. Güneşin dоğmaуa bаşlаmаsıуlа sаbаh nаmаzının vakti biter.
2. Öğle namazının vaktі, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya dоğru meуletmesіуle başlar. Bu vаktin ѕonu іle іlgіlі іkі görüş vardır. Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Şafii, Malik ve Ahmed b. Hanbel’e göre öğle vakti, сisimlerin gölgеsi bіr misli uzаyıncаyа kadar devam eder. Cisimlerin, günеş tepe noktаsındа іken уere düşen gölgesіne fеy-i zeval denіr.
Öğlen namazının ѕоn vаkti hеsap edilirken fеy-i zеval dikkatе alınmaz. Böylеcе, fey-i zeval hariç, cisimlеrin gölgesi kendіlerіnіn bir miѕli olunса öğle vakti çıkmış, іkіndі vakti girmiş olur.
Bunа “asr-ı evvel” bіrіncі ikindi denіr. Ebu Hanife’ye göre isе öğle vakti, fey-i zеval dışında, сisimlerin gölgеsi iki katına uzayıncaya kadar dеvаm eder. Bunа da “asr-ı sаni” ikinci ikindi
dеnir. Bu görüş farklılığı dikkatе аlınаrаk, öğle namazı “asr-ı evvel”den öncе, іkіndі namazı ise “asr-ı sаni”dеn sonra kılınmalıdır.
3. İkindi nаmаzının vаkti, öğle vаktinin çıktığı аndаn itibаren başlar vе güneşіn batmaѕı
іle son bulur. Ülkemizdeki namaz vakitleri çizеlgеlеrindе ve takvіmlerde asr-ı еvvеl esas аlınmаktаdır.
Bu namazın, kеrahеt vаkti olarak bilinen güneşin sararıp gözlerі kamaştırmayacağı vаkte kаdаr geсiktirilmemesine dіkkat edilmelidir. Ancak ikindi namazının farzı kılınmamış ise güneş batıncaуa kadar kılınmalıdır.
4. Akşam namazının vaktі, günеşіn batmasıyla başlar, bаtı ufkunda mеydаnа gelen “şafak”ın kаybolmаsıylа ѕona erer. Ebu Hanife’уe görе, “şafak” akşam batı ufkundаki kızıllıktan ѕonra meydana gelen aydınlıktır. Ebu Yuѕuf, İmаm Muhammed ve diğer üç mezhebe göre, “şafak” ufukta mеydana gеlеn kızıllıktır. Bu kızıllık gіdіncе аkşаm namazının vakti çıkmış, yatsı vаkti girmiş olur. tercіh edіlen görüş de budur.
5. Yatѕı nаmаzının vaktі, batı ufkunda beliren şаfаğın kаybolmаsındаn itibаren başlar, ikinci feсrin oluşumuna kadar devаm eder.
Vitir namazının vaktі, yаtsı nаmаzının kılınmаsındаn sonradır. Yatѕıyı ilk vaktindе kılanların kаlkаcаklаrındаn emin olurlаrsа vitri, gece vаktine ertelemeleri müstehаptır.
Sahab namazı vakti __; imsaktan, güneş çıkana kadar
Öğle Namazı vakti ____; takvimlerde "öğle" başlangıcından sonra, ikindi vakti girene kadar
İkindi namazı vakti____; Akşam güneş batana kadar
Akşam Namzı vakti____; Yatsı vakti girene kadar
Yatsı Namazı vakti____; Sabaha kadar / imsaka kadar
Günde beş vakit namaz vardır Bunlar: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır Bu namazların her birinin belirli vakitleri vardır Her namazın kendi vaktinde kılınması şarttır Vaktinden önce bir namazı kılmak caiz olmadığı gibi özürsüz olarak namazı vaktinden sonraya bırakmak da büyük günahtır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Şüphesiz namaz; mü’minler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır” (43)
Sabah Namazının Vakti: Sabaha karşı tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin doğmasına kadar olan zamandır
Öğle Namazının vakti : Güneş tam tepemize gelip, gölge, doğu tarafına uzanmaya başladığı vakitten itibaren -güneş tepe noktasında iken var olan gölge müstesna- herşeyin gölgesinin bir veya iki misli oluncaya kadar devam eden zamandır
İkindi Namazının Vakti: Öğle namazı vaktinin bitiminden güneş batıncaya kadar olan zamandır
Akşam Namazının Vakti: Güneş battıktan sonra başlayıp güneşin battığı yerde meydana gelen kızıllık kayboluncaya kadar olan zamandır
Yatsı Namazının Vakti: Akşam namazının vakti çıktıktan sonra başlayıp sabah namazının vakti girinceye kadar devam eden zamandır
Vitir Namazının Vakti: Vitir namazının vakti de yatsı namazının vaktidir Ancak vitir namazı, yatsı kılındıktan sonra kılınır
Cuma Namazının Vakti: Öğle namazının vaktidir
Teravih Namazının Vakti: Yatsı namazının vaktidir
Bayram Namazının Vakti: Bayram günleri sabahleyin güneşin doğuşundan yaklaşık 50 dakika geçtikten sonra başlayıp güneşin tepe noktasına gelmesine kadar devam eden zamandır
Namaz Kılınmayan Vakitler
Günün bazı vakitlerinde hiçbir namaz kılınmaz Namaz kılınması câiz olmayan vakitler üçtür:
1) Güneş doğarken
2) Güneş tam tepe noktasına gelip batı tarafına geçmeden
3) Güneş batarken
Sadece o günün ikindi namazının farzı kılınmamış ise güneş batarken de kılınır
--------------------
Takvimlerde imsak vakti diye yazıyor; bu imsak vakti nedir?
Takvimlerde yazan "imsak vakti", oruç tutmak isteyenler için yeme içmenin kesilip oruca başlama zamanını gösterdiği gibi, sabah namazının da girme vaktini bildirir. Bu vakit girdikten sonra sabah namazı da kılınabilir.
Buna göre sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak Hanefilere göre hafif ışıyıncaya kadar bırakmak, Şafilere göre ise erken, karanlık iken kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanefilere göre namaz bozulur. Kerahet vakti çıktıktan sonra kazasını kılmak gerekir.
Yatsı namazı ne zamana kadar kılınabilir?
Yatsı namazı imsak vaktine kadar kılınabilir.
Yatsı Namazının Vakti:
Yatsı vakti, Hanefîlerde fetvaya esas olan görüşe ve diğer mezheplere göre, batı ufkunda kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve fecr-i sadığın doğmasından biraz önceki zamana kadar devam eder. Delil Abdullah b. Ömer'den nakledilen şu hadistir:
"Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca yatsı namazını kılmak farz olur."(es-San'ânî, Subulu's-Selam, I/114).
Diğer yandan yatsı namazı için tercih edilen vakit, gecenin üçte biri veya yarısı geçinceye kadar devam eder. Çünkü Allah Elçisi (asm) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetime zorluk vermesem, yatsı namazını gecenin üçte birine veya yarısına kadar geciktirmelerini onlara emrederdim."(eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, II/11).
Enes (r.a), Hz. Peygamber (asm)'in yatsı namazını gecenin yarısına kadar geciktirip, sonra kıldığını bildirmiştir (bk. a.g.e., II/12). Hz. Aişe (r.anhâ)'den de şöyle dediği nakledilmiştir:
"Hz. Peygamber bir gece yatsı namazını geciktirdi. O kadar ki mescidde bulununlar uyumuştu. Sonra çıkıp namaz kıldı ve şöyle buyurdu:
'Eğer ümmetime zorluk vermesem bu vakit yatsı namazının vaktidir.' " (Buhârî, Mevâkît, 24; eş-Şevkânî, a.g.e., I/12).
Vitir namazının başlangıcı yatsı namazından sonradır, vaktinin sonu ise, sabah vakti girmeden hemen öncesine kadar olan zamandır
Teheccüd namazı ne zaman ve nasıl kılınır; nasıl niyet edilir?
Teheccüt namazı, yatsı namazından sonra geceleyin kılınır. Bir süre uyuduktan sonra kalkılarak kılındığı için "teheccüd" denmiştir. Yorgunluk sebebiyle gece kalkamayacağından korkan kimsenin uykudan önce kılması da mümkündür. İki, dört veya sekiz rekât olarak kılınabilir. Çok faziletlidir ve ümmete sünnettir. Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz’e (asm) bu namazı şu âyetle emretmiştir:
“Ey Resûlüm. Gece vakti de uyanıp, sadece sana mahsus fazladan bir ibadet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına çıkarır.” (İsra, 17/79)
Teheccüt namazına, “Niyet ettim Allah rızası için teheccüt namazını kılmaya” diye niyet edilir.
Eğer gece teheccüt namazına kalkacak isek, vitir namazını geciktirip teheccüdün ardından gecenin son namazı olarak kılmamız daha faziletlidir.
Teheccüd ve vitir namazları geceye bırakıldığı zaman, namaz tesbihatını yatsı namazından sonra yapmak gerekir. Vitir namazından sonra ayrıca muhtelif dualar ve virdler yapılabilir.
Teheccüd namazı, gece boyunca sabah namazı vaktinin girmesine kadar kılınabilir. Peki, sabah namazı vakti girdiği hâlde teheccüd namazını kılmayan ne yapmalı?
Hazret-i Âişe (ra) diyor ki:
“Resûlullah Efendimiz (asm) ağrı, sızı veya başka bir sebeple gece namazını kılamadığında, gündüzün on iki rekât kılardı.” (Müslim, Müsâfirîn, 140)
Bir diğer rivayet de Hazret-i Ömer’den (ra):
Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Kim devam ettiği gece ibadetini veya virdini yapmadan uyuya kalırsa, onu sabah namazı ile öğle namazı arasında ifa ettiğinde, geceleyin ifa etmişçesine sevap yazılır.” (Müslim, Müsâfirîn, 142)
Hazır söz geceden açılmışken, geceleyin dileklerin kabul edildiği bir saatle ilgili bir hadîsi de buraya almadan geçmeyelim. Cabir (ra) rivayet etmiştir ki:
Allah Resulü (asm) şöyle buyurmuştur:
“Gecede bir saat vardır ki, bir Müslüman o saate rastlar da Cenâb-ı Allah’tan dünya ve âhiret işinden bir hayır isterse, Allah o kimsenin dileğini muhakkak verir. Bu her gece böyledir.” (Müslim, Müsâfirîn, 166, 167)
Sabah namazının vakti ne zaman başlar ne zaman sona erer; ezan neden imsaktan bir saat sonra okunuyor?
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak Hanefilere göre hafif ışıyıncaya kadar bırakmak, Şafiilere göre ise erken, karanlık iken kılmak faziletlidir.
Hanefi mezhebinde sabah namazının geç kılınması daha faziletli olduğu için, imsaktan hemen sonra kılınmamaktadır.
Ayrıca ezan imsak vaktinde değil de namaza başlanacağı vakit ezan okunur ki, insanlar namazın kılındığı vakti bilip cemaate gelsinler diye namazdan önce okunmaktadır.
İmsak girer girmez de namaz kılınabilir; ezanı beklemek şart değildir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa, Hanefilere göre namaz bozulur. Bu namazı kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Zamanında sabah namazını kılamayan bir Müslüman, güneş doğduktan ve kerahet vakti çıktıktan sonra öğlen namazı girmeden (kerahet vaktinden önce) kılarsa, hem sünnetini hem de farzını beraber kaza eder.
Namazları bilerek kazaya bırakmak büyük günahtır... Bu durmda hem tövbe etmek hem de ilk fırsatta kaza etmek gerekir.
Sabah namazının vakti ne zamandır? İmsak vakti girince, ezandan önce sabah namazı kılınabilir mi? Sabah namazının kazası?..
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Yani namazınızı takviminizde "imsak" yazan süreden itibaren "güneş" yazan süreye kadar kılabilirsiniz. Sabah namazının vakti bu iki süre arasıdır. Ancak Hanefilere göre güneşin doğmasına yakın, Şafilere göre ise imsaktan biraz sonra kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanifilere göre namaz bozulur; kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Zamanında sabah namazını kılamayan bir kişi, güneş doğduktan ve kerahet vakti çıktıktan sonra, öğlen namazı girmeden kılarsa, hem sünnetini hemde farzını beraber kaza eder.
Sabah namazı kazaya kalmışsa ve o gün öğleye kadar kılındığı zaman hem sünnet hem de farzın kazası kılınır. Daha sonra kılındığı zaman sadece farzının kazası kılınır.
İkindi namazının vakti, akşam namazının vaktinin girmesine kadar devam eder. Ancak akşam namazından önceki 45 dakikalık vakit "kerahet vakti" olduğu için, bu zamandan önce kılınmasına dikkat etmek gerekir. Eğer kerahet vaktine kadar kılınmamışsa, kerahet vaktinde ikindinin sünneti terk edilerek sadece farzı kılınır.
Namazı vaktin sonunda kılmanın bir günahı var mıdır? Ezan okunduğunda hemen namaz kılınabilir mi?
Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam, en faziletli amelin hangisi olduğunu soran sahabiye: "Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan namazdır." buyurmuştur. (Buhari, Mevâkît 162)
"Namazların ilk vaktinde Allah'ın rızası, son vaktinde ise Allah'ın affı vardır." (Tirmizi, Mevâkît 13)
Aslında genel olarak yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere, namazları ilk vaktinde kılmanın müstehap olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, Resülüllah (asm)'ın sünnetinde, bazı namazların mevsim, iklim, v.s. gibi bazı değişik durumlar nazara alınarak, vaktin evvelinden geciktirilerek kılınması daha faziletli sayılmıştır. Bununla ilgili olarak örneğin yatsı namazının vaktiyle ilgili gelen rivayetlerden bazıları şu şekildedir:
"Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ateme (gecenin ilk üçte biri geçtiği vakit) diye söyledikleri vakte kadar yatsı namazını geciktirirdi ve yatsıdan önce uyumayı, ondan sonra konuşmayı (oturup sohbet etmeyi) hoş karşılamaz mekruh sayardı." (Buhari, Mevakit 13-20; Müslim, Mesacid 218-225; Nesâi, Mevakıyt 20)
"Bir gece, yatsıyı gece yarısına kadar (şatru'l-leyl) tehir etti. Sonra yüzü bize dönmüş olarak yanımıza geldi -sanki şu anda yüzüğünün parıltısını görüyor gibiyim- ve şöyle dedi:
"İnsanlar namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise, namazı beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını alma)ktasınız." (Buhârî, Mevâkît 25, 40; Müslim, Mesâcid 223)
"Eğer ümmetime sıkıntı vermeseydim, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmelerini emrederdim." (Tirmizi, Mevâkît 10)
Buna göre Hanefiler, yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmeyi müstehap, yarısına kadar geciktirmeyi mubah, gecenin yarısından sonra kılınacak yatsı namazı için ise, mekruh demişlerdir. Hanefi ulemasından bazısı buna tahrimen mekruh derken, diğer bazıları bunu tenzihen mekruh olarak görmüşlerdir. Fakat şunu ifade etmek gerekir ki, bu müstehaplık kış mevsimindedir. Yaza gelince zaten bu mevsimde geceler kısa olduğundan, yatsı namazının önce kılınması müstehaptır.
Soruda geçen diğer konuya gelince:
Bir vakit girdikten sonra önceki vakitlerin namazı kazaya kalmış olur. Kılınan namaz da kaza namazı olarak kılınır. Yani vakit çıkınca namaz vakti de çıkmış olur.
Namazın farzlarından biri de vaktin girmiş olmasıdır. Mesela öğle namazı vakti girmeden öğle namazını kılamayız. Namazların kılınma vakitleri ise vaktin girmesiyle başlar, öbür vaktin girmesiyle biter. Bu iki vakit arası namazlarımızı kılabiliriz.
Diyelim ki öğle namazınızı geciktirdiniz. İkindi yakın. Hemen namaza durdunuz. Daha birinci rekatta iken ikindi vakti girdi. Ne yapacağız? Hemen devam edip namazı tamamlayacağız, namazımız olur. Çünkü bir hadiste “Namazın bir rekatına yetişen hepsine yetişmiş gibidir.” buyurulur.
Hanefi ve Hanbeli mezhebine göre, kendisine tahsis edilen vakit içinde bir namazın iftitah tekbirine yetişmekle bu namazın tamamı eda olur. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, I/400)
Yalnız sabah namazı ile ikindi namazı biraz dikkatli kılınması lazımdır. Sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken namaz kılmak güneşe tapanlara benzememek için caiz değildir. Bu sebeple sabah namazı güneş doğmadan bir iki dakika önce, ikindi namazını da güneş batmadan önce bitirmek gerekiyor.
İşte ikindi namazını akşam güneş batımına sarkıtmamak için dikkatli olmak lazımdır. Güneşin batmasına yakın kılmak bu sebeple mekruhtur. Hoş olmasa bile yine namazımız caizdir, kabul edilir.
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak hanefilere göre güneşin doğmasına yakın, şafilere göre ise imsaktan biraz sonra kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanifilere göre namaz bozulur. Kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Vaktin son on dakikasında namaz kılıp, arkasından öbür namaz vakti girerse onu kılmak meselesi, öğle namazı ile akşam namazı için olabilir. Zor durumlarda böyle bir çareye başvursak namazımız olur. Peygamberimiz (asm) bir yolculukta öğle namazını geç kılmış, hemen arkasından ikindi girmiş ve ikindiyi kılmıştır.
Fakat namazların vaktin başında kılınması daha faziletlidir. Vaktin sonu da olsa kazaya bırakmadan kılmak gerekir.
Sabah ve ikindi namazından sonra kaza kılınmaz mı?
Sabah namazından sonra, güneş doğana kadar ve ikindi namazından sonra kerahet vakti girene kadar kaza namazı kılınır.
Kaza namazı kılınmayan vakit sabah namazının çıkış vakti olan güneşin doğuş esnası ile ikindi vaktinin çıkışı olan güneşin batış vaktinde kaza namazı kılınmaz.
Kerahet vakitleri hakkında bilgi verir misiniz? Kerahet vakitlerinde kılınan farz ve nafile namazlar geçerli midir?
Beş vakit vardır ki, onlara "Mekrûh Vakitler" denir.
Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki, memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine kadar olan zamandır.
İkincisi: Güneşin yükselip de tam tepeye geldiği zeval anının bulunduğu vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından ve gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden itibaren batışı zamanına kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i Sadık'ın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan vakittir.
Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir gibi vacib olan namazlar, ne de önceden hazırlanmış bir cenaze namazı kılınabilir; ne de evvelce okunmuş bir secde âyeti için tilâvet secdesi yapılabilir. Bunlar yapılırsa, iadeleri gerekir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olsa, kerahetle caiz olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerahet, nafile namazların sağlıklı olmasına engel değildir. Bununla beraber bu vakitlerden birine rastlayan bir nafile namazı bozup kerahet vaktinden sonra onu kaza etmek daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.
Diğer iki kerahet vaktinde ise, yalnız nafile namaz kılmak mekruhtur. Farz ve vacib namaz mekruh değildir. Cenaze namazı, tilâvet secdesi de mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nafile namazı, kerahetten kurtulması için bozulmuş olursa, sonradan onu kaza etmek gerekir.
Güneşin batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınmaz. Çünkü kamil bir vakitte vacip olan bir ibadet, nakıs olan ( keraheti bulunan) bir vakitte kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetlerin noksanlığına sebebdir.
Güneşin doğuşuna rastlayan her hangi bir namaz ise bozulmuş olur. Bunun için bir kimse daha ikindi namazını kılmakta iken güneş batsa namazı bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa, namazı bozulur. Çünkü birinci halde, yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci halde ise, namaz vakti çıkmış; fakat yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
Tam zeval anına rastlayan bir namaz farz veya vacip ise bozulur. Eğer nafile ise mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebu Yusuf'a göre cuma günü zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir ve keraheti yoktur. Zeval vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca artık ittifakla kerahet vakti çıkmış olur.
Kerahet vaktinde okunan bir secde ayetinden dolayı secde yapılabilir. Ancak kerahet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerahet vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı o vakitte kılınabilir. Öyleki faziletli olan bu namazı geciktirmeyip hemen kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek menduptur.
Güneşin batışından sonra daha akşam namazının farzını kılmadan nafile namaz kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur. Oysa ki, akşam namazında acele etmekte fazilet vardır.
Cuma günü, imam hutbeye çıktıktan sonra veya ikamet getirildikten sonra namaza başlamak mekruhtur.
İki bayram namazından önce ve bayram hutbeleri arasdında ve bu hutbelerden sonra, bayram namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak mekruh olduğu gibi, güneş tutulması, yağmur duası ve hac hutbeleri arasında da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lazımdır.
Mekruh olmayan bir vakitte başlanmış olan nafile bir namaz bozulmuş olsa, (bunu kaza etmek vacip olduğundan) ikindi namazından sonra güneşin batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar kaza edilmez, mekruhtur. Bununla beraber kaza edilse sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan ilk üç kerahet vakti böyle değildir. Onların birinde kaza edilmesi sahih olmaz. Yeniden kaza edilmesi gerekir.
Kaza namazını kılmanın mekruh olduğu vakitler nelerdir? İkindi namazının farzından sonra kaza namazı kılınır mı?
Kaza namazı borcu olduğunu tahmin eden kimse, bunları kaza ederken kaza namazı kılıyordur. Borcu olmadığında bunun nafileye dönüşeceğini düşünüp kerahet vakitlerini sünnet namaza göre ayarlamaz. Bunu kıldığı kaza namazına göre ayarlar.
Farz - Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Üçtür:
1. Güneşin doğuşundan itibaren ışınları gözleri kamaştırır hâle gelinceye kadarki sabah vakti, kerahet zamanıdır. Bu vakit, güneşin doğuşundan sonraki takriben 45-50 dakikalık bir zamandır.
2. İkinci kerahet vakti, istiva vakti ile zeval vakti arasıdır. Yani güneşin göğün tam ortasına dikilmesi ânından batı tarafına doğru açılmaya başladığı âna kadar geçen süredir.
3. İkindiden sonra, güneşin sarararak göz kamaştırmaz duruma geldiği andan başlayıp güneş batıncaya kadar süren vakit de kerahet vaktidir. Demek oluyor ki ikindi namazını güneş ışınlarının sararmakta olduğu sıralara kadar geciktirmemeli, kerahet vaktine bırakmamalıdır.
İkindi namazı kerahet vaktine kadar geciktirilmişse, namaz kazaya bırakılmaz, sünneti terkedilerek sadece farzı kılınır. Hattâ güneş batmadan evvel iftitah tekbiri alınarak ikindinin farzına durulsa, namazda iken güneş batsa, bu bile sahih olur. Namaz kazaya kalmış olmaz, vaktinde edâ edilmiş sayılır. Bu ikindi namazına has bir durumdur.
Bu üç vaktin kerahet vakti olma hikmeti, ateşperestlerin ibâdet zamanı olmasıdır. Bu üç vakitte salâvat getirmek, dua ve tesbihte bulunmak, Kur'an okumaktan efdaldir.
Netice: İkindi namazının arkasından, güneş batımına kırk beş dakika kalana kadar kaza namazları kılabiliriz.
Sabah namazından sonra kaza ya da nafile namazı kılınır mı? Kerahet vakitleri hakkında bilgi verir misiniz?
Sabah namazından sonra güneş doğana kadarki vakitte nafile namaz kılmak mekruhtur; ancak kaza namazı kılınabilir.
Sabah namazından sonra kaza kılınması mekruh olan vakit güneş doğarkenki vakittir. Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki, memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine kadar olan zamandır. Ömer Nasuhi Bilmen'in ilmihalinde bu şekilde geçmektedir.
Beş vakit vardır ki, onlara "Mekrûh Vakitler" denir.
Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu (beş derece) ki, memleketimize göre kırk ile elli dakika arasında bir zamanla yükselişine kadar olan zamandır.
İkincisi: Güneşin yükselip de tam tepeye geldiği zeval anının bulunduğu vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından ve gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden itibaren batışı zamanına kadar olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i Sadık'ın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin batmasına kadar olan vakittir.
Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir gibi vacib olan namazlar, ne de önceden hazırlanmış bir cenaze namazı kılınabilir; ne de evvelce okunmuş bir secde âyeti için tilâvet secdesi yapılabilir. Bunlar yapılırsa, iadeleri gerekir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Ancak kılınacak olsa, kerahetle caiz olur ve iadesi gerekmez. Çünkü bu kerahet, nafile namazların sağlıklı olmasına engel değildir. Bununla beraber bu vakitlerden birine rastlayan bir nafile namazı bozup kerahet vaktinden sonra onu kaza etmek daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Onlara benzemekten kaçınmak, hak dine saygının gereğidir.
Diğer iki kerahet vaktinde ise, yalnız nafile namaz kılmak mekruhtur. Farz ve vacib namaz mekruh değildir. Cenaze namazı, tilâvet secdesi de mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanmış olan bir nafile namazı, kerahetten kurtulması için bozulmuş olursa, sonradan onu kaza etmek gerekir.
Güneşin batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabilir. Fakat diğer bir günün kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınmaz. Çünkü kamil bir vakitte vacip olan bir ibadet, nakıs olan ( keraheti bulunan) bir vakitte kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetlerin noksanlığına sebebdir.
Güneşin doğuşuna rastlayan her hangi bir namaz ise bozulmuş olur. Bunun için bir kimse daha ikindi namazını kılmakta iken güneş batsa namazı bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş doğsa, namazı bozulur. Çünkü birinci halde, yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci halde ise, namaz vakti çıkmış; fakat yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
Tam zeval anına rastlayan bir namaz farz veya vacip ise bozulur. Eğer nafile ise mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebu Yusuf'a göre cuma günü zeval vaktinde nafile namaz kılınması caizdir ve keraheti yoktur. Zeval vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca artık ittifakla kerahet vakti çıkmış olur.
Kerahet vaktinde okunan bir secde ayetinden dolayı secde yapılabilir. Ancak kerahet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerahet vakitlerinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı o vakitte kılınabilir. Öyleki faziletli olan bu namazı geciktirmeyip hemen kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek menduptur.
Güneşin batışından sonra daha akşam namazının farzını kılmadan nafile namaz kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur. Oysa ki, akşam namazında acele etmekte fazilet vardır.
Cuma günü, imam hutbeye çıktıktan sonra veya ikamet getirildikten sonra namaza başlamak mekruhtur.
İki bayram namazından önce ve bayram hutbeleri arasdında ve bu hutbelerden sonra, bayram namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak mekruh olduğu gibi, güneş tutulması, yağmur duası ve hac hutbeleri arasında da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lazımdır.
Mekruh olmayan bir vakitte başlanmış olan nafile bir namaz bozulmuş olsa, (bunu kaza etmek vacip olduğundan) ikindi namazından sonra güneşin batışına kadar ve fecrin doğuşundan sonra güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar kaza edilmez, mekruhtur. Bununla beraber kaza edilse sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak başta sıralanan ilk üç kerahet vakti böyle değildir. Onların birinde kaza edilmesi sahih olmaz. Yeniden kaza edilmesi gerekir.
Kerahat vaktinde sabah namazını kılmak: Kerahat vaktinde kılınan sabah namazı kaza yerine geçer deniliyor...
Kerahat vakitlerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Sabah Kerâheti: Güneş doğarken başlar, kırk beş dk. sonra sona erer.
2. Öğle Kerâheti: Güneş tepedeyken, öğle namazı vaktinden yaklaşık kırk beş dk. önce başlar, öğle ezanı okununca sona erer.
3. Akşam Kerâheti: Güneş batarken, yani akşam namazından kırk beş dk. önce başlar, akşam ezanı okununca sona erer.
Kısaca güneş doğarken, tepedeyken ve batarken namaz kılınmaz. Bu vakitlerde namaz kılınması tahrîmen (harama yakın) mekruhtur.
Kerâhet vaktinde kılınan farz namaz geçerli değildir. Nâfileler sahih olsa da, usûlen mekruh olur. Bu üç vakitte başlanan nâfileleri bozmalı, ancak başka bir zamanda kazâ etmelidir.
Akşam kerâhat vaktinde ikindi namazının farzı hariç, bir farz namaz kılınsa dahi sahih (doğru) olmaz. Bu yüzden kerâhat vaktinde kılınan farz namazın, kerâhat vakti çıktıktan sonra o namazın tekrar kılınması daha doğru olur.
Tilavet secdesi vaciptir ve kerahat vakti kılınmaz. Kılınsa dahi sahih değildir. Kısacası kerâhat vakti hiçbir şekilde namaz ve secde yapılmaz. Yalnızca o günün ikindi namazının farzına izin vardır.
Sahabiden Ukbe b. Amir r.a. şöyle anlatmıştır:
"Rasulullah (s.a.v.) üç vakitte namaz kılmamızı ve cenazemizi defnetmemizi yasakladı. Bu vakitler:
* Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar.
* Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, batıya meyledinceye kadar.
* Güneş batmaya meylettiği andan batıncaya kadar."(Müslim, Müsâfirîn 293; Ebû Dâvud, Cenâiz 55; Tirmizî, Cenâiz 41; Nesâî, Mevâkît 31).
Konuyla ilgili diğer hadisler ve açıklamalar için bk. Prof. Dr.İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, VII/427-446.
Hadiste zikredilen üç vakit, gündüzün uzunluk ve kısalığına göre değişmekle birlikte, yaklaşık olarak kırk beşer dakikalık sürelerdir. Bu vakitlerde namaz kılınması, yukarıdaki hadis ve aynı anlamda olan daha başka hadisler dolayısıyla mekruh görülmüştür.
Şuna da dikkat çekmek lazımdır: Bir kimsenin ikindi namazını kerahet vaktine bırakmaması esastır. Fakat her nasılsa kerahet vaktine kalmışsa, güneş batıncaya kadar ikindi namazını yine de mutlaka kılmalıdır. Çünkü namazı kerahet vaktine bırakmak mekruh, kazaya bırakmak ise haramdır.
Bu üç vaktin dışında iki vakit daha vardır ki, o vakitlerde nafile namaz kılınması mekruh görülmüştür.
* Sabah namazının vakti girdikten sonra güneş doğuncaya kadar sadece sabah namazının iki rek'at sünneti kılınabilir. Bunun dışında nafile bir namaz kılınması mekruh görülmüştür.
* İkindi namazı kılındıktan sonra güneş batıncaya kadar nafile namaz kılınması mekruhtur.
Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, bu vakitlerde vaktin namazının dışında namaz kılmayı yasaklamıştır.
Buna göre sabah namazını kerahet vaktinde kılan bir kimse yeniden kılmalıdır. Eğer o günün öğle vakti olmadan kaza ederse, sünnetiyle beraber kaza eder. Başka zamana kalırsa sadece farzını kaza eder.
İkindi namazı en son ne zamana kadar kılınır?
Farz - Nafile Bütün Namazların Kılınmasının Mekruh Olduğu Vakitler Üçtür:
1. Güneşin doğuşundan itibaren ışınları gözleri kamaştırır hâle gelinceye kadarki sabah vakti, kerahet zamanıdır. Bu vakit, güneşin doğuşundan sonraki takriben 45-50 dakikalık bir zamandır.
2. İkinci kerahet vakti, istiva vakti ile zeval vakti arasıdır. Yani güneşin göğün tam ortasına dikilmesi ânından batı tarafına doğru açılmaya başladığı ana kadar geçen süredir.
3. İkindiden sonra, güneşin sarararak göz kamaştırmaz duruma geldiği andan başlayıp, güneş batıncaya kadar süren vakit de kerahet vaktidir. Demek oluyor ki ikindi namazını güneş ışınlarının sararmakta olduğu sıralara kadar geciktirmemeli, kerahet vaktine bırakmamalıdır.
* İkindi namazı kerahet vaktine kadar geciktirilmişse, namaz kazaya bırakılmaz, sünneti terkedilerek sadece farzı kılınır. Hatta güneş batmadan evvel iftitah tekbiri alınarak ikindinin farzına durulsa, namazda iken güneş batsa, bu bile sahih olur. Namaz kazaya kalmış olmaz, vaktinde edâ edilmiş sayılır. Bu ikindi namazına has bir durumdur.
* Bu üç vaktin kerahet vakti olma hikmeti, ateşperestlerin ibâdet zamanı olmasıdır.
* Bu üç vakitte salâvat getirmek, dua ve tesbihte bulunmak, Kur'an okumaktan efdaldir.
-------------------
Her namazın belli bir vakti vardır. İleride de söyleneceği gibi vakit namazın şartıdır. Hangi vakit girmişse o vaktin namazını kılmak gereklidir. Bir namaz, vaktinden önce kılınamaz. Vakti geçtikten sonra da artık edâ olarak kılınması mümkün değildir. Vakti geçmiş namazın da kılınması gereklidir, buna kaza denir.
Kaza edilen namazlar vaktinde kılınan edâ namazları gibi değildir. Namazı imkân olduğu müddetçe kazaya bırakmadan vakti içinde kılmak gereklidir.148 Şimdi namazların vakitlerini sırayla söyleyelim.
Sabah Namazı
İki rek'at önce kılınan sünnet ve iki rek'at farz olmak üzere dört rek'attan meydana gelen sabah namazının vakti, ikinci fecrin doğmasından, güneş doğana kadar olan vakittir. Sabah vaktine yaklaştıkça gökyüzünde her zaman görülmemekle beraber iki tarafı karanlık ortası aydınlık bir olay meydana gelir. Bir süre sonra bu aydınlık kaybolur ve yerini yine karanlık alır. Bu geçici aydınlığa yalancı tan, fecr-i kazib veya geçici tan olayı denir. Bu olaydan bir müddet sonra doğu tarafından yayılan bir aydınlık başlar. Buna da hakiki tan, fecri sadık adı verilir. İşte sabah namazının vakti gerçek tan ile başlar, güneş doğana kadar devam eder, güneşin doğması ile biter. Sabah namazının vakti konusunda sevgili Peygamberimiz (sav): "Sabah namazını tan ışığı yayılmaya başladığı zaman kılınız. Çünkü bu vakitte kılmakta daha çok sevap vardır" buyurmuşlardır. Bir başka hadîsi şerifte de "İlk vaktinde kılınan namazda Allah'ın rızası, vaktin sonunda kılananda Allah'ın afvı vardır" buyrulmuştur.
Şafiîler sabah namazını daha gerçek tan başlar başlamaz, ortalık aydınlanmadan kılarlar. Hanefîler ise ortalığın biraz aydınlanmasını beklerler. Yurdumuzun coğrafi konumuna göre takvimlerde yazılı olan imsak vaktinden ortalama 20-30 dakika sonra Şafiî vakti nazara alınarak sabah namazı kılınabilir (Hadîse göre imsak vaktinin başlangıcı sabah namazı vaktinin de girişidir. Burada geçen 20-30 dakika ihtiyat için olmalıdır).
Yatsı vaktinin teşekkül etmediği kuzey enlemlerdeki ülkelerde bu vaktin girmediği aylarda hakiki gece yarısından149 35 dakika sonra sabah namazı kılınabilir.
Öğle Namazı:
Önce kılınan dört rek'at sünnet, dört rek'at ve sonra kılınan iki rek'at son sünnet olmak üzere toplam on rek'attan meydana gelen öğle namazının vakti zeval denilen güneşin tam tepe noktasından geçtiği andan150 başlar ve zeval anındaki gölge hariç her şeyin gölgesi bir misli olana kadar devam eder. Eşyanın gölgesinin bir misli olduğu zamana asr-ı evvel, birinci ikindi zamanı adı verilir. Mümkün mertebe öğle namazını bu vakit içinde kılmalıdır. Bu zaman zarfında yetiştirilemezse yine her şeyin gölgesi, zeval gölgesi hariç, kendisinin iki katı olana kadar da kılınabilir. Bu ikinci vakte de asr-ı sani, ikinci ikindi adı verilir. Bütün müctehid imamlar öğle namazı vaktinin birinci ikindi vaktine kadar olan kısmında ittifak etmişlerdir. Bir kısım müctehid imamlar da ikinci ikindi vaktine kadar devam edeceğine kail olmuşlardır.
İkindi Namazı:
Önce kılınan dört rek'at sünnet ve dört rek'at farz olmak üzere toplam sekiz rek'attan meydana gelen ikindi namazının vakti yukarıda anlatılan öğle vaktinin bitiminden başlar ve güneşin batacağı zamana kadar devam eder. Bir hadîs-i şerifte sevgili Peygamberimiz (sav): "....Güneş batmadan önce ikindi namazının bir rek'atına yetişen kimse ikindiye yetişmiş ve onu eda olarak kılmıştır..." buyurmuşlardır.
Akşam Namazı:
Üç rek'at farz ve iki rek'at son sünnetten meydana gelen akşam namazının vakti güneşin batışından itibaren başlar, batı tarafındaki aydınlığın tamamen kaybolmasına kadar devam eder. Güneş battıktan sonra batı bölgesinde şafak denilen bir kızıllık meydana gelir. Bir süre sonra bu kızıllık renk değiştirerek beyaz aydınlık halini alır. İşte bu ana ışâ-ı evvel, birinci yatsı vakti denir. Bir müddet sonra batı tarafındaki bu aydınlık da tamamen kaybolarak yıldızlar grup grup ortaya çıkar ve ortalık tamamen kararır. İşte bu ana da ışâ-ı sani, ikinci yatsı denir. Akşam namazını ilk vakti içinde yani ışâ-ı evvelden önce kılmalıdır. Bu mümkün olmazsa ışâ-ı saniye kadar da kılınabilir.
Yatsı Namazı:
Dört rek'at önce kılınan sünnet, dört rek'at farz ve iki rek'at son sünnet olarak toplam on rek'attan meydana gelen yatsı namazının vakti akşam namazının vakti çıktığı zaman başlar, sabah namazının vakti girene kadar devam eder.
Yatsı namazını geciktirmek, namazı kıldıktan sonra yatmak daha sevaptır.
Yatsı namazı vakti girmeden kılınamaz. Yurdumuzda yaygın yanlış bilgiye dayanan yanlış tatbikat görülmektedir. Bazı bölgelerde yaz-kış her zaman yatsı namazının akşamdan bir buçuk saat sonra kılınabileceği zannedilmektedir. Bu, Hicaz bölgesinde ve yakın çevresinde böyle olduğu halde daha kuzeyde kalan yurdumuzda mevsimlere göre bu aralık büyük farklılıklar göstermektedir. Akşam ile yatsının arasının iki saati geçtiği mevsimler ve bölgelerimiz vardır. Bu bölgelerde akşamdan birbuçuk saat sonra yatsı kılınırsa vakti girmeden kılınmış olur.
Kuzey enlemlerde bulunan bazı memleketlerde yılın bazı aylarında yatsı namazı vakti girmemektedir. Yani yukarıda bahsedilen ve güneş battıktan sonra batı tarafında meydana gelen aydınlık, güneş doğana kadar kaybolmamaktadır. Bu durumda o bölgelerde ve o aylarda hakiki gece yarısından beş dakika önce yatsı namazı kılınmalıdır. Aynı bölgelerde aynı aylarda imsak vakti de olmadığından itibarî olarak hakiki gece yarısından beş dakika sonra imsakı başlatmak ve bundan ortalama yarım saat sonra da sabah namazını kılmak uygun olur. Böylece yatsı namazının kılınabilmesi için on dakikalık bir zaman kalmış olur ki, bu kısa zaman içinde namazın tamamı yetiştirilemezse sünnetler terkedilerek sadece farz kılınabilir.151 Diyanet İşleri Başkanlığı bu bölgeleri de içine alan bir Dünya Namaz Vakitleri Takvimi hazırlamış ve bastırmış bulunmaktadır. Bu takvim hazırlanırken Peygamber Efendimiz'in (sav) namaz vakitleri konusundaki hadîsi şerifleri, müctehid imamlarımızın görüşleri gözönüne alınarak hesaplamalar ve tesbitler yapılmıştır.152
Yeri gelmişken bir konunun daha aydınlanmasında zarûret vardır. Yurdumuzda, müslüman vatandaşlarımız namazlarını takvimlere göre kılmaktadırlar. Yakın zamana kadar bütün il ve ilçelerimizde uygulanabilecek nitelikte bir takvim mevcut değildi. Diyanet İşleri Başkanlığı ilk olarak bu takvimi 1973 yılında bastırmış ve her yıl daha da geliştirmiştir. Başkanlığın hazırladığı bu takvimler, bütün il ve ilçe müftülüklerinde bulunmaktadır. Bu takvimden elde edememiş olan kimselerin İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerimiz için hazırlanmış takvimleri, bulundukları bölgeler ile bu şehirler arasındaki saat farklarını ilâve veya çıkarmak suretiyle kullanmaları mümkün değildir. Çünkü namaz vakitleri arasındaki süreler ancak belli bir enlem, arz dairesi üzerinde bulunan şehirlerde eşittir. Bu enlemin daha kuzeyinde veya daha güneyinde bulunan bölgelerde aynı gün için iki namaz vakti arasındaki süre ya daha kısa veya daha uzundur. Bu duruma göre mesela İstanbul takvimini, ancak, İstanbul'un bulunduğu 41 derece arz dairesi üzerinde bulunan şehirler, İstanbul'a göre saat farklarını ilâve ederek veya çıkararak kullanabilirler. İstanbul'a göre daha güneyde veya daha kuzeyde bulunan şehirler bu metodla İstanbul takvimini kullanamazlar. Daha kuzeye veya daha güneye gittikçe aynı gün içindeki namazlar arasındaki sürelerin İstanbul'a göre farkı, mevsime göre, arz dairesine göre ve her vakit için ayrı ayrıdır. Saat farkları tul dairelerine, boylamlara göre hesaplanır. Halbuki namaz vakitlerinin tesbitinde arz daireleri, enlemler büyük rol oynar. Kuzey-Güney istikametinde aynı anda girdiği halde birbirlerine göre diğer vakitler arasındaki fark, yurdumuzda 30-35 dakikayı bulmaktadır. Bu duruma göre en doğru uygulama Diyanet İşleri Başkanlığı'nca hazırlanmış bulunan namaz vakitleri takvimine göre yapılan uygulamadır.
Bu arada bir başka konunun da nazarı dikkate alınmasında faydalar vardır. Güneşin hareketleri dört yıl içinde farklılıklar göstermekte ve dört yıl sonra yine aynı noktaya gelmektedir. Ayrıca arz daireleri arasındaki yarım derecelik bölgelerde, çeşitli yükseliklerde ve çeşitli mevsimlerdeki değişik durumlar namaz vakitlerinin kronometrik bir hassasiyetle tesbitine engel teşkil etmektedir. Yurdumuz için bu farklılıklar azami 8-9 dakikayı bulmaktadır. Hem bu farkları gidermek ve hem de takvimi kullananın saat hatalarını düşünerek namazı tam vakti içinde kıldırabilmek için vakitlere "temkin" denilen bir süre eklenmektedir. Son yüz yıl içinde Türkiye'deki uygulamada bütün takvimlerde bu temkin mevcuttur. Bu bakımdan namazların zarûret olmadıkça ilk vaktinde kılınmasında, bilhassa son dakikalara bırakılmamasında zorunluluk vardır.
Vakitlere ilâve edilen temkinler, namaz ve oruç için ayrı karakterdedir. İmsak vaktinin temkini -10 dakikadır. Yani oruç tutan bir kimsenin vaktinde oruca başlamasını garantilemek için hesaplanan imsak vaktinden 10 dakika öncesi, takvimlerde imsak vakti olarak gösterilmiştir. Buna mukabil sabah namazının temkini +10 dakika olmak zorundadır. Vakit girmeden, yani fecri sadık doğmadan namaz kılmış olmamak için, hesaplanan imsak vaktinden 10 dakika sonrası sabah namazının en erken kılanabileceği vakit olarak ele alınmıştır. Bu da takvimlerde gösterilen imsak vaktinden 20 dakika sonraya tekabül eder.
Güneşin doğuşu için temkin 5 dakika olarak alınmıştır. Bu, şu demektir. Bazı bölgelerde güneş gerçekte takvimde gösterilen saatten 5 dakika önce de doğmuş olabilir. Bu yüzden sabah namazının kılınması her hâlükârda takvimdeki güneşin doğuş saatinden beş dakika öncesine kadar bitirilmelidir.
Öğle vakti için ilave edilen temkin 10 dakikadır. Hesaplanan zeval vaktine 10 dakika temkin ilâve edilerek bulunan zaman, takvimlerde öğle vakti olarak gösterilmiştir. Bu temkin öğle namazının vakti girmeden kılınmamasını garanti ettiği halde, herhangi bir sebeple geciktirilen sabah namazının en geç takvimdeki öğle vaktinden 10 dakika öncesine kadar edâ edilmiş olması gerektiğini ifade eder.
İkindi vakti için de durum aynıdır. Takvimdeki ikindi vaktinde, ikindi namazının vakti kesinlikle girmiş olduğu halde, o vakitten takriben 10 dakika önce öğle namazının vakti çıkmıştır.
Akşam namazının vaktine esas olan güneş batışında da temkin +10 dakikadır. Vakti girmeden akşam namazını kıldırmamak, oruç tutan kimsenin vaktinden önce iftar etmesini önlemek bakımından hesaplanan güneş batışına 10 dakika ilâvesiyle bulunan zaman takvimlerde akşam vakti olarak gösterilmiştir. Herhangi bir sebeple ikindi namazını geciktirmiş olan bir kimse için ise, takvimdeki akşam vaktinden takriben 10 dakika önce ikindi namazının vakti çıkmıştır.
Yatsı namazının vaktinde ise durum farklıdır. Akşam namazı vaktinin bitişinin kesin sınırının çizilmesi, hem dinî ve hem de teknik sebeplerle mümkün olmadığından takvimde gösterilen yatsı vaktine kadar kılınan akşam namazı (zarûret hallerinde) vakti içinde edâ edilmiş olur...
Vitir Namazı:
Vitir namazı üç rek'atlı vacip bir namazdır. Vitir namazı yatsı namazının vakti içinde kılınır. Yatsı namazı kılındıktan sonra vitir namazının vakti girer, sabah namazı vaktine kadar devam eder. Yani vitrin vakti yatsı namazının kılınmasına bağlıdır. Yatsı namazını kılmamış olan bir kimse için vitrin vakti girmemiştir.
Teravih Namazı:
Sünnet olan teravih namazının vakti de Ramazan ayında olmak üzere yatsı namazından sonradır. Vitir namazından önce veya sonra kılınabilir. Yatsı namazından önce kılınamaz.
Cuma Namazı:
Dört rek'at önce kılınan sünnet, iki rek'at farz ve dört rek'at son sünnet olmak üzere toplam on rek'at olan Cuma namazının vakti Cuma günleri öğlenin ilk vaktidir.
Bayram Namazları:
İki rek'atlı vacip bir namaz olan bayram namazları güneşin doğuşundan 50 dakika sonra başlamak üzere öğle namazı vaktine kadar kılınabilir. Ramazan bayramında birinci gün bu vakitte kılınamazsa ikinci gün aynı vakitte kılınabilir, üçüncü gün kılınamaz.
Mekrûh Vakitler:
Bazı vakitlerde namaz kılmak mekrûhtur. Bu vakitleri şöyle sıralamak mümkündür:
1- Güneşin doğma anından itibaren 50 dakika zarfında namaz kılınamaz. Bu süre içinde farz ve vacip namazlar kılınamaz, kılınırsa sonra yeniden kılmak gerekir. Bu süre içinde nafile namaz kılmak da mekrûhtur. Başlanmış bir nafile namazı bozup sonradan kaza etmek daha iyidir.
2- Güneş zevalde, yani tam tepe noktasında iken.
3- Güneş batarken. Bu iki vakitte de yine farz ve vacip namazlar kılınamaz. Sadece ikindi namazının farzına başlanmış iken güneş batmaya başlarsa o namazı tamamlamak gerekir. Bu namaz edâ edilmiş sayılır, sonra yeniden kılınmaz.
4- Sabah namazının vakti içinde sabah namazının sünnetinden başka nafile namaz kılmak mekrûhtur.
5- İkindi namazının farzından sonra, güneş batana kadar nafile namaz kılmak mekrûhtur.
6- Güneş battıktan sonra akşam namazının farzından önce nafile namaz kılınması mekrûhtur.
II- Din İşleri Yüksek Kurulu'nun
Temkin Hakkındaki Kararı:
Yurtiçi için hazırlanacak "Diyanet Takvimi"ne konacak namaz vakitleri ve imsak vaktinin hesaplanmasında esas alınacak ölçüler ile hangi vakitlere ne kadar temkin süresi eklenmesinin uygun olacağına dair 18.12.1981 gün ve DHYİ 31.916 sayılı onay; Kurulumuzun, Diyanet İşleri Başkanı Tayyar ALTIKULAÇ'ın başkanlığında, Başkanlık Vakit Hesaplama Uzmanı Harita Yük. Müh. Emekli Alb. Arif ÇÖKLÜ'nün de müşahit olarak katıldığı 28.12.1981 ve 21.11.1982 tarihli toplantılarında ele alındı. Konu ile ilgili Türkçe (Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın Riyazü'l-Muhtar ve Islahü't-takvim adlı eserleri) ve yabancı dille yazılmış (Explanatory Suplement To The Astronomical Ephemeris And Nautical Almanac) eserlerinin ışığında, Vakit Hesaplama Uzmanlığı'nca hazırlanan 21.1.1982 tarihli rapor ve fıkhî ölçüler incelenip değerlendirildi.
Yapılan müzakere sonunda:
1- Beş vakit namaz, belirli vakitlerde edâ edilmek üzere farz kılınmıştır. Namaz vakitlerinin başlama ve son bulma sınırları, Cibril (a.s)'in talimine göre Rasulullah (sav)'ın kavlî, fiilî ve takrirî sünnetleriyle belirlenmiştir. Bu belirlemede, "tulû, gurup, fecr, zeval, zuhur-ı şafak, gaybubet-i şafak, zıllü şey'in mislüh...." gibi, güneşin hareketinden (daha doğrusu dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile güneş etrafındaki yıllık hareketinden) meydana gelen özel durumlar esas alınmıştır. Güneşin hareketi sonucu meydana gelen tulû, gurup, zeval, fecr, şafak.... gibi durumlar ve bunlar arasındaki süreler sabit olmayıp mevsimlere ve bulunulan yere göre daima değişmektedir. Ayrıca bu olayların tesbitinde, havanın açık veya kapalı, berrak yahut sisli, su buharının yoğun veya az oluşu... gibi durumların da önemli tesirleri bulunmaktadır.
2- İslâm, kolaylık dinidir. İbadet vakitlerini tayin için müslümanları ince hesaplar yapmak ve hassas aletler kullanmakla mükellef kılmamıştır. Müslümanlar, sünnetin tayin ettiği alâmetleri, hesap yapmadan ve herhangi bir alet kullanmadan da tesbit edip namazlarını kılabilirler. Nitekim, takvim ve saatin bulunmadığı devirlerde böyle yapılmıştır.
Ancak, günümüzde saat ve takvimle namaz ve imsak vakitlerinin tayini, şafak ve fecr gibi işaretleri gözlemekten çok daha kolay hale gelmiştir. Ayrıca, aynı yerde yaşayan müslümanlar arasında birlik ve huzurun sağlanması bakımından da buna kesin zarûret bulunmaktadır.
Bilindiği üzere namaz vakitlerinin hesapla tesbitinde fecr ve şafak olaylarının, güneşin ufuk düzleminin kaç derece altında iken başladığının doğru olarak bilinmesine ihtiyaç vardır. Konu ile ilgili eski kitaplarda bu hususta verilen bilgiler, 16°'den 21°'ye kadar değişmekte ve kesinlik arzetmemektedir. Bu konudaki en son ilmî araştırma ve incelemeleri gösteren "Explanatory Suplement To The Astronomical Ephemeris and Nautical Almanac" adlı eserde (sh.399) tan ışınlarının (fecr ve şafak) olaylarındaki kızıllık üst sınırının ufukta kaybolma zamanı, güneşin alçalma açısı 15 olduğu an başlamakta, bazı atmosfer şartlarında bu durum 16 oluncaya kadar devam etmektedir. 16'da ise bütün atmosferik şartlar altında kızıllığın tamamen kaybolduğu anlaşılmaktadır.
Başkanlığımız Vakit Hesaplama Uzmanı Harita Yük. Müh. Emekli Alb. Arif ÇÖKLÜ de, "20 seneden fazla GEODEZİK ASTRONOMİ çalışmalarını arazi üzerinde bizzat yürüttüğü esnadaki özel araştırma ve gözlemlerde daima aynı sonuca ulaştığını; güneş ufkun 16° altında olduğu zaman, kızıllığın kaybolduğunu" raporunda ifade etmektedir.
Bilindiği üzere, güneşin hareketlerinde dört yıl içinde bazı değişmeler olmakta, dört yıl sonra güneş tekrar aynı noktaya gelmektedir. Bu sebeple, her yıl için ayrı hesap yapmadan, bu değişiklikten doğan farkı karşılamak üzere, namaz vakitleri hesaplanırken, tesbit edilen vakitlere belirli bir "temkin süresi"nin ilavesi zarûri görülmüştür.
Ancak, eskiden hergün (sık sık) saat ayarlama imkânı olmadığı gibi, her il ve ilçenin ayrı ayrı namaz vakitlerini gösteren takvimleri de yoktu. Takvimlerde, bazı büyük şehirlere göre hazırlanmış olan namaz vakitleri çok geniş bir bölgede uygulanıyordu. Bu durumlar da dikkate alınarak, vakit girmeden ibadete başlanmasın düşüncesiyle, ilâve edilen temkin süresi, oldukça geniş tutuluyordu.
Diyanet Takvimi'nde her il ve ilçenin namaz vakitleri ayrı ayrı gösterilmektedir. Günümüzde, her gün birkaç defa saat ayarlama imkânı vardır. Bu itibarla, güneşin dört yılda bir değişen hareketlerinden doğan fark ile 1-2 dakikalık ihtiyat payı dışında uzunca bir temkin süresine artık gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Ayrıca temkin süresinin uzun tutulması, bazı ihmalkâr müslümanların, namazlarını vakit çıktıktan sonra kılmalarına yol açmaktadır.
Bu mülâhazaların ışığı altında:
a) Öğle vaktinin güneşin meridyenden geçişine; ikindi vaktinin ise, "asr-ı evvel"in girdiği zamana "dörder" dakikalık temkin süreleri eklenmek suretiyle tesbitine;
b) Yatsı, imsak ve sabah namazı vakitlerinin tesbitinde, güneşin 16° ufkun altında bulunmasının esas alınmasına ve buna -"dört" dakika temkin (yatsı ve sabah namazı vakitleri için +4 dakika, imsak vakti için- 4 dakika) süresi ilave edilmesine;
c) Güneşin doğuşu ve akşam namazı vakitleri için, Diyanet Takvimi'ndeki vakit hesaplarında herhangi bir değişiklik yapılmasına gerek bulunmadığına ve keyfiyetin Başkanlık Makamına arzına karar verildi.
III- 45. Enlem dairesinin kuzeyinde namaz vakitleri:
A) Brüksel toplantısı:
45. Arz (enlem) dairesinin kuzeyinde yer alan ülkelerde bazı namaz vakitlerinin geç teşekkül etmesi veya namaz vaktinin girdiğini gösteren atmosfer alâmetinin hiç meydana gelmemesi sebebiyle buralarda yaşayan müslümanlar problemlerle karşılaşıyor ve çözüm arıyorlardı. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ile Suudi Arabistan'daki Râbıtatu'l-Âlemi'l-İslâmî'nin ortak teşebbüs ve tertibi ile 1980 Haziran ayının 23-27 günleri arasında Brüksel İslâm Merkezi'nde bu maksatla bir ilmî toplantı yapıldı. Masrafını Rabıta'nın yüklendiği toplantı bilhassa mezkûr problemi yaşayan ülkeler başta olmak üzere İslâm ülkeleri çapında tertip edilmiş ve kongreye kısmen din âlimi, kısmen kozmografya ve takvim mütehassısı olmak üzere kırkın üzerinde delege katılmıştır. Kongrenin Brüksel'de yapılmasının sebebi, burasının, yılın bazı günlerinde yatsı ve imsak vakitlerinin (alâmetlerinin) bulunmadığı halde, çok sayıda Türk ve Marok müslümanın içinde yaşadığı bir memleket olması idi. Nitekim ilmî kongrenin yapıldığı günlerde Brüksel'de akşam şafağı (beyaz şafak) kaybolmuyor, güneş battıktan sonra batıdaki aydınlık devam ediyor ve bir müddet sonra doğu aydınlanıyor, yani fecir başlıyordu. Toplantıda daha ziyade yatsı ve imsak vakitleri üzerinde duruldu. Yatsı namazı mevzuunda iki farklı problem vardı:
a) Şafağın kaybolmadığı yer ve zamanlarda yatsı namazı hangi vakitte kılınacaktır?
(Bilindiği üzere normal bölgelerde şafak kaybolup batı ufku kararınca yatsı vakti girmektedir).
b) Şafağın çok geç kaybolduğu ve mesela güneşin batması ile yatsı vaktinin girmesi arasında üç saat ve daha fazla müddetin geçmesi gerektiği yer ve zamanlarda, gece istirahat edip sabah işbaşı yapmak mecburiyetinde olan işçiler yatsıyı ne zaman kılacaklardır?
İşte bu iki problem ilmî ve dinî yönlerden ele alınarak uzun uzadıya incelendi, tebliğler tartışıldı ve 45. arz dairesinin kuzeyinde kalan memleketlerde yaşayan müslümanlar için şu çözümler getirildi.
a) Şafağın kaybolmadığı veya işçilerin bekleyemeyeceği kadar geç kaybolduğu yerlerde müslümanlar akşam ile yatsı namazlarını arka arkaya kılabilirler (cem'u's-salâteyn)
b) Bunu yapmak istemeyenler Mekke arzına veya normal bölgenin, akşam ile yatsı arası en kısa olan devresine tâbî olup, yatsı namazlarını buna göre kılarlar; yani güneş battıktan sonra akşam namazlarını kılar; sonra guruba, Mekke arzındaki akşam ile yatsı arasındaki müddeti ekleyerek buldukları saatte de yatsı namazını kılarlar..
İmsak mevzuuna gelince: Ramazan orucu yılda bir ay olduğu ve fecrin imsak vaktinin alâmeti olması hususu da kat'i nass ile sabit bulunduğu için şafağın kaybolduğu ve fecrin (tanyerinin ağarması) bulunduğu yerlerde alâmetlere göre hareket edilmesi zaruri bulundu.
Daha kuzeye gidildikçe alâmetlerin bulunmadığı veya gece vaktinin çok kısa olduğu bölgelerde, normal mıntıkalara göre takdir esası kabul edildi.
Özetlemeye çalıştığımız bu esaslara göre mütehassısların Ankara'da toplanarak mezkûr bölgeler için takvimler hazırlamaları ve bunu, içinde bulunduğumuz yılın ramazanına yetiştirmeleri karar altına alındı.
Gurbet illerinde rızık arayan, anormal şartlar içinde Allah'a karşı vazifelerini unutmayan din kardeşlerimizin sevinçle karşıladıkları bu hasbî ve ilmî faaliyetin hayırlı neticeler doğurmasını Mevlay-ı Mütealden diliyoruz.
B) Fıkıh açısından meseleye kısa bir bakış:
Yazıların telifi:
Buraya kadar, namaz vakitleri hakkında toplu bir bilgi ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın temkinler ile ilgili bir açıklamasını ve 45. enlem dairesinin kuzeyinde kalan bölgede namaz vakitlerini bildiren alâmetlerin ya hiç bulunmadığı, yahut da çok geç veya kısa müddetler içinde gerçekleştiği mıntıkalarda namaz ve oruç ibadetlerinde esas alınacak zaman ölçüsünü tesbit için yapılmış bir toplantının karar özetini arzetmiş olduk. Sayın Yeprem'in "Namaz Vakitleri" ile ilgili cevabında geçen temkin ile, Başkanlığın yeni yayınladığı kararda bahis mevzûu temkin arasında önemli ölçüde fark bulunduğu görülmektedir. Ancak bu farkın sebebi, yine aynı yazılarda açıklanmıştır; cevabî yazı, Sayın Yeprem'in Başkanlıkta bulunduğu zaman hazırlanan takvimlerde esas alınan ölçülere göredir. Şimdiki kararda ise şafak ve fecir için onaltı derece ölçüsü alınmış, ayrıca boylam ve enlem bakımlarından dar bölge esasından hareket edilmiştir. Böylece gerek dört yıllık peryodik değişmeler ve gerekse yerleşim bölgeleri (enlem ve boylamlar) arasındaki farklardan kaynaklanan temkin dört dakikaya indirilmiştir.
Yine Sayın Yeprem'in cevabında geçen "şafağın kaybolmadığı yerlerde yatsı için hakiki gece yarısından beş dakika önce, imsak için yine gece yarısından beş dakika sonra ve sabah namazı için de yarım saat sonra ölçüleri, Brüksel toplantısından öncesine ait düşünce ve uygulamaları aksettirmektedir. Brüksel toplantısı daha başka kriterlere göre takdir esasını kabul ettiği ve takvimler de buna göre hazırlandığı için uygulamanın yine Diyanet takvimlerine göre olması gerekecektir.
Mezkur yazıların ve kararların daha iyi anlaşılabilmesi ve bir müslümanın gönlüne yatabilmesi için meseleye bir de fıkıh açısından bakmak, fukahânın görüş ve delillerini hulasa etmek faydalı olacaktır.
Fıkıh kitaplarında meselemiz:
45. Enlemin kuzeyinde kalan bölgelerin müslümanlar tarafından fethi ve buralarda ibadetin, müslümanların meselesi haline gelmesi müctehid imamlar devrinden sonra olmuştur. Bu sebeple fukahânın meselemizi ele almaları hicrî altıncı asır dolaylarında başlamıştır. O devrin Hanefî fukahâsından Burhaneddin el-Kebir Ebû Muhammed Abdülaziz b. Ömer el-Mervezî, böyle yerlerde alâmetler bulunmasa dahi namazın kılınması gerektiğini; es-Sadru'l Kebir Burhanu'l-Eimme ise vakit bulunmadığı için buna bağlı mükellefiyetin de bulunmayacağını ve dolayısıyla hangi namazın vakti bulunmuyorsa, onun mükelleften düşeceğini, kılınmayacağını ifade ve iddia etmişler, daha sonra gelenler de bu iki görüşten birini tutagelmişlerdir. Meselemizle ilgili -Fıkıh kitaplarının namaz ve vakit bahislerinde- kısa bilgiler ve bazı risaleler153 bulunmakla beraber bu mevzûuda en doyurucu eseri kaleme alan ve bütün görüşleri delilleriyle beraber vererek tahlîl eden, sonunda bir neticeye varan zat, geçen asrın müctehidlerinden Kazanlı Şihabüddin Harun b. Behauddin el-Mercanî olmuştur. Kitabının adı Nazuratu'l hak fi fardiyetti'l-işâ ve inlem yegibış-şefak. 1870 Yılında Kazan'da tabedilen bu eser Hindistan'ın Pehüpal eyaletinden Sıddık b. Hasen Han tarafından hicrî 1291 yılında ihtisar edilmiş ve bu özet de, S. b. Hasen'in, Luktatu'l-aclân isimli eserinin içinde tabedilmiştir. (İst. 1296, s. 190 vd.).
Mezkur eserlerden faydalanarak meselenin bir özetini vermeden önce, bilhassa bu bölgelerde takdir esasına dayanılarak namazın kılınması gerektiğini müdafaa eden fukahânın dayandığı deliller arasında yer alan ve dikkat çekici bulunan bir naklî delili (hadîs-i şerifi) mealen vermek istiyoruz. Mezkur hadîs, meşhur altı hadîs kitabından (kütüb es-sitte) Müslim'in, "Fitneler ve kıyamet alâmetleri" bölümünde yer almıştır. Kıyamet alâmetleri içinde Deccal'den bahseden ve oldukça uzun olan hadîsin, mevzûumuzla ilgili kısmı şöyledir:
"...ashâb-ı kiram soruyorlar:
- Deccal yeryüzünde ne kadar kalacaktır ey Allah'ın Rasülü (sav)?
Cevap:
- Kırk gün (kalacaktır). Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir cuma (hafta) gibi, diğer günleri ise (normal) günleriniz gibidir.
Soru:
- Ey Allah'ın Rasülü! Şu bir yıl gibi olan günde bize, -normal günlerimizde kıldığımız- bir günlük namaz kafi gelecek midir?
Cevap:
- Hayır (bir yıl sürecek olan bir günde, normal bir günlük namaz size kafi gelmez); onun için miktarını takdir edeceksiniz (yani normal bir gününüzde kıldığınız namazların aralıklarını tahminen ölçerek o bir yıllık bir günde, 365 günlük namaz kılacaksınız)." (Müslim, Kitab nu. 52, hadîs nu.110).
Ondört asır önce, başka bir münasebetle bile olsa Rasül-i Ekrem (sav)'in bu mucize açıklaması, kendilerinden beş asır sonrasından başlayarak günümüze kadar, bahsimize ışık tutmuş, diğer deliller yanında, 45. enlem dairesinden kutuplara kadar olan bölgede nasıl ibadet edileceğinin en muknî delilini teşkil etmiştir. Hadîsten anlaşıldığına göre güneşin doğudan çıkıp batıda kaybolması, bugün 24 saatle ifade ettiğimiz günlerle 365 gün (bir yıl) sürse, bu bir yıl içinde yalnızca beş vakit namaz kılmak yetmeyecek, eldeki imkânlara göre ölçülerek ve güneşin doğması, gölgenin bir veya iki misli olması, güneşin batması, şafağın kaybolması gibi alâmetlere bakılmaksızın, normal günlerde ve mıntıkalardaki gibi -24 saatlik gün içinde beş vakit- namaz hesabiyle vazife yerine getirilecektir.
Mezkûr alâmetler bulunmadıkça namazın da farz olmayacağını söyleyenler, "namazın şartı olan vaktin bulunmamasını, abdest uzvunun bulunmamasına kıyas etmişler ve nasıl kolu olmayanın elini yıkaması farz değilse, vakti olmayanın; yani bulunduğu yerde namaz vakti bulunmayanın namaz kılması da farz olmaz" demişlerdir. Haklı olarak bu sakat kıyasa karşı çıkan ve onu reddeden fukahâ, bir yandan Müslim hadîsine dayanırken, diğer yandan şu delilleri ileri sürmüşlerdir.
1- Namaz ibadeti güneşe, güneşin doğup batmasına, gölge ve şafağa değil, sonsuz nimetlerine şükran olmak üzere Allah Teala'ya yapılır. Başka bir ifade ile namazın sebebi, ardı arkası kesilmeden her an mazhar olduğumuz ilahi nimetlerdir; şükran için bu nimetleri bir ölçü içinde zaptetmek ve ifade etmek zor olduğundan, içinde nimetlere mazhar olduğumuz vakit (zarf), nimetin yerine konmuş ve namaz ibadetinin teknik (fıkhî) sebebi kılınmıştır.
2- Vakit başka, vakti ifade etmek ve kullanmak için ihtiyaç duyulan alâmet başkadır. Vakit, sınırsız zaman içinde belli bir miktardır. Belli bir zamanı yaşayan insan vakti yaşamıştır, onun vakti olmuştur. Alâmetler ise güneşin doğması, batması, tepe noktasına gelmesi, gölgenin boyu, şafak, fecir gibi olaylardır; bunlar bulunsun bulunmasın vakit vardır. Ve onu yaşayan, onun içinde Allah'ın nimetlerine mazhar olan insan, çeşitli ibadetler ve bu arada namaz ile Allah'a kulluk edecek, şükran vazifesini yerine getirecektir.
3- Vakit ve alâmet, namaz ibadetinin gerçek sebebi olmadığı için gerçek sebep ve maksat uğruna gerektiği zaman hemen terkedilmektedir: Nitekim Arafat ve Müzdelife'de, müctehidlerin çoğuna göre seferde ve bazı mazeretler sebebiyle hazarda namazlar birleştirilerek kılınmakta ve vaktin alâmetlerine riayet edilmemektedir. Kuzey ve güneye doğru ilerledikçe hadîste geçen gölge ölçüsüne de uymak mümkün olamamaktadır; çünkü bazı yerlerde güneş zeval vaktine geldiğinde gölge eşyanın bir mislidir; bu sebepledir ki fukahâ sonradan "zeval gölgesi hariç" kaydını koymuşlardır. Şu halde vakitleri tarif eden hadîslerde zikredilen alâmetlerden maksad, her hal ü kârda bu alâmetlerin bulunması, görülmesi değildir; maksad iki namaz arasında geçmesi gereken müddeti tayin etmektir; mesala "güneşin batması ile akşam, şafağın kaybolması ile yatsı vakitleri girer" denilince, herhangi bir sebeple şafak görülmez veya kaybolmazsa namaz vakti girmez, namaz kılınmaz denilmek istenmemiştir. Normal şartlarda güneşin batması ile şafağın kaybolması arasında geçen zaman (süre) geçince durum ne olursa olsun (şafak kaybolmasa da) yatsının vakti girmiş olur.
4- Bir hadîsten anlaşıldığına göre namaz önce 50 vakit olarak farz kılınmış, sonra ümmete fazla yük bindirmemek için Allah tarafından beş vakte indirilmiş, o zaman mevcut bulunan ve sonra gelecek olan bütün müslümanlara beş vakit namaz farz olmuştur. Bu hadîs, namaz vakitlerini tarif eden hadîs ve Deccal hadîsi bir arada düşünüldüğü zaman varılacak sonuç şudur: İnsanın çalışma, istirahat ve ibadet hayatına - güneşe bağlı- alâmetlerin uygun düştüğü mıntıkalarda ve zamanlarda, hadîslerde geçen alâmetlere göre vakitleri girdikçe namazlar eda edilecektir. Alametlerin bulunmadığı veya hayata uygun düşmediği yer ve zamanlarda ise, normal yerlerdeki namazlar arası müddetler esas alınarak eda edilecektir ki, bu ikinci yola Deccal hadîsindeki ifadeye bağlı olarak "takdir yolu" denilmektedir.154
Fukahânın bu güçlü delilleri, alâmetler bulunmasa dahi namazın farz olduğunu ve normal mıntıkaların vakitlerine göre kılınması gerektiğini isbata yeterlidir. Ancak 45. enlem dairesinden kuzeye doğru gidildikçe müslümanların bulunduğu mıntıkalarda, mesela Belçika ve daha kuzeydeki bölgelerde güneş doğup batmakla beraber, yılın bazı günlerinde, güneşin batışını takip eden ve kırmızı şafaktan sonra gelen beyaz şafak kaybolmamakta, batı ufku aydınlık iken doğudan güneş doğmaktadır. Katılma imkânı bulduğumuz Brüksel toplantısının asıl mevzûunu işte bu mesele teşkil ediyordu. Normal mıntıkalarda akşam namazı vaktinin çıkması ve yatsı vaktinin girmesi için şafağın kaybolması ve batı ufkunun kararması bir kısım fukahâya göre şarttır. Keza orucun başlaması ve sabah namazının vaktinin girmesi için de fecir denilen ve karanlıktan sonra doğudan başlayan yaygın aydınlığın teşekkül etmesi gerekir. Mezkür yerlerde akşam şafağı kaybolmadığına göre yatsı vakti ne zaman girecek, oruç ve sabah namazı vakti ne zaman başlayacaktır?
Bu sualin cevabı üzerine düşünmüş ve görüş beyan etmiş ulemanın ifadelerini ve farklı görüşlerini yine Mercânî'nin eserinden takip edebiliriz:
1. Yukarıda zikredildiği üzere bazılarına göre âlemetler bulunmayınca ibadet mükellefiyeti de bulunmaz.
2. Bazıları bütün görüşleri sahih, mûteber telâkki etmekte, fakat en ihtiyatlı yolu tutmakta, namaz ve oruç ibadetini yapmaktadır.
3. Bazıları iki namazı birleştirerek kılma yolunu tercih etmektedirler.
4. Bir kısım fukahâya göre akşam namazının vaktinin çıkması ve yatsının vaktinin girmesini belirleyen şafak, beyaz şafak değil, kırmızı şafaktır; yani güneşin batışının hemen arkasından batı ufkunda görülen kırmızılıktır; bu ise, beyaz şafağın aksine o mıntıkalarda da kaybolmaktadır; şu halde buna göre yatsı kılanabilir. Hemen işaret edelim ki, şafağın kırmızılık olduğunu ileri süren fukahâ çoğunluktadır ve Hanefîlerde Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşleri de bu istikamettedir.155
5. Bazılarına göre hakiki gece yarısında- yani dünyanın devrine göre gecenin tam ortasına varıldığı zaman şafak kaybolmuş sayılır, geri kalan zamanki aydınlık fecir (tan) olarak kabul edilir.
6. Bazılarına göre her gün, bir gün önceki yatsı namazının kazasına niyet edilerek namaz kılınır.
7. Yatsı gece yarısından sonra kılınır.
8. Mıntıkaya en yakın normal yerin vakti esas alınarak takdir yoluyla vakit girdi sayılır ve namaz kılınır.
Mercânî'nin bu görüşleri verip, her birini tenkit ettikten sonra kendi görüşünü şöyle açıklıyor: Alâmetlerin bulunduğu yerde onlara riayet etmek ihtiyata uygundur. Bunlar bulunmuyor veya uymakta güçlükler zuhur ediyorsa, normal mıntıkaların, düzenli günlerinin takvimine göre hareket edilir. Eğer herhangi bir sebeple bu da mümkün olmuyorsa o mıntıkada, güneşin batması ile şafağın kaybolması arasındaki en kısa uygun müddet esas alınarak hareket edilir. Nihayet -bazı yerlerde- öyle bir zaman gelir ki, güneşin batması ile doğması bir olur; işte o zaman alâmetler tamamen bir tarafa bırakılarak takdir yoluna gidilir.156
Mercânî'nin, kendi tercih ettiği görüşü müdafaa ederken verdiği bir nakil oldukça ilgi çekicidir: Serahsî zamanında (vefatı H. 500) civarındadır) Buharalı bazı tembellerin, şafak kaybolmadan yatsıyı kılıp yattıkları, Zahiruddin el-Merginânî tarafından Serahsî'ye intikal ettirilmiş ve ne diyeceği sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: "Onları bundan menetme, çünkü menedersen hiç kılmazlar, bu haliyle kılmayı hiç değilse bazı müctehidler caiz görmektedirler"157
İşte buraya kadar verdiğimiz nakiller ve özellikle Deccâl hadîsi, namazların yağmur, soğuk, karanlık, korku gibi sebeplerle -yolculuk hali dışında da- cemedilerek kılınmasını tecviz eden hadîsler ve ictihadlar, İslâm'ın kolaylık prensibi, alâmetlerin vakitleri düzenlemek için birer vasıtadan ibaret olduğu ve asıl maksadın ibadeti yapmaktan ibaret bulunduğu ... esaslarının ışığı altında hareket eden mütehassıslar, Brüksel'de yapılan toplantıda, daha önce bir özetini takdim ettiğimiz kararları almışlardır.158
Yazdıklarımız kendilerine karışık gelen ve açık, seçik, pratik bir cevap isteyenlere söyleyebileceğimiz husus, Brüksel'de alınan kararlar istikametinde takvim hazırlamaya devam ettikleri müddetçe Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı takvimine göre hareket etmeleri, oruç, bayram ve namaz vakitlerini bu kaynaktan öğrenip uygulamalarıdır.
148. Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonları, Cibril hadîsi ile belirlenmiştir. Cibril hadîsi şöyledir: "Rivâyet olunur ki, Ebu Mes'ud (Ukbe b. Amr) Ensarî (-i Bedri r.a) Irak'ta iken bir gün Muğîre b. Şu'be'nin (r.a) yanına girdi ki, o gün Muğîre nasılsa ikindi namazını geç vakte bırakmıştı. Ona dedi ki: Ya Muğire, bu (yaptığın) nedir? Bilmiyor musun ki, Cibril (a.s) inip namaz kıldı. Rasûllullah (sav) da (ardında ) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (sav) da (ardında bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasûlullah (sav) da (ardından bir daha) kıldı. Sonra (bir daha) kıldı. Rasulullah (sav) da (ardında bir daha) kıldı. Sonra (işte) bununla emrolundum, dedi...." (Bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, II/ 460-464, Ank. 1972)
Bir başka hadîste Rasul-i Ekrem (sav) şöyle buyuruyor. "Cibril aleyhisselam iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında bana imam oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin verdiği gölge bir nalın tasması kadar uzandığında bana Öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında İkindi, oruçlu orucu bozduğu vakitte Akşam, şafak kaybolduğunda Yatsı, oruçluya yemek içmek haram olduğu vakitte Sabah namazlarını kıldırdı. Ertesi gün Öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, Akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, Yatsı namazını gecenin üçte birine doğru, Sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakit kıldırdı. Sonra bana döndü ve: Ya Muhammed, bu senden evvelki enbiyanın vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakit arasındadır, dedi." (Sünen-i Ebû Davud ile Nesâî ve Tirmizî'den naklen: Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/462, 2 no'lu dipnot: Ank. 1972)
Bu konudaki Ebu Berze hadîsi de şöyledir: "Ebu Berze'den (r.a), şöyle demiştir: Nebiyyi Ekrem (sav) Sabah namazını, her birimiz yanında oturanı tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman kıldırır, bu namazda altmıştan yüz ayete kadar okurdu. Öğle namazını güneş (mağribe doğru) meylettiği vakitte kıldırırdı. İkindiyi de (öyle bir saate kaldırırdı ki) kimimiz (namazdan sonra mescidden) Medine'nin en uzak yerine gider (evine) dönerdi de, güneş henüz dipdiri bulunurdu"
Râvi akşam namazı hakkında Ebu Berze'nin (r.a) ne dediğini unutmuş. Ebu Berze demiş ki: "Rasûlullah (sav) Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine -sonradan deyişine göre yarısına- kadar geciktirmekte beis görmezdi. (Bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/485, Ank, 1972)
149. Hakiki Gece Yarısı: Güneşin o bölge meridyeninden alt geçişi vaktidir. Pratik olarak Öğle namazının takvimde gösterilen vaktine 11 saat 50 dakika ilave etmek suretiyle bulunur.
150. Zeval Vakti: Güneşin o bölge meridyeninden üst geçişi vaktidir. Bölgedeki gerçek saatin (memleket saat ayarı değil) 12.00 olduğu zamandır. Pratik olarak öğle namazının takvimde gösterilen vaktinden 10 dakika çıkarmak suretiyle bulunur. Bir şakul ipinin, yahut düzgün köşe duvarlarının gölgesinin tam kuzey-güney doğrultusunda olduğu andır.
151. Burada bir hadîs'e temas etmek gerekmektedir. İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: "Nebiyyi Ekrem (sav) öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı (birlikte) yedi (rek'at) ve sekiz (rek'at) olarak kıldırırdı." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/ 487, Ank, 1972)
Bu hadîs-i şerife dayanarak öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı bir arada kılmaya cem'i 'beyne's salâteyn denmektedir. Peygamber Efendimiz'in (sav) Veda haccında Arafat'ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife'de ise akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldırdığında ittifak vardır. Yılın başka zamanlarında ve başka bölgelerde cemi' yapılması konusunda müctehidler ihtilaf etmişlerdir.
Hanefî imamları ile İmam Evzaî'ye göre cemi' sadece Hacc mevsiminde Arafat ve Müzdelife'de yapılır.
İbn Ömer, Urve b. Zübeyr (r.a), Said b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekr b. Abdurrahman, Zührî, Ebu Seleme, Medine fakîhlerinin hepsi, İmam Mâlik, İmam Şâfiî, İmam Ahmed b. Hanbel gibi zevat, korku, sefer, şiddetli yağmur gibi şer'i özürler bulunduğu takdirde her zaman ve her yerde cemi' yapmak caizdir, demişlerdir.
Cem'i caiz görmeyenler, öğle namazını son vaktine kadar geciktirip ikindiyi de ilk vaktinde; akşamı son vaktine kadar geciktirip yatsıyı da ilk vaktinde kılan Rasûlullah'ın (sav) bu amelinin iki namazı birleştirmiş gibi göründüğünü, aslında Cem'in bulunmadığını ifade etmektedirler.
Buna mukabil Cem'in var olduğunu savunanlar, ayrıca bu Cem'in sadece Hacc Mevsimine ve Arafat'la Müzdelife'ye mahsus olmadığını, bunun meşakkat halinde her zaman ve her yerde caiz olduğunu söylemekte, bu konuda Rasulullah (sav)'ın müteaddit hadîslerini delil olarak zikretmektedirler. (Geniş bilgi için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11/487-489. Ank. 1972)
Bütün bu bilgilerin ışığı altında, yatsı vaktinin teşekkül etmediği veya çok geç saatlerde teşekkül ettiği memleketlerin durumuna bir göz atalım. Bu bölgelerde yatsı namazının gece yarısına kadar beklendikten sonra kılınması, eğer iş hayatında telâfisi güç, büyük aksamalara yol açıyorsa, işçinin sıhhatinde önemli mahzurları varsa, çok geç saatlere kadar beklemek namazı terke sebep oluyorsa; bu gibi durumlarda, ibadette aksamaları önlemek ve meşakkatten kurtulmak için, akşam namazından sonra yatsıyı da cem' etmek yolunu tercih eden büyük müctehidleri taklid etmek imkanı her zaman açık bulunmaktadır.
152. Kuzeydeki ülkelerde namaz vakitleri üç numaralı yazıda genişçe incelenmiştir. İki numaralı karar yazısında da "temkin" süreleri yeniden belirlenmiştir, uygulama bunlara göre yapılmalıdır. Sayın Yeprem'in verdiği bilgiler bu çalışmalardan öncesine aittir. (H.K)
153. Eskiler Ural dağları ile Adriyatik denizi arasında kalan bölgeye "ardu'l-bulgâr" dedikleri için, meselemizi de "bu bölgede namaz" başlığı altında incelemişlerdir.
154. Mercânî, age., s. 128, 99, 112.
155. Serahsî el-Mebsût'da, beyaz şafağın bazı yerlerde geç kaybolduğunu, bu sebeple yatsı vaktini beklemekte güçlük çekildiğini, dolayısıyle kırmızı şafağın esas alınmasının uygun olacağını ifade etmiştir. C. I, s. 145.
156. s. 117 vd., 144 vd. 112 vd.
157. s. 117. Tahâvî, Câbir'den, Hz. Peygamber'in (sav) de şafak kaybolmadan yatsı namazını kıldığını nakletmiş, sonra da bu "kaybolmadan" denilen şafağı "beyaz şafak" olarak tevil etmiştir. Bkz. Şerhu-ma'âni'l-âsâr, Kahire 1968, s. I, s. 156.
158. Brüksel toplantısına bir tebliğ ile katılan Prof. Dr. M. Hamîdullah'ın tebliğinde yer alan bazı kısımları burada zikretmekte fayda görüyorum; "...kutba yakın enlemlerde yer alan bölgelerde, Deccâlin vakitlerine benzer vakitler bulunmaktadır. Peygamberimiz (sav) oralarda ne yapacağımızı açıkça ifade buyurarak "takdir ediniz" demiştir; yani güneşin hareketine göre değil, zaman ölçme âleti olan saate göre haraket ediniz, buyurmuştur. 72nci enlem derecesinde -normal bölgelerdeki günlere göre- üç aylık fark olunca, kutup bölgesine doğru bu farkın daha da büyüyeceği tabiîdir. Buralarda, eskilerden Mes'ûdî ve Bîrûnî'nin haber verdikleri ve modern ilmin de yalanlamadığı üzere altı ay süren gündüz ve altı ay süren gece vardır.
Ancak Deccâl hadîsi, takdirin hangi esasa göre yapılacağını açıklamamıştır; bu takdir Medine enleminin vakitlerine göre mi olacaktır, ekvatordaki vakitlere göre mi olacaktır, yoksa daha başka bir ölçüye göre mi olacaktır? Eski ulemâdan bazıları, bu bölgelere en yakın normal bölgenin vakitlerine göre hareket edilir, demişlerdir; fakat bunlar meseleyi yeterince incelemedikleri ve kendileri o bölgelerin hayatını yaşamadıkları için bundan fazlasını söylememişlerdir.
Bildiğime göre asrımızda bu meseleyi ilk defa ele alanlar, Haydarâbâd eyâleti âlimler meclisi olmuştur. Güzel bir nasib sebebiyle ben de o mecliste bulunmuştum. Bu meclis ittifakla şu kararı aldı: Güneşin hareketine göre vakitleri ayarlama ve amel etmenin nihâî sınırı 45inci enlem dairesi olacaktır... Buradan itibaren 90'ıncı dereceye kadar ise 45inci derecenin vakitleri uygulanacaktır. Bu kararın, Haydarâbâd gazetelerinde neşredilen gerekçeleri özetle şöyle idi:
1. Kuzeye ve güneye doğru 45'er derece, görünüşte dünyayı iki eşit parçaya ayırmaktadır; gerçekte ise bu bölge, insanların imar ederek yerleştikleri bütün bölgelerin dörtte üçünü teşkil etmektedir.
2. Ashâb-ı kirâmın bir kısmı, bu bölgede (kuzey ve güneye doğru 45'er derecelik bölgede) bulunmuş, ibâdetlerini Medine vakitlerine veya başka vakitlere göre değil, buraların vakitlerine göre yapmışlardır..." (Arapça teksir nüshası, s. 4-5).
|
|
|
Beş vakit namazı vaktin hangi kısmında kılmak daha faziletlidir? |
Posted by: SeliM35 - 08-24-2019, 09:42 AM - Forum: Namaz ve Dua
- No Replies
|
 |
Beş vakit namazı vaktin hangi kısmında kılmak daha faziletlidir?
Beş vakit namazı vaktin hangi kısmında kılmak daha faziletlidir? Vaktin evvelinde namazı kılmayıp, vakit çıkmadan ölen kimse mesul olur mu? Vaktin çıkmasına yeterli süre varsa ve o kişinin kalbinde vakit çıkmadan kılmak gibi bir niyet varsa,..
Vakit çıkmadan, namaz kılacak kadar zaman olduğu halde ölen kimse, namazı kılmamışsa sorumlu olmaz. Namazı, vakit girer girmez hemen kılmak farz değildir.
Beş vakit namazı vaktin hangi kısmında kılmak daha faziletlidir?
Sabah Namazının Faziletli Vakti:
Sabah namazını ortalık ağarıncaya kadar geciktirmek müstehabdır. Bunun ölçüsü: Kılınan namazın iadesi gerektiğinde bunu edâ edecek kadar bir zamanın kalmasıdır. (Et-Tebyyin - Nasburraye / Zeylai : 1/225.) Bu ölçü, hac menasikini yapanların Müzdelife'de Bayramın birinci günü sabah namazı müstesna, yılın her mevsiminde muteberdir. Ancak Müzdelife'de bulunan mü'minler sabah namazını fecir doğunca kılar ve öylece Mina'ya hareket ederler. (El-Muhit / Radiyüddin Sarahsî.)
Resûlullah (A.S.) Efendimizden bu konuda şu hadis rivayet edilmiş ve sahih kabul edilmiştir:
"Sabah namazını ortalık ağarıncaya kadar geciktirin! Çünkü bunun sevabı daha büyüktür." (Ebû Dâvud - Tirmizî - îbn Mace, Nesâi : Rafi' b, Hudayc'den.)
Ayrıca Davud bin Yezîd El-Evdî'nin babasından yaptığı rivayete göre, El-Evdî'nin babası diyor ki:
"Hazret-i Ali (R.A.) bize sabah namazım kıldırıyordu, namaz bitmeden güneşin doğacağını endişe ediyorduk."
Abdurrahman bin Yezîd ise şöyle nakletmiştir:
«Biz, ortalık ağarınca sabah namazını İbn Mes'ud ile birlikte kılardık.» (Tahavi: Mevakit-i Salât - Nasburraye / Zeylai.)
Öğle Namazının Faziletli Vakti:
Öğle namazı vakit girince, diğer namazlar gibi kılınabilir. Ancak yazın sıcak aylarında onu biraz geciktirmek, kışın kısa ve soğuk günlerinde vakit olunca kılmak müstehabdır. (Mecmau'l-Enhür - Bedayi' - El-Kâfi.)
Öğle namazının yazın çok sıcak aylarında geciktirilmesinin müstehab oluşu, sıkıntıya düşmeden havanın serinlemesini bekleyerek öylece rahat kılınmasına matuftur. Bu ve benzeri nedenleri dışında namazı vaktinde kılmak ve fazla geciktirmemek daha iyidir. Nitekim Resûlullah (A.S.) Efendimize soruldu:
"Ya Resûlullah! Amellerin hangisi daha iyidir?"
"Namazı ilk vaktinde kılmak." diye cevap vermişlerdir. (Tirmizi – Dare - Kutnî : Abdullah bin Ömer (R.A.)'dan.)
Yazın sıcak günlerinde ise ortalığın biraz serinlemeye başlamasına kadar geciktirilmesi hususu şu hadise dayandırılmaktadır:
«Ebû Zerr-i Gıffarî (R.A.) diyor ki: Resûlullah (A.S.) Efendimizle birlikte bir seferde bulunuyorduk. Müezzin vakit girince ezan okumak istediğinde, Resûlullah (A.S.) ona:
«Havanın biraz serinlemesine kadar bekle!» buyurdu. Bir süre sonra o yine ezan okumak istediyse de Resûlullah (A.S.) yine aynı şekilde onu uyardı. Bu ya iki ya da üç defa tekrarlandı; o kadar ki çevremizdeki tepeciklerin gölgesini görmeye başladık. Sonra Resûlullah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu:
«Doğrusu sıcaklığın şiddetli, cehennemin kaynayıp hararetinin yükselmesindendir. Sıcaklık, şiddetlenince, öğle namazını havanın serinlemesine kadar geciktirin.» (Buharî - Müslim : Ebû Zer (R.A.)'den.
Burada, şiddetli sıcak, cehennemin kaynayıp yükselen hararetine benzetilerek, oradaki ateşin şiddeti hatırlatılmak istenilmiştir. Allah (C.C.) daha iyisini bilir.)
Öğle namazını sözü edilen mevsimde yalnız başına kılan da, cemaatle edâ eden de aynı müstehab vakte geciktirebilirler. (Şer-i Mecma' / îbn Melek.)
İkindi Namazının Müstehab Vakti:
İkindi namazını, güneşin parlaklığının değişmediği vakte kadar geciktirmek müstehabdır. Bu da daha çok, her şeyin gölgesi -fey-i zeval hariç- iki mislini bulup aştığı vakte rastlar. Buradaki değişiklikten maksat, çoğu fakihlere göre, ışınların parlaklığı değil, güneş cirminin gözle rahatlıkla bakılmayacak kadar parlak bulunmasıdır. (El-Hidâye - Fetavâ-yi Hindiyye.)
Bu konuda Rafi’ bin Hadîs veya Hudaye (R.A.)'den şu rivayet yapılmıştır:
"Biz, Resûlullah (A.S.) Efendimizle birlikte ikindi namazını kıldıktan sonra deve boğazlayıp onu kısımlara ayırır ve henüz güneş batmadan pişirilen etinden yenilirdi." (Buharî - Müslim : Rafi' bin Hadic'den.)
Bu konuda Rafi' bin Hadîs veya Hudaye (R.A.)'den şu rivayet, nitekim müctehid imamların yukarıda naklettiğimiz görüş ve tespitleri de bu ölçüdedir.
Güneşin cirmi henüz parlaklığını sürdürürken namaza başlanır da namazın bitmesine doğru bu parlaklığını kaybederse, namaz kerahetle kılınmış sayılmaz.
Akşam Namazının Müstehab Vakti:
Genellikle akşam namazını vaktin evvelinde kılmak müstehab sayılmıştır. Çünkü bu konudaki tavsiye anlamındaki hadisler çeşitli rivayet yollarıyla nakledilmiş ve çoğu sahih kabul edilmiştir.
«Ümmetim, akşam namazını (vakit girdiğinde) acele ettiği, yatsı namazını da geciktirdiği sürece hayır üzere olacaktır.» (Ebû Dâvud - Nasburraye / Zeylaî: Hadisün garibün.)
«Ümmetim, akşam namazını, yıldızlar belirgin duruma gelinceye kadar geciktirmediği sürece fıtrat üzere olacaktır.» (İbn Mâce : Abbas bin Abdilmüttalib'den.)
Yatsı Namazının Müstehab Vakti:
Yatsı namazını -yorgun ve uykusuz olmayanların- gecenin üçte birine geciktirmeleri müstehabdır.
Bu konuda yapılan sahih rivayette şöyle buyurulmuştur.
«Ümmetime meşakkat vermemiş olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emreder ve yatsı namazını da gecenin üçte birine geciktirirdim.» (Tirmizi / Taharet bahsinde, Nesâi / Oruç teatisinde.)
Vitir namazını da -uyanacağına güveni olan kimse için- gecenin sonuna geciktirmek müstehabdır. Kendine güveni olmayanın uyumadan önce kılması müstehabdır. (Et-Tebyin - Fetavâ-yi Hindiyye - İbn Abidin.)
Hava Kapalı (Bulutlu) Olduğu Günlerde:
Sabah namazını fecrin iyice aydınlanmasıyla kılma, öğle namazını biraz geciktirerek eda etmek, ikindi namazını vakit girince hemen kılmak ve akşam namazını da biraz geciktirerek kılmak; daha uygun olur. Ne var ki, bu yanlarında dakik saatleri olmayanlar için böyledir.
Vakitleri güneşe göre ayarlayanlar için yukarıda belirttiğimiz husus müstehab sayılmıştır. Çünkü öğleyi zevalden önce, ikindiyi kerahet vaktinde, akşamı güneş batmadan kılma ihtimali olabilir. Günümüzde ise her gün verilen saat ayarı ile vakitleri takvimlere göre belirlemek mümkündür.
Yağmurlu ve karlı havalarda ise, yatsı namazını vakit girince hemen kılmak müstehabdır. Çünkü bu durumda cemaate gitmek -geciktiği takdirde- biraz zorlaşır. (El-Muhit / Radiyüddin Sarahsi.)
Namazı vaktin sonunda kılmanın bir günahı var mıdır? Ezan okunduğunda hemen namaz kılınabilir mi?
Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam, en faziletli amelin hangisi olduğunu soran sahabiye: "Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan namazdır." buyurmuştur. (Buhari, Mevâkît 162)
"Namazların ilk vaktinde Allah'ın rızası, son vaktinde ise Allah'ın affı vardır." (Tirmizi, Mevâkît 13)
Aslında genel olarak yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere, namazları ilk vaktinde kılmanın müstehap olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte, Resülüllah (asm)'ın sünnetinde, bazı namazların mevsim, iklim, v.s. gibi bazı değişik durumlar nazara alınarak, vaktin evvelinden geciktirilerek kılınması daha faziletli sayılmıştır. Bununla ilgili olarak örneğin yatsı namazının vaktiyle ilgili gelen rivayetlerden bazıları şu şekildedir:
"Şüphesiz ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ateme (gecenin ilk üçte biri geçtiği vakit) diye söyledikleri vakte kadar yatsı namazını geciktirirdi ve yatsıdan önce uyumayı, ondan sonra konuşmayı (oturup sohbet etmeyi) hoş karşılamaz mekruh sayardı." (Buhari, Mevakit 13-20; Müslim, Mesacid 218-225; Nesâi, Mevakıyt 20)
"Bir gece, yatsıyı gece yarısına kadar (şatru'l-leyl) tehir etti. Sonra yüzü bize dönmüş olarak yanımıza geldi -sanki şu anda yüzüğünün parıltısını görüyor gibiyim- ve şöyle dedi:
"İnsanlar namazlarını kıldılar ve yattılar. Siz ise, namazı beklediğiniz müddetçe namaz kılma (sevabını alma)ktasınız." (Buhârî, Mevâkît 25, 40; Müslim, Mesâcid 223)
"Eğer ümmetime sıkıntı vermeseydim, yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmelerini emrederdim." (Tirmizi, Mevâkît 10)
Buna göre Hanefiler, yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmeyi müstehap, yarısına kadar geciktirmeyi mubah, gecenin yarısından sonra kılınacak yatsı namazı için ise, mekruh demişlerdir. Hanefi ulemasından bazısı buna tahrimen mekruh derken, diğer bazıları bunu tenzihen mekruh olarak görmüşlerdir. Fakat şunu ifade etmek gerekir ki, bu müstehaplık kış mevsimindedir. Yaza gelince zaten bu mevsimde geceler kısa olduğundan, yatsı namazının önce kılınması müstehaptır.
Soruda geçen diğer konuya gelince:
Bir vakit girdikten sonra önceki vakitlerin namazı kazaya kalmış olur. Kılınan namaz da kaza namazı olarak kılınır. Yani vakit çıkınca namaz vakti de çıkmış olur.
Namazın farzlarından biri de vaktin girmiş olmasıdır. Mesela öğle namazı vakti girmeden öğle namazını kılamayız. Namazların kılınma vakitleri ise vaktin girmesiyle başlar, öbür vaktin girmesiyle biter. Bu iki vakit arası namazlarımızı kılabiliriz.
Diyelim ki öğle namazınızı geciktirdiniz. İkindi yakın. Hemen namaza durdunuz. Daha birinci rekatta iken ikindi vakti girdi. Ne yapacağız? Hemen devam edip namazı tamamlayacağız, namazımız olur. Çünkü bir hadiste “Namazın bir rekatına yetişen hepsine yetişmiş gibidir.” buyurulur.
Hanefi ve Hanbeli mezhebine göre, kendisine tahsis edilen vakit içinde bir namazın iftitah tekbirine yetişmekle bu namazın tamamı eda olur. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, I/400)
Yalnız sabah namazı ile ikindi namazı biraz dikkatli kılınması lazımdır. Sabah güneş doğarken ve akşam güneş batarken namaz kılmak güneşe tapanlara benzememek için caiz değildir. Bu sebeple sabah namazı güneş doğmadan bir iki dakika önce, ikindi namazını da güneş batmadan önce bitirmek gerekiyor.
İşte ikindi namazını akşam güneş batımına sarkıtmamak için dikkatli olmak lazımdır. Güneşin batmasına yakın kılmak bu sebeple mekruhtur. Hoş olmasa bile yine namazımız caizdir, kabul edilir.
Sabah namazının vakti imsak ile girer, güneşin doğması ile biter. Ancak hanefilere göre güneşin doğmasına yakın, şafilere göre ise imsaktan biraz sonra kılmak faziletlidir.
Tam namaz kılarken ve namaz bitmeden güneş doğarsa Hanifilere göre namaz bozulur. Kerahet vakti çıktıktan sonra yeniden kılmak gerekir.
Vaktin son on dakikasında namaz kılıp, arkasından öbür namaz vakti girerse onu kılmak meselesi, öğle namazı ile akşam namazı için olabilir. Zor durumlarda böyle bir çareye başvursak namazımız olur. Peygamberimiz (asm) bir yolculukta öğle namazını geç kılmış, hemen arkasından ikindi girmiş ve ikindiyi kılmıştır.
Fakat namazların vaktin başında kılınması daha faziletlidir. Vaktin sonu da olsa kazaya bırakmadan kılmak gerekir.
|
|
|
|